BLOG

/ Blog
17 Haziran, 2024

İnovasyon, Kültürel Diyalog ve Duygusal Anlatılar

İnovasyon, Kültürel Diyalog ve Duygusal Anlatılar

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Gökyüzünün Karnında(n)

Kaan Kemal Öner’in “Gökyüzünün Karnında(n)” başlıklı ilk solo sergisi, Uras Kızıl küratörlüğünde Quick Art Space’te sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, Öner’in Kamboçya, Tayland, İzlanda, Güney Afrika, Normandiya ve Mazı Köyü gibi farklı yerlerde çektiği süreçsel fotoğraflardan oluşuyor ve sanatçının 7 yıllık üretiminden seçilmiş eserleri kapsamlı bir şekilde ilk kez izleyiciye sunuyor.

Quick Art Space’in özel mekânına göre basılan fotoğraflara, sergide nesneler, videolar, ışıklı panolar ve buluntu malzemeler eşlik ediyor. Öner, fotoğraf yapma sürecinde Kallitype, Cyanotype, Vandyke, Platinum Palladium, Silver Jelatin, Gumoil ve Mordançage gibi fotoğraf baskı tekniklerini kullanarak, dijitalin sağladığı kusursuz imgelerden ziyade kimyasal tepkimelerin, hataların ve çeşitli ortam etkilerinin izlerini taşıyan eserler üretiyor.

Sergide yer alan fotoğraflar, bozulmalara ve çeşitli müdahalelere maruz kalmış olup, kimi zaman Öner’in fotoğraf üzerinde yaptığı çizimlere, fotoğrafları üst üste bindirmesine veya temellük etmesine dayanıyor. Bazı eserlerde ise bu bozulmalar, insan olmayan maddenin kendi potansiyelini sergilemesi için alan tanınmasıyla gerçekleşiyor. Kaan Kemal Öner'in eserleri, doğa ve zamanın etkilerini yansıtarak izleyiciye farklı bir görsel deneyim sunuyor.

Sanatseverler, “Gökyüzünün Karnında(n)” sergisini 28 Haziran’a kadar Quick Art Space’te ziyaret edebilirler.


Görsel quickartspace resmi instagram sayfasından alınmıştır.


Deniz Ülkesi

Bodrum Deniz Müzesi, "Deniz Ülkesi" sergisiyle İstanbul, Londra, Lizbon, Zürih, Nisiros, Bakü ve Bodrum'dan gelen sanatçıları bir araya getiriyor. Sergi, Halikarnas Balıkçısı'nın doğum günü olan 17 Nisan Merhaba Günü'nde açıldı ve ünlü öykücünün "Merhaba" selamını küresel bir dostluk ve barış çağrısına dönüştürmeyi amaçlıyor. Küratörlüğünü Canan Cürgen Gültaş, Elvan Erdin ve Züleyha Altıntaş'ın üstlendiği sergi, 30 Haziran'a kadar ziyaret edilebilir.

Deniz Ülkesi sergisi, müzenin koleksiyonuna nüfuz eden çeşitli eserleri izleyiciyle buluşturuyor. Sergi, izleyicilerle ve sanatçılarla diyaloğa geçerek müzenin zengin koleksiyonunu yeniden yorumluyor. Ahmet Sarı, Ariane Severin, Banu Birecikligil, Başak Kaptan Şiray, Canan Cürgen Gültaş, Ebru Nakamura, Elvan Erdin, Evrim Kavcar, Genco Gülan, Gözde Mimiko Türkkan, Gülşah Bayraktar, Kemal Tufan, Kıymet Daştan, Lee Garcia, Okay Özkan, Özge Topçu, Samantha Louise Emery, Seda Hepsev, Sibel Horada, Şenay Ulusoy, Volkan Aslan ve Züleyha Altıntaş gibi sanatçıların eserleri sergide yer alıyor.

Deniz Ülkesi sergisi, Bodrum Belediyesi Kültür A.Ş. bünyesinde faaliyet gösteren Bodrum Deniz Müzesi'nde sanatseverlerle buluşuyor ve deniz kültürü ile sanat arasındaki ilişkiyi farklı perspektiflerle ele alıyor. Sanatçılar, müzenin koleksiyonuna dahil olan işleriyle hem birbirleriyle hem de izleyicilerle etkileşim kurarak, denizin farklı coğrafyalardaki kültürel yansımalarını sergiliyorlar.


Fotoğraf bodrumdenizmuzesi resmi web sitesinden alınmıştır.


Bugünü Resmetmek

Yapı Kredi Galeri, resimle düşünen ve tutkuyla resim yapan sanatçıların son beş yıldaki çalışmalarını bir araya getiren "Bugünü Resmetmek" başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. 11 Ağustos’a kadar sürecek olan sergi, farklı kuşakları ve eğilimleri bir araya getiriyor.

Küratörlüğünü Burcu Çimen ve Didem Yazıcı’nın üstlendiği sergide; Ahu Akgün, Figen Aydıntaşbaş, Can Aytekin, Gökhun Baltacı, Taner Ceylan, Antonio Cosentino, Cansu Çakar, Timur Çelik, Fulya Çetin, Rojbin Ekinci, Eda Gecikmez, Leylâ Gediz, Tayfun Gülnar, Hakan Gürsoytrak, Onur Kılıç, İhsan Oturmak, Toygun Özdemir, Yağız Özgen, Deniz Pasha, Kirkor Sahakoğlu, Rugül Serbest, Yaz Taşçı, Sevil Tunaboylu, Derya Ülker, Gülnihal Yıldız, Nalan Yırtmaç, Ecem Yüksel ve Erdoğan Zümrütoğlu’nun eserleri sanatseverlerle buluşuyor.

"Bugünü Resmetmek" sergi ismi, iki anlamıyla dikkat çekiyor. İlk anlamında güncel resim konularına ve resmetme biçimlerine getirilen yaklaşımlara vurgu yaparken, ikinci anlamında günümüzün toplumsal atmosferine ve bu koşulların oluşturduğu sosyopolitik tabloya odaklanıyor. Sergi, çok çeşitli mecraların kullanıldığı bugünün çoğulcu sanat ortamında resmin güçlü ve bereketli bir düşünsel alan açmayı sürdürdüğünü gösteriyor. Resmin piyasa ya da popülizm odaklı olmadığı, eleştirel bir zemine oturduğu noktaları vurgulayan sergi, aynı zamanda hayal gücünü önceleyen bir mecra olduğunu hatırlatıyor. Resmetmenin performatif yönünü öne çıkaran sergi, durağan bir olgu yerine eyleme ve sürece dikkat çekiyor.


Fotoğraf sanat.ykykultur resmi web sitesinden alınmıştır.


Devamını Oku

13 Haziran, 2024

AnA (Architects not Architecture)

AnA (Architects not Architecture)

Eren Can Altay  |  Ed. Murat Kadaş

Mimarlık disiplini, ürettiği eserin mekansal ve görsel yapısı göz önüne alındığında sonuç ürün bazlı bir algıya sahiptir. Öyle ki son halini almış ve bitmiş yapılar mimari görselin ana maddesini oluşturur. Gerek inşaat süreci, gerekse bu sürecin ardındaki insan kaynağı, mimari eserin ön planda oluşturduğu makyaj görselin ardında eriyip gider. 2015 yılında Almanya’nın Hamburg şehrinde başlangıcı verilen Architects not Architecture (AnA), bu görünmezliği gidermek amacıyla kuruldu ve mimari eserin kendinden ziyade, onun ardındaki mimarların hayatlarına odaklanan bir söyleşi dizisi oluşturdu.

Söyleşiler dahilinde ünlü mimarlar ile dinleyicileri buluşturan ve bunu yaparken de çeşitli etkinliklerle mimari bir networking ortamı oluşturmayı amaçlayan oluşumun 2023 yılında aralarında Sidney, Kopenhag, Madrid, Paris, Berlin ve Hamburg’un da bulunduğu 12 şehirde etkinlikler gerçekleştirdi. Yılın son etkinliği olan Hamburg ayağında söyleşi konuğu olan 3 mimar konuşmacı; Daniel Libeskind, Herwig Spiegel ve Annabelle von Reuter, projelerini değil ancak kendi kişisel yaşam hikayelerini anlatan sunumlar ile dinleyicilerle buluştu. Organizasyon, bu sayede mimarları etkileyen, onlara ilham veren ve mimari tarzlarına yön veren etmenleri seyirci ile buluşturmayı amaçlıyor.


