3 Haziran 2025 Salı

Artist Spotlight ‘Bir Sanatçı Bir Hikaye’: Ali Yayla

Artist: Ali Yayla  |  Ed. Seda İstifciel

Decollage Art Space olarak başlattığımız ‘Bir Sanatçı Bir Hikaye’ temalı Artist Spotlight yazı serisinde, her hafta bir sanatçının üretim pratiğine ve sanatsal yaklaşımına odaklanacağız. Bu yazı serisi ile sanatçıların üretim pratiğini ve sanatsal yaklaşımını odağa alarak görünürlüklerini artırmayı amaçlıyor, aynı zamanda farklı disiplinlerden bireysel sanatçıların daha fazla duyulmasına destek olmak, onları sanat profesyonellerine ve sanat dünyasında etkili kişilere ulaşmalarına aracı olmak istiyoruz.

Kurum olarak sanatçılarla sanat ekosistemi arasında sürdürülebilir ve nitelikli bağlar kurmayı önemsiyor, bu röportajlar ile sanatçıların profesyonel sanat süreçlerini geniş kitlelerle buluşturmayı arzuluyoruz. Artist Spotlight serisinin, güncel sanat ortamında karşılaşmalara alan açarak güçlü bir ağ kurmanın da zeminini hazırlayacak bir platform olmasını hedefliyoruz.

Artist Spotlight ‘Bir sanatçı bir hikaye’ projemizin ilk serisinde “ODAK” sergimizde yer alan sanatçılarımız ile konuştuk.

İlk konuğumuz Ali Yayla.

Keyifli okumalar.

Öncelikle sizi kısaca bir tanımak isteriz. Bize kendinizden biraz bahseder misin?

2000 yılında Eskişehir’de doğdum. Küçüklüğümden beri kendi dünyamda vakit geçirmek, detaylara dikkat etmek ve çevremdeki sıradan şeylerde farklı anlamlar aramak benim için hep önemli oldu. Lise yıllarında grafik tasarım eğitimi aldım ve o zamandan beri görsel düşünmek hayatımın vazgeçilmez bir parçası oldu. Şu anda Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Baskı Sanatları Bölümü’nde öğrenimime devam ediyorum. Yeni teknikler denemek, farklı malzemelerle çalışmak ve sessizce gözlem yapmak hâlâ üretim sürecimin temel parçaları. Üretmek bazen sadece düşüncelerimi dışa vurmak, bazen de bir oyun gibi geliyor; bu süreçte hem kendimi hem çevremi anlamaya çalışıyorum.


Sanat sizin için ne ifade ediyor?

Sanat benim için bir arayış biçimi. Hem içsel bir sorgulama alanı hem de dış dünyaya yönelttiğim bir eleştiri dili. Hissetmekte zorlandığım ya da kelimelerle ifade edemediğim duyguları görsel ve kavramsal bir düzleme taşıma çabası. Kimi zaman bir suskunluk, kimi zaman da bir çarpışma… 

Sanat hem kendimle hem de yaşadığımız çağla yüzleşme biçimim.

Sanat yapma pratiğinde sizi besleyen ‘an’lar neler? 

En çok da kırılma anları besliyor beni. Bir şeyin eksildiği, sustuğu, bozulduğu ya da tekrar ettiği o aralıklar. İnsan duygularının mekanikleştiği yerlerde; bir ekranın ışığında, bir durakta beklerken, bir makine sesinin içinde... Ya da bir düşün zihnimde takılıp kaldığı, bir görüntünün durmaksızın döndüğü anlar. O boşluk ve tekrar hâli, üretimi başlatan tetikleyiciye dönüşüyor.

Yaşam deneyiminiz sanat pratiğinizi nasıl şekillendirdi ve etkiledi? Gelecekte üretim pratiğinize dahil etmeyi düşlediğiniz yeni bir malzeme, tema ya da yöntem var mı?

Alekstimi (duygusal körlük) deneyimiyle erken yaşta karşılaşmam, insanların duygularla olan bağlarını sorgulamama neden oldu. İçinde yaşadığımız çağın getirdiği teknolojik oluşumların bireyler üzerindeki etkilerini gözlemledikçe, insanın bir makineye, bir robota dönüşümünü fark ettim. Bu sorgulama zamanla steampunk estetiği ve teknolojik parçaların içine hapsolmuş insan yüzlerine dönüştü. Gelecekte cam yüzeyler, yansıma, ışık-projeksiyon etkileşimi gibi daha geçirgen ve katmanlı malzemelerle çalışmak istiyorum. Aynı zamanda algoritmik sistemlerin duygu üretimi üzerindeki etkilerini araştırmak, belki kodlarla yazılmış bir duygu haritası oluşturmak gibi fikirlerim var.


Sanatınızda geliştirdiğiniz dilin oluşum aşamalarını dinlemek isteriz. Üslubunuzu belirleyen temel yaklaşımlar neler ve nasıl geliştirilebilir?

Geliştirdiğim dilin temelinde deformasyon yer alıyor. Hem fiziksel hem de duygusal anlamda. İnsan yüzünü bir metafor olarak kullanıyorum, çünkü duygunun en çok kaybolduğu, en çok maskelendiği yer orası. Üslubum; geleneksel baskı tekniklerini —özellikle gravür ve serigrafiyi— çağdaş dijital etkilerle birleştirerek, izleyicide tanıdık ama rahatsız edici bir alan yaratmaya dayanıyor. Bu dil; parçalama, tekrar etme ve mekanikleştirme üzerine kuruluyor, zamanla da gelişmeye devam ediyor.

Bir fikri 'bu artık esere dönüşmeli' dedirten o kıvılcım sizde nasıl oluşuyor?

Genellikle bir görselin zihnimde defalarca dönmeye başlamasıyla oluşuyor. Başlangıçta bir imge, bir duygu, bir cümle ya da bir veri yığını olarak beliriyor. Sonra parça parça bozuluyor, kendini tekrar ediyor ve bir noktada içimde taşıyamayacak kadar ağırlık yaratıyor. İşte o an, fiziksel bir üretim ihtiyacı doğuyor. Bu süreç kendi içinde dönüşerek ve gelişerek ilerliyor.


 Bir izleyiciyle karşılaşma anı sizin için ne ifade eder? Hiçbir izleyici görmeyecek olsa, yine de sanat yapar mıydınız? Neden?

İzleyiciyle karşılaşmak, yaptığım şeyin kendimden başka biriyle yankılanıp yankılanmadığını görmek açısından önemli. Ancak dürüst olmak gerekirse, izleyici olmasa da yapardım. Çünkü bu bir gösteri değil, bir ihtiyaç. Zihinsel bir boşaltım, içsel bir arındırma. Belki görünmeyen bir izleyici içindir — gelecekteki bir ben ya da hiç var olmayan biri.

Sanatsal üretiminizde ileride hangi meseleleri merkeze almayı düşünüyorsunuz?

Veri yığınlarının insan deneyimini nasıl bastırdığı, algoritmaların kararlarımızı nasıl şekillendirdiği ve teknolojiyle kurduğumuz duygusal ilişki, merkezde olacak konular. Ayrıca, izleyiciyi sürece dahil eden interaktif sistemler ve fiziksel manipülasyonlara olanak tanıyan yapılar kurmayı hedefliyorum. Çünkü artık sadece bakmak değil; dokunmak, bozmak, müdahale etmek gerekiyor.









Yorumunuzu bırakın