Tomris: Yalnızlaşmanın Adı
Hakkı Yüksel | Ed. Seda İstifciel
“Eski şeylerin hepsine veda etmek istiyorum. / Otuzların Kadını, Tomris Uyar”
Çalıştığım kız meslek lisesinde, Cumhuriyet Dönemi Türk yazarlarını anlattığım bir edebiyat dersinde öğrencilerimden biri hararetli bir şekilde parmağını kaldırarak bana şu soruyu yöneltti: “Hocam, bunların hepsi erkek! Bizim edebiyatta hiç kadın yazarlar yok mu?” Öğrencimin bu doğal bir feminist içgüdüyle yapmış olduğu sorgulaması ve eleştirel bakışı çok hoşuma gitti doğrusu. “Olmaz olur mu? Az, ama var tabii.” dedim. Neden az olduklarından, erkek egemen bir dünyanın edebiyat üzerinde de bir tahakküm oluşturduğundan bahsederek rastgele on kadın yazarımızın ismini tahtaya yazdım. Hepsinden kısaca bahsettim ve ilgilerini çeken birini seçip o yazar hakkında minik bir araştırma yapmalarını istedim. Gelen ödevlerin çoğu Tomris Uyar’ı seçmişti.
Her daim severek okuduğum Tomris Uyar, Türk öykücülüğünün başat isimlerinden biri. Yalın ve kıvrak üslubuyla ve müthiş kurgu yeteneğiyle kaleme aldığı hikâyeler, sıradan diyaloglarla bezeli olayların altında yatanları gün yüzüne çıkarma derdinde. Bu ülkede yaşayan bir kadın ve bir edebiyatçı olarak toplumun geçirdiği değişimlerin kendisinde bıraktığı izleri okuyucuyla buluşturmayı amaçlamış usta bir kalem. Bu izleri bir kelime cambazı olarak aktaran, gördüğü karanlık tabloyu kara mizahın aydınlık çakarlarıyla yansıtan, çocukluğundan beri içinde barındırdığı hınzır uyumsuzluğu bir yabancılaşmayla tamamlayarak modern edebiyatımızın ışıltılarından biri olmuş unutulmaz isimlerinden biri. Aynı zamanda usta bir çevirmen ve iyi bir eleştirmen.
Bu nitelikli edebiyat insanını seçerek ödevini hazırlayan öğrencilerimin yazılarına attıkları başlıklar beni biraz düşündürdü: “Aşkından Deliye Dönülen Kadın”, “Büyük Şairlerin İlham Perisi”, “İkinci Yeni’nin Gelini” ve bunun gibi bir sürü iç burkan başlık… Bu başlıklar öğrencilerimin şüphesiz iyi niyetleriyle attıkları; ancak Tomris Uyar’ın edebiyatımızdaki kimliğini çok yanlış şekilde betimleyen nitelendirmeler!.. Sadece öğrencilerimin ödevlerinde değil Google aramalarında da bu türden başlıklar taşıyan akademi tezleri, saygın makaleler ve köşe yazılarına ulaşmak mümkün. Ne yazık!.. Tomris Uyar’ı kimliksizleştiren, onun varlığını erkek yazarlar üzerinden tanımlayan sorunlu, derhal düzeltilmesi gereken, korkunç bir bakış açısı…
Bu değerli yazarımızı konu edinen bir tiyatro oyunu gördüğümde doğrusu heyecanlandım. Onca biyografik oyunu bünyesinde taşıyan tiyatro repertuvarımızda Tomris Uyar gibi nitelikli bir edebiyat insanını ele alan bir oyunun olmayışı üzüntü vericiydi. “Tomris”, Oda Tiyatrosu tarafından çeşitli sahnelerde uzun süredir seyircisiyle buluşan bir oyun. Adıyla oluşturduğu beklentiye tezat, Tomris Uyar’ın hayatını ele alan bir biyografik oyun değil. Ancak yazarımızın hayatıyla teğet noktalar barındıran başka bir kadın karakter üzerinden kurgulanmış ilginç bir performans.
Kaan Erkam’ın kaleminden çıkan ve Mehmet Ulay’ın yönettiği Tomris adlı oyunda sahnede Janset Paçal’ı görüyoruz. Oyun, televizyon ekranlarından gayet iyi tanıdığımız başarılı oyuncu Janset Paçal ile tiyatro sahnesi üzerinde yeniden tanışmamıza olanak sağlıyor.
Kendini “Tomris Uyar” sanan bir akıl hastasının hastane odasındaki gündüz sayıklamalarına şahit oluyoruz oyun boyu. Janset’in performansı gerçekten göz alıcı. Hatta televizyon ekranlarından daha başarılı bir oyunculukla karşılaştığımı söyleyebilirim. Tek başına sahnede olmak, birden fazla duyguyu aynı anda hissettirmek, izleyicinin ilgisini sürekli canlı tutmak kolay değil. Ancak Janset Paçal, güçlü oyunculuğuyla bu zorluğun üstesinden gayet başarılı bir şekilde geliyor. Karakterin dengesiz halleri komik olduğu kadar trajik yönleriyle de derinlemesine ele alınmış. Sahnedeki jest ve mimikleri, bir delinin karmaşık iç dünyasını başarılı bir şekilde yansıtıyor.
Sahnede kullanılan dekor oldukça minimalist. Ortada dikey pozisyonda bir yatak görseli, yatağın sağında ve solunda metnin olay örgüsüne uygun şekilde çeşitli zamanlarda kullanılan iskemlelerle sade bir düzen oluşturulmuş. Oyunun başlangıcı hayli yüksek ve etkileyici. Janset Paçal’ın gölgelerle yatak dekorunun arkasında yaptığı ve oyun karakterinin iç dünyasını hissettirdiği dans gerçekten etkileyici. Kadını konu alan ve patriyarkal sisteme karşı bir duruş sergilemeyi amaçlayan oyunlarda bu tür dans veya müzik performanslarını önemsiyorum. Çünkü bu konu dille ifade edilmeye kalkıldığında yine dilin kendi sistemi içindeki erkek hegomonik söylemlerin içine sıkışılacaktır kaçışı olmaz bir biçimde. Bu göstergesel anlam açısından zengin ve fazlasıyla yüksek başlangıç aynı zamanda izleyicinin oyuna odaklanmasını da sağlıyor. Hayli ilginç makyaj ve kostümü de karakterin delilik halini vurgular nitelikte. Oyunun makyaj ve kostüm aşamasında yine medyatik bir ismin imzası var: Kemal Doğulu. Kemal Doğulu oyunun sanat yönetmenliğini üstleniyor. Başarılı, değişik ve dikkat çekici bir iş çıkardığı söylenebilir.
Makyaj, kostüm ve dekor konusunda anlayabildiğim kadarıyla bir iş birliği de mevcut. Oyuncu Janset’in müdahaleleri ve tercihleri de önemsenmiş. Çoğu şey başarılı bir şekilde kotarılmış. Ancak oyun içindeki değişken renkli ışıklandırmalar, oyunun ortasında sahneye getirilen kocaman aynalı masa, sahne üzerinde anlamlı göstergeler halinde kullanılamıyor. Birçok oyunda kullanılan kişisel yüzleşmeler ve iç hesaplaşmalar sekanslarındaki ayna klişesi bu oyunda da tekrarlanmış. Oyundaki bazı göstergeler sahneye aksiyon katmaktan öte performansa yeni bir anlam katkısı sunmuyor.
Oyun metni kara komedi ile dram arasında gidip gelmekte. Tomris Uyar’ın hayatına yapılan göndermeler ve sahne üzerinde İkinci Yeni’den okunan şiirlerle Tomris’in hayatına ufak da olsa değen bir metin. Ancak karakter neden kendini “Tomris” sanıyor, delirmesinin nedeni tam olarak ne, sürekli tekrarlanan “Sen Tomris değilsin!” lafının derinlikli bir alt anlamı var mı gibi sorulara cevap bulunamadan oyun bitiyor. Bu anlamda metni çok başarılı bulmadığımı belirtmeliyim. Metin, dramaturjik bir düzenlemeye tabii tutulsa ayakları yere daha sağlam basan ve alımlayıcısıyla bağını daha net bir yerden kurabilen, daha güçlü bir metne dönüşebilirdi. Bunun yerine zorlama aforizmalarla ve gereksiz kafiyelerle dolu şiirsel bir yığına evrilmiş. Kaldı ki Tomris Uyar’ın kendisi kayıtlı röportajlarında da belirttiği üzere bu “şairanelikten” tiksinircesine nefret eder.
Oyunun metniyle alakalı başka bir problem daha mevcut. Metin söylemini erkekler üzerinden kurmuş ne yazık ki… Bunun üzerinden kurulan gözlem ve espriler seyircide karşılık buluyor dürüst olmak gerekirse. Ancak Tomris Uyar’ı hayatta zorlayan şey, onu yalnızlaştıran, onu yabancılaştıran, bir uyumsuz hâline getiren şey erkekler değil “erkeklik” ti. Oyundaki karakterin de metnin kurgusu içinde gri bir alanda olmasına rağmen bu sebeple delirdiğini varsayıyorum. Oyun, söylemini toplumsal cinsiyet merkezli bir yerden kurabilseydi ve dilin ataerkil işleyişini yeniden üretmeden bir söylem üretebilseydi, belki oyunun açılış sekansındaki dans performansı gibi yenilikçi başka buluşlarla zenginleştirilebilseydi vermek istediği mesajı daha kuvvetle aktarabilirdi şüphesiz.
Oyunun süresi elli beş dakika. Yani eksikliklerine rağmen seyircisini asla sıkmıyor. Yarım Elma, Ayrılsak da Beraberiz gibi popüler televizyon işlerinden tanıdığımız Janset Paçal’ı sahnede görmek ve etkileyici performansıyla büyülenmek için izlenmesi gereken bir iş. Ayrıca salondan çıkanların oyunda sürekli duydukları ve kulaklarında oyun sonrasında da yankılandığına emin olduğum “Sen Tomris Uyar değilsin!” repliği, belki bir kısmın “Peki bu Tomris Uyar kimdir?” şeklinde merakını celbedebilir. Kadınların patriyarkal bir sistem içinde kimliksizleşip delirmedikleri güzel bir dünya umuduyla…
(*Yazıdaki oyunla ilgili görseller ve afiş, Janset Paçal’ın resmî instagram hesabından alınmıştır.)