Daniel Libeskind

Etkinliğin en merak edilen konuşmacısı Daniel Libeskind, konuşmasına Polonya-İsrail ve Amerika’ya bölünmüş çocukluğundan bahsederek başladı ve karakter halini almış mimarlık disiplininin de etkisiyle, birçok anısını mimari konulara bağlayarak ilerledi. Birçok noktada da, belki de izleyicilerin duymak için geldiği vurucu ve akılda kalıcı cümleler kurmaktan da çekinmedi. Özellikle ABD’deki mülteci evinde sadece yuvarlak masalarının olması üzerinden, T cetvelinin 90 derece çizmediğini söylemesi ve bunun mimari tarzını etkilediğini belirtmesinin, dinleyicilerin hoşuna giden noktalardan biri olarak öne çıkan bir anektot olduğunu belirtebilirim. Dinlemek için geldiğimiz Libeskind, bir şovmen gibi bize duymaktan zevk alacağımız belki de yarı kurgu ama hoşa giden anılar vermekten geri kalmıyordu.

Çocukluğuna dair paylaştığı bilgiler, ailesinin Nazi iktidarı döneminde yaşadığı vahşetlerden sonra komunist rejim altındaki Polonya’da başlıyor. O dönemin Polonyasını komunist bir hapishane olarak niteleyen Libeskind, Tel Aviv’e taşındıklarında ilk defa renkleri görmeye başladığını, biraz da sinematografik bir dil ile betimliyor.

Buraya kadar zorlu bir hayat portresi çizse bile Tel Aviv’de katıldığı müzik yarışmaları (klasik/salon müziği) ailenin elit kimliğini ortaya çıkarmaya başlıyor. Mimarinin elit bir meslek olduğunu bir kez daha örnekleniyor ve bu durum Libeskind’in Amerika’daki lisesine dair sözlerinden sonra doruk yapıyor. Kendi lisesinin Fransa’dan daha çok Nobel ödüllü kişi çıkartmasından (haklı olarak) övünerek bahsediyor. Şüphe yok ki, dünyanın birçok yerinde inşa ettiği Yahudi Müzelerinin hayata geçirilmesinde, gençliğinden getirdiği bu ve buna benzer bağlantıların rolü büyük olmalıdır.


Herwig Spiegel

Herwig Spiegel 1999 yılında kurulan Alles Sind Gut firmasının kurucu ortaklarından biri olarak konuşmacılar arasında yer aldı. Avusturya/Viyana merkezli firma kentsel planlamadan, iç mekan tasarımına değin bir çok proje üzerinde çalışıyor. Herwig, firmayı temsilen konuşmacılar arasında yer alsa da, format gereği kendi hayatını anlatmaya başlıyor ve bunu diğer konuşmacılara nazaran daha mimari ve yaratıcı bir şekilde yapıyor.

Hayatı boyunca yaşadığı tüm evlerin planlarının eskiz çizimlerini yapan Herwig, yaşadığı ilk ev planı olarak döllenmekte olan yumurtayı seçerek eğlenceli bir sunum yapacağını daha ilk slayttan belli ediyor. Enerjisi ve eğlenceli anlatımıyla, dinlemeye geldiğim Libeskind’den daha akılda kalıcı bir sunum yaptığını kolaylıkla söyleyebilirim.

Herwig’in sunduğu ev planlarının çeşitli aile evlerinden, loftlara ve öğrenci evlerine kadar değişiklik göstermesi, hayatta bulunulan konum ile, seçilen ya da seçilmek zorunda kalınan ev planlarının birbirleriyle ne kadar da ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu sayede Herwig, kendi hayatı hakkında genel bir izlek sunarken, aynı zamanda da domestik mekanlar ile hayat tarzı bağlantımızı gerek mimari gerekse iç mimari anlamda ortaya koydu.

Anabelle von Reutern

Annabelle von Reutern katılımcılar arasında mimari tasarım yapmayan tek kişi olarak öne çıktı ve iş geliştirmeden sorumlu bir yönetici olarak Concular’ı temsilen konuşmacılar arasında yer aldı. Mimari tasarım alanında çalıştığı yıllara dayanarak, iyi bir mimari tasarımcı olmadığını belirten Anabelle, çalıştığı şirketi de ön plana koyarak, mimarlık ve inşaat sektörünün sürdürülebilirlik çerçevesinde ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalıştı.

Diğer konuşmacılara nazaran daha hafif bir sunum yapsa ve tasarım ile bağlantısının çok da sağlam olmadığını dile getirse de, tasarıma olan ilk anılarının küçükken sahip olduğu modüler bir Barbi evi oluğunu belirten Anabelle, sunumunu bu oyuncağın resimlerini paylaşarak sonlandırdı ve gündelik araçların kişi üzerinde nasıl bir etkiye sahip olabileceğini hoş bir şekilde dile getirdi.


Soru Cevap

Her konuşmacının sunumundan sonra 15 dakikalık bir soru cevap kısmı ayrıldı ve tüm konuşmacıların sunumlarından sonra ortak bir soru cevap bölümüne geçildi. Almanya’da olduğumuzdan olacak kendilerine verilen süreleri aşan konuşmacıların 15 dakikalık kişisel soru cevap bölümleri, programın sarkmaması için pas geçildi.

Soru cevap için seyircileriden beklediğim oranda bir katılım gerçekleşmedi. Bu boşluğu programın sunucusu ve moderatörü önceden hazırladığı yüzeysel sorular ile kapatmaya çalışsa da, bu kısım biraz yavan geçti.

Mimarinin günümüzdeki rolünü sorgulayan ilk sorulara konuşmacıların cevapları çok geniş bir alana yayıldı. İnşaat sektörünün tüm CO2 salınımının %40 ından sorumlu olduğunu vurgulayan Anabelle, diğer konuşmacalara nazaran en pratik cevabı verdi. Onun aksine sosyal bir anlatının içerisinden ürettikleri cevaplarla Herwig, mimarinin insanları etkileyhen bir hikayeye sahip olduğunu vurguladı. Libeskind ise benzer bir izlekten genel yargının aksine mimarlığın göçebe bir pratik olduğunu savundu ve The City of God kitabının okunması gerektiğini belirtti.

Seyircilerden gelen bir diğer soru ise konuşmacı mimarların tasarım süreçlerinde bir prensip/ideoloji takip edip etmedikleri üzerineydi. Herwig bu sorunun cevabının zaman içerisinde değişiklik gösterdiğini belirterek gençlik zamanlarında daha devrimsel bir perspektife sahip olduğunu belirtti. Ancak Libeskind’in de katıldığı gibi mimarinin asıl meselesinin anlaşılma ve kendi özel formunda bir iletişim olduğunu vurguladılar. Mimarlığın sivil bir pratik olduğunu vurgulayan Libeskind, mimari ürünün kendisini onaylayan bir kitleye ihtiyaç duyduğunu belirtti. Ancak yine de mimarlığın illa ki inşa etmek demek olmadığını ve bu iletişim sürecinde Piranesi örneğini dile getirdi.. Hiçbir yapısı olmamasına rağmen Piranesi’nin mimarları ve dünyayı etkilemeye devam ettiğini belirterek bu soruyu cevaplandırdı.

Mimari pratiğe dair olan son soruda ise konuşmacılardan mimaride anlamak için en çok zaman harcadıkları şeyin ne olduğu soruldu. Herwig Spiegel yine eğlenceli tavrıyla ve yüzünde bir tebessümle mimariyi hala tam anlayamadığını belirtti. Libeskind de bu şakacı üslubü devam ettirerek New York’ta bir ofise ve içindeki çalışanlara nasıl paralarının yettiğine hala anlam veremediklerini belirtti. Anabelle von Reuter ise mimarlığı patriarkiyi yıkmak için nasıl kullanabileceğini anlamak için zaman harcadığını söyleyerek konuşmasını sonlandırdı. Bu cevaplar ile sonlanan konuşmaların ardından, dinleyicilerin birbirleriyle tanışmasına ön ayak olacak bir etkinliğe geçilerek gece sonlandırıldı.

