BLOG

/ Blog
10 Nisan, 2024

Tripleks Bir Treplev!

Tripleks Bir Treplev!

Hakkı Yüksel  |  Ed. Murat Kadaş

Koşun, gelin de biraz Çehov çekiştirelim! Haydi, toplanın da azıcık dedikodu yapıp eğlenelim! Melisa Zeynep Şahin’in yapımcılığında gerçekleşen Decollage Art Space’in tek perdelik ve 90 dakikalık özel oyunu, seyircisini entelektüel bir dedikoduya davet ediyor.

Tiyatronun kült metinlerinden biri olan Anton Çehov’un Martı eserinden uyarlanan Treplev, alımlayıcısını daha önce yaşamadığı bir seyir deneyiminin içine sokuyor. Rusya’da Sorin’in göl evinde geçen olaylar, Suadiye’de bir sanat merkezinde yeniden ele alınıyor. Aralıksız bir biçimde, üç farklı katta, üç farklı dekor ve kostüm içinde oynanan oyun, sahnede görmeye alışık olduğumuz dinamizmi seyirci koltuklarına aksettiriyor.


Seyircilerin sanat merkezinin en alt katına indirilmesiyle başlıyoruz bu deneyimsel seyre. Merdivenlerden inerken Treplev için gazetelerde yayımlanmış ölüm ilanına ilişiyor gözümüz. Oyun alanı bir atölye havasında tasarlanmış. Treplev’i, başı bir lavabonun içinde, ayakları havaya uzanmış halde, tepetaklak görüyoruz. İzleyicileri elinde mikrofonu ve oyun metni ile yönetmen Başak Kıvılcım Ertanoğlu karşılıyor. Yönetmen de oyunun bir parçası. Zaman zaman Treplev’i sorgulayan bir yargıç, zaman zaman Treplev’in annesi Arkadina, bazen de Nina oluyor. Oyun, Çehov’un hikâyesine sondan başlıyor. Treplev, öldükten sonra yaşadığı hayatın anlamlılığını sorguluyor Çehov’un Treplev’ine yaraşır bir biçimde. Ancak bu Treplev, alıştığımız bildiğimiz gibi değil. Converse’leri, kot pantolonu, beyaz tişörtüyle; ağdalı Rus edebiyatına tezat bir sokak jargonuyla konuşuyor. Treplev’i oynayan Ümit Erlim’in bu hali, hem seyirciyle Treplev arasında sıkı bir empati oluşmasını sağlıyor hem de Treplev’in Çehov’un eserinde başına gelenlere başka bir gözle bakmamızı sağlıyor. Oyun içinde Treplev’e yakıştırılan “nepo baby” tanımı, kaynak metne karşı algımızı sarsan çok güzel bir buluş. İlk bölümde (katta), bir resim tablosuna yapıştırılan oyun karakterleriyle Treplev izleyicilere güzel bir serim yapıyor. Bir üst kata çıktığımızdaysa bir boks arenasıyla karşılaşıyoruz. Kaynak metindeki çatışmaların hepsi, oyunun düğüm bölümü, burada bir boks müsabakasında kapışan karakterler üzerinden somutlaştırılıyor. Oyuncular bu bölümde karşımıza başka başka rollerle çıkıyorlar. Ve oyunun son bölümünde seyircilerin taşındığı üçüncü kattaysa Treplev’in cenaze törenine dahil oluyoruz ve seyirci sandalyelerinde yazılı diğer karakterler, Treplev’le tek tek yüzleşiyor.

Oyunun ilk iki bölümünde dans koreografileri, temaya uygun özgün şarkılar ve birtakım barkovizyon gösterileriyle izleyenin algısı hep açık tutuluyor. Diğerlerine göre daha sönük bir tempoyla akan son partta ise arka fonda geriye akan ve oyunun bitiş süresini gösteren bir kronometre görünüyor. Bölüme katılmış bu aciliyet faktörü oyunun başından beri var olan dinamizmi yine diri tutmayı başarıyor.

Ümit Erlim’in de Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun da performansları muazzam. Tükenmek bilmeyen bir enerjiyle oyunu sürdürüyorlar. Beden kullanımları, izleyeni oyuna biraz daha düşünsel boyutta yaklaştıran stilize oyunculukları gerçekten başarılı. Oyunun uyarlaması da bu ikiliye ait. Adaptasyon stratejileri bağlamında bir uyarlamanın kaynak metinle bu kadar çok diyalog halinde olması Martı’yı okumamış seyirciler için biraz zorlayıcı olabilir. Muhtemelen bu seyirci kitlesi için tüm Çehov replikleriyle Martı, oyunda zaman zaman aynen tekrarlanıyor. Kaynak metni çok iyi bilen izleyen de oyunun bir parodisine maruz bırakılıyor bu sebeple kimi zaman. Oyun Treplev karakterini farklı ve alışılmadık bir noktadan ele alıyor almasına ama belki esas Çehov metniyle daha kavgalı bir tutuma girip daha iyi bir diyalektik geliştirebilirdi. Buna rağmen kaynak metinde Treplev tarafından bir leitmotiv olarak tekrarlanan “Yeni biçimler gerek! Yeni biçimler bulunamıyorsa hiçbir şey olmasın daha iyi!” repliği uyarlamada tam olarak karşılığını buluyor. Hatta sanki bu uyarlama direkt bu replik üzerine inşa edilmiş gibi. Merhum Treplev’in hatırasına saygı minvalinde yepyeni bir biçimle izleyicisiyle buluşuyor Martı oyunu.



Yepyeni bir biçim… Seyircisine bir deneyim alanı açan, metne metatiyatral bir düzlemden bakan, oyun içinde izleyeni devinimsel bir sahne gezisine çıkaran, mekânın ruhunu başarılı ve estetize bir şekilde kullanabilen, İdil Acim’in müzikleriyle modern ve dinamik bir seyir zevki yaratan, Eray Uygun’un sahne amirliği ve ışık tasarımıyla oyuncu mizansenlerini alımlayıcıya hissettiren, koreografik danslarıyla ve metindeki mizah dozuyla trajik duygusunun yanında eğlencesini de gösterebilen yepyeni bir biçim!.. Oyun seyircisiyle onu çok da rahatsız etmeden kurduğu iletişimle de izleyicisini performansa dahil ediyor. Bu dahil oluşun yarattığı oyunsuluk hissi de alımlayıcının üzerinde olumlu bir etki yaratıyor.

“Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen!” İkinci Yeniciler’den Ülkü Tamer’in anlaşılması ve çözümü zor Konuşma şiirinde geçen bu mısra bana hep Çehov’un Martı’sını hatırlatır. Şair sanki Martı’yı okumuş da bu mısrayı öyle yazmış gibidir. Tiyatronun köhneleşmiş seyir alışkanlıklarından canı sıkılanlar mutlaka Treplev’i izlemeli. Çehov’un Martı’sında kuşları vuran Treplev’in yerine üç kat arasında koşturan bu Treplev’le tanışmalı.

Devamını Oku

08 Nisan, 2024

Sergilerde Görsel Tarih Arayışı

Sergilerde Görsel Tarih Arayışı

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Untraditional

Ertuğrul Güngör ve Faruk Ertekin’in sanat dolu dünyaları, Kütahya ve İznik’in zengin kültürel mirasından ilham alarak yeni bir sergiyle Anna Laudel İstanbul'da buluşuyor. "Untraditional" adını taşıyan sergi, özgün desenleriyle tanıdık ancak alışılmadık izler bırakıyor ve 28 Nisan 2024 tarihine kadar ziyaret edilebilir.

Galerinin portföyüne yeni katılan bu iki sanatçı, seramik sanatını modern tasarım ögeleriyle birleştirerek Kütahya ve İznik’in kültürel hafızasını yeniden yorumluyor. Sergi, geleneksel kadın motiflerinden seramik sanatına uzanan geniş bir kültürel zenginlikten besleniyor ve izleyicilere derinlemesine bir düşünsel deneyim sunuyor.

Ertuğrul Güngör ve Faruk Ertekin, çocukluklarını birlikte geçirdikleri Kütahya'dan aldıkları ilhamla, seramik sanatının hassas doğasını modern bir perspektiften ele alıyorlar. Sergi, Erken Cumhuriyet Dönemi yağlı boya eserlerinden İznik çinilerine kadar geniş bir imgelem havuzunu modern ve çağdaş figürlerle birleştirerek yeni semantik katmanlar oluşturuyor.

Her bir eser, geleneksel sanat anlayışını sorgulayarak izleyicilere alışılmışın dışında bir deneyim sunuyor. Sergide yer alan eserler, farklı kültürlerden esinlenen sanatsal referansları keşfetmek isteyen izleyicilere evrenselliği ve düşünsel dönüşümü anlama fırsatı sunuyor.

"Untraditional" sergisi, eleştirel düşünceye sahip sanatçıları övgüyle selamlarken, izleyicilere tanıdık ancak kendine özgü bu yeni ifade biçiminin parçası olma fırsatı sunuyor. Anna Laudel İstanbul'un ev sahipliğinde gerçekleşen bu etkileyici sergi, sanatseverleri zengin ve ilham verici bir sanat yolculuğuna davet ediyor.


Fotoğraf Anna Laudel resmi web sitesinden alınmıştır.

Yukarı Düşenler

Dirimart, Özlem Günyol & Mustafa Kunt'un "Yukarı Düşenler" adlı üçüncü sergisini 20 Mart–28 Nisan 2024 tarihleri arasında Dirimart Dolapdere’de sanatseverlerle buluşturuyor. Bu sergide, sanatçı ikilisi çeviri, kodlama, yapıbozum, sınıflama, eklemleme ve üst üste bindirme gibi yöntemler kullanarak işlerini oluşturuyor.

"Yukarı Düşenler", sergi için özel olarak hazırlanan dört yeni çalışma ve toplamda yedi eseri bir araya getiriyor. Gücün fiziksel büyüklük veya yükseklikle ifade edilmesine mizahi bir bakış sunan sergi, nesneleri parçalara ayırarak fiziksel ve bağlamsal bağlamlarından koparıp yeniden düzenleyen sanatçı ikilisinin estetik arayışını yansıtıyor.

İzleyiciyi karşılayan "Ne Yukarı ne Aşağı" başlıklı yapıt, dünyanın en yüksek bayrak direğine çıkan merdivenden bir kesitin 1:1 ölçekli modelini içeriyor. Bu yapıt, güce doğru dikey bir yol oluşturarak güç temsilcisi olarak düşünülebilecek bayrak direklerinin perspektifini yataya kaydırıyor ve izleyiciyi düşündürüyor.

Serginin merkezinde yer alan "Saat" adlı yapıt ise yere yatırılmış bir saati içeriyor. Saatin çizgiler ve sayılar olmadan zamanı göstermesi, izleyicinin zaman, mekân ve yer kavramlarını sorgulamasına neden oluyor.

"Yukarı Düşenler", Özlem Günyol & Mustafa Kunt'un işlerini bir araya getirerek izleyiciyi farklı okumalara yönlendiren bir düzen oluşturuyor. Bu sergi, gücün ve hiyerarşinin insan ölçeğine indirgenerek insanı merkeze alan bir perspektif sunuyor.


Fotoğraf Dirimart resmi web sitesinden alınmıştır.

Ozan Sağdıç: Fotoğrafçının Tanıklığı

Türkiye'nin fotoğraf tarihinde önemli bir yere sahip olan Ozan Sağdıç'ın 70 yıllık kariyerine odaklanan geniş kapsamlı bir sergi, "Fotoğrafçının Tanıklığı" başlığıyla İstanbul Modern’de izleyicilerle buluşuyor. Sergi, belgesel fotoğraf alanındaki çalışmalarına odaklanırken aynı zamanda Türkiye'nin sosyal, politik, ekonomik, kültürel ve görsel tarihine de ışık tutuyor.

Ozan Sağdıç, Türkiye'nin değişen yüzünü döneminin belgesi olarak kayıt altına alan önemli bir fotoğraf sanatçısı olarak öne çıkıyor. Özellikle fotoğrafın nadir çekildiği dönemlerde ürettiği eserlerle Türkiye'nin görsel hafızasının oluşumuna katkıda bulunan Sağdıç, sergisinde ülkenin politikacılarından sanat ve edebiyat dünyasının önde gelen isimlerine, sokak hayatından kesitlere kadar geniş bir yelpazede fotoğrafını sunuyor.

Sergide yer alan 127 fotoğraf aracılığıyla 1950'lerden günümüze Türkiye'nin değişen panoramasını izleyiciyle buluşturan Sağdıç, siyah beyaz ve renkli fotoğraflarında insanların günlük yaşamlarını, çalışma hayatını, eğlencelerini ve sokak atmosferini hümanist bir bakış açısıyla yansıtıyor. Sergi, vintage baskılar ve döneme ait Hayat dergisi örnekleriyle fotoğrafların üretildiği teknik ve döneme de ışık tutuyor.


Fotoğraf İstanbul Modern resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

01 Nisan, 2024

Oyunlar ve Keşifler

Oyunlar ve Keşifler

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Akbank Sanat, Dijital Sanat ve Oyun Dünyasını Buluşturuyor: “Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası” Sergisi Başlıyor

İstanbul'un kültür ve sanat sahnesinde önemli bir yere sahip olan Akbank Sanat, bilgisayar oyunlarını ve dijital sanatı bir araya getiren özel bir sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. “Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası” adını taşıyan bu sergi, 18 Mayıs tarihine kadar sanatseverlerle buluşacak.

Zeynep Arınç ve Güven Çatak’ın küratörlüğünü üstlendiği bu özel sergi, günümüzde bilgisayar oyunlarının sanat dünyasındaki etkisini ve önemini ele alacak. Sergi, bilgisayar oyunlarının artık sadece bir eğlence aracı olmaktan çıkıp, eğitimden sanata kadar geniş bir yelpazede etkileşimli deneyimler sunduğunu gözler önüne serecek.

“Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası” sergisi, gerçek dünya ile oyun dünyalarının birbirine geçişini inceleyerek, dünya çapında tanınmış sanatçıların ve oyun tasarımcılarının eserlerini izleyicilere sunacak. Avustralyalı ödüllü oyun tasarımcısı Ken Wong’un duygusal bir yolculuğa çıkaran oyunu "Florence", Total Refusal’ın çok ödüllü eseri "Hardly Working", We Are Muesli’nin kültürel miras, tarih ve sanatsal temalı oyunları, Jon Haddock’un tarihsel ve kurgusal olayları video oyunu stilinde yeniden yorumladığı "İsometric Screenshots" ve Ouchhh’un "Ra Atlas" adlı ilk oyunu sergilenen eserler arasında yer alacak.

Sergi kapsamında Bahçeşehir Üniversitesi Oyun Laboratuvarı (BUG Lab) tarafından düzenlenen atölyeler ve söyleşiler de sanatseverlerle buluşacak. Bu etkinliklerle, oyun teknolojilerinden akademik çalışmalara kadar geniş bir yelpazede katılımcıların bilgilendirilmesi amaçlanıyor.

Zeynep Arınç’ın sergi tasarımını üstlendiği “Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası”nda; Amanita Design, BUG Lab, Eddo Stern, Emi Kusano, Jon Haddock, Ken Wong, Kristin Lucas, Murat Kalkavan, Ouchhh, Petra Szeman, Total Refusal, UCLA Game Lab, We Are Muesli gibi isimler yer alacak.

Sergi, pazar ve pazartesi günleri hariç her gün 11.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. Sanatseverler, Akbank Sanat’ın bu özel sergisinde dijital sanat ile oyun dünyasının kesişimini keşfetmeye davet ediliyor.


Görsel, Akbank Sanat resmi web sitesinden alınmıştır.

Kırık Ufuk

Galerist, sanatçı Ayça Telgeren'in beşinci kişisel sergisi "Kırık Ufuk" ile sanatseverleri ağırlıyor.

"Kırık Ufuk", öngörülerin giderek belirsizleştiği bir dönemde sanatçının bakışını yeniden gözden geçirme ihtiyacından doğuyor. Sergide, geleceğin belirsizliği içinde ufku fiziksel ve metaforik anlamlarıyla bir bütün olarak ele alıp onu anlamlandırmaya çabalayan eserler yer alıyor.

Sergi, Galerist'in Passage Petits-Champs binasının girişinden başlayarak galerinin içinde dolaştıran bir düzenlemeye sahip. Sanatçı, mekânı adeta bir beden gibi kurgulayarak, farklı katmanlarda izleyiciyle etkileşime geçiyor. Sergi, binanın zemin katından başlayıp birinci kata uzanıyor ve galerinin çeşitli noktalarına yayılıyor. Beton heykeller, mürekkepli resimler, karakalem çizimler ve video çalışmalarıyla sergi, izleyicilere feminen formlar eşliğinde bir yolculuk vaat ediyor.

"Kırık Ufuk", Passage Petits-Champs binasının izleyicilere ev sahipliği yaptığı ve kendi bedenlerinde gezinmelerine izin verdiği farkındalığını tetikliyor. İzleyiciler, sanat ve mimari arasındaki sınırların bulanıklaştığı, ışık ve gölgenin, dokuların ve mekânsal düzenlemelerin etkileşimlerini takip ederek düşünmeye davet edilen sürükleyici bir deneyimle karşı karşıya kalıyorlar.

Her eser, izleyicilerin çevreleriyle ilişkilerini ve içinde bulundukları mekânı yeniden düşünmelerini sağlayan bir katalizör görevi görüyor. Sergi, izleyicileri galeri alanının fiziksel sınırlarının ötesine taşıyarak mekanın her katmanıyla etkileşime geçmelerine olanak tanıyor. Galerist, sanatseverleri bu benzersiz deneyimi keşfetmeye ve Ayça Telgeren'in çarpıcı eserleriyle buluşmaya davet ediyor.


Görsel, Galerist resmi Instagram sayfasından alınmıştır.

Sanat Bizim Oyun Alanımız

Galeri Siyah Beyaz, sanatın sınırlarını zorlayan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Ardan Özmenoğlu ve Gökhan Tüfekçi’nin “Sanat Bizim Oyun Alanımız” başlıklı sergisi, 27 Nisan'a kadar ziyaret edilebilecek.

Galeri Siyah Beyaz'ın 40. yıl kutlamalarının bir parçası olarak düzenlenen bu özel sergi, sanatçıların evrensel ve Türk popüler kültür imgelerini yeniden yorumladığı bir platform sunuyor. Ardan Özmenoğlu ve Gökhan Tüfekçi, kendi üretim pratiğinden esinlenerek, imgeleri, söylemleri ve kavramları bölerek, parçalayarak ve dönüştürerek izleyiciye farklı bir okuma deneyimi sunuyor.

Sergide, sanatseverlerin katılımıyla her okuma ile yeni bir katmanın eklenmesine olanak tanınıyor. Bu şekilde, izleyiciler de serginin bir parçası haline geliyor ve sanatın oyun alanında aktif bir rol üstleniyorlar.

Galeri Siyah Beyaz, 40. yıl kutlamaları kapsamında sanatseverlere sanatçı eşleşmelerini sunmaya devam ediyor. Sanatçı ikilileri, ortak bir üretim pratiği ve yaşam pratiğiyle bir araya gelerek, galeriye ve izleyicilere ortak bir deneyim sunuyorlar. Bu etkileyici sergi, sanatseverleri Galeri Siyah Beyaz'ın sınırlarını aşan dünyasına davet ediyor.


Görsel, Siyah Beyaz Ankara resmi Instagram sayfasından alınmıştır.

Devamını Oku

25 Mart, 2024

İhtimallerin Heyecanı

İhtimallerin Heyecanı

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

20. Akbank Kısa Film Festivali Başlıyor!

25 Mart - 4 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek olan 20. Akbank Kısa Film Festivali, bu sene 41 ülkeden 96 kısa ve 2 uzun metraj filmi sinemaseverlerle buluşturacak.

74 ülkeden toplam 2.421 kısa filmin başvurduğu Akbank Kısa Film Festivali, Festival Kısaları, Dünyadan Kısalar, Genç Bakışlar, Kısadan Uzuna, Deneyimler, Belgesel Sinema, Perspektif, Özel Gösterim ve Forum başlıklı 9 farklı bölümden oluşuyor. Akbank Kısa Film Festivali, dünya festivallerinde gösterilen birçok filmin yanı sıra, Türkiye prömiyeri yapacak yeni filmleri izleyicilerle buluşturuyor.

Festivalin 20. yıl özel konuğu ise yönetmen Nuri Bilge Ceylan oluyor. Son olarak 76. Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandıran Kuru Otlar Üstüne filmine imza atan yönetmen, 20. Akbank Kısa Film Festivali kapsamında genç sinemacılarla ve sinemaseverlerle bir araya geliyor. Buluşmada Ceylan’ın ilk kısa filmi Koza gösteriliyor ve ardından filme ve sinemasal yolculuğuna dair deneyimlerini aktaracağı bir söyleşi gerçekleşiyor.

İran sinemasının önemli isimlerinden usta yönetmen Ali Asgari’nin Sessizlik, Tanık ve Benim Hakkımda adlı kısa filmleri festival programında yer alıyor. Ayrıca yönetmen gerçekleştireceği söyleşide bilgi birikimlerini festival katılımcıları ile paylaşmayı planlıyor. Belgesel Sinema bölümüne, Lübnanlı yönetmen Sarah Francis konuk oluyor. Yönetmenin çok sayıda ödüllü belgeseli Birds of September filmi festivalde gösteriliyor. Francis’in yapacağı söyleşide, belgesel film deneyimlerini festival takipçileri ile paylaşıyor. Kısadan Uzuna’da bu yıl uluslararası alanda başarılı yapımlara imza atan yönetmen Ozan Açıktan yer alıyor. Yönetmenin deneyimlerini aktardığı bir söyleşi ve uzun metraj filmi Silsile ve ödüllü kısa filmi Marlis festival programında sahne alıyor.

Festival programı için: https://www.akbanksanat.com/kisa-film-festivali/20-akbank-kisa-film-festivali/program


Fotoğraf Akbank Sanat resmi web sitesinden alınmıştır.

Tekil İhtimaller

Simbart Projects, LÜTFÜ, Özge Akdeniz, Ufuk Aydın ve Emre Tura’nın eserlerini bir araya getirerek “Tekil İhtimaller” adlı yeni bir grup sergisine ev sahipliği yapıyor.

“Tekil İhtimaller” sergisi, bilinçdışı ve sınırların oluşturduğu katmanların belirsiz olan tekillik hâlini görsel ifade biçimleri üzerinden değerlendiriyor. Sergide, farklı sanatçıların eserleri, bireysel bilinç akışının toplumsal bilinçle ilişki kurduğu bir perspektif sunuyor. Bu eserler, tekil olanı nesne bazında ele alırken aynı zamanda bireysellik kavramını bağlantılı formlar üzerinden yorumluyor. Sergi, hafızanın farklı ifade biçimlerini keşfederken doluluk ve boşluk arasında tanımlanmamış bir alan ihtimaline odaklanıyor.

LÜTFÜ, günlük hayatta kullanılan nesnelere farklı bir bakış açısı getirerek seyircilere yeni perspektifler sunmayı hedefliyor. Sergideki çalışmaları, genellikle fark edilmeyen detaylara odaklanarak sarı mutfak bezi gibi yaygın nesnelerin doluluk ve boşluk ilişkisini inceliyor.

Özge Akdeniz, algılamanın, tanımlamanın ve ilişkilenme biçimlerinin dönüşüm olanaklarını araştırırken imgeyi merkeze alıyor. Üretim sürecinde sosyoloji, edebiyat ve sinema gibi farklı disiplinlerden de etkileniyor. Sergideki Aksamalar serisi, düzen içerisinde gerçekleşen aksama anlarını keşfederken izleyicileri düşündürmeyi amaçlıyor.

Ufuk Aydın’ın heykelleri, gündelik yaşamın imgelerinden esinlenirken bireysellik ve topluluk kavramlarını ele alıyor. Sergideki geometrik formlar, kent yaşamının görsel imgelerinden ilham alarak izleyicilere tanıdık ve aynı zamanda farklı bir bakış açısı sunuyor.

Emre Tura, detaylardan arınmış mekânlar ve zamansızlık kavramları üzerinden insanın büyük yalnızlığını ifade ediyor. Eserleri, izleyiciyi sonsuzluk ve uzak bir evrene davet ediyor.


Fotoğraf simbart project resmi instagram hesabından alınmıştır.

Light Metal

Seydi Murat Koç’un Ferda Art Platform’da gerçekleşecek olan 19. solo sergisi ’’Hafif Metal’’, 27 Mart’ta Ana Salon’da sanat severler ile buluşacak. Prof. Dr. Marcus Graf’ın küratörlüğünü üstlendiği sergi 27 Nisan tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

Sergi, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi merkezine alarak, bizlerin doğanın bir parçası mı yoksa üzerinde mi olduğumuzu sorgulatan, düşündürücü bir bakış açısı sunacak. Sanatçı, metal plakalar üzerindeki resimler ve üç boyutlu heykeller aracılığıyla, kültürel ve ontolojik soruları ele alırken, izleyiciyi çevremizdeki yaşam formları ve insan uygarlığı arasındaki bağlantıları düşünmeye davet ediyor.


Fotoğraf ferdaartplatform resmi instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

21 Mart, 2024

Gerçekliğin Düşüşü

Gerçekliğin Düşüşü

Hakkı Yüksel  |  Ed. Murat Kadaş

2024 Oscar’ında 5 önemli dalda adaylığı olan, senaryosu ve yönetmenliği Justine Triet’e ait, Bir Düşüşün Anatomisi filmini yakın zamanda izledim. Filmin başlamasını beklerken vakit geçirmek niyetiyle bir kitapçıya girmiştim. Kitapçının “bestseller” bölümünde gözüme ilişen, her anlamda klişe olduğu belli bir kişisel gelişim kitabının sayfalarını karıştırırken büyük harflerle yazılmış ve kitabın ilk sayfasını tamamen kaplayan şu yazıyla karşılaşmıştım: “Ne olduğun değil ne gösterdiğin önemlidir!” Kitabın, önemli bir mottoymuşçasına okuyucusuna sunduğu bu cümle, film boyu kulaklarımda yankılandı durdu.

Sosyal medyanın tüm hayatımıza hükmettiği, takipçi sayısının bir güç olarak kullanıldığı devirde bu cümleyi küçümseyip yok sayamayız sanırım. Günümüzde insanların ederi, sosyal medya profillerindeki görünürlükleri ve gösterdikleri kadar değil mi sahiden?

Kitaptaki cümlenin doğru olduğunu kabul edersek de karşımıza başka bir problem çıkıyor: Gerçek nedir? Gösterdiklerimizle karşımızdakini manipüle etme olasılığımız hayli yüksek. O hâlde gerçeği eğip bükmek elimizde. Bu kaçınılmaz paradoks bizi günümüzde yüksek bir geçerlilik kazanmış olan post-truth evreninin içine itiyor. İtildiğimiz evrende ayakta kalmak için de gerçek ile aramızdaki ilişkiyi yeniden düzenlemek mecburiyetindeyiz.

Bir Düşüşün Anatomisi, Fransız Alpleri’nde bir kulübede, kocası Samuel ve oğlu Daniel’la izole bir yaşam süren Sandra’yı merkeze alarak meta-kurmaca düzlemde bir “gerçeklik” tartışması açmaya çalışıyor.


Filmde, Samuel yüksekten düşerek ölür; fakat soruşturma sonucunda ölüm nedeni kesinleşmeyince Sandra cinayet suçlamasıyla tutuklanır. Samuel’in ölümünün sorgulandığı mahkeme süreci, çiftin ilişkilerini deşen tatsız bir psikolojik yolculuğa dönüşür. Filmin görünen bu olay örgüsünde Sandra yalnızca gerçekleri anlatır. Üstelik üç kere öteki olduğu bir toplumsal düzenin içinde: Bulunduğu ülkenin dilini bilmemektedir, biseksüeldir ve kadındır. Savcı bu üç aygıtı da jürinin önünde ustaca kullanarak Sandra’yı sürekli baskılar.

Gerçeklikten ayrılmamak teoride Sandra’nın işini kolaylaştıracak gibi görünse de bu tercihi her şeyi onun aleyhine çevirir. Kuru gerçeklik öylesine katı ve düzensizdir ki bir nevi jüri olan biz izleyicilerin de kafası karışır. Filmin kurgusuyla manipüle olan bizler de Sandra’nın haklılığını sorgularız. Bu davada gerçek, “olan” değil “görünen”dir. Sandra’nın avukatı Maitre, Sandra’ya gerçeğin bazen bükülebileceğini söyler. Ancak dürüst Sandra, hakikati anlatmaya devam edecektir.

Karakterleri yazar olan bir film, en baştan alımlayıcısına bir meta-kurmaca düzlemi açtığını ilan eder. Sandra da, eşi de bir roman yazarıdır. İnsanlar neden roman okur, kurmaca metinlere neden ihtiyaç duyar? Prof. Dr. Beliz Güçbilmez, “Kurmacalara neden muhtacız?” sorusunun cevabını güçlü argümanlarla aramaya çalışmaktadır. Güçbilmez’e göre artık tartışmasız bir hakikat belgesi yoktur. Görünür olanı birebir yansıtan fotoğrafın bile artık grafik tasarım programlarıyla iz bırakmadan değiştirilebileceğinden hakikatinin tartışılabilirliğine dikkat çekmektedir. Yazara göre gerçek, gündeliğin içinde bulunamaz.

“Gerçek, ‘olan’ değil ‘üretilen’dir: dille, yazıyla, ifadeyle, imgeyle. Öyleyse dili, düşünceyi ve imgeyi bir araya getiren, kendini bunlardan kuran, gerçeklik iddiasından geri çekilmiş kurmacalar pekâlâ aradığımız hakikatin adresi olabilir.” (Anne Ben Düştüm mü, s.33)

Yaşamın gerçekliğiyle kurmacaların gerçek dışılığını teraziye koysak rasyonel akıl yaşamın gerçekliğinin ağır basacağını söyler. Oysa yanılır. Çünkü kurmaca metinlerdeki gerçek dışılık bir sebepten ötürü yaşamın gerçekliğinin önünden gider. Yaşam düzensizdir, rastgeledir, öngörülemezdir. Kurmacalardaysa her şey belli bir nedenselliğe dayanır. Bu sebeple aklın kavrayabileceği bir gerçekliği yaşamda değil, kurmaca metinlerde buluruz. Ranciere, Kurmacanın Kıyıları kitabında “kurmacayı olağan deneyimden ayıran şey, gerçekliğin eksik değil rasyonelliğin fazla oluşudur.” der. Bu bağlamlarda, Sandra’nın izleyici üzerinde gerilim yaratan çıkmazından kurtuluş yolu salt gerçeğe tutunmak olamayacaktır.

Sandra, hakikat için kurmacaya muhtaçtır. Bu iki karşıt kavram mahkeme salonunda çözülecek, zıtlıklar çökecek, çözüme ancak öyle ulaşılabilecektir. Başta dramatik tiyatro olmak üzere kurmaca dünyasının neredeyse İncil’i kabul edilebilecek Aristoteles’in Poetika’sında şöyle bir kuraldan bahsedilir: “Ozanın işi, gerçekten olmuş şeyleri değil olabilecekleri, olabilirlik ve zorunluluk gereği meydana gelebilecekleri söylemektir.” Sandra da Aristoteles’in ideal ozanı gibi davranmalıdır. Belki gerçekliği olduğu şekilde anlatmaktan vazgeçmeyerek; ama onu olabilirlik ve zorundalık ilkesiyle yeniden kurgulayarak...

Yapay zekânın hükmündeki zamanımızda gerçeğin peşinde koşmak yorucu. Bu koşuya bir mola vererek şahane kurgusuyla gerçek üzerine gerçek bir tartışma yapan bu filmi hâlâ vizyondayken kaçırmamalı. 

Devamını Oku

18 Mart, 2024

Miras Kalanlar

Miras Kalanlar

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Glossolalala

Johanna Gustafsson Fürst ve Dilek Winchester'ın bireysel üretimlerini bir araya getiren "GLOSSOLALALA" sergisi, farklı mecraları ve üretim yöntemlerini kullanarak sanatçıların eserlerini Arter’de buluşturuyor. Sergi, iki sanatçının farklı yerlerde ürettikleri eserlerini karşılaştırma ve tartışma yollarıyla aynı zeminde bir araya getiriyor.

"GLOSSOLALALA" adını, "glossolali" teriminden esinlenerek oluşturuyor. Bu terim, bilinmeyen ve uydurmaca dillerde konuşma yetisi etrafında tanımlanırken, sergi dilin farklı yönlerini ve kullanımlarını ele alıyor. Sanatçıların dil meselesi etrafında kurguladıkları eserler, dilin ses, yazı, beden ve mekânla ilişkilendirilmesini inceliyor.

Sergi, dilin sınırlarını ve olanaklarını keşfederken, dilin bizi hem bölen hem de birleştiren farklılıklar üzerine düşünmeyi sağlıyor. Eserler, dilin gücünü ve çeşitliliğini vurgularken, dilin egemenliği ve dilsel şiddet gibi konuları da ele alıyor. Kekeleyen cümleler, ham seslere dönüşen yazılar, mekâna düşen kelimelerin yeniden bir araya getirilmesi, Divan Edebiyatı'ndan ritme dönüştürülen parçalar ve çok dilli bir topluluğun cisimleştirilmesi gibi çeşitli temaları işliyor.

Johanna Gustafsson Fürst ve Dilek Winchester'ın sanatsal diyalogunu yansıtan "GLOSSOLALALA" sergisi, izleyicilere dilin ve iletişimin çeşitli yönlerini keşfetme fırsatı sunuyor. Sergi, 4 Ağustos 2024 tarihine kadar görülebilir.


Fotoğraf Arter resmi web sitesinden alınmıştır.

Çubuklu Silolar: İstanbul'un Yeni Kültür ve Sanat Merkezi

İstanbul'un endüstri mirasının önemli yapılarından biri olan Çubuklu Silolar, şehre kazandırılan yeni bir kültür, sanat ve yaşam alanı olarak kapılarını açtı. Kaderine terk edilmiş bir miras alanı olan Çubuklu Silolar, İBB Miras tarafından dünya çapında örnek teşkil edecek devasa bir kültür sanat alanına dönüştürüldü. Yenilenen mekanda, Dijital Sanatlar Müzesi, Doğa ve Bilim Müzesi, kütüphane, atölye, karşılama merkezi, sahne, kafe, restoran, çocuk ve sanat merkezi gibi çok çeşitli alanlar bulunuyor.

Çubuklu Silolar'daki Dijital Sanatlar Müzesi, Ars Electronica'nın küratörlüğünde oluşturulan bir seçkiyi sergiliyor. İBB Miras ve İBB Kültür'ün katkılarıyla gerçekleştirilen açılış sergisi olan "Bilinci Yeniden Kurmak: Gerçek Nedir?", medya sanatının perspektifinden gerçeklik kavramına yeni ve alternatif bir bakış sunuyor.

Sergi, uluslararası ve yerel dokuz farklı sanat pratiğini bir araya getirerek görünmez olanı görünür kılmayı hedefliyor. Sanat ve teknoloji ekseninde bir düşünce alanı açmayı amaçlayan sergi, izleyicileri somut olanın sınırlarının ötesine taşıyarak algılanabilir gerçekliklere temas etmeye davet ediyor. “Bilinci Yeniden Kurmak: Gerçek Nedir?” sergisi, 10 Mart – 10 Haziran 2024 tarihleri arasında Çubuklu Silolar Dijital Sanatlar Müzesi’nde ziyaret edilebilir.


Fotoğraf Arkitera resmi web sitesinden alınmıştır.

Görüntü Tarihinin Şahidi: Ozan Sağdıç'ın Fotoğrafçılık Serüveni

İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, belgesel fotoğrafın usta ismi Ozan Sağdıç'ın gözlerinden Türkiye'nin tarihine yolculuk sunan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Burgan Bank'ın sponsorluğunda düzenlenen "Ozan Sağdıç: Fotoğrafçının Tanıklığı" sergisi, 20 Ekim'e kadar ziyaretçilere açık olacak.

Sergi, fotoğraf sanatının en önemli temsilcilerinden biri olan Ozan Sağdıç'ın 1950'lerden bu yana ürettiği kapsamlı eserlerini bir araya getiriyor. İstanbul Modern Fotoğraf Küratörü ve Bölüm Yöneticisi Demet Yıldız Dinçer ile fotoğraf sanatçısı Merih Akoğul'un küratörlüğünü üstlendiği sergide, 127 eser, Türkiye'nin sosyal, politik, ekonomik ve kültürel tarihine ışık tutuyor.

Ozan Sağdıç'ın karanlık odasından çıkan baskılarla birlikte sergide yer alan eserler, Türkiye'nin fotoğraf tarihine dair benzersiz bir panoramayı sunuyor. Fotoğrafçının çalışmaları, belgesel fotoğrafın altın çağı olarak kabul edilen döneme ışık tutarken, ülkenin geçmişine ve döneminin ruhuna dair önemli bir tanıklık sunuyor.


Fotoğraf fotografya resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

14 Mart, 2024

Kent, İmge, Algı

Kent, İmge, Algı

Eren Can Altay  |  Ed. Murat Kadaş

Geleneksel olana algımız, hafıza üzerinden değil imgeler üzerinden oluşur. Geçmişin izleri ya o dönemin gözüyle çizilen, yazılan, üretilen eserlerle ya da o dönem hakkında sonradan üretilen ikinci dereceden imgeler ile sağlanır. Sanatın ya da entelektüel üretimin pratik yararlarından biridir bu. Bize belirli bir dönemin tanıklığını yaptırırlar. Daha da önemli olansa arşiv ya da dokümanın aksine, sanat içeriği zamanın mantığını anlamamıza ve onu bir açıdan hissetmemize de yardımcı olur.

Ancak bu hisler en iyi ihtimalle ikinci el hislerdir. Çünkü durumu bizzat deneyimlememişizdir. “Gerçek” olan, bir başkasının -sanatçı, düşünür, gezgin- filtresinden geçerek bize ulaşır. Tarih hakkındaki hafızalarımız imgelerden meydana gelir. Bu açıdan tam olarak güvenilmezdirler ve değişime müsaittirler. Belkide bu yüzden gerçek ile arasındaki bu boşluk nostalji ile doldurulur.

Bu algı ile geliştirilen nostaljik duygular belki de en çok şehirlerde karşımıza çıkar. Çünkü herhangi bir eserde tasvir edilen yer, bir şekilde kişisel olarak da deneyimlenebilir. Eğer mevzubahis şehir korunmuş ya da dönüşüm süreçlerinin dışında kalmış bir yerse, geçmiş tasvire yakın bir manzara hala mevcut olabilir. Eğer durum bunun tersi ise de bir zamanlar o mekanın neye benzediği düşünülür. Deneyimlenen yer her ne kadar aynı olmasa da, mekanın devamlılığının sağladığı bir bağ dokunur izleyiciye/dinleyiciye. Bu sayede fiziksel bağın ötesinde, duygusal bir bağ da kurulmuş olur ve sanki o geçmiş zaman, artık bizim “hatırladığımız” bir anıya evrilir.

Bu ne kadar bize ait olduğu tartışmaya açık anı, bir başkasının filtresinden geçip bize ulaşmıştır. Bu durumda sanatçı, gezgin ya da yazar ürettiği şey ne olursa olsun bir anlatıcı rolündedir ve bizim “hafızamız” üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Bir şehri ya da mekanı önemli kılan unsurlardan biri de bu üretimdir zaten. Çünkü sevdiğimiz ya da bağ kurduğumuz şehirler sadece fiziksel ögelerden oluşamaz. Yeni kurulmuş bir yerleşkenin ya da şehrin eksiği biraz da bu durumdur.


İstanbul örneğinden ilerleyecek olursak, bir Orhan Veli, Süleymaniye ya da Kapalıçarşı kadar önemlidir İstanbul için. Çünkü gözlerimiz kapalı dinlemezsek şehri herkesin bildiği mısralarda, eksik kalır İstanbul. Oysaki hiçbirimiz görmemişizdir o yosmanın elinden düşen gülü. Ancak artık bu mısralar bildiğimiz kentin bir parçası, bizim de hafızamızdır. Ya da Orhan Pamuk’un kaleminden bir İstanbul anlatısı okunursa, hüzünden bir çarşaf iner şehre. Kişisel olarak bu duygu ile şehri birleştirmemiş olsak da artık bu ikiliyi ayıramayız kolay kolay. Şehir bizim için de hüzne bürünür bir anlamda. Tarihsel verilerle desteklenen bu anlatım ne kadar gerçekçi ve tutarlı anlatılırsa, şehir algısına işlenmesi ve kalıcılığı da bir o kadar sağlam olur.


“İstanbul ve Hatıralar" kitabında Orhan Pamuk’un da bahsettiği gibi bu anlatılar, yabancı gözler tarafından da yapılır. Bu durumda taktığımız gözlük bambaşka bir zihinden çıkar ve aslında 'tam da İstanbul gibi olmayan bir İstanbul' anlatır bize. Melling, Gautier, Nerval ya da Gide gibi yazarlar/ressamlar/mimarlar, İstanbul hakkında üretimleri ile farklı bir pencere açar ancak dönemleri gereği oryantalist bir eser oluşturmaktan kaçamazlar. Sanki mistik bir altlığı olan bu ürünler masalsı bir İstanbul’un gözlüğünü yaparlar. Artık kent biraz 1001 Gece Masalları'ndan fırlamış gibidir. Gerçek olmayan bir masal katmanı da eklenir kente. Bu örneklere Ayvazovski’nin gece manzaraları da eklenecek olursa, iyiden iyiye mitik bir kent canlanır gözümüzde. Ancak herkes kendi bildiğinden üretmektedir gördüğü manzarayı. Sonuçta Ayvazovsky, Rusya Deniz Kuvvetleri'nin baş ressamlığını yapmış biriydi ve etrafını biraz da bu perspektiften görüyordu.


Tüm bu katmanlar birer imge olarak algımızda kocaman bir İstanbul’a dönüşür. Hangi gözlüğü taktığımıza göre farklı bir şehir olur. Çoğu zamanda “gerçekten” sapan ve inanmak istediğimiz bir manzaradır bu. Nostalji tam da burada girer devreye çünkü eskinin müdahale edilebilir hafızası her zaman daha iyi, daha güzel ve daha yaşanılası bir şehir çıkartır karşımıza. Oysa ki o günler de bizim gerçekliğimiz kadar rutin ve bizimki kadar sıkıcıydılar. Onlar da aynı şehrin farklı sorunlarıyla mücadele ettiler ve aynı bizim algılarımızdaki dönüşmüş şehir gibi kendi algılarında meydana gelmiş, daha eski bir İstanbul özlemiyle yaşadılar belki de.


Melling’in İstanbul Gravürü  https://tr.travelogues.gr/collection.php?view=221


Ivan Ayvazovski: Ay Işığı Ortaköy'den Istanbul ihttps://www.gzt.com/skyroad/ivan-ayvazovskinin-gozunden-istanbul-3548951

Devamını Oku

11 Mart, 2024

Var Olabilme Sanatı

Var Olabilme Sanatı

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Gülmekten Kendine Dön

The Stay Boulevard Nişantaşı, Galeri 77'nin düzenlediği "Gülmekten Kendine Dön" isimli karma sergiye ev sahipliği yapıyor. 5 Nisan tarihine kadar açık olan bu sergide, Narek Arzumanyan, Gago, Sedat Girgin, Evgenia Saré ve Arthur Tonakanyan gibi beş genç ve köklü sanatçının özenle seçilmiş eserleri bir araya geliyor.

Galeri 77, "Galeri 77 Shows" projesi kapsamında düzenlenen bu sergiyle, sanatseverleri çeşitli duygusal ve düşünsel deneyimlere davet ediyor. Sergideki eserler, çocuksu hayal gücünden başlayarak kimlik arayışına, toplumsal eleştiriye, hicve ve aidiyet duygusuna kadar geniş bir konsept yelpazesi sunuyor. "Gülmekten Kendine Dön," mizahın gücünü vurgulayarak ziyaretçilere keyifli bir deneyim sunmayı hedefliyor.

Bu sergi, kimlik, toplumsal eleştiri ve aidiyet gibi derin konuları cesur bir şekilde ele alarak sanatın sınırlarını zorluyor. "Gülmekten Kendine Dön," ziyaretçilere hem eğlenceli bir serüven yaşatmayı, hem de tabu konuları cesaretle ele alarak düşündürmeyi amaçlıyor. Sanat dolu bir atmosferde geçecek olan sergi, The Stay Boulevard Nişantaşı'nda sanatseverlerle buluşuyor.


Fotoğraf galeri77 resmi instagram sitesinden alınmıştır.


"On Adımda Unutmak": Şahika Tekand'ın Çağdaş İnsanın Traji-Komik Öyküsü

Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği "On Adımda Unutmak," bireysel küçük dünyasına sıkışmış bir çağdaş insanın traji-komik öyküsünü ele alıyor. Bu oyun, hayata müdahale etme yeteneğini, büyük umutları ve uzun vadeli projeleri küçük kazanımlar ve kısa vadeli konforlara feda eden, çevresine duyarsızlaşan ve bilgi bombardımanına maruz kalarak farklı bir anlamda bilgisizleşen çağdaş insanın trajik durumunu konu ediniyor.

Oyun, dünyaya müdahale etme yeteneğini terk eden ve umudu çağdaş hayat sisteminin vadettikleriyle sınırlayan çağdaş insanın trajik durumunu ışık, ses, dekor gibi temel sahne elemanları ile oyuncu arasındaki zorlu mücadele aracılığıyla ifade ediyor. Var olma mücadelesini ve var olabilme yarışını anlatan oyun, seyirciyi eğlendirirken düşündüren bir seyir süreci sunuyor.

"On Adımda Unutmak," Prometheus'un ateşi insanlığa armağan edişine karşı çıkarak kendini feda edenleri değil, gönüllüce teslim olanları merkeze alarak trajik varoluşları ironik bir metin ve performans diliyle sergiliyor. Oyun, oyuncuları zorlu oyun koşullarına maruz bırakarak müzikal bir dil ve yüksek enerjili hareket düzeni ile seyirciye gerçek bir paylaşım ve performans deneyimi sunuyor. "On Adımda Unutmak," 13 Mart'ta Caddebostan Kültür Merkezi'nde, kaçırmayın.


Fotoğraf tiyatrolar.com resmi web sitesinden alınmıştır.


Öteki Taraf

PİLEVNELİ Dolapdere, sanatçı Hüseyin Çağlayan’ın “Öteki Taraf (The Other Side)” adlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Çağlayan'ın sergisi, tasarımlarıyla olduğu kadar resimsel ifade biçimiyle de tanınan bir sanatçının, kağıt üzerine akrilik, kalem ve karışık malzeme kullanarak gerçekleştirdiği resimlerini içeriyor.

Sanatçının kendi geçmişi, deneyimleri ve gözlemlerinden ilham alan eserleri, izleyicilere insan doğası ve çevresine dair düşünce ve duyguları yansıtan manzaralar sunuyor. Sergi, gözetlenme ve gözetleme kavramlarına odaklanarak izleyicilere bir gözlemci gibi konumlanma şansı veriyor. Belirsiz manzaralar, silüetler ve canlı renklerle ifade edilen sahneler, izleyicileri çeşitli yorumlama biçimlerine açık, esnek bir dünya içine çekiyor.

Hüseyin Çağlayan’ın “Öteki Taraf (The Other Side)” adlı sergisi, 6 Mart - 6 Nisan 2024 tarihleri arasında PİLEVNELİ Dolapdere’de sanatseverlerle buluşacak.


Fotoğraf pilevneligaleri resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

04 Mart, 2024

Baharı Karşılarken

Baharı Karşılarken

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

İstanbul’un Hafızası Bulgur Palas, Kültür ve Sanatın Yeni Merkezi Oluyor

İstanbul'un simgelerinden biri olan Bulgur Palas, uzun yıllar kaderine terk edilmiş durumdaydı. Restorasyonun tamamlanmasının ardından 28 Şubat'ta kapılarını sanatseverlere açan Bulgur Palas, şimdi şehre nefes aldıran bir mekan haline geldi.

Bulgur Palas'ın kültür sanat alanındaki ilk etkinliği ise "Magnum İstanbul’da" sergisi oldu. Dünyanın önde gelen fotoğraf ajanslarından biri olan Magnum Photos’un 77. yıl sergisi olan "Magnum İstanbul’da", 70 sanatçının 200’ü aşkın fotoğrafından oluşuyor. Sergide, 2017 yılında ajansa katılan ve savaş muhabirliği alanında ödüller kazanan Emin Özmen’in 30 eseri de yer alıyor. Magnum Photos’un zengin arşivine bir bakış sunan sergide, ajansın kuruluşu ve gelişiminin izleri sürülüyor. Sergi, Jonas Bendiksen, Henri Cartier-Bresson, Cornell ve Robert Capa, Ara Güler, David Seymour, Olivia Arthur, Raymond Depardon, Bieke Depoorter, Elliott Erwitt gibi ünlü fotoğrafçıların eserlerine de ev sahipliği yapıyor.

Bulgur Palas, İstanbul'un kültür sanat hayatına yeni bir soluk getirirken, "Magnum İstanbul’da" sergisi 29 Şubat - 31 Ağustos tarihleri arasında pazartesi hariç her gün 10.00-19.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor.


Fotoğraf kültür.istanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Nilüfer Tiyatro Festivali: Baharın Tiyatro Ziyafeti

Nilüfer Kent Tiyatrosu, 2-16 Mart tarihleri arasında gerçekleştireceği bahar tiyatro festivali ile sanatseverleri buluşturacak. Festival kapsamında, 14 değerli tiyatro oyunu Nilüfer'de sahnelenecek, böylece tiyatro tutkunları unutulmaz anlar yaşayacaklar.

Festivalin açılışı, Nilüfer Kent Tiyatrosu'nun bol ödüllü oyunu "1984" ile yapılacak. Festivalin kapanışını ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın "Deli Dumrul" oyunu ile gerçekleştirecek. Festival programında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın "Cadı Kazanı", Moda Sahnesi'nin "Şirreti Evcilleştirmek", Oyun Atölyesi'nin "Kel Diva", Bakırköy Belediye Tiyatroları'nın "Flu Lysistrata", Kundura Sahne'nin "Geçen Gün", Tiyatrokare'nin "Veda", Kadıköy Emek Tiyatrosu'nun "Ölümün Tersi Arzudur", Tiyatro.İN'in "Kim Bu Ben", Dostlar Tiyatrosu'nun "Bir Delinin Hatıra Defteri", Kumbaracı50'nin "Öteki Venedik Taciri" oyunları yer alacak.

Bursalılar ayrıca festival kapsamında dans gösterileri de izleme şansı bulacaklar. 9 Mart Cumartesi günü, Tork Dans Topluluğu'nun "Sır" ve Taldans'ın "Andan Daha Kısa" isimli gösterileri seyircilerle buluşacak. Nazım Hikmet Kültürevi sahnesinde sahnelenecek oyunların ardından ise seyirci sohbetleri düzenlenecek.


Fotoğraf passo resmi web sitesinden alınmıştır. 

Çift Başlı

Ünlü sanatçı İhsan Oturmak'ın beş yıl aradan sonra gerçekleştirdiği ilk kişisel sergisi olan "Çift Başlı", sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.

Sanatçının diline özgü kara mizahı ve derin sorgulamaları eserlerinde buluşturan sergi, Oturmak'ın sanat anlayışının yeni açılımlarını sunuyor. "Çift Başlı" serisi, özellikle devlet araçlarına dair sorgulamaları ve iktidarın verimsizliğini ele alan güçlü bir vurguya sahip. Serginin ana parçası olan "Otonom Taksi" isimli yerleştirme, izleyicilere stresli ve verimsiz varoluşu abartılı bir yorumla sunuyor.

Sergide ayrıca, daha önce Çanakkale Bienali'nde gösterilen "Patinaj" ve "İstif" gibi video eserler de yer alıyor. "Patinaj"da son model bir makam aracının çamura saplanmasıyla iktidarın verimsizliği gözler önüne serilirken, "İstif" ise izleyicilere insan toplulukları üzerinden toplumsal eleştiriler sunuyor.


Fotoğraf kolekta resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku