BLOG

28 Eylül, 2023

Yeniden Contemporary İstanbul

Yeniden Contemporary İstanbul


Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Şehrin en büyük sanat etkinliklerinden bir olan Contemporary İstanbul, 18. edisyonuyla geçtiğimiz iki yılda olduğu gibi bu yıl da Tersane İstanbul’da kapılarını açıyor. Başta Avrupa ve Orta Doğu’dan olmak üzere yirmi iki ayrı ülkeden yetmiş beş adet galeri fuara katılım gösteriyor. Ön izlemesi 26 – 27 Eylül tarihlerinde yapılan Contemporary İstanbul, 28 Eylül – 1 Ekim tarihleri arasında genel ziyarete açılacak. Ben de bu özel etkinliğe ön izleme sırasında katılma fırsatı buldum.

Şehrin yeni kültür mekanlarından diyebileceğimiz Tersane İstanbul, benim sevgi – nefret ilişkisiyle bağlı olduğum bir yer. Haliç’in kenarında, şehrin merkezinde olan bu mekana ulaşmanın zorluğundan mı, yoksa ne zaman gitsem toz, toprak ve bitmeyen inşaatını gördüğümden mi bilmiyorum, Tersane İstanbul’a bir türlü ısınamıyorum. Contemporary İstanbul tarafından 27 Eylül – 1 Ekim tarihleri arasında Tersane İstanbul’a on dakika yürüme mesafesinde olan Hasköy İskelesi’ne Kadıköy ve Beşiktaş’tan saat başı sefer yapılacağı duyuruldu. Öğle saatlerinde Kadıköy İskelesi’ne gittiğimde ise seferin olmadığını gördüm. Hareket amiri bir karışıklık olduğunu, bu seferlerin planlanmadığını söyledi. Tek seferde vapurla gitme hayalleri kurarken önce Karaköy vapuruna, orada yarım saat bekledikten sonra Haliç vapuruna binerken buldum kendimi. Bu yıl Contemporary İstanbul’a özel deniz ulaşımı yok. Mekanla ilgili anlamadığım başka bir şey de iskelesine özel tekneler ve deniz taksilerin yanaşabilmesine rağmen motor ve vapurların yanaşmaması. Pek çok etkinlik için kullanılan Tersane İstanbul’a kara yoluyla ulaşmak deniz yoluyla ulaşmaktan daha zor. Tersanenin çevre düzenlemesi hala bitmediği için Hasköy’de yoğun bir trafik problemi var. Bununla birlikte Tersane İstanbul’un otoparkı ziyaretçi sayısına kıyasla yetersiz.

Yolculuğumdaki problemin sinirimi bozmasına izin vermeden, bu yıl ne göreceğim heyecanıyla kendimi hemen içeri atıyorum. Erken saatte gitmeme ve ön izleme olmasına rağmen oldukça yoğun bir ilgi var. Bu yıl Sevil Dolmacı Art Gallery’nin The Yard projesinde Meksikalı sanatçı Bosco Sodi’nin Türk bayrağından esinlenerek ürettiği eseri dikkat çekiyor. Peter Halley’nin Türkiye’de ilk kez sergilenen eserlerinin yanında Tony Cragg, Haluk Akakçe gibi tanınmış isimlerin eserleri de görülebiliyor. Pilevneli’de Ali Elmacı’nın bir heykeli bir de tuval üzerine yağlı boya çalışması sergileniyor. Tim Kent’in yağlı boya çalışmaları, Defne Tesal’in renklerin tonlarına doğru bir yolculuğa çıkaran tuval üzerine akrilik boya çalışmaları dikkat çekenler arasında. Sanatorium’da Kerem Ozan Bayraktar’ın fotoğraf ile ‘yapmak’ eylemi arasındaki ilişkiyi, nesne, hareket ve görüntü üretimi üzerinden ele aldığı “Stasis’’ serisi görülmeden geçilmemesi gerekenlerden.


 PİLOT, Ece Ağırtmış’ın ‘’The Sweet Escape’’ çalışmasıyla karşılıyor sanatseverleri. İrem Tok’un ansiklopedi ve sert kapaklı kitapları dönüştürdüğü çalışmaları yine görmeye değer. İstanbul’daki sergilerde ne kadar çok abstrakt çalışma gördüğümü, Contemporary İstanbul’da da abstrakt çalışmaların yoğun olduğunu düşündüğüm bir anda Halil Altındere’nin “Art Industry Trends’’ eseriyle ise beynimden vurulmuşa dönüyorum:


Bu yıl ilk kez Contemporary İstanbul’a katılan Diyarbakır'da bulunan Rıdvan Kuday Gallery kesinlikle görülmesi gereken köşelerden. Sinan Kaplan'ın alçı kalıba döküm ile gerçekleştirdiği, lastik ayakkabılardan oluşan “Bir Garip Peri Masalı” heykeli oldukça dikkat çekiyor. Büro Sarıgedik, Erdil Yaşaroğlu’nun iki yeni heykeli ve Gülsün Karamustafa, Meriç Algün, Eda Çekil gibi isimlerin eserleriyle ilgi çekici bir yerde konumlanıyor. Art On İstanbul’da Damla Sari’ya ait “Don’t Be Late Home’’ serisi, eserlerin karşısında dakikalarca dona kalmamı sağlıyor. Ülgen Semerci’nin porselen çalışmaları da kesinlikle görülmeli. PG Art Gallery’nin köşesinde Sinem Demirci’nin ahşap üzerine karışık teknik eseri, kavanoz kapaklarına çizilmiş onlarca gözden oluşuyor. Hepsi farklı figürlere ait olan gözler, bakış açısının esnekliğini didikliyor. Galeri 77’de ise Mehmet Resul Kaçar’a ait “Derin Boşluk’’ oldukça ilgi topluyor. Ekin Keser’in KOLİ Art Space’te sergilenen “Elenmeyenler’’ eseri, sanatçının LGBTİQ+ olduğunu kabullenmeyen aile fertlerinin kesildiği fotoğrafların kevgirler üzerine yerleştirilmesiyle oluşturulmuş. Dezavantajlı kişilere uygulanan baskıyı vurgulayan eser, görülmesi gerekenlerden biri.


Her yıl olduğu gibi bu yıl da Contemporary İstanbul’a yurtdışındaki galerilerden yoğun bir ilgi var. Tahran’daki Dastan Art Gallery’nin köşesinde Reza Abedini’nin eserlerinin görülmesini öneriyorum. Fransa’dan gelen Bogena Galerie’de sergilenen Harry Morgan’ın heykelleri ve Jaume Plensa’nın çalışmaları öne çıkan eserler. Londra menşeili HOFA ise interaktif sanata önem veren, çağdaş ve gelenekseli bir araya getiren eserler ile bir seçki düzenlemiş. Zheng Lu’nun çelik heykeli ve Ilhwa Kim’in hanji kağıdı üzerine çalışmaları göze çarpıyor. Barselona’dan gelen Villa Del Arte’nin sergilediği Lluis Cera’ya ait mermer heykeller görenleri büyülüyor. Eritilen demirle bükülerek birbirine yakınlaştırılan mermerler, birbirlerine sarılan iki figürü anımsatıyor. Contemporary İstanbul’un bana göre en özel eserlerinden bazıları ise SGR Galerie’de sergilenen Nicolas Bonilla Maldonado’nun seramik taşlardan yapılan eserleri. Görmeden dönülmemeli.


Borusan Contemporary işbirliğiyle bu yıl ilk kez CI Photo Focus projesi gerçekleşiyor. Fotoğrafın bir sanat formu olarak önemini kavramak, fotoğraf sanatçılarını tanıtmak ve fotoğraf alanında çalışan galerileri bir araya getirmek amacı taşıyan bu özel projede yirmi iki ayrı sanatçıdan kırk dört eser bulunmakta.

Sergi alanının çıkışında Ayça Okay’ın kürasyonunu üstlendiği, TBWA İstanbul’un otuzuncu yılı anısına düzenlenen The School of Creativity bulunuyor. Bir bölümünün sergiye, bir bölümünün ise kolektif bir şekilde üretilen sanat eserine ayrıldığı ‘’okul’’, Contemporary İstanbul’da kesinlikle görmeniz gereken bir köşe. 

Devamını Oku

24 Eylül, 2023

Denizden Sergiye!

Denizden Sergiye!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Contemporary Istanbul: 591 Sanatçı, 1537 Eser!

Sanat dünyasının önde gelen etkinliklerinden biri olan Contemporary Istanbul'un 18. edisyonu, 27 Eylül'de Haliç'te bulunan Tersane Istanbul'da sanatseverlerle bir araya gelmek üzere başlıyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da yenilikçi bir perspektifle düzenlenen fuar, sanatın gücünü ve etkisini vurgulamayı amaçlıyor. CI Photo Focus adında çağdaş fotoğrafçılığa odaklanmış yeni bir platformla sanatseverlere özel bir deneyim sunuyor. Simone Klein'ın gözetiminde gerçekleşecek olan CI Photo Focus, 20 uluslararası sanatçının çalışmalarını sergiliyor ve Borusan Contemporary'nin özel fotoğraf koleksiyonundan eserlere ev sahipliği yapıyor.

18. edisyon, 22 farklı ülkeden gelen 67 çağdaş sanat galerisi, 4 inisiyatif ve 4 sanat kurumuna ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, 21 yeni çağdaş sanat galerisi Contemporary Istanbul'a ilk kez katılıyor. Fuarda toplamda 591 sanatçının 1537 eseri izleyicilerle buluşuyor.

Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, The Marmara Taksim'de düzenlenen bir basın toplantısında yaptığı konuşmada, Contemporary Istanbul'un uluslararası galeriler ve inisiyatiflerle güçlü ve yenilikçi bir program sunacağını belirtti. Fuarın bu yılki hedefi 30 binden fazla ziyaretçiyi ağırlamak ve özellikle deniz yoluyla ulaşımı geliştirmek. Hasköy iskelesine gelen şehir hatları motorlarıyla Beşiktaş, Kadıköy ve Üsküdar'dan gelen ziyaretçileri Tersane İstanbul’a taşıyacaklarını duyurdu.


Fotoğraf Contemporary İstanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Homeros Kentinde! 

Bayraklı Belediyesi, ikinci kez düzenlenen Uluslararası Homeros Edebiyat/Sanat Festivali tüm sanatseverleri davet ediyor! 29-30 Eylül ve 1 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek olan festival, bu yıl da hem yerel hem de uluslararası alanda tanınmış birçok önemli sanatçıyı misafir etmeye hazırlanıyor.

Festival kapsamında Tarihçi-Yazar İlber Ortaylı ve Sunucu-Yazar Metin Uca gibi ünlü isimlerin katılacağı bir söyleşi gerçekleşecek. Sanatın farklı dallarından örnekler de festivalin önemli bir parçasını oluşturacak. Levent Üzümcü, Orhan Aydın ve Gülcan Altan'ın yer aldığı "Unutma Bizi" adlı tiyatro oyunu sahnelenecek, Nebil Özgentürk'ün "Nazım Aramızda" belgeseli gösterimi izleyicilerle buluşacak.

Festivalde Yazar Nedim Gürsel, Oyuncular Altan Gördüm, Sevinç Erbulak, Tamer Levent, Pelin Batu, Şairler Haydar Ergülen, Turgay Kantürk, Tuğrul Tanyol, Emel İrtem, Nilay Özer gibi sanatın farklı alanlarından önemli isimler de söyleşilerle izleyicilerle buluşacaklar.

Ayrıca, festival kapsamında 40 Resim 40 Homer sergisi sanatseverlerin ilgisini çekecek ve Kardeş Türküler ile Mikail Aslan gibi müzik sanatının önemli temsilcilerinin konserleri festivalin unutulmaz anları arasında yer alacak. Bayraklı, bu kültürel buluşma ile sanat ve edebiyat tutkunlarını büyülü bir deneyime davet ediyor.


Fotoğraf Bayraklı Belediyesi resmi websitesinden alınmıştır.

Otomatik Portakal: Türkiye’nin İlk Rap Müzikali

Ünlü oyuncu Erdal Beşikçioğlu'nun Genel Sanat Yönetmeni olduğu Tatbikat Sahnesi, 28 Eylül'de büyülü bir deneyim sunmak için Anthony Burgess'in kült eseri "Otomatik Portakal"ı rap müzikali olarak sahnelemeye hazırlanıyor. Bu cesur ve yaratıcı prodüksiyon, sahnede rap ve alternatif pop müziğin önde gelen isimlerini ağırlayacak.

Elvin ve Erdal Beşikçioğlu'nun birlikte uyarladığı ve yönettiği bu benzersiz eser, Şanışer (Sarp Palaur), Sokrat St (Samet Gönüllü), Ados (Adem Oslu), Kamufle (Basri Fırat Bayraktar), Redo (Burak Kaya) ve Müjde Kızılkan gibi tanınmış rap sanatçılarını 18 kişilik bir koro ile sahnede bir araya getiriyor.

Bu müzikal, iyilik ve kötülük kavramlarını, şiddet, suç ve ceza düzleminde ele alırken suçluların devlet tarafından yeniden şekillendirilme sürecini ve sonuçlarını tartışıyor. Dansın ve rap müziğinin edebiyatla buluştuğu bu eser, tiyatro sahnesinde provokatif bir rap müziğine dönüşüyor.

Baş karakter Alex'i, Şanışer (Sarp Palaur) canlandırırken, diğer ünlü müzisyenler de oyunculuk ve dans performanslarına ek olarak "Otomatik Portakal" için özel olarak besteledikleri yeni şarkılarla seyircilere eşsiz bir rap müziği deneyimi sunuyorlar.


Fotoğraf Biletix resmi websitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

19 Eylül, 2023

Havada Caz Kokusu Var!

Havada Caz Kokusu Var!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

33. Akbank Caz Festivali: Şehrin Caz Hali

Cazın büyülü dünyası, 33. Akbank Caz Festivali ile İstanbul'u sarmaya hazırlanıyor. 23 Eylül - 8 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival, cazın önde gelen temsilcilerini ve müziğin farklı dallarından önemli isimlerini ağırlıyor.

Festivalin bu yılki özel konukları arasında gitar virtüözü Al Di Meola, cazın önemli trompetçisi ve iki kez Oscar'a aday olan Terence Blanchard feat. the E-Collective with Turtle Island Quartet, etkileyici bir quartet olan Sissoko/Segal/Parisien/Peirani'nin 'Les Egarés' projesi ve cazın geleceğinin yıldızlarından Lakecia Benjamin gibi isimler bulunuyor.

Caz dünyasının genç yeteneklerinden biri olarak kabul edilen Immanuel Wilkins ve ses paletini zenginleştiren Hidden Orchestra da festivalde sahne alıyor. Ayrıca, festivalin açılışı 23 Eylül'de Mercan Dede Live DJ Set with Secret Tribe projesi ile Müze Gazhane'de gerçekleşiyor.

Caz müziğinin efsanevi eserlerinin Türkiye caz sahnesinden kadın müzisyenler ve kadın şarkıcıların yorumlarıyla sunulacağı Ladies and New Standards projesi de festivalin dikkat çeken özel bölümlerinden biri olacağa benziyor.

Akbank Caz Festivali, klasik ve modern cazın yanı sıra elektronik müzik ve dünya müziğinin farklı projelerini bir araya getirerek müzikal yelpazesini genişletiyor.

Festival programı için: https://www.akbanksanat.com/caz/33-akbank-caz-festivali/program


Fotoğraf Akbank Sanat Youtube kanalından alınmıştır.


Antalya'da Caz Tutkunları Bir Araya Geliyor: 6. Akra Caz Festivali Başlıyor!

Akra Otel'in açık hava sahnesi, Antalya'da müziğin büyülü dünyasına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 6. Akra Caz Festivali, 20 Eylül'den itibaren müzikseverleri etkileyici bir müzik serüvenine davet ediyor.

Festival, her yıl olduğu gibi bu yıl da cazın büyüsünü ve dünya müziğinin zenginliklerini kutluyor. Gipsy Kings by Andre Reyes, Dhafer Youssef, Judi Jackson, Buika, İlhan Erşahin, Igor Butman gibi dünyaca ünlü sanatçılar, festivalin zengin programında yer alıyor. Festivalin açılışını Gipsy Kings by Andre Reyes grubu yapıyor. Flamenko, salsa, oryantal dokunuşlar ve daha birçok müzik türünün harmanlandığı bu unutulmaz açılış konseri, festivale coşku dolu bir başlangıç sunuyor.

Akra Genç Caz konserleri kapsamında ise genç yetenekler Jelly Beans, Elif Çohaz Quintet ve IWS Collective ile sahnede yer alacaklar. Bu genç yetenekler, geleceğin caz yıldızları olarak adından söz ettirmeye hazırlanıyorlar.

Akra Caz Festivali, müziğin evrensel dilini kutlayarak, farklı türlerin ve kültürlerin buluştuğu bir platform sunuyor. Festival, 6-7 Ekim tarihlerinde dünya çapında ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say'ın "Dünya Anne" adlı özel konserleriyle sona erecek. Bu etkileyici kapanış konserlerinde Fazıl Say'a Serenad Bağcan, Volkan Hürsever ve Ferit Odman gibi cazın önemli isimleri eşlik edecekler.

Festival programı için: https://akrajazz.com/2023/?lang=tr


Fotoğraf Akra Jazz resmi web sitesinden alınmıştır.

 

İstanbul Fringe Festivali: Uluslararası Performans Sanatları Festivali

Her yıl eylül ayının 3. haftasında gerçekleşen İstanbul Fringe Festivali, Türkiye ve dünya çapından tiyatro, dans ve performans sanatlarının özgün işlerini İstanbul'un dört bir yanındaki katılımcılarla buluşturmayı amaçlıyor.

İstanbul Fringe Festivali, Türkiye'nin yanı sıra İngiltere, ABD, Hindistan, Macaristan, İtalya, Yunanistan, İsrail, Hollanda ve Japonya'dan gelen 25 farklı ekip tarafından hazırlanan işlere ev sahipliği yapıyor. Açılışı 16 Eylül’de İngiltereli ekip Thick & Tight Theatre ‘A Night with Thick & Tight’ ile yapan festival, birbirinden renkli performanslar, paneller ve atölyelerle 23 Eylül’e kadar devam ediyor!

Festival programı için: https://www.fringeistanbul.com/istanbul-fringe-2023


Fotoğraf İstanbul Fringe Festival resmi web sitesinden alınmıştır.


Kıraathane Kitap Şenliği

2019 yılında, okumaya, yazmaya ve kitaplar üzerine konuşmaya odaklanan bağımsız butik yayınevlerine bir üretim ve dayanışma platformu açma hayaliyle başlayan Kıraathane Kitap Şenliği, beşinci yılını coşkuyla kutlamaya hazırlanıyor. 15-24 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan şenlik, bağımsız yayıncılığı ve edebiyatı kutlayan, yazarları okurlarla buluşturan ve kitap dünyasına ışık tutan önemli bir etkinlik olarak İstanbul'un kültürel sahnesinde yerini koruyor.

15 Eylül akşamı saat 18:00'de başlayan kutlama, kitapları ve bağımsız yayıncılığı desteklemek isteyen herkesi bekliyor. 30 yayınevinin kitaplarını sergilediği festivalde, yazarların, çevirmenlerin ve akademisyenlerin buluştuğu çeşitli etkinlikler de kitapseverleri bekliyor. Bu etkinlikler, katılımcılara edebiyatın derinliklerine inme ve yaratıcı dünyaları keşfetme fırsatı sunuyor.


Fotoğraf Kıraathane resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

14 Eylül, 2023

Mimari Temsilin Arşivi: Berlin Mimari Çizim Müzesi

Mimari Temsilin Arşivi: Berlin Mimari Çizim Müzesi

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

2013 yılında Berlin’de açılan müze, aynı zamanda Tshoban Vakfı’nın da ana merkezlerinden birini oluşturuyor. Sergei Tshoban tarafından kurulan vakıf, mimarlık pratiği ve düşününde, mimari çizimlere verdiği önemi, bu müze ile ortaya koyuyor. 17. yüzyıldan günümüze uzanan çizimlere ev sahipliği yapan müze, dört yüzyıllık bir mimari çizim pratiğini ve dolayısıyla mimarlığın bu süreçte geçirdiği düşünsel değişimleri de ortaya koyuyor.

Beş ana başlıkta toplanan çizimler, eskizlerden hayal temsillerine, ideolojik yapılardan şehir kurgularına kadar geniş bir spektruma sahip. Müze dahilindeki en eski çizim örneklerinden biri olan ve 1657-1743 yılları arasında Bologna Okulu öğrencileri tarafından çizilmiş detay eskizleri, Mies van der Rohe ve Frank O. Gehry’nin orijinal eskizleri ile aynı sergi mekanını paylaşıyor. Ziyaretçiler, mimarlığın son dört yüz yıllık serüvenini aynı oda içerisinde inceleyebilirken, bir mimar için önemli olan unsurların nasıl değiştiğini ve mimari üretim süreçlerinin hangi yönlerden farklılaştığına tanık olabiliyor.

Boris Iofan’ın “Sovyet Sarayı” (1937) tasarımı ya da Jakow Tschernicow’un “Güç Santrali” (1920-1930) çizimleri, ideolojinin mimari temsil üzerindeki dönüştürücü etkisini yansıtırken, Lebbeus Wood’un hayal ürünü çizimleri mimari potansiyelleri, Artur Skizhali-Veys’in Babil kulesi tasviri ise mimari çizimin tarihi yapıları hayal etmedeki rolünü ortaya koyuyor.

Mimari Çizim Müzesi binası da sahip olduğu fonksiyona uygun olarak tasarlanmış. Yapı, cephesine oyulmuş mimari çizimlere yer vererek, içerisinde yer alan sergiyi kent peyzajına taşıyor. Müze yapısı, içerisindeki eserlerin bir temsili gibi sergiye kabuk oluşturuyor. Sergisi ile tasarımı arasındaki bu iletişim, yapıya fonksiyonel bir şeffaflık kazandırıyor. Ancak yapı cephesinde tercih edilen kapalı kurgu, iç ve dış mekanlar arasındaki görsel bağı keserek, fonksiyonel şeffaflığa tezat oluşturuyor.

Fonksiyon ve geçirgenlik üzerinden kurulan bu tezatlık, yapının bileşenlerindeki tek tezatlık sayılmaz. Binanın “anlam” ile kurduğu ilişki de bazı tezatları bünyesinde barındırır. Neyse ki bahsettiğimiz tezatlıklar, Mimari Çizim Müzesi’nin de bir unsuru olduğu postmodern düşünce sistemi içerisinde sorun yaratmazlar. Mimari çizim, ait olduğu disiplin içerisinde bilgi transferinin gerçekleştirildiği medyumu oluşturur. Tıpkı yapının içerisinde sergilenen her bir eserin, gerek tarihsel olarak dönemlerinin bilgilerini bugüne taşıması, gerekse amaç edindikleri kişiye ya da kuruma inşası planlanan bina hakkında bilgi vermesi gibi. Ancak bu medyum Mimari Çizim Müzesi‘nde bir cephe elemanı olarak kullanılır. Bu seçim beraberinde bilgi alışverişi anlamında bir iletişim talebini de doğurur. Ancak cephedeki çizimler bu talebi karşılamaktan uzak estetik birer süslemedirler. Çünkü belirli bir mesaj verme kaygıları ve bunu oluşturacak anlamsal bir zemine sahip değillerdir. Yani yapının dili vardır ancak konuşamaz.

Victor Hugo’nun “Ceci tuera cela” (bu, onu öldürecek) olarak bahsettiği matbaanın, kilise duvarlarında ve vitraylarındaki bilgi aktarımının önüne geçeceği düşüncesi belki de bu analizde tekrar anlam kazanır. Zira Modernizmin -Adolf Loosun ağzından- süslemeyi suç sayan algısı ile yalınlaştırdığı mimari, anlam aktarımını süslemelerden, mekânsal kurguya bırakmıştı. Anlamın hiçleştiği ve içinin boşaldığı ancak aynı zamanda kabul gören kalıpların da yıkıldığı post postmodern çağda, Mimari Çizim Müzesi, hem geçmişin esteğini bağlamına bakmaksızın üzerine geçirir hem de çağdaş mimarinin mekânsal kurgularını takip eder. Çünkü yapı çevresindeki hiçbir yapıya benzememektedir ve biriciktir. Yapı kendisini şehir mekânında belli eder ve bunu kendisini oluşturan tarihsel durakların anlamlarını çiğneyerek yapar. Belki de dönemin mimarisini özel kılan şeylerden biri de budur ve Mimari Çizim Müzesi bunun güzel bir örneğidir.


Devamını Oku

11 Eylül, 2023

Sinema, Kahve ve Sonbahar!

Sinema, Kahve ve Sonbahar!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Ayvalık Uluslararası Film Festivali Başlıyor!

Seyir Derneği tarafından düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali, sinemaseverleri büyüleyici Ayvalık atmosferinde unutulmaz bir deneyime davet ediyor. 14-19 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan festival, Azize Tan direktörlüğünde yılın merakla beklenen yerli ve yabancı yapımlarını özel bir seçkiyle izleyiciye sunuyor.

2023 Cannes Film Festivali’nde ana yarışmada dünya prömiyerini yapan Todd Haynes imzalı May December ile açılışını yapacak festival, 57 farklı filmi sinemaseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. Film gösterimlerin yanı sıra; film ekiplerinin katılımıyla söyleşiler, filmlerin temalarını ele alan paneller ve sinema öğrencileri için düzenlenen atölyeler de festival kapsamında katılımcıları bekliyor olacak.

Festival programının detayları için: https://www.ayvalikff.org/


Fotoğraf Ayvalık Uluslararası Film Festivali resmi sitesinden alınmıştır.

İstanbul Coffee Festivali: Şehri Uyandıran Festival

Kahve tutkunlarının dört gözle beklediği etkinliklerden biri olan İstanbul Coffee Festival, bu yıl "Kahveye Aç Gözlerini" sloganıyla dokuzuncu kez kahve severlerle buluşuyor. Nitelikli kahveler, kahve dükkanları, artizan lezzetler, uluslararası ve ulusal büyük kahve markaları ve tüm diğer kahve endüstrisi paydaşları, kahve severler için 14-17 Eylül tarihleri arasında bir araya geliyor.

İstanbul Coffee Festival, bu yıl Tersane İstanbul'da gerçekleştirilecek. 7 bin metrekare açık ve 2 bin metrekare kapalı alanda düzenlenecek olan festival, ortalama 130 marka ile 45 bin kişinin katılımını bekliyor. Festival kapsamında 30 konser, 20 workshop ve 20 seminer gibi birçok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Gün boyunca müziğin aralıksız devam edeceği festivalde, Can Bonomo, Kolpa, Bedük, KÖFN, Göksel, Melis Karaduman, İkilem, Kamufle gibi pek çok sevilen sanatçı sahne alacak. Ayrıca, kahve severler için farklı kahve deneyimleri sunan stantlar, lezzetli atıştırmalıklar ve kahve tadımları da festivale renk katacak.


Fotoğraf İstanbul Coffee Festivali resmi sitesinden alınmıştır.

Aspendos Antik Tiyatrosu'nda 30. Uluslararası Opera ve Bale Festivali Coşkuyla Devam Ediyor!

Antalya'nın eşsiz güzelliklerinden biri olan Aspendos Antik Tiyatrosu, bu yıl 30. kez Uluslararası Opera ve Bale Festivali'ne ev sahipliği yapıyor. Festival, büyüleyici bir atmosferde sanatseverleri ağırlarken, açılış programı muhteşem bir performansla başladı.

Açılış programında, Ankara ve Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlükleri tarafından sahneye konulan Giuseppe Verdi'nin "Aida" operası, izleyicilere büyüleyici bir görsel ve işitsel şölen sundu. Ünlü İtalyan orkestra şefi Fabrizio Maria Carminati'nin yönetiminde sahnelenen eserde, solistlere Şef Mahir Seyrek tarafından yönetilen Antalya ve Ankara Devlet Opera Balesi koroları eşlik etti. Festivalin devamında, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün büyük prodüksiyonlarından biri olan "Tosca" operası 8 Eylül Cuma günü sahnelendi. Ankara Devlet Opera ve Balesi ise 13 ve 14 Eylül'de Çaykovski'nin unutulmaz eseri "Kuğu Gölü" balesini sahneye taşıyacak. İstanbul Devlet Opera ve Balesi ise 17 Eylül'de "La Bayadere" balesi ile sanatseverlerin karşısına çıkacak. Festival, 21 Eylül'de orkestra şefi Tolga Atalay Ün yönetimindeki Antalya Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşliğinde Devlet Opera ve Balesi solist sanatçılarının seslendireceği "Gala Konser" ile kapanış yapacak.


Fotoğraf Devlet Opera Bale  resmi sitesinden alınmıştır.

Bu Memleket Bizim

İBB Şehir Tiyatroları, sezonu 16 ve 17 Eylül tarihlerinde saat 20.30'da Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu'nda sahnelenecek "Bu Memleket Bizim" adlı oyunuyla açıyor.

İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşegül İşsever, geçtiğimiz gün düzenlenen basın toplantısında “Bu Memleket Bizim” eserinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılını kutlamayı hedeflediklerini belirtti.

Yeni sezonda Shakespeare'den Tolstoy'a, Turan Oflazoğlu'ndan Haldun Taner'e birçok klasik yazarın eserleri tiyatro severler ile buluşuyor.  Tolstoy'un "Savaş ve Barış" eseri Aleksender Popovski, Alison Gregory'nin "Ben Medea Değilim" eseri Hülya Karakaş, Lucy Kirkwood'un "Sivrisinekler" eseri Ali Gökmen Altuğ, Nick Whitby'nin "Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi?" eseri Hüseyin Köroğlu, Bertolt Brecht'in "Galilei'nin Yaşamı" eseri ise Nurullah Tuncer tarafından sahneye taşınıyor. Bu repertuvara daha sonraki aylarda Haldun Taner'in "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" eserinin eklenmesi de planlanıyor.


Fotoğraf İBB Şehir Tiyatroları resmi sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

06 Eylül, 2023

N’olacak Bu Kayıp İnsanların Hali?

N’olacak Bu Kayıp İnsanların Hali?

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Geçtiğimiz sezonun en çok konuşulan oyunlarından biri, Tiyatro Hemhal tarafından sahneye konulan N’olacak Bu Yusuf Umut’un Hali. Daha önce Sevgili Arsız Ölüm – Dirmit ve Tırnak İçinde Hizmetçiler ile fazlasıyla konuşulan ekibin yeni oyununda yönetmenlik koltuğunda Nezaket Erden ve Ayşe Draz oturuyor. Hakan Emre Ünal'ın fikriyle yola çıkılarak kolektif bir şekilde ortaya konulan oyunu Hakan Emre Ünal ile birlikte Alis Çalışkan yazmış.

Seyirci sahneye girerken bir ön oyunla karşılaşıyor. Yusuf Umut hikayesini paylaşmaya başlamadan önce seyirci onunla tanışma fırsatı buluyor. Yusuf Umut sahneye çıktığında ise oldukça tanıdık bir figürle karşılaşıyoruz. İstanbul’da belki her gün yanından geçtiğimiz, belki geçmişte yolculuğuna ortak olduğumuz kayıp erkeklerden biri Yusuf Umut. Hikayesine on altı yaşından başlıyor, şu an ise otuz iki yaşında. Babasından boşanan annesiyle beraber gittiği baskıcı dedesinin evindeki çekyattan başlıyor hikayesini anlatmaya. Yusuf Umut, aktardığı on altı yıl boyunca ‘evini’ arıyor. Ne kendini attığı sokaklarda, ne yaptığı işlerde ve arkadaşlarıyla muhabbetinde, ne çocukluk arkadaşı Miraç’ta ne de Beyoğlu’nda tanıştığı Nina’da bulabiliyor evini. Askere gittiğinde ise annesini gördüğü halüsinasyonlar tarafından gafil avlanıyor.


Pandemi sonrasında tiyatro alanında oldukça fazla kendini ve gideceği yolu arama hikayesine rastlıyorum. Tiyatro sahnesindeki figürler, gidecekleri yolu bilmeyen, hayata hazırlıksız, kayıp kişilerden oluşuyor. Ne zaman bu hikayelerle karşılaşsam oyun çıkışında üstüme bir ağırlık çöküyor, kalbim ağrımaya başlıyor. Çünkü her bir figür farklı bir ardöyküyle ve şartlarla örülse de sahnede kendimi, ailemi, arkadaşlarımı görüyorum. Sosyal ve ekonomik bakımdan hazırlanmamış olduğumuz şartlarda gideceğimiz yolu bulmaya çalışıyoruz. Ne zaman bulduğumuzu sansak, yol daha da karışıyor, labirent daha da genişliyor. Artık evimiz gibi hissetmediğimiz evimizde, şehrimizde nefes almanın yollarını bulmaya çalışıyor, kendimize yeni bir ev arıyoruz. Bu umutsuz arayış bazen bizi Beyoğlu’nda bir barda tanıştığımız Nina’nın peşine takıyor, bazen ise askere gönderiyor. Aradığımızı bir türlü bulamıyoruz ama pes etmeyi de reddediyoruz.  Şehrimizi, işimizi, ülkemizi terk ediyor, yeni bir ev bulma hevesiyle yola çıkıyoruz. Gittiğimiz yerde arayışımız sonlanır sanıyoruz. Oysa sınırı geçince, evimizi, işimizi değiştirince mücadele bitmiyor, yeni mücadeleler başlıyor. Yusuf Umut, eskinin hayaletlerinden askere gittiğinde kurtulamıyor. Fakat belki hayatın ta kendisi bu mücadelenin kendisi, evi bulma arayışıdır. Şartlarla savaşırken bu durumu görmezden geliyoruz.


N’olacak Bu Yusuf Umut’un Hali çok uzun süre boyunca üzerine çalışılmış bir oyun. Hakan Emre Ünal, Alis Çalışkan, Nezaket Erden ve Ayşe Draz kolektif bir çabayla oyunu ortaya çıkarmış. Muhammed Ali Dönmez ışık tasarımını, Ekin Tunçeli ise hareket tasarımını üstlenmiş. Oyun boyunca, çok uzun bir oyun olmasına rağmen Hakan Emre Ünal'ın enerjisi oldukça yüksek, yerinde durmuyor, yorulduğunu hiç hissetmiyoruz. Oyunla ilgili tek problemim, oldukça akıcı olmasına rağmen uzun bir oyun olması. Hızın oldukça önemli olduğu, mesaiden oyuna, oyundan son metroya koşa koşa yetişildiği İstanbul'da bu kadar uzun bir oyun seyretmek oldukça zor. 

Devamını Oku

04 Eylül, 2023

Unutulmaz Performanslara Davet!

Unutulmaz Performanslara Davet!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Bozcaada, 8-9-10 Eylül 2023 tarihlerinde cazın büyülü dünyası ile buluşmaya hazırlanıyor. Her yıl farklı temalar ile caz severleri bir araya getiren festival, bu yıl "oyun" teması ile karşımıza çıkıyor. Bozcaada Caz Festivali, oyunun insanlar ve hayvanlar için temel bir yaşam kategorisi olduğunu vurguluyor ve oyunun neşe, iyi olma hali ve iletişimi güçlendiren bir aktivite olduğuna dikkat çekiyor.

Bayazma Manastırı'nın mistik atmosferinde gerçekleşecek bu etkinlik, müziğin sınırlarını zorlayan sanatçıları ve müziğin büyülü dünyasını bir araya getirerek katılımcılara unutulmaz anlar yaşatacak. Ferit Odman Quartet, Meral Polat Trio, Nubya Garcia, Islandman, Bozcaada Ensemble, Volkan Öktem ve dünyanın dört bir yanından gelen caz sanatçıları, müzikseverlere unutulmaz performanslar sunmaya hazırlanıyor.

Festival hakkında detaylı bilgi için: https://bozcaadacazfestivali.com/


Fotoğraf Bozcaada Caz Festivali resmi websitesinden alındı.

Tonedmelisma Müzik Festivali

Besteci Ataç Sezer'in yönetmenliğinde gerçekleşen Tonedmelisma Müzik Festivali, klasik müziğin dünya çapında ünlü virtüözlerini Arter'de ağırlıyor. 8–10 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival, "Portreler – Yeni Yüzler" teması çerçevesinde dinleyicilere eşsiz bir müzik deneyimi sunuyor.

Festival kapsamında, Aaron Pilsan, Minguet Quartett, Onur Özkaya ve Senka Simonović gibi klasik müziğin tanınmış isimleri sahne alıyor. Ayrıca, Eres Holz ve Ataç Sezer tarafından bestelenen iki yeni eser de ilk kez dinleyicilerle buluşuyor. Festivalin açılışı, Aaron Pilsan'ın piyano resitali ile gerçekleşiyor.

Tonedmelisma, müziğin sanallık ve dijital dünyayla nasıl etkileşimde bulunduğunu inceleyerek "Sanallık günümüzün mistisizmi mi?" sorusuna yanıt arayacak.


Fotoğraf Arter resmi websitesinden alındı.

Seni Sevmeyen Ölsün

Anna Laudel, sanat dünyasının önde gelen isimlerinden sanat gazetecisi M. Gülben Çapan'ın küratörlüğünü üstlendiği "Seni Sevmeyen Ölsün" başlıklı karma sergiyi sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor.

Bu özel sergi, Türkiye'nin zengin kültürel miraslarından biri olan Arabesk müziğine odaklanıyor. Sergide Anıl Can, Ardan Özmenoğlu, CANAN, Cansu Yıldıran, Haluk Çobanoğlu, Rasim Aksan, Tuğberk Selçuk ve Yasemin Özcan’ın farklı teknik ve malzemelerle oluşturdukları disiplinler arası eserleri yer alıyor.

Gülben Çapan'ın Arabesk kültürünü derinlemesine incelediği bu sergi, Arabesk müziğinin son yıllarda yaşadığı dönüşümü vurguluyor. Yaz sezonunun en çok ilgi gören sergilerinden biri olan ‘Seni Sevmeyen Ölsün’, 10 Eylül’e kadar Anna Laudel’de görülebilecek. Kaçırmayın!


Fotoğraf Anna Laudel resmi websitesinden alındı.

Kar ve Ayı

Selcen Ergun'un yönettiği ve senaryosunu Yeşim Aslan ile yazdığı ilk uzun metrajlı filmi "Kar ve Ayı", dünya prömiyerini 47. Toronto Uluslararası Film Festivali'nde gerçekleştirmişti. Festivalde büyük bir ilgi ile karşılaşan  yapım, başka birçok festivalden de ödüllerle dönerek sinema dünyasında adından söz ettiriyor. Türkiye'de 8 Eylül tarihinde gösterime girecek olan "Kar ve Ayı", başarılarının ardından sinemaseverlerin heyecanla beklediği bir yapım olarak öne çıkıyor.

Filmin başrollerinde Merve Dizdar ve Saygın Soysal gibi deneyimli oyuncular yer alırken, Asiye Dinçsoy, Erkan Bektaş, Derya Pınar Ak, Onur Gürçay ve Muttalip Müjdeci gibi yetenekli isimler de kadroyu zenginleştiriyor.

"Kar ve Ayı", psikolojik gerilim öğeleri taşıyan bir hikâyeyi anlatıyor. Film, kışın bitmek bilmediği uzak bir kasabaya atanmış genç bir hemşirenin oradaki erk ilişkileri, sır ortaklıkları ve şüpheyle yüzleşme hikayesini ele alıyor.


Fotoğraf Mubi websitesinden alındı.

Devamını Oku

02 Eylül, 2023

Moda Fotoğrafçılığında Bir Devrim: Peter Lindbergh

Moda Fotoğrafçılığında Bir Devrim: Peter Lindbergh

Ksenia Kobeleva | Çev. Melisa Şahin | Ed. Yüsra Yüce

20. yüzyılın en ünlü moda fotoğrafçılarından biri olan Peter Lindbergh, 3 Eylül 2019'da hayatını kaybetti. Lindbergh, süper modellerin, film yıldızlarının fotoğraflarını çekti, birçok Vogue kapağında imzası vardı ve moda fotoğrafçılığında devrim yarattı. Çok parlak kurgulanmış fotoğrafları sevmiyordu: Resimlerinin kahramanlarını rötuşlanmış mankenler yerine gerçek insanlar olarak göstermeye çalışıyordu.

İşgal altındaki Polonya'da doğan Peter Lindbergh, hayatta kaldığı yaklaşık yetmiş beş yılda yoksulluktan gelip süper modellerin, film yıldızlarının ve haute couture'ün zengin dünyasına uzanan uç noktalar gördü. Berlin Sanat Akademisi'nden mezun olduktan sonra çok seyahat etti, resim denemeleri yaptı ve 1969'da Hans Mayer'in avangart galerisinin bir sergisine katıldı. 1970'lerin başında fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladı: iki yıl Hans Lux'ın asistanı olarak çalıştı, kendi stüdyosunu açtı ve Helmut Newton ve Guy Bourdin ile birlikte ünlü Alman dergisi Stern için çekim yapmaya başladı. Ardından Vogue, The New Yorker, Vanity Fair, Wall Street Journal, Interview ve W. gibi dergilere çalıştı.

Dergi çekimlerinin çoğu şu anda Londra'daki Victoria ve Albert Müzesi, New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi ve Paris'teki Pompidou Merkezi dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki büyük müzelerin koleksiyonlarında yer alıyor. Lindbergh, yıllık çıkan Pirelli takvimini üç kez çeken tek fotoğrafçı: 1996, 2002 ve 2017'de çekim sürecini yönetti ve ayrıyeten 2014'te Patrick Demarchelier ile birlikte takvimin yarım asırlık yıldönümüne adanmış özel bir baskı oluşturdu.

Peter Lindbergh, moda tarihinde, 1990'ların süpermodel fenomeninin yaratıcısı olarak kabul edilen kişidir. Lindbergh’ün fotoğrafları modelleri birer yıldız haline getirmekle kalmadı, aynı zamanda moda fotoğrafçılığında da devrim yarattı. Lindbergh, makyaj ve kıyafet bolluğunu bir kenara bırakıp odağı modellerin yüzlerine kaydırarak çekimleri kurgulayan ilk isimlerden biriydi. 1988 yılında American Vogue ile çalışmaya başladı: Genel yayın yönetmenliği görevini yeni devralan Anna Wintour, ilk sayının kapağını Lindbergh'e emanet etti. 1980'lerin sonunda Lindbergh, o zamanlar henüz çok genç olan Linda Evangelista, Naomi Campbell, Cindy Crawford, Christy Turlington ve Tatjana Patitz ile bir fotoğraf çekimi düzenledi. Ocak ayı Vogue UK'in kapağında yer alan çekim çığır açıcı nitelikteydi.


Naomi Campbell - Vogue

Peter Lindbergh moda tarihinde sadece bir fotoğrafçı olarak değil, aynı zamanda bir film yapımcısı olarak da yer almıştır. Filmleri arasında Lindbergh'e 2000 Toronto Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Belgesel Ödülü kazandıran Inner Voices, Pina Bausch, The Window Washer ve 2007 Cannes Film Festivali'nde gösterilen Everywhere at the Same Time sayılabilir. Peter Lindbergh, 2017 yılında İtalyan Vogue'un genel yayın yönetmeni Franca Sozzani'nin ölümünün ardından ona ithafen ‘’Walking’’ adlı bir video hazırladı.

Lindbergh'in kadrajının merkezinde - hem fotoğrafçı hem de yönetmen olarak - en son çalışmalarına kadar neredeyse her zaman kadınlar yer almıştır. En son kapakları arasında dünyayı değiştiren 15 kadının portrelerini çektiği Eylül ayı Vogue UK ve Birgit Kos ile çektiği Fransa'nın Numéro dergisi yer almaktadır. Peter Lindbergh'in süper modellerin ikonik portrelerine ve hayatı hakkındaki sözlerine bakalım:


Lara Stone , Interview, 2015


Tatjana Patitz

Çocukluğu Hakkında

"Ailemin hiç parası yoktu. Beşimiz üç odada yaşıyorduk. Şimdi büyük bir salonu, dev odaları ve yüksek tavanları olan kocaman bir dairem var. Duisburg (memleketi) kötü, sanayileşmiş, bunalımlı Almanya'nın bir parçasıydı. Ama aynı zamanda çok da güzeldi. Hiçbir şeyimiz yoktu ama özellikle hiçbir şeye ihtiyacım yoktu."

The Guardian


Kristen McMenamy Vogue, 1990

Süpermodel Çağının başlangıcı hakkında

"Herkesin 90'lardaki beş kızlı Vogue UK kapağının süpermodel döneminin başlangıcı olduğunu düşünmesi çok komik. Ama aslında ondan iki yıl önce American Vogue için beyaz gömlekli çekimi yapmıştık. İngiliz çekimi yapmak üzereyken Liz Tilberis'ten (İngiliz Vogue'u genel yayın yönetmeni) bir telefon aldım ve şöyle dedi: "Ocak sayısının kapağını bize çek. Kapakta yaklaşmakta olan 90'lar döneminin tüm ruhunu, kendi gözünüzden yakalamanızı istiyorum." Ben de beş kızı çağırdım - Linda, Christy, Tatiana, Naomi ve Cindy - ve bu çekim süper modellerin doğum belgesi oldu. Bu kapak bir tür noter onaylı belge."

Röportaj 2013

Vogue ile çalışmanın başlangıcı hakkında

"American Vogue'un editörleri bana dergi için çekim yapmamı teklif ettiklerinde, Paris'teki çan kulemden '’Hayır. Bunu yapmayacağım." dedim. Bunu söylemek korkunç ama o zamanlar Vogue hakkında böyle hissediyorduk - çünkü kahramanları tamamen farklı kadınlardı: muhteşem, mükemmel, zengin hanımlar. Sonra Bay Lieberman'dan (o zamanlar Condé Nast'ın kreatif direktörü) bir telefon aldım ve "Onunla (Anna Wintour) konuşabilir misin? Seninle New York'ta buluşmak istiyor."dedi. Ben de New York'a geldim, hiçbir şey anlamadan ofisine gittim ve bana şöyle dedi: "Editörlerim Vogue için çalışmak istemediğini söylüyor. Aklını mı kaçırdın sen? Nelerden vazgeçtiğinin farkında mısın?"dedi. Ben de "Derginin sayfalarında tanıttığınız kadın tipine katlanamıyorum" dedim. Önce şok oldu, sonra dedi ki: "Pekâlâ. Neden editörlerimizden birini almıyorsun, kimi istersen. Nereye istersen git ve ne istersen çek - işte senin kadın tipin bu."

Röportaj 2013


British Vogue için yapılan bir çekim sırasında modellerle çektirdiği fotoğraf üzerine

"Bu çekimden dolayı çok utanıyorum ama Jim'in (Racket, Lindbergh'in arkadaşı) o sırada çekmiş olmasına sevindim. Kendimi çok rahatsız hissettim, burada çok tuhaf bir yüzüm var ama yine de iyi çıktı. Bir fotoğrafçı kameranın diğer tarafına geçtiğinde çok şey öğrenir."

The Telegraph


Kate Moss Harper''s Bazaar, 1994

Kate Moss Hakkında

"Kate bir ara birkaç aylık bir tatile çıktı. Geri döndüğünde onda önemli bir değişiklik vardı - kimse fark etmese de bir kadın olmuştu. Bana genç bir kız gibi davranmaktan yorulduğunu, yeni projelere hazır olduğunu söyledi. Diğer fotoğrafçılar hep onun bu 'zamansız' imajını korumaya çalışıyorlardı ama şahsen ben bunun kesinlikle saçma ve oldukça sıkıcı olduğunu düşünüyordum."

Vogue Italia 2017

Rötuşları reddetmek üzerine

"Bu seçim estetikle ilgili olduğu kadar etikle de ilgili. Akılsızca yapılan rötuşlar nedeniyle, hepimiz fotoğraflarda insanlıktan çıkarılmış insanlar görmeye alıştık, ancak onları gerçek olarak düşünmeye devam ediyoruz. Kadın ve erkeklerin yüzlerindeki yaş ve deneyim izleri silinmiş durumda. Gerçek güzelliğin kendini kabul etme, gerçekte kim olduğunu anlama becerisinden geldiğine inanıyorum. Bu bir öz kimlik meselesidir."

Vogue Italia 2017

Siyah beyaz fotoğrafçılık üzerine

"İnsanlar hayatı renkli görmeye alışkın olsa da, benim için siyah beyaz her zaman en derin anlamıyla otantik gerçeğin tasviriyle ilişkilendirilmiştir. Bu anlamda Büyük Buhran dönemindeki Amerikan fotoğrafçılığından etkilendim. Dorothea Lange ve Walker Evans gibi ustaların belgesel çekimleriyle ölümsüzleşen insan portrelerinin tavizsiz gerçekçiliği üzerimde kalıcı bir etki bıraktı."

Vogue Italia 2017


Amber Valleta , Harper''s Bazaar, 1993

İlham üzerine

"Pek çok şeyden ilham alıyorum - ve bunlar moda fotoğrafçılığı değil. Çocukken Van Gogh'u keşfettim ve aklım başımdan gitti. Dansı seviyorum, sanatı seviyorum. Ama genellikle sevmediğim şeylerden ilham alıyorum. Dürüst olmak gerekirse, ben de yaptığım şeyi neden yaptığımı bilmiyorum. Sanki bu fotoğrafları yaratmam gerekiyor ama neden ya da neden olmasın diyemiyorum."

Lens


Caroline Kurkova Harper’s Bazaar, 2003

Yeni nesil modeller hakkında

"Şu anda pek çok model stüdyoya giriyor ve neler olup bittiğinin farkına bile varmıyor. Elbette istisnalar da var. Ama her zaman yeni gelenlerle çalışmak çok zor. Bugünlerde, aynı modelle iki kez çalışırsanız, insanlar 'Ne kadar sıkıcı' demeye başlıyor. Ama her zaman böyle değildi. Eskiden her modelle özel bir yaratıcı bağlantı kurabiliyordunuz."

Röportaj 2017


Daria Werbowy

Paris'te yaşam üzerine

"Elimde bir gazeteyle Cafe de Flore'a (Paris'te ünlü bir kafe) gittiğim günleri hatırlıyorum çünkü o gün İtalya Vogue'da çekimim olacaktı. Dergi rafına gidip Vogue alırdım, kahvaltı sipariş ederdim ve insanlara bakardım. Kendimle gerçekten gurur duyuyordum. Bazen öğleden sonra saat bire kadar orada oyalanır, kendi adıma mutlu olur, gazete okur, gelen giden müşterileri izlerdim. Ama şimdi her şey farklı. Şimdi ilhamımı nereden alacağım?"

Röportaj 2013

Devamını Oku

28 Ağustos, 2023

Opus Müzik Festivali: Müzik ve Dayanışmanın Buluşma Noktası

Opus Müzik Festivali: Müzik ve Dayanışmanın Buluşma Noktası

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Opus Müzik Festivali, Bodrum'un eşsiz atmosferinde, müzik ve doğa sevgisini bir araya getirerek anlam ve ritim buluyor. Orman yangınlarının etkisi altında bulunan bölgeler için dayanışma ve desteği yükseltmeyi amaçlayan festival, aynı zamanda yangınları durdurabilme yeteneğine sahip olan opuntia cactus bitkisini tanıtmayı hedefliyor.

1-9 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan festivalde İsmail Lumanovski, Bekir Ünlüataer, Flört, Türk Yıldızları Senfoni Orkestrası, Murat Cem Orhan, Burcu Hancı, Jülide Özçelik, Burak Bilgili ve Şenol Talınlı sanatseverlerle buluşacak.

İki Güneş Altında

Odunpazarı Modern Müze (OMM), 24 Ağustos’ta kapılarını Erol Tabanca Koleksiyonu'ndan gelen "İki Güneş Altında" sergisiyle açtı. Sergi, gökyüzünde iki güneşin olasılığının yarattığı mitolojik öykülerden varoluşumuzun Güneş'le olan derin bağlarına uzanan etkileyici bir yolculuk sunuyor.

Erol Tabanca Koleksiyonu'nun zengin seçkisinden derlenen eserlerle oluşturulan sergi, sanatseverlere benzersiz bir deneyim vaat ediyor. Sergide Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Etel Adnan, Fikret Muallâ, Guido Casaretto, Haluk Akakçe, Hoca Ali Rıza, Hüsamettin Koçan, Ken Matsubara, Komet, Mehmet Güleryüz, Nuri İyem, Sadık Arı ve Taner Ceylan gibi yerli ve yabancı kırk beş sanatçının eserleri bulunuyor.

"İki Güneş Altında" sergisi, ziyaretçilere güneşin ve ışığın sembolizmini derinlemesine keşfetme fırsatı sunuyor. Sergide yer alan eserler, mitolojik geçmişten günümüze kadar uzanan bir perspektifle ziyaretçilerine çağdaş sanatın çeşitli yüzlerini anımsatıyor. Gökyüzünde iki güneş olasılığının yarattığı hayali senaryolar, sergiyi mistik ve düşünsel bir atmosferle dolduruyor.

Salon İKSV, Sonbahar Sezonunu Dopdolu Bir Müzik Programıyla Karşılıyor!

Beyoğlu'nun en sevilen mekanlarından biri olan Salon İKSV, sonbahar sezonunda müzikseverlere unutulmaz anlar yaşatmaya hazırlanıyor. Eylül ayının gelmesiyle birlikte, alternatif müziğin renkli dünyası Salon İKSV'nin sahnesinde can buluyor.

25 Ağustos itibariyle biletleri satışa sunulan sonbahar sezonu, 29 ve 30 Eylül tarihlerinde Fransız grubu La Femme ile açılışı yapacak. Salon'un sonbahar programında yer alacak diğer isimler arasında İngiliz indie pop ikilisi Jadu Heart, Türk-Alman grubu ENGIN, Yellow Days'in etkileyici saykedelik soul tınıları, Red Axes'in organik beat'leriyle dans dolu performansı, indie rock'un öncülerinden The Magnetic Fields, minimalist piyanist Joep Beving, güncel klasik müzik bestecisi Fabrizio Paterlini, R&B'nin duygu dolu temsilcisi Aime Simone ve Forest Swords bulunuyor.

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası Turnede

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), müzikseverleri coşku dolu bir serüvene taşımak üzere 2023 turnesine ilk adımını attı. 23 Ağustos Çarşamba günü İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde sahne alan TUGFO, enerjik performansıyla izleyicilere unutulmaz bir deneyim yaşattı.

TUGFO'nun enerjik performansları hem Türkiye hem de yurt dışındaki müzikseverleri coşkulu bir müzikal yolculuğa davet ediyor. Orkestranın genç yeteneklerinin dinamik sahne enerjisi, izleyicilere unutulmaz anlar yaşatmaya devam ediyor.

Yurt dışı turnesine 29 Ağustos’ta İtalya’nın Sicilya bölgesinde düzenlenen Palermo Classica Festivali ile başlayacak orkestra, 31 Ağustos’ta Agrigento Tapınaklar Vadisi’nde, 1 Eylül’de Selinunte’de, 2 Eylül’de yeniden Palermo Classica Festivali’nde, 3 Eylül’de ise Corleone’da sahneye çıkmaya hazırlanıyor.

Devamını Oku

25 Ağustos, 2023

Baskıyı Sanat İle İfşa Etmek: Bala Uyguner ile "Onun" Sergisi Üzerine

Baskıyı Sanat İle İfşa Etmek: Bala Uyguner ile "Onun" Sergisi Üzerine

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

1. Ne zamandan beri resim yapıyorsunuz? Resim yapmaya nasıl başladınız?

Kendimi bildiğimden beri resim yapıyorum. Küçükken alırdım elime kalemi kağıdı, evde etrafımda gördüğüm her şeyi çizerdim. İlkokul birinci sınıfta annemin pastel boya resmini yapmıştım, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde sergiye alınmıştı. Ama hiç kimse benim resme olan ilgimi fark etmedi. Üniversite çağıma gelince, babama Akademi’ye* gitmek istediğimi söyledim. O da bana “Ressamlar aç kalır kızım, ya İşletme ya da İktisat okuyacaksın” dedi. Ben de İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’ne girdim ve mezun olduktan sonra Yatırım Uzmanı olarak çalışmaya başladım. Ancak iş hayatı hiç bana göre değildi. Birkaç sene dayanabildim ve eşimin de desteği ile işi bıraktım. O dönemde Levent Sanat Galerisi vardı, sahibi de Martha Kalyoncu idi. Eşim Ümit gitmiş, kendisiyle konuşmuş; galerinin arka kısmında yapılan resim çalışmalarına beni yazdırmış. Ben de bir kış sezonu boyunca oraya gittim. Yıl sonunda galeride sergimiz oldu. İlk yağlı boya resmimi orada yaptım, yıl 1990. Daha sonra Martha bana daha iyi bir eğitim almam gerektiğini söyledi ve Akademi’den Hüsnü Koldaş ile tanıştırdı. Hüsnü Hoca resmimi ve çalışmalarımı gördükten sonra beni atölyesine kabul etti. Üç seneye yakın Hüsnü Hoca’dan desen ve yağlı boya eğitimi aldım. Bana temel desen ve resim çalışmalarımda çok katkısı olmuştur. Uygar’ın doğumuyla birlikte uzun bir aradan sonra yolumuz Mahir Güven ile kesişti. Arkadaşlarım kendisinin atölyesine gidiyorlardı, ben de orada çalışmaya başladım. Mahir Güven atölyesinde salonda kadınlar çalışır; arka odalarda da gençler üniversiteye hazırlanır. Mahir Hoca beni bir müddet gözlemledikten sonra, “Bâlâ sen arkaya geçiyorsun, seni üniversiteye hazırlayacağız” dedi. Ben de böylece, kırk iki yaşında Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girdim. Görsel Sanatlar Bölümü’nü birincilikle bitirdim. Resim okumak için girdiğim bölümde Prof. Meriç Hızal ile tanıştıktan sonra heykel projesiyle mezun oldum.



2. “Onun” ilk kişisel serginiz. Bu zamana dek gerçekleştirdiğiniz karma sergilerden ve bu sergilerde yer almış eserlerinizden bahsedebilir misiniz?

Üniversitede okurken, 2009 yılında Teşvikiye Galeri Işık’ta “Ustalar ve Çıraklar” sergisinde hocalarımızla birlikte işlerimiz sergilendi. Benim de kara kalem bir desenim sergilendi. 2011 yılında Doğuş Üniversitesi’ndeki karma sergide bir ahşap heykelim sergilendi. Bu heykel, biri erkeği, biri kadını temsil eden iki büyük küp ahşaptan oluşuyordu. Erkeği temsil eden heykelin ön yüzüne fallus yaptım ve tam karşısında kadını temsil eden küpün ön yüzüne de onun iz düşümünü yaptım. Burada kadının üzerindeki cinsel baskıyı anlatmaya çalıştım. Mezun olduktan sonra, 2012 yılında heykel çalıştayı için Datça’ya gittim. Burada Muğla mermerinden 120 cm yüksekliğinde yaptığım “Nike” heykeli sergilendi. Yine, 2012 yılında Mine Sanat Galerisi’ nde “Kadına Dair” karma sergisine katıldım. Bu sergide sevgili hocam Meriç Hızal da vardı. Bu sergiye de büyük bir ahşap rölyef ile katıldım. Rölyefimde kadın erkek ilişkilerini sorgulayan bir tavırla, kadını kelebeği andıran bir bulut formunda, erkeği de bulutun içine dalmaya çalışan bir figür olarak tasvir ettim. 2014 yılında Galeri Işık Şile’de açılan “Yolu Işık Güzel Sanatlardan Geçen Kadın Sanatçılar” sergisine birkaç işimle katıldım. Bunlardan bir tanesi, kadın sporcuları ele aldığım bronz heykelimdi. Son olarak 2019 yılında Galeri Işık Teşvikiye’deki Devinim sergisine de zafer tanrıçası Nike’yi yorumladığım bir ahşap heykelimle katıldım.

3. Sergide resimlerinizin yanı sıra iki heykeliniz de yer alıyor. Aynı zamanda ahşap da çalışıyorsunuz. Disiplinlerarası üretim yapmak üzerine ne söylemek istersiniz?

Hem resim, hem heykel yapıyorum. Disiplinlerarası üretim yapmak yaratıcılığı çok geliştiren bir durum. Aynı temayı farklı malzeme ve teknik kullanarak işliyorsunuz ve bunun sonunda çok yönlü bir üretim ortaya çıkıyor. Farklı farklı malzemeler ve teknikler öğreniyorsunuz. Bunları nasıl kullanacağınızı kurguluyorsunuz. Yaptığınız sanat çeşitleniyor, yenileniyor ve zenginleşiyor. Aynı konuda farklı anlatımlara ulaşıyorsunuz. Bu da sizi yaratıcılık anlamında daha ileriye taşıyor.



4. “Onun” sergisinde yer alan çalışmalarınızın ortak noktası nedir? İşlediğiniz temalar neler?

Yaptığım işlerde ortak tema kadının üzerindeki her türlü baskı ve şiddet. Kadına şiddet tarihsel bir olgu. Çok uzun zamandır var olan bir durum. Ben var olanı saptayıp aktarıyorum. Şiddet, cinsiyet eşitsizliğinden doğan güç ilişkilerinden kaynaklanıyor. Erkek güçlü, kadın zayıf görülüyor, söz hakkı verilmiyor. Böylece kadına psikolojik, cinsel ve manevi şiddet uygulanabiliyor.

5. Çalışmalarınızı yaparken neyden ilham alıyorsunuz?

Toplumdan ve gazetelerin üçüncü sayfalarından, diyebilirim. İlk evlendiğim yıllarda bir yardımcım vardı. Kocasından sürekli dayak yiyordu. Yakınımda olan kadın şiddetiyle ilk orada tanıştım. Bir gün hastanede bir kadın gördüm, bir gözü kördü. Hemşireler anlattı, kocası döve döve gözünü kör etmiş, 7 çocuğu vardı ve hamileydi. Yine tanıdığım bir kadın, kulağı duymadığı için kulaklık takıyor, nedeni koca dayağı. Levent Sanat Galerisi’nde çok sevdiğimiz bir sanatçı hocamız vardı. Bir gün gazetede ölüm ilanını gördüm. Kocası tarafından öldürülmüştü. Maalesef böyle bir toplumda yaşıyoruz.

6. Eserlerin ortaya çıkma sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl çalışıyorsunuz?

İşlerimi ortaya çıkartırken figürleri kurguluyorum. Sonrasında fotoğraf çekimi yapıyoruz. Tanıdığım kadınları seçiyorum, çünkü gözlerin verdiği duyguyu aynen yansıtmam gerekiyor. Gözler ve eller benim için çok önemli. Ellerle sevgi yoksunluğunu ve eril gücünü aktarmaya çalışıyorum. Bir de her yaştan kadın portrelerine yer veriyorum. Fotoğrafların çekimlerini çok sevgili arkadaşım, profesyonel fotoğrafçı ve reklamcı Kaya Sensev ile gerçekleştiriyoruz. Bu vesile ile ona da teşekkür ediyorum.

7. Sergi kadına yönelik şiddet ve baskı temaları etrafında şekilleniyor. Eserleriniz bu temalarla bireysel ve toplumsal katmanda nasıl bağ kuruyor?

Bakın, 2021 yılında 348, 2022 yılında 381, 2023 yılı ilk dört ayında 165 kadın öldürüldü. Öldürülen kadınların yanında, bir de şiddet görenleri düşünün. Ben de düşününce, buna duyarsız kalamıyorum. Benim de içinde yer aldığım topluma karşı sorumluluk hissim, beni bu işleri yapmaya yöneltiyor. Sanat yapıyorum ve kadınım. O halde sanatımı bu yönde kullanmalıyım.

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi. Bugünkü ismiyle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.

Devamını Oku

23 Ağustos, 2023

Bodrum Bale Festivali'nde Bolywood Geçidi

Bodrum Bale Festivali'nde Bolywood Geçidi

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Ne zaman yurtdışından bir oyun, bir müzikal ya da dans gösterisi gelse hemen biletimi alıp giderim. Oyunların önemli bir kısmından çıktıktan sonra ise benzer şeyler düşünürüm. Hem eleştirmen hem de icra edici gözüyle baktığımda kafamda birçok soru beliriyor. Kendimize haksızlık mı ediyoruz? Türkiye’de benzer bir bütçeyle yapılan benzer prodüksiyonlar daha iyi değil mi? “Tiyatro bilmediğimiz” bir yalan mı yoksa aynı avantajlara mı sahip değiliz? Bu oyunda çekici olan ne ki, dünya turnesi yapabiliyor? Benzer sorular, Bodrum Bale Festivali’nde gösterilen A Passage To Bollywood oyunundan sonra da aklımda belirdi.


Uluslararası Bodrum Bale Festivali, 5-17 Ağustos tarihleri arasında Bodrum Kalesi’nde gerçekleşti. Türkiye’nin tek bale festivali olan Bodrum Bale Festivali, Devlet Opera ve Balesi tarafından düzenleniyor. Şimdiye kadar pek çok ulusal ve uluslararası bale ve operayı ağırlamış olan festival, bu yıl yirminci yılını kutladı. Festivalin açılışı, Ankara Opera ve Balesi tarafından sahneye konulan “Harem” oyunuyla yapıldı. Harem’in reji ve koreografisi Merih Çimenciler imzası taşıyor. Oyun, Klasik Türk ve Osmanlı Müziği’ni sahneye taşıyor. Festival, İzmir Opera ve Balesi tarafından sahnelenen ve koreografisini Armağan Davran ile Volkan Ersoy’un üstlendiği Notre Dame’ın Kamburu’yla devam etti. 11 Ağustos’ta Hindistanlı bir grubun sahneye koyduğu A Passage To Bollywood, 13 Ağustos’ta ise İspanyol Flamenko Dans Topluluğu tarafından sahnelenen Woman by Aaron Vivancos ile devam eden festival, kapanışını İstanbul Opera ve Balesi tarafından sahnelenen Don Kişot ile yaptı. Oyunun koreografisini Marius Pepita üstleniyor.


A Passage To Bollywood, koreografisini Ashley Lobo’nun üstlendiği, Hindistanlı bir ekip olan Navdhara Indian Dance Theatre tarafından sahneye konulan bir müzikal. Mumbai’li ekip yirmi iki genç ve yetenekli dansçıdan oluşuyor. Ekip, Batı dansının fiziksel yöntemleri ile geleneksel Hint dansını birleştirerek yeni bir biçim araştırmasına girmiş. Sonucunda ise oldukça orantılı, melez bir biçimle oyunu sahnelemiş. Batılı tekniklerin geleneksel Hint danslarıyla yoga, meditasyon gibi araçlarla birleştirilerek sunulduğu bir şölen çıkmış ortaya. Hem klasik hem de çağdaş Bollywood şarkılarının kullanıldığı gösteride dekor oldukça minimal ve atmosfer arka plandaki projeksiyon aracılığıyla veriliyor. Dekorun projeksiyon aracılığıyla kullanılması fazlasıyla dikkat çekiyor. Turneye oldukça uygun gibi görünen bu model, bu kadar büyük bir projeksiyon için oldukça basit ve üzerine düşülmemiş görünüyor.  Kostümler, oldukça göz alıcıydı. Tamamen klasik Hint giyiminden ilhamla dikilen kostümler, renkli bir şölen gibi sunuluyordu seyirciye.


A Passage To Bollywood, alımlayıcısına klasik bir sevgi ve dostluk hikayesi sunuyor. Hayallerini gerçekleştirmek için Mumbai’ye doğru yola çıkan bir çocuğun hayalini takip etmesi hikayesi ve rüyalarındaki kadınla kurduğu ilişki ele alınıyor. Oyun, kompakt bir hikâye sunsa da klasikleşmiş romantik ve drama dayalı bir anlatıyı ele alıyor. Bu bağlamda, tam anlamıyla bir Bollywood anlatısını aktardığı söylenebilir. Hikâye, geleneksel müzikler ve danslar eşliğinde seyircisini hızla içeri çekiyor.

A Passage To Bollywood, seksen dakika süren, eğlenceli bir yapıt. Hint şarkıları farklı bir kültürün kulağını sahneye taşırken, batı danslarıyla harmanlanmış Hint dansları ise seyirciye farklı bir kapı açıyor. Fakat basit hikayesi, üzerine düşülmemiş reji ve dekoruyla Bodrum Bale Festivali gibi uzun yıllardır gerçekleşen bir festivale ve çoğu prodüksiyonu geçen bilet fiyatına yakışmayan bir oyun oluyor. 

Devamını Oku

21 Ağustos, 2023

Müziğin Sesi İstanbul'da Yükseliyor!

Müziğin Sesi İstanbul'da Yükseliyor!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce


DenizBank VoiceUp A Capella Festivali

DenizBank VoiceUp A Capella Festivali, İstanbul'da müziğin büyülü sesleriyle katılımcıları unutulmaz bir deneyime davet ediyor. DenizBank'ın ana sponsorluğunda düzenlenen festival, Vokal Akademi'nin kurucu sanat direktörü Başak Doğan'ın liderliğinde müzikseverleri ağırlamaya hazırlanıyor.

İstanbul'un farklı mekânlarında gerçekleşen festivalde yerli ve yabancı 550'den fazla müzisyen bir araya geliyor. Hollanda'dan Uruguay'a, Türkiye'den Danimarka'ya uzanan geniş bir yelpazede yüzlerce müzisyen, koro ve vokal grubu festivalde buluşuyor. Avrupa'nın tanınmış koro şefleri ve eğitmenleri yönetiminde 25 farklı atölye ve 25'ten fazla konserin yanı sıra, ‘Müzikte Kadın Liderler’ başlıklı bir panel de düzenleniyor.

Festivalin ana grubunu ise 40 yılı aşkın süredir a capella müziğin öncüsü olan İsveçli The Real Group oluşturuyor.

Festivalin detayları için: https://www.vokalakademi.co/festivals


Ormanda Işık Festivali

Dünyanın farklı ülkelerinde büyük ilgi gören "LIGHTS & DREAMS" Ormanda Işık Festivali, bu kez ilk kez Türkiye'de sahne alıyor. Işıkla dolu bir dünya, büyüleyici enstalasyonlar, etkileyici tüneller, interaktif temalar, oyun alanları, sahne performansları ve daha birçok sürprizle Türkiye'nin dört bir yanındaki ziyaretçileri bekliyor.

Türkiye'nin en büyük açık hava ışık festivali olan "LIGHTS & DREAMS", tasarımcılar, senaristler ve sanatçılardan oluşan büyük bir ekibin özverili çalışmaları sonucunda hayat buluyor. Festival, ormanın derinliklerinde ışığın büyülü dansını ve sıra dışı deneyimleri bir araya getirerek ziyaretçilerini unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor.

Festivalde tam yirmi beş bin ışıklandırma ve üç kilometre ipek kullanılarak hazırlanan büyüleyici enstalasyonlar, elli bin metrekarelik alana yayılan otuzdan fazla tematik alanı aydınlatıyor. Yirmi neş farklı tema altında tasarlanan bu alanlar, ziyaretçilere kendilerini masalsı bir dünyada hissettiriyor.


Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye: Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar

Pera Müzesi, dünyaca ünlü İspanyol fotoğrafçı Isabel Muñoz'un objektifinden Türkiye'nin önemli arkeolojik alanlarından Göbeklitepe ve çevresini gözler önüne seren bir sergiye ev sahipliği yapıyor. "Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye - Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar" başlıklı sergi, 17 Eylül 2023 tarihine kadar ziyaretçilere açık olacak. 

İspanyol sanatçı Isabel Muñoz, dünya genelinde farklı kültürleri, doğayı ve yaşam biçimlerini anlamaya çalışan etkileyici bir fotoğrafçı olarak tanınıyor. Sergi, Muñoz'un objektifinden Türkiye'nin bu önemli arkeolojik alanlarını keşfe çıkan bir yolculuğu anlatıyor. Her bir karede tarih ve doğanın birleştiği görüntüler, izleyicilere görsel bir şölen sunuyor.

Serginin küratörlüğünü ise François Cheval üstleniyor. Uluslararası arenada başarılı projelere imza atmış olan Muñoz'un eserleri, Pera Müzesi'nin dördüncü ve beşinci kat sergi salonlarında sanatseverlerle buluşuyor.

‘Amadeus’ Türkiye Turnesinde

Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment iş birliğiyle sahneye konulan "Amadeus”, çarpıcı hikayesi ve usta oyuncularıyla tiyatro severlerle İstanbul dışında buluşmaya hazırlanıyor. Bursa, Antalya ve İzmir gibi farklı şehirlerde de sahnelenecek olan oyun, 10 Ekim'de İstanbul Zorlu PSM'de beşinci sezona merhaba diyecek. Işıl Kasapoğlu'nun yönetmenliğindeki bu göz kamaştırıcı sahne performansı, müziğin büyüsünü tiyatroyla harmanlayarak izleyicilere unutulmaz anlar yaşatacak.

On sekizinci yüzyılda Viyana'da yaşayan efsanevi besteciler Wolfgang Amadeus Mozart ile Antonio Salieri'nin çatışmasına odaklanan "Amadeus", Peter Shaffer'ın kaleminden çıkma bir başyapıt olarak sahneye taşınıyor. Müzik tarihinin unutulmaz figürlerini mercek altına alan bu oyun, çarpıcı hikayesiyle seyircileri etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor.

Devamını Oku

17 Ağustos, 2023

Metruğun Peşinde: 18.Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu

Metruğun Peşinde: 18.Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

Venedik’in kanalları, her iki yılda bir olduğu gibi, bu yıl da Venedik Mimarlık Bienali’ne ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Lesley Lokko’nun üstlendiği bu yılki bienal, konusu “Geleceğin Laboratuvarı (The labarotuary of the Future)” ile mimarinin gelecek potansiyellerini keşfe çıkıyor. İKSV’nin öncülüğünde 2014 yılından beri mimarlık bienale katılan Türkiye’nin bu seneki pavyonunun kuratörlüğü ve tasarımı, Sevince Bayrak ve Oral Göktaş ile So Mimarlık ve Fikriyat tarafından gerçekleştiriliyor. 26 Kasım 2023’e kadar ziyarete açık olan Türkiye Pavyonu “Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”[1] projesiyle Bienalde boy gösteriyor.

Pavyon, “kahraman yapılar” olarak nitelendirdikleri, mimari söylemin ön planında yer alan yeni ve yıldız yapıların aksine, metruk bırakılmış mimari eserleri odağına alıyor. Mimarinin gelecek projeksiyonunu ise bu söylem değişikliği üzerinden okumaya çalışan proje, sürdürülebilir mimari ve ülkemizdeki deprem gerçeğine de hafif dokunuşlar gerçekleştiriyor. Projenin ana fikrinin yine SO mimarlık tarafından tasarlanan “Havuz” projesinden geldiğini belirten Bayrak ve Göktaş, İstanbul Florya’da yer alan metruk bir havuzu yıkmak yerine yeniden işlevlendirmeyi tercih ediyor[3]. Bu deneyim sayesinde mimarinin potansiyellerini pratik olarak da deneyimleyen ikili, bu düşünceyi Türkiye Pavyonunda da sergiliyor.


Metruk yapıların boş bırakılmasını ve zaman ile zayıflamasının ya da yıkılmasının mantıklı bir seçenek olmadığını savunan küratörler, hali hazırda mevcut olan bu yapı stokunun neden oluştuğu ve nasıl kullanılabileceği üzerine bir tartışma yürütüyor. Üretim ilişkilerinin değişmesi ya da ekonomik krizlerin sonucunda boş kalan fabrika binaları, kent içerisinde rant spekülasyonları sebebiyle boş bırakılmış tarihi yapılar ve yıkılması beklenen birçok boş-harabe yapı, Bienal ekibi tarafından yapılan bir açık çağrı ile belgelenmeye başlanıyor. Türkiye’nin dört bir tarafından, mimar olan ya da olmayan birçok kişinin gönderdikleri fotoğraflar ile Türkiye’nin metruk yapı stoku hakkında bir belgeleme gerçekleştiriliyor. Projenin ilk ayağını oluşturan bu açık çağrı, pavyonu interaktif bir oluşuma dönüştürürken, küratörlerin daha geniş bir coğrafyada ve spektrumda belgeleme yapmasına imkan sağlıyor. [5]

Bulut olarak nitelendirilen bu belgeleme aşamasından seçilen görseller, sergi alanının tavanından sarkıtılan perdelere yansıtılarak ziyaretçilere sunuluyor. Bu perdelerin altlarındaysa, projenin ikinci aşamasını oluşturan “tezgâh” yer alıyor. Görseller, metinler ve maketlerin yanı sıra, yapay zekâ kullanılarak oluşturulan metruk yapıların olası kullanımlarını içeren bir görsel seçki, ziyaretçilerin incelemelerine sunuluyor.[6] Bunlara ek olarak İKSV ve YEM ortak yayını ile basılan bir kitapçık da Türkiye Pavyonunun manifestosunu barındırıyor.

Türkiye Pavyonu, mimarlığın geleceğine yaptığı bakışta “kahraman yapılar”dan ziyade metruğa yönelerek, amaçladığı söylem değişikliğinin bir parçası olmayı başarıyor. Sırf bu açıdan bile proje, mimarlıkta alternatif bir tartışma yaratmaya katkı sağlıyor. Bunun Venedik Bienali gibi bir mecrada gerçekleşmesi ise projenin değerini bir kat daha arttırıyor. Ancak tüm bu söylemine karşın tasarım refleksinden uzaklaşmayı başarabilmişe benzemiyor. “Sonuç ürün” olarak ortaya konan, alternatif kullanımlar, mimari proje odaklı fiziksel değişimlerden öteye gidemiyor. Metruk yapının mülkiyet ilişkileri içerisindeki muğlak durumuna yeterli bir değinme yapamadan, metruk olanın sosyal ve politik olasılıklarını kaçırıyor.

Metruğun kent mekânında oluşturduğu mülkiyet muğlaklığı, yapıyı katı bir iç mekan olmaktan çıkartarak, “izinsiz” girişleri mümkün hale getirir. Bu sayede metruk, bir anlamda yarı kamusal bir karaktere bürünür. Metruğun sahip olduğu bu durum onu farklı gruplar tarafından kullanılabilir hale getirir. Alışılmışın dışında bir kullanım ilişkisine açılan yapı, Avrupa’nın birçok yerinde politik ya da kültürel kimliklere bürünerek sosyal bir fenomene dönüşmüştür. Türkiye için bu kullanım tarzı çok az deneyimlenmiş olsa bile, politik formda vücut bulmuş örneği 2013 sonrasında “Don Kişot” ve “Lojman” işgal evlerinde pratiğe geçirilmişti.

Belki de bilinçli bir karar ile projeye dahil edilmeyen bu konular ile ucundan değinilen, projeye tam olarak dahil edilemeyen sürdürülebilirlik ve deprem konularına rağmen Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”, değerli bir belgeleme çalışması olmayı başarıyor. Bunun yanı sıra mimarlığın odağını “kahraman yapılar”dan uzaklaştırıp, farklı bir zemine koymaya çalışması da günümüz mimarlık algısı açısından azımsanmayacak bir önem taşıyor.

SO Mimarlık'ın tartışmaya sunduğu bu konu, her ne kadar niş bir konu olarak gözükse bile, alternatif bir konu olarak görünür olmaya çalışıyor. Berlinale film festivaliyle gösterime giren “The Architect”[7] dizisi de kullanımda olmayan mekanların kullanımı özelinde, So Mimarlığa benzer bir bakış açısı sunuyor. Popüler kültürde de seslerini duymaya başladığımız ve Türkiye Pavyonu ile de gündeme getirilen bu konuyu belki de gelecekte daha fazla duymayı umuyoruz.

İlgili Linkler:

SO Mimarlık Proje Sayfası:

https://www.soistanbul.com/Ghost-Stories

 IKSV Proje Sayfası:

https://turkiyepavyonu23.iksv.org/

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Sayfası:

https://www.labiennale.org/en/architecture/2023/turkey

Talking Architecture Podcast; Sevince Bayrak Söyleşisi:

https://open.spotify.com/episode/56OtkfIlGXSfVEsMUfwTlN?si=dCBAefM8RWiCGoE7XNm0JQ

Şelale Kadak Söyleşisi Sevince Bayrak ve Oral Göktaş:

https://www.youtube.com/watch?v=TdWvXR8D-aM

The Architect Dizisi Berlinale:

https://www.berlinale.de/en/2023/programme/202311745.html  



Devamını Oku

14 Ağustos, 2023

Açık Havada Sanat Bir Başka!

Açık Havada Sanat Bir Başka!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Müzede Sahne

Sakıp Sabancı Müzesi'nin organize ettiği Müzede Sahne etkinliği bu yıl 17-20 Ağustos tarihleri arasında, "Hep Yan Yana" sloganıyla sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Ayşe Draz’ın sanat yönetmenliğini üstlendiği etkinlik, yedinci yılında zengin ve çok sesli bir program sunuyor.

Sezonun başarılı oyunlarının izleyici karşısına çıkacağı etkinlikte, Dostlar Tiyatrosu tarafından sahneye konan, Genco Erkal'ın başrolde olduğu "İmparator", Talimhane Tiyatrosu tarafından yapılan ve Bora Akkaş'ın başrol oynadığı "Harika Şeyler Listesi", Hakan Emre Ünal'ın oynadığı, Tiyatro Hemhal'in "N'Olcak Bu Yusuf Umut'un Hali" oyunu ve Kadıköy Emek Tiyatrosu'nun sahnelediği, Afife ödüllü "Herkes Kocama Benziyor" oyunu sahneleniyor. Etkinlikte bu başarılı oyunların yanı sıra, ses atölyesi, çocuk oyunları, masal dinletisi ve dans performansları da yer alıyor.

Etkinliğin detayları için: https://drupal.sakipsabancimuzesi.org/sites/default/files/2023-08/MuzedeSahne2023.pdf