Konuşmaların kayıtlarına ve daha detaylı bilgilere bu linkten erişebilirsiniz: https://www.architectsnotarchitecture.com/event/hamburg-2023/

Devamını Oku

12 Haziran, 2024

Sana mı Kaldı Hamiyet?

Sana mı Kaldı Hamiyet?

Hakkı Yüksel  |  Ed. Murat Kadaş

“Sanki ben yaptım darbeyi! Ayaklarımda postal olsaydı üşümezlerdi bu kadar.”

Şöyle bir çocukluk anılarınıza dönün. Sizin de mahallenizde herkesin korktuğu, korktuğu için anlamayı bırakıp dışladığı ve nefret ettiği bir “deli” var mıydı? Bizim mahallede vardı. Her mahallenin, her köyün çoğunlukla meşhur bir delisi vardır. Çünkü cemaat toplulukları, mevcudiyetini sürdürmek için bir ötekiye muhtaçtır. Kendi iktidarını öteki üzerinden, ona rağmen ve ona karşı bir yerden konumlandırır. Bu öteki, toplumun kabullerine uyum sağlamakta zorlanan ya da o kabulleri reddedendir. Dolayısıyla norm dışı davranan bu ötekilerin hepsi birer “deli”dir.


Hamiyet müzikali böyle bir delinin hikâyesi. Biri çıkmış da nihayet mahallesindeki deliyle empati yapabilmiş ve hiçbirimizin aklına gelmeyen o soruyu sorabilmiş: Bu deli neden delirdi? Müzikalin başrolündeki Hamiyet karakteri, kemikleşmiş bir kitlesi olan Peyk müzik grubunun solisti İrfan Alış’ın çocukluk yıllarına ait bir figür. Alış’ın çocukken korktuğu, deli diye mahallenin diğer çocuklarıyla taşladıkları Hamiyet yıllar sonra kendisinin rüyalarına girmeye başlayınca geçmişiyle hesaplaşmaya niyetlenen İrfan Alış, Hamiyet’in 40 dakikalık bir şarkısını yapmaya karar vermiş. Ancak oyunun yönetmeni Işıl Kasapoğlu sayesinde bu şarkının müzikale dönüşmesi sağlanmış ve bu kişisel hesaplaşma seyirciyle sahne üzerinde buluşabilmiş.

Oyunda, şehrin kenar mahallelerinin birinde iki çocuğu ve kocasıyla yaşayan Hamiyet, yoksul ve yorgun hayatına karşı tuhaf bir savunma mekanizması geliştirir. Bir hayal dünyası kurar ve oraya sığınır. Hamiyet bu dünyada bir söz yazarıdır. Gerçek dünyada olmadığı kadar sevilip sayılır. Bu sırada, 80 darbesiyle beraber değişen Türkiye’nin bir yansıması olarak Hamiyet’in mahallesi de giderek yoksullaşmaktadır. Yoksulluğa karşı direnen fabrika işçilerinin hakları elinden alınınca devreye giren kişisel çıkarlar insan ilişkilerini de derinden etkiler. Böylesi bir ortamda ihanetler, aşağılanmalar ve hayal kırıklıkları yaşayan Hamiyet, gerçekle bağını tamamen koparır ve sokaklara düşer. Yazar Deniz Madanoğlu, İrfan Alış’ın kişisel hikâyesini güzelce kurgulayarak ülkenin tarihi arka planı içinde bir yere yerleştirdiği Hamiyet’i böylece derinleştirmeyi başarabilmiş.

Oyun, Peyk grubunun oyun için özel bestelediği ve eski şarkılarından oluşan repertuvarla küçük bölümlere ayrılıyor. Oyunun bu epizodik yapısı seyirciyi dramatik etkiden uzaklaştırmakta. Ancak bunun amaçlanan bir şey olduğunu sanmıyorum. Oyuna karşı epik tiyatronun talep ettiği tarzda bir duygusal mesafe alamıyoruz. Çünkü oyun bölümleri neredeyse bir televizyon dizisi tadında yüksek dozda trajedi içeriyor. Özellikle Hamiyet’in çocuklarıyla olan ilişkisinde bu duyguya kapıldım. Bunun yerine, oyunun zaten var olan politik düzlemi daha çok çalıştırılsaydı oyun, düşünsel bağlamda daha katmanlı bir hâle gelebilirdi. Hamiyet’in delirme sebepleri eşi ve çocuklarıyla yaşadıklarına bağlandığından tarihsel arka planla ilişki kurmakta zorlanıyoruz. Vurgusu yapılan darbe, oyundaki eylemlerin tetikleyici unsuruyken sadece bir arka fonmuş gibi görünüyor, oyuna acı bir nostaljik tat katmaktan öteye gidemiyor.


Hamiyet rolünü oynayan Aslı İnandık, hem güzel sesi hem başarılı oyunculuğuyla göz dolduruyor. Sosyal medyada tanınan eğlenceli personasından bambaşka bir kişilikle seyircinin karşısına çıkmayı başarıyor. Oyunun diğer oyuncuları da hem ses hem oyunculuk açısından eksiksiz bir performansa imza atıyorlar.

Oyunda bir işçi mahallesine uygun şekilde tasarlanmış sade ve gündelik kostümler görüyoruz. Hamiyet’in finale doğru giydiği ve oyunun afişinde de görünen üzerine şarkı sözleri yazılmış kumaş parçalarıyla yamanmış battaniye gerçekten başarılı. Hamiyet’in bir emekçi, bir anne ve bir kadın olarak sırtlandığı yüklerin göstergesi gibi âdeta.

Oyun boyunca sahnede solda bir pencere ve yatakla oluşturulmuş ev; sağda tezgâh, ocak ve tencerelerle oluşturulmuş bir mutfak dekoru sabit halde bulunuyor. Bunun dışında çeşitli ek eşya ve sandalyelerle sahne, ön tarafta şarkılar söylenirken oyuncuların yardımıyla değiştirilmekte. Bu bağlamda minimal ve pratik bir sahne düzenine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Zaman zaman oyuncular seyirci alanına da inerek oyun alanını sahne düzleminin dışına taşırıp genişletiyor.

Oyunun müzikleri elbette oyunun en önemli parçası. Oyunun ritmini belirleyen ve oyunun duygusunu, temasını taşıyan bir araç. Özellikle Peyk grubu ve grubun yaptığı müzik ile ayrı bir gönül bağı olan izleyicilerin oyundan büyük bir doyum ile ayrılacakları muhakkak. Oyunda hem Peyk’in eski şarkıları hem de özel olarak oyun için bestelenmiş yeni şarkılar mevcut. Hepsi de oyunun tohumunu besleyip büyütecek bir enerjiye sahip.


“İlk taşı günahsız olanınız atsın.” demiş İsa. Biz de kendimizi saf ve günahsız saydığımız çocukluk yıllarımızda kim bilir kaç taşla, kaç kalp kırdık? Gerçekten saf ve günahsız mıdır çocuklar? Hayır, günahsız doğmaz kimse. Ait olduğu ailenin, içinde büyüdüğü mahallenin, toplumun yargılarını ve günahlarını taşır her çocuk!

Aslı İnandık oyunun sonunda İrfan Alış’a soruyor: “Sana mı kaldı Hamiyet?” Duyulmamış, görülmemiş, itilmiş, dışlanmış, korkulup kaçılmış, aşağılanmış Hamiyet’in hikâyesini anlatmak İrfan Alış’a kalmış. Dünya anlatılmamış nice hikâyeyle dolu. İrfan Alış’ın yaptığı gibi kendi çocukluk yıllarımıza dönüp günahlarımızla yüzleşmek, belki unuttuğumuz bir delinin hikâyesine dalmak ve Peyk müzikleri dinlemek için Hamiyet, kaçırılmayacak bir fırsat.

* "Fotoğraflar artfulliving sitesinden alıntıdır."

Devamını Oku

10 Haziran, 2024

Geçirgen Sanat

Geçirgen Sanat

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Senin Beklenmedik Karşılaşman

İzlandalı-Danimarkalı ünlü sanatçı Olafur Eliasson, "Senin Beklenmedik Karşılaşman" başlıklı sergisiyle Türkiye'deki ilk kişisel sergisini sanatseverlerle buluşturuyor. 7 Haziran 2024 ile 9 Şubat 2025 tarihleri arasında gerçekleşecek olan sergi, Eczacıbaşı Topluluğu ve VitrA'nın ana sponsorluğunda hayata geçiriliyor.

Sergi, Eliasson’un 30 yıllık kariyerinden kapsamlı bir seçki sunarak, sanatçının ışık, renk, algı, hareket, geometri ve çevre gibi başlıklara olan ilgisini yansıtıyor. Küratörler Öykü Özsoy Sağnak, Nilay Dursun ve Ümit Mesci'nin rehberliğinde hazırlanan sergi, sanatçının farklı araştırma alanlarına odaklanan çok disiplinli üretimlerindeki ilişkiler ağını gözler önüne seriyor. Yeni üretimlerin de dahil olduğu 40’a yakın yapıt sergileniyor.

Eliasson, üretimlerinin izleyiciyle karşı karşıya geldiğinde tamamlandığı fikrini vurgulayarak, sanatseverlerin aktif katılımını yapıtlarının ana bileşenlerinden biri olarak tanımlıyor. Sergi, izleyiciyi dinamik bir keşif sürecinin parçası olmaya davet ediyor ve Boğaziçi’ndeki müze konumundan esinlenerek seyir ve yön bulma gibi denizcilikten ödünç alınan kavramlarla derinlik kazanıyor.

Sergi, Eliasson’un ışık, renk ve hareket aracılığıyla etkinleşen ziyaretçi deneyimi sayesinde yeni bakış açılarına imkân tanıyor. Sanatçı, iç ve dış mekânı tanımlayan sınırları geçirgen kılarak müze ve çevresi arasında yeni diyalog olanakları sunuyor. "Olafur Eliasson: Senin Beklenmedik Karşılaşman" sergisi, İstanbul Modern ziyaretçilerine sanatın büyülü dünyasında bir yolculuk vaat ediyor.


Fotoğraf İstanbul Modern resmi web sitesinden alınmıştır.

Havaya Dair

Milano merkezli disiplinlerarası tasarım stüdyosu 2050+ tarafından tasarlanan "Havaya Dair" başlıklı sergi, Salt Beyoğlu'ndaki Forum alanında sanatseverlerle buluşuyor. 18 Ağustos'a kadar açık kalacak olan sergi, hava kirliliği teması etrafında şekillenmiş maddi, işitsel ve görsel deneyimlerden oluşuyor.

2050+ tarafından özel olarak tasarlanan enstalasyon, ziyaretçilerin havanın maddeselliğiyle ilişki kurmasını amaçlayan bir dizi müdahale içeriyor. Sergide, havanın kimyasal bileşenlerini ve bunların farklı zehirlilik derecelerini renklerle gösteren perdeler bulunuyor. Bu perdeler, hava kirliliğinin farklı ölçeklerdeki yaygınlığını veri ve görüntülerle ortaya koyuyor. Ayrıca, havadaki maddelerin etkileşimi sonucu oluşan kimyasal reaksiyonları işitsel olarak deneyimleyebileceğiniz bir ses enstalasyonu da mevcut.

Serginin bir diğer dikkat çeken unsuru ise İstanbul’un gökyüzünün fotogrametri tekniğiyle hazırlanmış animasyonu. Bu teknik, genellikle üç boyutlu nesneleri kaydetmek için kullanılırken, burada yeryüzünü çevreleyen görünmez gazları belgeleme ve cisimleştirme amacıyla kullanılmış. Böylece, havanın karmaşık yapısını ve kimyasal bileşenlerini daha somut bir şekilde anlayabiliyoruz.

"Havaya Dair" sergisi, yalnızca hava kirliliğine değil, bu kirliliğin toplumsal ve politik sonuçlarına, yerel ve küresel etkilerine de odaklanıyor. Temiz ve solunabilir havanın evrensel bir hak olduğunu vurgulayan sergi, kolektif eylemin önemini gündeme getiriyor. Salt Beyoğlu'ndaki bu anlamlı sergi, izleyicileri havanın karmaşıklıklarına dair farkındalıklarını artırmaya davet ediyor.


Fotoğraf saltonline resmi web sitesinden alınmıştır.

Solo Botter: Nuri İyem

İstanbul’un ilk art nouveau yapısı Casa Botter, Levent Çalıkoğlu küratörlüğünde gerçekleşen “Botter Sergileri” serisinin ikincisi olan “Solo Botter: Nuri İyem” sergisine ev sahipliği yapıyor.

Anadolulu kadın portreleri ve toplumsal gerçekçi akımın önde gelen isimlerinden ressam Nuri İyem’in kendine özgü sanatçı kişiliğini ve eserlerini hatırlatmayı amaçlayan sergi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki İBB Miras’ın restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmaları sonucunda Beyoğlu hafızasının simge yapılarından biri haline gelen Casa Botter'de sanatseverlerle buluşuyor.

Nuri İyem’in sanatında bakar bakmaz duygusal bir yakınlık kurabileceğimiz imgeler ön plandadır. İyem’in, renk ve ışıkla yoğunlaşarak romantik bir atmosfere bürünen manzaraları, köyden kente göçün sembolü haline gelen figürlü kompozisyonları, yokluğa ve zorluklara rağmen umutlarını yitirmeyen aşıkların sevgi dolu portreleri gibi eserleri, onun sanat sevgisini toplumun tüm kesimlerine yayma arzusunun işaretleriyle doludur. Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu, asistan küratörlüğünü ise İrem Büşra Coşkun’un üstlendiği bu sergi, Nuri İyem’in farklı dönemlerinden karakteristik çalışmalarını bir araya getirerek sanatçının yaşadığı coğrafyaya özgü bir öz arayışını çözümlemek üzere tuvalin karşısına nasıl geçtiğini gözler önüne seriyor.

"Solo Botter: Nuri İyem" sergisi, sanatçının ikonik kadın yüzleri ve figürlü kompozisyonlarıyla dolu eserlerini sanatseverlerle buluşturarak, Casa Botter’de kültür ve sanatın yeniden canlanmasına katkı sağlıyor.


Fotoğraf kultursanat.istanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

03 Haziran, 2024

Sanat ve Sürdürülebilirlik

Sanat ve Sürdürülebilirlik

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Upcycle İstanbul Art and Design Festival

İstanbul, ileri dönüşüm ve sürdürülebilirlik temalı Upcycle İstanbul Art and Design Festival’e ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde başlayacak olan festival, 9 Haziran’a kadar Müze Gazhane’de ziyaretçilerini ağırlayacak.

Festivalin amacı, kaynakların verimli kullanımı ve atıkların sanat ve tasarım yoluyla yeniden değerlendirilebileceğini göstermek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden Kültür AŞ'nin destekleriyle gerçekleştirilen etkinlik, tüketim alışkanlıklarının çevresel etkilerini birlikte sorgulamaya davet ediyor. Upcycle İstanbul Art and Design Festival, Erkan Doğanay’ın sanat danışmanlığında hazırlanan sanat ve tasarım sergileri ile dikkat çekiyor. Sanatçılar, iklim krizi ve sürdürülebilirlik konularında farkındalık yaratan eserlerini sergileyecek.

Festival kapsamında düzenlenecek Upcycle İstanbul Talks, çevre dostu sanatçılar, tasarımcılar, aktivistler, akademisyenler ve STK'ları ağırlayacak. Ayrıca, Zeynep Atakan’ın seçkisiyle belirlenen “su krizi” temalı kısa filmler gösterilecek. Çocuklar ve yetişkinler için düzenlenen atölyeler, katılımcılara atık malzemeleri günlük hayatta nasıl değerlendirebilecekleri konusunda deneyimler kazandıracak. Festivalde ayrıca, sürdürülebilir işler üreten tasarımcıların ürünlerini sergilediği Upcycle Bazaar da yer alacak.

Festival alanında kullanılan tüm malzemeler, sorumlu tüketim mesajını iletmek amacıyla özel olarak tasarlandı. Tetra Pak karton içecek atıklarından geri dönüştürülen sahne ve stantlar gibi unsurlar, sürdürülebilirlik vizyonunu yansıtıyor. Ayrıca, görevli isimlikleri atık kumaşların ileri dönüşümü ile hazırlanarak kağıt israfı önleniyor. Upcycle İstanbul Art and Design Festival, sorumlu tüketim alışkanlıkları kazanmak isteyen herkesi Müze Gazhane’ye davet ediyor. Festival, sanatın ilham verici gücüyle ileri dönüşüm hareketine katılma fırsatı sunuyor.


Fotoğraf kultur.istanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Andrea Bocelli İstanbul'da

Dünyanın en sevilen tenorlarından biri olan Andrea Bocelli, İstanbul’a geliyor. Tüm dünyada on binlerce kişilik arena konserleri için biletleri aylar öncesinden tükenen Bocelli, bu kez Beşiktaş Tüpraş Stadyumu’nda hayranlarıyla buluşacak.

BWO Entertainment, CEO Event ve Dolmabahçe AŞ iş birliğiyle düzenlenen konserin biletlerine yoğun ilgi bulunuyor. İstanbul konserinde Maestro Bocelli, en ünlü İtalyan ve uluslararası operalardan klasik aryaların yanı sıra, uluslararası başarıya ulaşan albümlerinden eserler de seslendirecek.

Sanata olan tutkusuyla tanınan Bocelli, yalnızca dünyaca ünlü bir pop yıldızı değil, aynı zamanda Bel Canto ve Verismo türlerinde rahatlıkla performans sergileyebilen rafine ve çok yönlü bir opera sanatçısı olarak biliniyor.

Dünyanın en büyük İtalyan vokal geleneğinin simgelerinden biri olarak tanınan Bocelli, bugüne kadar 90 milyonun üzerinde albüm satarak büyük bir başarıya imza attı. On binlerce kişinin katıldığı konserleriyle rekorlar kıran sanatçı, müzik endüstrisinde sayısız ödülün sahibi oldu. 2010 yılında Hollywood Walk of Fame’de de bir yıldıza sahip olan Bocelli, İstanbul konseriyle de büyük ilgi görecek. Andrea Bocelli’nin İstanbul konseri, müzikseverler için kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor.


Fotoğraf biletix resmi web sitesinden alınmıştır.

Parça Parça

Neriman Polat küratörlüğünde hazırlanan ve Defne Parman, Doğa Çal, Hilal Balcı’nın çalışmalarını bir araya getiren “Parça Parça” sergisi, Merdiven Art Space’te kapılarını sanatseverler için aralıyor. Feminist pratik çerçevesinde şekillenen sergi, üç kadın sanatçının eserleriyle izleyicilere farklı kadınlık deneyimlerini sunuyor.

Sergi, video ve yerleştirme işleriyle kadınların yaşadığı deneyimlere odaklanıyor. Farkında olmadığımız yaralar, eylemlerdeki tekrarlar ve ilişkiler sergide ele alınan ana konular arasında yer alıyor.

Defne Parman, eserlerinde kırılganlık ve yaralanabilirlik temalarını işliyor. Gazete kupürleri, aydınger kâğıt ve kumaş gibi hassas malzemelerle çalışan sanatçı, “Pansuman” adlı çalışmasında, kırıldığımız yerleri nasıl iyileştirebileceğimizi sorguluyor. “Örtü” adlı eserinde ise, gazete haberlerindeki kadına ve hayvana şiddet içeren görselleri kullanarak danteli yapı bozuma uğratıyor ve tığ ile delerek kırılgan bir örtü oluşturuyor.

Doğa Çal, “Kafam Başka Yerde” başlıklı video serisinde, evin farklı odalarında parçalanmış kadın bedenlerini absürt bir mizah duygusuyla gösteriyor. “Annem, Ben, Ananem” videosunda ise, üç jenerasyon üzerinden kadınlar arasındaki ilişki ve dayanışmayı abartılı bir biçimde vurguluyor.

Hilal Balcı, gündelik yaşamın sıradan hareketlerini yeniden kurgulayarak izleyiciye farklı bir bakış açısı sunuyor. Siyah-beyaz video işlerinde, “Yutkunma”, “Kulaktan” ve “Yukardan Çevirme” ile alışılagelmiş ritmik hareketleri sekteye uğratmayı amaçlıyor. Balcı, tekrar eden eylemlerin zaman içinde deforme olma hâlini ve hijyen takıntısını, ikonikleşmiş “Sarı bez” çalışması üzerinden gösteriyor.

“Parça Parça” sergisi, feminist perspektifle kadınların yaşadıkları deneyimleri, yaraları ve dayanışmayı sanatsal bir dille aktarıyor. 8 Haziran tarihine kadar ziyaretçilerine açık olan sergi, sanatseverler için farklı bakış açıları sunan bir keşif alanı oluşturuyor.


Fotoğraf merdivenartspace resmi instagram adresinden alınmıştır.

Devamını Oku

27 Mayıs, 2024

Sanatın Beden ve Kimlik Yolculuğu

Sanatın Beden ve Kimlik Yolculuğu

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Uçurtma Zamanı

Arter, uçurtma sanatının öncüsü Jackie Matisse'nin "Uçurtma Zamanı" başlıklı sergisini izleyiciyle buluşturuyor. Sanatçının rengarenk uçurtmaları, Arter’in yüksek ve alçak tavanlı, aydınlık ve karanlık farklı alanlarına boylu boyunca sergileniyor. Çağdaş sanatın çeşitli ifade biçimlerini ve pratiklerini bir araya getiren Arter, bu sergiyle uçurtma sanatının zengin renklerine sahip eserlerini sanatseverlerle paylaşma fırsatı sunuyor. Küratörlüğünü Gill Eatherley’in üstlendiği bu rengarenk sergi, binanın farklı alanlarına yayılıyor ve ziyaretçilere eşsiz bir görsel deneyim sunuyor.

Köklü bir sanatsal mirasa sahip bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jackie Matisse’in sanat pratiği, 1962 yılında edindiği bir uçurtmayı ormanda ağaçlar arasında kaybetmesiyle başlar. Bu tesadüfi olay, sanatçının kendi yolculuğuna yön vermesinde etkili olur. 1959–1968 yılları arasında, taşınabilir minyatür monografisi "Valizdeki Kutu"nun (Boîte-en-valise) yapımında Marcel Duchamp’a yardımcı olurken edindiği becerilerden de yararlanan Jackie Matisse, boya kalemleri ve fırçalarıyla bulutların arasında, sualtında, kâğıt, ahşap ve kumaş yüzeylerde gezinen, farklı mecraları ve kıtaları kat eden yaratıcı bir serüvene çıkar.

Jackie Matisse, sanatı dünyanın dört bir yanında harekete geçiren dinamik bir form olarak gördüğü uçurtmalarını kesmek, yapıştırmak, düğümlemek, katlamak, dikmek, birbirine eklemek, baskı yoluyla çoğaltmak, bağlamak, çizmek, ayırmak, toplamak, lehimlemek ve nihayet uçurmaktan yaşamı boyunca asla vazgeçmez. Arter’deki "Uçurtma Zamanı" sergisi, sanatçının bu tutkulu yolculuğunu gözler önüne seriyor ve izleyicilere hem renkli hem de derin bir sanatsal deneyim yaşatıyor.


Fotoğraf Arter resmi web sitesinden alınmıştır.

Charlie

Beyaz perdenin unutulmaz yıldızı Charlie Chaplin'in yaşam hikayesi, Türkiye’de ilk defa sahnede hayat buluyor. Şapkası altında gizlediği derin hüznü, gülüşlerindeki masumiyeti ve adımlarındaki eşsiz hüneriyle tanınan Chaplin'in zengin yaşam öyküsü, müzikli tiyatro oyunu "Charlie Chaplin" ile seyirciyle buluşuyor.

Chaplin'in Londra'nın yoksul mahallelerinden başlayıp genç yaşta sahnelere adım atarak Amerika'ya uzanan, Hollywood'un zirvesine yerleşen ve özel hayatındaki skandal iniş çıkışları, politik görüşleri ve yarattığı efsanevi eserleriyle tanınan hayatı, bu oyunla izleyiciye sunulacak. İkonik Şarlo karakteriyle hem güldüren hem düşündüren Chaplin'in hikayesi, bu müzikli tiyatro oyunuyla unutulmaz bir deneyim vadediyor.

Chaplin rolünde Özgür Daniel Foster’ı izleyeceğimiz oyunda, Foster’a Aybüke Pusat, Şebnem Dönmez, Emre Taşkıran ve Murat Danacı gibi başarılı isimler eşlik ediyor. Chaplin'in zengin ve ilginç yaşam öyküsünü sahnede görmek isteyenler için bu oyun, kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. 27 Mayıs’ta Zorlu PSM'de prömiyer yapacak olan "Charlie Chaplin" müzikli tiyatro oyunu, izleyicilere hem duygusal hem de eğlenceli anlar yaşatacak.


Fotoğraf Passo resmi web sitesinden alınmıştır.

Beden Fragmanları

PİLOT Galeri, 28 Mayıs - 13 Temmuz 2024 tarihleri arasında 13 sanatçının katılımıyla düzenlenen "Beden Fragmanları" isimli grup sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergide yer alan sanatçılar arasında Ateş Alpar, Demet Yoruç, Ece Ağırtmış, Emir Erkaya, Gözde Mimiko Türkkan, Halil Altındere, Hamra Abbas, İrem Tok, Melih Çebi, Murat Şahinler, Serra Tansel, Tufan Baltalar ve Zeren Göktan bulunuyor. Sergi, insan bedeni üzerinden toplumsal cinsiyet rolleri, hibrit bedenler, doğa-beden ikiliği, kapitalizm tarafından üretilen ideal bedenler ve bu ideallere karşı koyma yöntemleri gibi çeşitli konulara odaklanıyor.

İnsan bedeni, tarih boyunca çeşitli mücadelelere sahne olmuştur. Medya ve toplum tarafından çoğunlukla beyaz, heteroseksüel erkek egemen bakış açısıyla idealleştirilen bedenlerin yerine, farklı bedenlerin ve kendi bedenini savunmanın bu mücadelenin en önemli yapı taşlarından biri olduğu vurgulanıyor. Feminist ve queer sanatçılar, bedenlerini direniş sembollerine dönüştürerek bedenin yeniden tanımlanmasına katkıda bulundular. Birçok sanatçı, bedenler üzerinde yaşanan değişimleri, yaratıcı süreçlerinde kendi bedenlerini kullanarak keşfetmeye devam ediyor.

Sergide yer alan sanatçılar, ‘öteki’, kadın ve queer kimliklerini sahiplenirken, benliğin sabit olmadığı, aksine sürekli bir akış halinde olan karmaşık bir ilişkiler ağı olduğu fikrini izleyiciye sunuyor. Sanatçılar, bedenleri aracılığıyla ataerkillik, kadın düşmanlığı, ırkçılık ve muktedirlik koşulları altında yaşamanın ürettiği duygusal çalkantıları hissettiriyor. Normatifliğin pürüzsüz yüzeyine karşı, sızıntı yapan, parçalanan ve gülen bedenler öneren sanatçılar, yüz ifadeleri, beden dilleri ve performans yoluyla birbirimizle iletişim kurmanın birçok yolunu keşfediyor. Diğer sanatçılar ise çalışmalarında kendi bedenlerini kullanarak benliğin anlatılarını tasavvur ediyor.

"Beden Fragmanları" sergisi, insan bedenine dair derinlemesine bir inceleme sunarken, ziyaretçilerini bedenin toplumsal, kültürel ve politik anlamlarını sorgulamaya davet ediyor.


Fotoğraf Pilotgaleri resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

22 Mayıs, 2024

Bir Terennüm

Bir Terennüm
Hakkı Yüksel  |  Ed. Murat Kadaş

Bir Terennüm: “Düm De Re Lâ Dir Nâ Tene Dir Ney Aman!”



İnsanlar yaşlandıkça kapitalizmin örgütlediği tek biçimli, nicelleştirilmiş zaman algısını terk eder. Doğanın bir parçası olduğunu ve onun döngüsel zamanını yeniden anımsar. Dolayısıyla geçmiş, birden şimdi olur. Bu mitsel-döngüsel kavrayış, hesabı kapanmamış olayların geri çağrılmasına sebeptir. Böylece kişinin zaman ve mekân algısı bulanıklaşır. Bu bulanıklığın içinde kendi trajedisini yaşayan kişi, geçmişini yeniden temize çekebilmek adına yakınlarını araçsallaştırmak zorunda kalır.

Halk arasında “bunama” olarak adlandırılan demansa romantik bir açılım yapmak zorunda olsaydım yukarıdaki paragrafı yazardım. Kolektif üretimleri hedef alan Orchestra Theatre’ın ikinci oyunu olan, “Bir Terennüm” adlı oyun da bu konuyu tartışmaya açıyor.

Firuze Engin’in incelikli kaleminden çıkan, Gülhan Kadim’in başarıyla yönettiği oyun, bireylerin unutma ve hatırlama pratikleri üzerinden kendi geçmişlerini sorgulamalarını ele alıyor. Babaanne Seniha Hanım’la torunu Ali İhsan’ın ve dede Ali İhsan’la torunu Sevgi’nin ilişkileri üzerinden iki farklı zamanda, Çamlıca’daki Boğaz Köprüsü’nü gören aynı evin salonunda, zamanda yapılan ileri geri sıçramalarla, bir ailenin sırları, usulca kulaklarımıza fısıldanıyor.



İlayda Saran’ın evin salonu için yaptığı sahne tasarımının sıcaklığı daha oyun başlamadan izleyicinin yüzünü ısıtmaya yetiyor. Ancak bu sıcaklık yalnızca nostaljik bir duygunun getirisi değil. Sahneler ilerledikçe her bir dekor parçası ve aksesuarın titizlikle seçilmiş olduğu ortaya çıkıyor. İki farklı zamanda akan oyunda, sahne üzerindeki eşyalar iki farklı dönemin de ruhunu yansıtmayı başarıyor. Üstelik bazı aksesuarlar, özerk birer gösterge niteliğinde oyunun temasını destekliyor. Kostümler de özenle seçilmiş durumda. Torun Sevgi ve babaanne Seniha rolleriyle oyununu sergileyen İpek Türktan, giydiği sabahlıkla hem sokağa çıkması yasak, eve tıkılmış insan hâlini somutluyor hem de zamansız bir moda tercihi olarak izleyenin oyundaki zaman sıçramalarına yabancılaşmasını önlüyor. Ali İhsan rolündeki Tolga İskit de sıcak toprak renklerini taşıyan kıyafetiyle daha nostaljik bir hava taşıyor.

“Derdimi Bilmez Cânân”

Oyun metni, zaman sıçramalarından ötürü karmaşık bir örüntüye sahip. Beliz Güçbilmez’in Zaman Zemin Zuhur kitabında detaylıca söz ettiği “Geçmişte bir şey olur, gölgesi bugüne düşer.” matematiği, karakterlerin eylem çizgilerini belirlemekte.



Öykü, zaman sıçramaları ve oyun kişilerinin karakter değişimleriyle, oyundaki göstergelerden biri olan “bir avuç fındığın” kabuklarından çatlayıp çıkmaları ve ortaya saçılmaları gibi yavaş yavaş aydınlanıyor. Bu fındık, kuşaktan kuşağa, avuçtan avuca aktarılıyor. Bu karmaşık örüntü, İpek Türktan ve Tolga İskit’in başarılı mizansenleri, rolden role geçişlerindeki postür, jest, mimik ve ses değişimleriyle alımlayıcı tarafından gayet net anlaşılıyor. Bu netlikteki paylardan biri de İsmail Sağır’a ait başarılı ışık tasarımı. Sahnenin ışık sıcaklığı, zaman atlamalarına uygun bir şekilde değiştiriliyor.

Yakaları birbirine bağlayacak “köprü”, “telefonlar”, Seniha Hanım’ın eline alıp sardığı ve ucunu torununun torunu Sevgi’nin tuttuğu “yumak” gibi göstergeler, sokağa çıkma yasağının yaşandığı iki farklı zamanı birbirine sıkıca bağlıyor.

Sokağa çıkma yasaklarından birinin sebebi “pandemi”. Geçmişteki yasaksa bir sıkıyönetim kararıyla ilgili; ancak oyun içinde bununla ilgili net bir açıklama yapılmıyor. Oyunun daha sağlam bir anlamsal zemine oturması açısından bu netliği isterdim. Sokağa çıkma yasakları ile iktidar sahiplerinin farklı sebeplerle de olsa temel toplum özgürlüklerine sınır çektiğini görmekteyiz. Oyunda ise bireyin özgür tercihlerini, toplumun ahlâk kuralları sebebiyle ötelemesi veya bastırmasına vurgu yapılmakta. Bu anlamda iktidar-toplum ikileminin oluşturduğu makrokozmos ile toplum-birey ikileminin oluşturduğu mikrokozmos düzenler arasında sağlam bir alegori kurulduğunu söylemek mümkün.



Oyundaki karakterler dertli. “Derdimi bilmez cânân” diye bir şarkı mırıldanıyorlar. Dertlerini seyirci olarak bizler de çözemiyoruz hemen. Böylece alımlayıcının merakı hep diri tutuluyor. Bu bilinmezlik bazen bir fındık acısı gibi genzimize oturuyor, yüreğimizi burkuyor. Bazen de Burçak Çöllü’nün hazırladığı müziklerle şekerli bir fındık kremasına dönüşüyor dertler. Keyiflenip gülümsüyoruz.

Oyuncular, tiyatral performanslarını başarılı bir şekilde sergilerken bu performanslarını kişisel becerileriyle de süslemekten çekinmiyor. Tolga İskit’in gitarı ve İpek Türktan’ın su gibi sesiyle izleyenin tam anlamıyla mest olduğu söylenebilir.

“Sevgiye hürmet etmeli, sevginin her türlüsüne…”

Tek perdeden oluşan 70 dakikalık oyun hem izleyicisini hemen içine alıyor hem de onu sıkmadan bitiveriyor. Oyun açıldıkça karakterlerin dertlerinin toplum ve aile baskısıyla yok saymayı öğrendikleri büyük ve saf sevgileri olduğunu anlıyoruz. Oyundaki aile bireylerinin sırlarının ifşası sırasında izleyeni etkileyecek sürprizler mevcut. Bu sırlar, metin içinde bir meta olarak kullanılıp popülist bir şekilde sömürülmemiş. Sahnede de o yumuşaklıkta oynanıyor. Örneğin Fenerbahçe sevgisini her şeyin üstünde tuttuğunu söyleyen Ali İhsan’ın facebook şifresini 1903 yapması gösteriyor gerçek sevgisini. Seniha’nın bir başkasıyla paylaşmak zorunda kaldığı yüce hissini, hüznünü örttüğü çiçekli battaniye görünür kılıyor.



Zaten kelimeler de bazen, bazı şeylerin anlamını taşımak için güçsüz kalmıyor mu? Mana, sözcüğün ideolojik gömleğini yırtıp atarak özgürlüğüne kavuşmak istiyor çoğu kez. Sevgi de böyle bir manayı barındırıyor işte içinde.

Karakterler oyun içinde bir şarkıyı şu repliklerle anımsamaya çalışıyor:

_ Bu kavli sürahi eğilip sâgâra söyler, ne der?
_ Ne der?
_ Söylenecek şey bazen öyle bir raddeye ulaşır ki fındığım, hangi kelimeyi koysan kifayetsiz kalır, işte orada şarkıya terennüm girer.
_ Dümde re lâ dir nâ tene dir nâ tene dir ney!”


* Fotoğraflar kumbaraci50.com sitesinden alıntıdır.

Devamını Oku

20 Mayıs, 2024

Küresel ve Yerel Perspektiflerin Buluşması

Küresel ve Yerel Perspektiflerin Buluşması

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Ters Yüz PƎRⱯ

Pera Müzesi, 23 Mayıs - 18 Ağustos tarihleri arasında sanatseverleri "Ters Yüz PƎRⱯ" sergisiyle buluşturuyor. 2005 yılından beri üniversitelerle iş birliği yaparak gerçekleştirdiği gelenekselleşmiş sergilerine bir yenisini ekleyen Pera Müzesi, bu kez Bauhaus-Universität Weimar’dan Prof. Mona Mahall ve Yelta Köm'ün yürüttüğü "Temsil Pratikleri ve Politikaları" bölümü ile Bremen Sanat Üniversitesi’nden Prof. Aslı Serbest'in yürüttüğü "Geçici Mekânlar" bölümü iş birliğiyle düzenlenen bu sergide küresel kapitalist ilişkileri ve yerelleşmiş kültürel pratikleri araştırıyor.

Sergi, "Küreseller", "Basamaklar" ve "Spekülasyonlar" adlı üç bölümden oluşuyor. "Küreseller" bölümünde, ışıklı tabelalar, havuzlar, Guzmanya bitkisi ve deterjan kokularının adaptasyonları küresel kenti bir harabe olarak taklit ve teşhir ederken, Pera Müzesi’nin Art Deco kafesinden ödünç alınan avize de kurumun cazibeli kırılganlığını vurguluyor. "Basamaklar" bölümü, Pera bölgesinin merdiven ve rampalarla dolu karmaşık ve parçalı kentsel topografyasını temsil etmenin imkansızlığıyla oluşan travmayı işaret ediyor. Bu basamaklar, özellikle Bauhaus modernizminin ve genel olarak Batılılaşmış bir modernitenin yaygınlaştırdığı evrenselci biçim ve norm hayalini absürt hale getiriyor. "Spekülasyonlar" ise süregelen eşitsizlikleri ve şiddeti farklı bir şekilde harekete geçirerek, gitgide soyutlaşan küresel ekonomik, politik ve estetik spekülasyon süreçlerini yorumluyor. Sergi, kendini hem giderek birbirine bağlanan hem de parçalanan bir dünyada kurumların rolünü keşfetmek için ortaklaşa bir pratiği benimseyen bir kurum olarak öneriyor.

"Ters Yüz PƎRⱯ", İstanbul, Ankara, İzmir, Tahran, Hong Kong, Osaka, Berlin, Weimar ve Almanya’nın diğer kentlerinden sanatçı, mimar ve araştırmacıları bir araya getiriyor. Serginin katılımcıları arasında Anıl Aydınoğlu, Arın Aydın, Aslı Serbest, Ayça Tuğran, Çisel Karacebe, Celal Orkun Gözübüyük, Dorian Beer, Elizaveta Boucke, Elif İmre Bilgin, Helen Christina Hümmer, Iben Schneider, Jolina Mix, Jisu Kim, Kitman Yeung, Leonie Link, Mona Mahall, Negar Rahname, Talia Ölker, Yelta Köm ve Yuhe Lin yer alıyor. Bu sergi, küresel ve yerel perspektifleri bir araya getirerek sanatseverlere unutulmaz bir deneyim sunmayı amaçlıyor.


Fotoğraf Pera Müzesi resmi web sitesinden alınmıştır.

Pictures

Eren Göktürk'ün altı yıllık bir süreyi kapsayan işlerinden seçilen 13 büyük ölçekli sinematografik fotoğraftan oluşan ilk kişisel sergisi "Pictures", OG Galeri'de sanatseverlerle buluştu. 7 Haziran'a kadar açık olacak sergide, sanatçının çevre bilinci, kentleşme, felsefe, sinema, fotoğraf tarihi ve edebiyatı referans alarak büyük bir titizlikle oluşturduğu eserler yer alıyor. Bu sergi, ortalama bir kişinin günde binlerce fotoğraf tükettiği bir dönemde, bu tüketimin kapsam ve genişliğine dikkat çekiyor.

Göktürk’ün sergisi, İstanbul merkezli olmakla birlikte küresel ve çok yönlü referanslar taşıyor. 2000’li yılların ardından doruğa ulaşan tüketim kültürü, hızlı yaşamın sembolü haline gelen kağıt bardaklar ve şehir manzarasının parçası olan fiber internet kabloları ile resmediliyor. Sanatçı, kompozisyonlarında bilinçli yerleştirmelerle ışık ve gölgeler arasında dramatik bir anlatı yaratıyor.

Eren Göktürk'ün "Pictures" sergisi, modern yaşamın hızla tüketilen unsurlarına eleştirel bir bakış sunarken, izleyiciyi düşünmeye davet ediyor. 7 Haziran'a kadar açık kalacak bu sergiyi, OG Galeri’de ziyaret ederek sanatçının sinematografik yaklaşımıyla kent ve tüketim üzerine yaptığı çarpıcı yorumları keşfedebilirsiniz.


Fotoğraf ogthegallery resmi ınstragram hesabından alınmıştır.

Öğleden Sonra

Sanatçı Antonio Cosentino'nun farklı mecralarla sürdürdüğü sanat çalışmalarından oluşan yeni sergisi "Öğleden Sonra", 25 Mayıs'ta İMALAT-HANE'de sanatseverlerle buluşacak.

Sanatçının "kent" kavramı etrafında şekillenen sanatsal pratiği, eserlerini bir nevi görsel şehir envanterine dönüştürüyor. Sokak manzaralarının rastlantısal günlüğünü tutan bir kent gezgini gibi, Cosentino çalışma sürecinde de sergisini bir maceraya dönüştüren çağrışımlara ve anlık etkilere izin veren açık bir yol izliyor. Cosentino, sergiye özel olarak yazdığı metinde çalışma pratiğini şu şekilde anlatıyor: "Önemli bulduğum hafıza parçacıklarını, temaları, iç içe geçtiğim nesneleri, kişileri, üsluplar arası, anti sistematik bir sezi ile bir arada tutmaya çalışıyorum. İşlerle aramda kurup tasarlamış olduğum ve anlamına inandığım duyusal bir bağ olmalı. Bazen melodram denebilecek sahneler, alegoriler, odaklandığım nesneler, durumlar üzerine bir sezi ile yaklaşırım, ne tür anlamların oluştuğunu iş meydana geldikten sonra düşünürüm. Öngörülemezlik, belirsizlik temel çıkış noktam. Sergi oluşurken bir lahzada oluşan durumlar arzu ettiğim düzeneğe iyi geliyorlar, daha doğrusu tek ve büyük hayalim öngöremediğim durumların ışıması, izleyici her zaman ışıyan durumu dikkatlice fark ediyor. Işıyan yapıt kendi hikâyesini ve gerçekliğini oluşturuyor." "Öğleden Sonra" sergisi, sanatseverlere Cosentino'nun benzersiz bakış açısını ve sanatsal anlatısını keşfetme fırsatı sunuyor. İMALAT-HANE'deki bu sergi, 25 Mayıs'tan itibaren ziyaret edilebilir.


Fotoğraf imalat_hane resmi instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

13 Mayıs, 2024

Kökler

Kökler

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

52. İstanbul Müzik Festivali: Kökler Temasıyla Müzik Dolu Bir Deneyim

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Borusan Holding sponsorluğunda düzenlenen 52. İstanbul Müzik Festivali, 21 Mayıs-12 Haziran tarihleri arasında müzikseverlere klasik müziğin yıldızlarıyla dolu bir program sunmaya hazırlanıyor.

Festival, İstanbul’un seçkin konser mekânlarında gerçekleştirilecek 25 konserde dünyanın dört bir yanından seçkin orkestraları ve önemli solistleri ağırlayacak. Budapeşte Festival Orkestrası, Festival Strings Lucerne, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Tekfen Filarmoni Orkestrası, Mantova Oda Orkestrası, Franz Liszt Oda Orkestrası, Macar Ulusal Korosu, Borusan Quartet gibi önemli topluluklarla birlikte Maria João Pires, Khatia Buniatishvili, Francesco Piemontesi, Jean-Guihen Queyras, István Várdai, Gülsin Onay, Edgar Moreau, Kristóf Baráti, Roby Lakatos gibi 60'ın üzerinde sanatçı festival kapsamında sahne alacak.

Programın önemli bir parçası olan dört eserin dünya prömiyeri ve iki eserin Türkiye prömiyeri gibi özel etkinliklerle zenginleşecek olan festivalin teması bu yıl "Kökler" olarak belirlendi. Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesinin 100. yılına odaklanarak, müzik aracılığıyla bu coğrafyanın kültürel ve tarihi öykülerini aktarmayı hedefleyen festival, ayrıca Macaristan ve Hollanda ile ilişkilerin 100. yılının kutlanacağı Kültür Yılları etkinliklerine de ev sahipliği yapacak.

Klasik müziği farklı türlerle bir araya getiren özel projelerin de yer alacağı festival, her yıl olduğu gibi klasik müzik dünyasının yıldız solistleri ve prestijli orkestralarını ağırlayarak müzikseverlere unutulmaz deneyimler sunacak.


Görsel, IKSV resmi web sitesinden alınmıştır.

Gölge Topraklar Gök Topraklar

II. Dünya Savaşı sonrası Paris’te yükselen soyut sanat akımının önemli temsilcilerinden biri olan Albert Bitran’ın ilk kişisel sergisi, 3 Mayıs 2024 tarihinde Dirimart Dolapdere'de açılıyor. Gölge Topraklar Gök Topraklar başlıklı sergi, sanatçının 1956–2013 yılları arasında ürettiği eserlerin bir seçkisini izleyicilere sunuyor.

Sergi, geometriden doğa soyutlamalarına geniş bir yelpazede eser üreten Bitran'ın soyut resme dair keşif niteliği taşıyan eserlerini bir araya getiriyor. Paris’teki atölyesine davet niteliğinde bir karşılamayla açılan sergi mekânı, tarihsel ya da üslup bazlı bir tasnifin ötesinde bir deneyim sunuyor.

Bitran’ın kariyeri boyunca sürdürdüğü mekânsal duyarlılık ile farklı dönemlerdeki serileri arasındaki akışkan geçişlere odaklanan sergide, sanatçının geometrik soyut işlerden Fransa’nın güneyindeki yaşamından esinlenen kırsal manzara soyutlamalarına kadar geniş bir yelpazede eserleri sunuluyor. Son dönem eserleri ise zamana ve mekâna yayılan etkisini gözler önüne seriyor.

Soyutlamalar üzerine bir dünyanın izleyicilerle buluştuğu Gölge Topraklar Gök Topraklar sergisi, Bitran’ın sanatının ve yaşamının farklı evrelerini ele alarak eserlerinin zamana ve mekâna yayılan etkisini sergiliyor.


Görsel, Dirimart resmi web sitesinden alınmıştır.

Kökler Üç Hür El

Dirimart, sanatseverleri heyecanlandıracak bir başka etkinliğe daha ev sahipliği yapıyor. Jennifer İpekel’in muhteşem eserleriyle dolu "Kökler Üç Hür El" sergisi, 7 Mayıs 2024 tarihinde Dirimart Pera’da kapılarını açtı.

Jennifer İpekel'in ikinci kişisel sergisi olan "Kökler Üç Hür El", sanatseverlere bir keşif yolculuğu sunuyor. Sanatçının batik tekniğiyle oluşturduğu eşsiz tekstil ve seramik eserler, izleyicileri farklı kültürlerin derinliklerine ve evrensel değerlerin özüne doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

Sergi, tarihte farklı kültürlerden gelen tekstil işlerinin insanlık mirasındaki önemine odaklanıyor. İpekel’in eserleri, doğadan ilham alarak yaratılan felsefi öğretilerle harmanlanıyor ve izleyicilere benzersiz bir deneyim sunuyor.

“Kökler Üç Hür El”, Tribawana felsefesinin evreni tanımladığı üç diyarı –Mikro, Makro ve Işık Kozmosu– temsil ediyor. Sergideki eserler, farklı kültürlerin yaratılış mitlerine dayanırken doğa ile insan arasındaki bağı vurguluyor. İpekel’in kumaş boyama teknikleri ve seramik işleri, doğayla insan arasındaki bu derin bağı sanatseverlere hissettiriyor.


Görsel, Dirimart resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku