BLOG

/ Blog
20 Kasım, 2023

Ben Başka Bir Sen, Sen Başka Bir Ben

Ben Başka Bir Sen, Sen Başka Bir Ben

Eda Çamlı  |  Ed. Fatih Cebeci

10. Asya-Avrupa Mediations Bienali

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Dairesi Başkanlığı'nın (İBB Miras) öncülüğünde yürütülen titiz restorasyon çalışmalarının ardından, tarihi mekanlara yeniden hayat verilen Artİstanbul Feshane, yeni sergisi ile sanatseverlerle buluşuyor. Haliç kıyısında konumlanan ve İstanbullulara çeşitli kültürel etkinlikler sunan Artİstanbul Feshane, 17 küratörün iş birliğiyle düzenlenen 10. Asya-Avrupa Mediations Bienali'ne ev sahipliği yapıyor.

2008 yılında Polonya'nın Poznan kentinde başlayan ve bu yıl Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılı bağlamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ev sahipliği yapılan bienal, 31 Ekim - 11 Aralık 2023 tarihleri arasında sanatseverleri ağırlayacak. Asya-Avrupa Mediations Bienali, 17 küratörün davetiyle bir araya gelen 154 sanatçının resim, üç boyutlu yapıt, fotoğraf, video ve dijital çalışmalarını Artİstanbul Feshane'nin benzersiz atmosferinde sergiliyor.

Bienalin temel amacı, farklı coğrafyalardan gelen sanatçıları ve küratörleri bir araya getirerek ortak bir diyalog oluşturmak ve geniş bir izleyici kitlesiyle buluşturmak. Mediations Bienali, 33 Avrupa ve 34 Asya ülkesinden sanatçıların katılımıyla kültürel çeşitliliği ve sanatsal zenginliği vurguluyor.

Sergi, modernizmden günümüze kadar uzanan çağdaş ve güncel sanat üretimlerini ele alarak, bu üretimlerin temelindeki düşünce ve kavramları izleyicilere sunuyor. Aynı zamanda, sanatın "hakikat" ve "gerçek" açısından önemli bir üretim alanı olduğunu vurgulayarak, yapıtların yansıttığı düşünsel, biçimsel ve estetik değerlere odaklanıyor.

İBB Miras ve İBB Kültür iş birliğiyle gerçekleşen 10. Asya-Avrupa Mediations Bienali, "Ben Başka Bir Sen, Sen Başka Bir Ben" temasıyla 11 Aralık 2023 tarihine kadar Artİstanbul Feshane'de ziyaretçilerini bekliyor.


Fotoğraf İBB Kültür resmi web sitesinden alınmıştır.

Üç İç Denizin Ülkesi

İstanbul'un kültür ve sanat sahnesinde önemli bir iz bırakan sanatçı Handan Börüteçene'nin kırk yılı aşkın süredir devam eden sanat pratiği, "Üç İç Denizin Ülkesi" adlı kapsamlı sergi ile meraklılarıyla buluşuyor. Salt Beyoğlu'nda 14 Nisan 2024 tarihine kadar ziyaret edilebilecek olan sergi, sanatseverlere Börüteçene'nin zengin sanat dünyasına dair derin bir bakış sunuyor.

Sergi, Handan Börüteçene'nin sanat yolculuğunu, mezuniyet projesinden ödüllü enstalasyonlarına, büyük heykellerinden terracotta serilerine kadar geniş bir yelpazede tanıtmayı amaçlıyor. Sanatçının taşı, toprağı ve maviliği kadar etkilendiği coğrafya, Anadolu ve Trakya'nın kültür mirası ve mitlerinden ilham alıyor. Serginin adı da bu derin bağlılığı simgeliyor. Börüteçene'nin eserleri, bellek yitimine meydan okuyan bir sanat pratiğinin izini sürüyor. Sergi, sanatçının tutkularını, işlediği temaları ve peşini bırakmayan meseleleri keşfetme fırsatı sunuyor. Mezuniyet projesi "Kır/Gör" (1985) enstalasyonundan, 1987'de Urart Sanat Galerisi'nde sergilediği terracotta serilere, İstanbul'un kamuya açık mekanlarına yerleştirilen büyük heykellere kadar birçok eseri bir araya getiriyor.

"Üç İç Denizin Ülkesi" sergisi, Salt Beyoğlu'nda 14 Nisan 2024 tarihine kadar sanatseverleri ağırlıyor. Handan Börüteçene'nin uzun soluklu sanat pratiğine dair bu kapsamlı retrospektif, izleyicilere sanatçının evrenine derinlemesine bir bakış sunuyor.


Fotoğraf Salt Online web sitesinden alınmıştır.

Akustik Düşler

Akustik Düşler" adlı resim sergisi, sanatseverlerle buluşmak üzere Ziba Art Galeri'de kapılarını açıyor. Serginin sahibi, sanat yönetmeni ve eski İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan, 35 eserini 30 Kasım'a kadar galeri severlerin beğenisine sunacak.

Ziba Art Galeri'nin İstanbul'daki sanat hayatına yeni bir soluk kazandırdığı sergide, Arıkan'ın İstanbul ve Kıbrıs'ta ürettiği eserler karışık bir şekilde sergileniyor. Küratör Denizhan Özer'in rehberliğinde, resimler "akustik düşler" teması etrafında bir araya getiriliyor.

Suat Arıkan, sergiyle ilgili yaptığı açıklamada, "Buradaki ilk sergim. İstanbul'da daha önce çok sergilerim oldu. Roma, Köln ve Kopenhag'da da sergilerim oldu. Şimdiki heyecanım şu, burada eserlerim karışık, hem daha önce İstanbul'da yapmış olduğum resimler hem de Kıbrıs'ta yapmış olduğum resimler var." diyor. Emekli olduktan sonra Kıbrıs'a yerleştiğini belirten Arıkan, müziğin soyut bir sanat olduğunu ifade ederek, resimlerinde müziğin renkleri ve lirizminin izlerini taşıdığını vurguluyor.

Sanatseverler, "Akustik Düşler" sergisinde, müziğin renkleri ve lirizmiyle yoğrulmuş, sanatçının duygusal zenginliğini keşfediyor. Suat Arıkan'ın 35 eserini içeren sergi, 30 Kasım tarihine kadar Ziba Art Galeri'de ziyaretçilere kapılarını açık tutuyor.


Fotoğraf Ziba Art Galeri Instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

13 Kasım, 2023

Geleneksel ve Modern Bir Arada

Geleneksel ve Modern Bir Arada

Eda Çamlı  |  Ed. Fatih Cebeci

Jisbar İstanbul’da!

Sanatın farklı kollarına ev sahipliği yapan Kalyon Kültür’ün bu seferki konuğu, modern pop-art sanatçısı Jisbar. Birçok sanat alanındaki ünlü figürlerin portrelerini kişiselleştirip, modern pop-art sanatıyla yeniden yorumlamasıyla tanınan Jisbar, bu sefer ilham kaynağı olarak merkezine İstanbul’u aldı. ‘’Jisbar İstanbul’da’’ ismiyle sanat severlerle buluşacak olan sergi, 14 Şubat’a kadar ücretsiz olarak, Kalyon Kültür Taş Konak alanında ziyarete açık olacak.

Son olarak Leonardo Da Vinci’nin ölümünün 500.yıldönümünde sergilediği performans ile adından sıkça söz ettirmeye başlayan Jisbar, tören esnasında kendi yorumuyla yeniden dekore ettiği Mona Lisa tablosunu uzaya gönderdi. Dünyanın 30 kilometre üzerinde yaklaşık olarak 2 saate yakın bir süre boyunca havada asılı kalan tablo sanat dünyasında ses getirdi.

İstanbul’un ilham kaynağı olduğu sergi toplam 20 eser ve 40 orijinal baskı eserden oluşuyor. Özellikle Türk bayraklı Mona Lisa tablosuyla dikkat çekiyor. Her eserinde çözülmeyi bekleyen bir hikaye olan Jisbar, modern pop-art motifleriyle herkes için farklı bir pencere açıyor.

Sanatsal farkındalığı yüksek olan bu sergi, toplumsal olarak da aynı vizyonu taşıyor.

Sadece geçici bir dönem İstanbul’da eserlerini sergileyip gitmiş olmak istemeyen sanatçı, sergiden elde edilecek bütün gelirleri ve sergiye özel oluşturulan fonun tamamının Türkiye’deki ihtiyaç sahibi çocuklara bağışlanacağını açıkladı.


Fotoğraf Jisbar-art web sitesinden alınmıştır.

Bir AKM Klasiği; Kahve Konserleri

Atatürk Kültür Merkezi klasiklerinden olan Kahve Konserleri serisi yeni sezonuyla başlangıç yaptı. Atatürk Kültür Merkezi’nin Kahve Konserleri serisi, birbirinden farklı temalar ve repertuvarlarla klasik müzik tutkunlarını konuk etmeye devam ederken, solo resital projelerine ve müzik topluluklarına da yer vermeye devam ediyor.

Kahve Konserleri serisi, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’e adanan “Atam’a Şarkılar” konseri ile başladı. 11 Kasım Cumartesi günü sabah 11.00’de gerçekleşen konserde, tenor Aykut Yılmaz, Atatürk’ün doğumundan Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar uzanan tarihi sürece dair ulusal ve evrensel şarkılar seslendirdi. Sanatçıya koloratur mezzo soprano Simay Yılmaz ve piyanist Senay Yılmaz eşlik ediyor.

Kahve Konserleri, Kasım ayının üçüncü haftasında Opera İstanbul’un ‘100. Yıl Konseri’ ile devam edecek. 18 Kasım Cumartesi günü Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu Alt Fuaye alanında klasik müzik severlerle buluşacak konserde; Cemal Reşit Rey, Adnan Saygun, gibi Türk Beşleri olarak bilinen Cumhuriyet dönemi bestecilerinin yanısıra Yalçın Tura, Hasan Uçarsu gibi Türk bestecilerinden de oluşan bir kadro yer alacak. Opera İstanbul solistleri Seda Kırankaya, Hazal Güvenel Konuk, Ozan Kutlar, Fevzi Çankaya’ya piyanist Ozan Zencir eşlik edecek.


Fotoğraf AKM resmi web sitesinden alınmıştır.

Teknoloji ve Gelenek Buluşuyor; Gate of Eternity

Geçtiğimiz hafta New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenmeye başlayan "Gate of Eternity/Sonsuzluk Kapıları" NFT sergisi Antalya Kültür Yolu Festivali kapsamı dahilinde Side Antik Kent’te sanat severlerle buluşuyor. Hakan Yılmaz ve Seyd Ahmet’in dünyanın farklı bölgelerinden ve zamanlarından esinlenerek ürettiği çini örnekleri, "Gate of Eternity/Sonsuzluk Kapıları" isimli NFT sergisi New York’un ardından Antalya Kültür Yolu Festivali kapsamında Side Antik Tiyatro’da sergileniyor. Sanatçıların bu eserleri Cumhuriyet’in 100. yılı kutlamaları kapsamında New York The Metropolitan Museum of Art'ta sergilenmişti.

Kökleri Anadolu ve Mezopotamya topraklarına kadar uzanan, Osmanlı tezhiplerinde ve çinilerinde rastlanan, sonsuzluğu hedef alan, sınırlandırılmamış sanat anlayışının teknoloji ile buluştuğu sentezden ortaya çıkan “Gate of Eternity,” koleksiyonu iç içe geçmiş sürekli bir döngü içinde devinen motifleri ile sonsuzluğun kapılarını aralıyor.

50 eşsiz sanat eserinden oluşan bu koleksiyon içinde çeşitli kodlamalar ile kolajlanarak, geleneksel sanatların zamansızlığını sanal dünyada gözler önüne sererken blockchain üzerinde saklanarak korunuyor.


Fotoğraf TRT haber web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

06 Kasım, 2023

#Sanat Haftası

#Sanat Haftası

Eda Çamlı  |  Ed. Seray Rakıcı


"Kendi Gölgesinde" Sergisi: Arter Koleksiyonundan İlham Veren Bir Keşif

İstanbul'un kültür ve sanat sahnesinde önemli bir yere sahip olan Arter, 7 Nisan 2024 tarihine kadar ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek olan yeni grup sergisi "Kendi Gölgesinde" ile ziyaretçilerini farklı bir deneyime davet ediyor. Emre Baykal ve Gizem Uslu Tümer tarafından kürate edilen bu sergi, Arter Koleksiyonu'ndan seçilen yapıtlarla oluşturuldu. Sergi, yapıtların birbirleriyle kurdukları yakınlıkları ve mekânla girdikleri etkileşimi keşfetme fırsatı sunuyor.

Kengi Gölgesinde, iç ve dış, kamusal ve mahrem, varlık ve yokluk, hafıza ve unutma, boşluk ve beden gibi ikilikler etrafında kurgulanmış ve bu temalar arasındaki ilişkileri araştırıyor. "Kendi Gölgesinde" başlığı, serginin ana temasını yansıtarak görünmezlik, belirsizlik, gizlenmişlik, muğlaklık gibi nitelikleri vurguluyor. Ziyaretçiler, bu sergiyi gezerken gölgede kalanı aramaya, kendi düşünsel ve duygusal katılımlarıyla zenginleşecek bir deneyime katılmaya davet ediliyor.

Sergide yer alan yapıtlar, genellikle sıradan veya gündelik malzemeler, nesneler ve durumları kullanarak sıra dışı ve beklenmedik müdahalelerle dönüştüren sanatçıların eserlerinden oluşuyor. Karartma, eksiltme, tekrarlama, yer değiştirme gibi yöntemlerle işlenen bu yapıtlar, ziyaretçilere puslu bir görüş alanı açıyor ve mekânda etkileşim yaratarak yeni anlamlar arayışına yol açıyor.

Koleksiyon sergisinde yer alan sanatçılar arasında Hüseyin Bahri Alptekin, Mirosław Bałka, Pedro Barateiro, Michał Budny, Hera Büyüktaşçıyan, Jae-Eun Choi, Cevdet Erek, Terry Fox, Hreinn Friðfinnsson, Bilge Friedlaender, Deniz Gül, Mona Hatoum, Rolf Julius, Nadia Kaabi-Linke, Šejla Kamerić, Borga Kantürk, Mohammed Kazem, Inge Mahn, Ferhat Özgür, Seza Paker, Pinaree Sanpitak, Chiharu Shiota, Yaşam Şaşmazer, Hema Upadhyay, ve Nika Zupančič gibi önemli sanatçılar bulunuyor.

"Kendi Gölgesinde" sergisi, sanatın sınırlarını zorlayan, düşündürücü ve etkileyici bir deneyim sunuyor. Arter'e gelen sanatseverler, bu benzersiz sergiyi keşfederken sanatın derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkma fırsatı buluyorlar.


Fotoğraf Arter web sitesinden alınmıştır.

Artweeks Akaretler: Sanat ve Sanatseverler İçin Bir Buluşma Noktası

İstanbul'un tarihi ve sanatsal dokusunu yaşatan Akaretler Sıraevler, sanatın büyülü dünyasını ağırlamaya hazırlanıyor. Bilgili Holding tarafından düzenlenen 8. Artweeks Akaretler, 16 Kasım tarihine kadar sanatçıları ve sanat tutkunlarını bir araya getirecek.

Bu yıl 8. kez gerçekleştirilecek olan etkinlik, Türkiye'nin önde gelen galeri ve sanatçılarını buluşturmayı hedefliyor. Dirimart, Pilevneli, PG Art Gallery, Anna Laudel, X-İst, MERKUR Galeri, Galeri Siyah Beyaz, Öktem Aykut, Ferda Art Platform, Martch, İyilik İçin Sanat, Galeri Nev İstanbul, Galeri Bosfor, Taksim Sanat, Doğançay Müzesi, Şerife Bilgili Ercantürk, Mine Sanat Galerisi, Muse Contemporary, One Arc Gallery, Gallery Kairos, Cengiz Yatağan gibi Türk sanatının önde gelen temsilcileri, Akaretler Sıraevler'de eserlerini sergileyecekler.

Bilgili Holding ve UBS ana sponsorluğunda gerçekleşen etkinliğin organizasyonunu, Bilgili Sanat ve Sabiha Kurtulmuş üstleniyor. İki haftalık etkinlik boyunca, sanatçılarla söyleşiler, paneller ve özel etkinlikler düzenlenecek.

Ayrıca, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli sanatçı Haluk Akakçe'nin Akaretler'deki evi ve atölyesi, eşi Nevzat Beyazıt Akakçe'nin isteği üzerine 16 Kasım tarihine kadar Artweeks özel ziyarete açık olacak. Bu, sanatseverlere Haluk Akakçe'nin eserlerine ve yaşamına saygı gösterme fırsatı sunuyor.


Fotoğraf Bilgili Holding web sitesinden alınmıştır. 

Çello Dâhisi Hauser, İstanbul'da Sahne Almaya Geliyor!

Klasik müziğin asi ruhu ve çello tutkusuyla tanınan 2Cellos'un kurucu üyesi Stjepan Hauser, dünya çapındaki ilk solo turnesi "Rebel with a Cello" kapsamında İstanbul'da hayranlarıyla buluşmaya hazırlanıyor. Müziğin "kötü çocuğu" olarak bilinen Hauser, Hırvatistan'ın gururu ve çello yıldızı olarak adından söz ettiriyor.

Hauser, klasik müziği dinamizmi ve enerjisiyle birleştirerek, milyonlarca dinlenme ve video görüntülemesi elde ettiği sosyal medya platformlarında büyük bir hayran kitlesi edindi. 18 Kasım akşamı Ülker Arena'da Epifoni organizasyonuyla sahne alacak olan Hauser, İstanbul'da unutulmaz bir gece vaadediyor.

Hauser, müziğin köklü geleneklerini bir araya getirerek klasik, pop ve rock müziği harmanlayan özel bir yeteneğe sahip. "Smooth Criminal" yorumuyla milyonların kalbini fethetti ve klasik müziği genç ve dinamik bir kitleye ulaştırdı. Çaykovski'den Lady Gaga'ya, Shostakovich'ten Shakira'ya kadar geniş bir repertuarla kendini ifade eden Hauser, dünya çapında konserler vererek yerleşik müzik sektörünün sınırlarını zorluyor.

Andrea Bocelli, Red Hot Chili Peppers gibi müzik dünyasının efsane isimleriyle iş birliği yapan Hauser, "Classic" albümüyle Billboard listelerinde zirveye tırmanırken, kendi çarpıcı müzik video serisi "Alone Together" ile de müzikseverlerin beğenisini kazandı.

İstanbul'da düzenlenecek olan bu konser, müziğin sınırlarını zorlayan bir dâhinin sahne performansını deneyimlemek isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat.


Fotoğraf Biletix web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

30 Ekim, 2023

Bodrum Yeni Bir Festivale Kavuşuyor!

Bodrum Yeni Bir Festivale Kavuşuyor!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

1.Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali: Sanatla Dolu 14 Gün!

Bodrum, güzellikleri ve tarihiyle ünlü bir tatil beldesi olmanın ötesinde, sanatın coşkulu bir kutlamasına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 1. Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali (BOTİF), "Başka bir Bodrum Mümkün" mottosuyla 3-16 Kasım tarihleri arasında sanatseverlerle buluşuyor.

BOTİF, çağdaş dans gösterilerinden performatif sunumlara, dans tiyatrosundan konserlere ve müzikli edebiyat okumalarına kadar uzanan geniş bir program sunuyor. Festivalin sanat yönetmenliğini Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran üstlenirken, yedisi yurtdışından yirmi üç farklı prodüksiyon, yedi farklı mekânda sahne alıyor.

Festivalin açılışı, 3 Kasım'da Bodrum Kalesi'nde İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın sahneleyeceği "Deli Dumrul" oyunuyla yapılacak. Ardından, Türkiye'den ve dünyanın dört bir yanından gelen prodüksiyonlar, Bodrumlu tiyatro severlerle buluşacak. Bu büyüleyici etkinlikler, Bodrum'un farklı mekanlarında gerçekleşecek. Ayrıca Bodrum'da bulunan Cumhuriyet tarihinin ilk okul gemisi STS Bodrum, tiyatro sanatçıları tarafından Halikarnas Balıkçısı'nın eserlerinin okunduğu ve Jehan Barbur'un müziği eşliğinde unutulmaz bir deniz yolculuğuna ev sahipliği yapacak.

Festival kapsamında gerçekleşecek olan konserler ve performanslar da göz dolduruyor. Cem Yıldız'ın "Ben Uçarım Gökler Uçar", Sema Moritz'in "Efsane Hanımlar", Renan Bilek'in "Aranjmanlar-Öyküleriyle Şarkılar" adlı konserleri Bodrumlu sanatseverlerle buluşacak. Ayrıca, Dilek Türkan ve Oğuzhan Balcı'nın Muğla Büyükşehir Belediyesi Şehir Orkestrası ile vereceği "Şarkıların Cumhuriyeti" konseri de 10 Kasım'da Bodrum Belediyesi Heredot Kültür Merkezi'nde ücretsiz olarak sahnelenecek.


Fotoğraf Biletinial resmi web sitesinden alınmıştır.

İstanbul Komedi Festivali Başlıyor!

Türkiye'nin mizah dünyasının öncülerinden olan BKM (Beşiktaş Kültür Merkezi) tarafından düzenlenen İstanbul Komedi Festivali, her yıl gelişen ve büyüyen bir programla komedi severlerle buluşuyor. 5 Kasım- 3 Aralık 2023 tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival, geniş bir katılımcı yelpazesi ve renkli içerikleriyle bu yıl da dikkat çekmeyi başarıyor.

Festivalin yıldız isimleri arasında Türk tiyatrosunun devleri Demet Akbağ, Şener Şen, Uğur Yücel, Ali Poyrazoğlu ve Güneş Berberoğlu, Behzat ve Süheyl Uygur, Kaan Sekban, Doğu Demirkol, Zafer Algöz, Can Yılmaz, Esra Dermancıoğlu, Deniz Göktaş, Ali Kerim Diler, Can Bonomo, Can Temiz, Bengi Apak, Oya Başar, Hakan Yılmaz ve Asuman Dabak gibi ünlü isimler bulunuyor. Bu isimler, kendi tarzlarıyla ve mizah anlayışlarıyla izleyicilere keyifli anlar yaşatmaya hazırlanıyor.

Festival kapsamında, İstanbul'un komedi tutkunlarına hitap eden oyunlar ve şovlar sahnelenecek. "Aydınlıkevler," "Tuz Biber 6’lı," "Zengin Mutfağı," "Ölün Bizi Ayırana Dek" ile Semaver Kumpanya'nın "Cimri" oyunu, izleyicileri güldürmeye devam edecek.

Festival, İngiliz komedyenlerin de Türk seyircisiyle buluşacağı özel bir platform sunuyor. Funny Woman Awards'ı kazanan Laura Smyth, Ricky Gervais'in turnesinin açılışını yapan Sean McLoughlin, ödüllü genç komedyen Matt Richardson ve Brennan Reece gibi isimler, İstanbul'un komedi sahnesini uluslararası bir boyuta taşıyor.

İstanbul Komedi Festivali, gülmenin iyileştirici gücünü vurguluyor ve şehirdeki her yaştan ve her tattan izleyiciye hitap ediyor.

Festival programının detayları için: https://www.istanbulkomedifestivali.com/


Fotoğraf istanbulkomedifestivali resmi web sitesinden alınmıştır.

Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk

Türkiye'nin önde gelen kadın sanatçılarından biri olan Gencay Kasapçı'nın 2017 yılında kaybından sonra ilk büyük sergisi "Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk," sanatseverlerle buluşuyor.

"Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk" sergisi, Gencay Kasapçı'nın İtalya ve Türkiye'deki sanat yaşamı boyunca ürettiği eserleri, uzun yıllar sonra ilk kez bir arada sunuyor. Serginin direktörlüğünü Döne Otyam, metin yazarlığını ise Dilek Karaaziz Şener üstleniyor.

Sergide, 1960'lı yılların Roma sanat ortamında ürettiği resimler, fotoğraflar ve açtığı sergiler gibi özellikle ZERO grubu ile olan ilişkisine dair belgeler yer alıyor. Aynı zamanda, 2019 yılında hazırlanan "Noktanın Sonsuzluğu: Gencay Kasapçı" belgeseli, sanatçının yaşamına tanıklık edenlerin anlatımlarıyla izleyicilere sunuluyor.

Bu önemli sergiyi, 25 Şubat 2024 tarihine kadar, pazartesi hariç her gün 10.00-17.00 saatleri arasında Ankara’daki Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi'nde ziyaret edebilirsiniz.


Fotoğraf Erimtan Museum Instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

25 Ekim, 2023

Kral Ölüyor, Yaşasın Kral!

Kral Ölüyor, Yaşasın Kral!

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

“Ölümsüz olmadıktan sonra niye doğdum? Anama, babama lanet olsun. Nereden akıllarına gelmiş, ne kötü bir şaka! Dünyaya daha beş dakika önce geldim, evleneli üç dakika oldu.”

-Ioneco, Kral Ölüyor 

Krallar doğar, çeşitli mücadeleler sonucunda tahta geçerler, iyi veya kötü bir dizi şey gerçekleştirdikten sonra da ölürler. Tabiatın ve medeniyetin ortak temel kanunu, şeylerin ortaya çıkması ve önünde sonunda ölmesidir. Sonucunda tarih ilerler (ya da döngüye girer), şeyler gelişir. Ionesco’nun bu oyundaki “Ya öyleyse?”si, onlarca yıl boyunca hem çok iyi hem de çok kötü şeyler yapmış Kral Berenger’in bir türlü ölememesidir. 

Otoriter rejimler altında yaşamaya alışkın, bu kişiliklerle geçmişte karşılaşmış kişiler, “ölememe” durumunun ne olduğunu az biraz günlük hayatlarından bilirler. Yaptığı iyi (!) şeylerin yanında korkunç kötülükleriyle de kendinden söz ettiren Berenger, ülkemizin siyasi atmosferi altında oldukça tanıdık bir figürdür. Oyunda geçmişte gerçekleştirdiği medeniyet kurucu yeniliklere rağmen, bugün yalnızca ismi dolayısıyla saygı gören, daha önce yaptığı şeylerin hiçbirini gerçekleştiremeyen bir kralla karşı karşıya kalırız. Berenger’in ilk eşi, Margueritte, Berenger’in artık ölmesi gerektiğini sürekli dile getirerek kralı ikna etmeye çalışır. Kralın ikinci eşi, Marie ise kendi varlığını ancak kralın varlığı üzerinden mevcut kılabildiği için kralın yaşaması için elinden geleni yapar. Sonunda, ölmek konusunda kafası karışık, ölümle yaşam arasında sürekli gidip gelen, tabiri caizse “ölüşen” bir kral ortaya çıkar. Fakat ölüme direnmek, tabiatın kurallarına terstir. Berenger’in ülkesindeki tüm sorunların ana kaynağı kendisinin bir türlü ölmemesidir. Bunu anlayacak olsa da ölümden korkusu ve kendi mutlak otoritesine sadakati bu anlayışın önüne geçer.

Tiyatro BeReZe’nin Kral Ölüyor’unu geçtiğimiz günlerde izleme fırsatı buldum. Sahnede bizi üzerinde şekillerle boşluklar açılmış bir platform karşılıyor. Oyun figürleri bu platformu zaman zaman arkasına geçip, boşluklarda oynayarak kullanıyor. Platformun arkasına geçtiklerinde oyun kişilerinin vücutlarının bazı parçaları görülebiliyor. Kral’a ölmesi gerektiğini, kaçınılmaz sonunu hatırlatmaya çalışan Margueritte ve krala boş umutlar veren Marie’nin arasında Berenger’in her geçen saniye daha perişan hale geldiğini oyun çok net bir şekilde aktarıyor. Tacını taşıyamadığı için uzunca bir şapka giydirilen kral, pijamalarının da yardımıyla oyun ilerledikçe soytarılaşıyor.

Tiyatro BeReZe’nin Kral Ölüyor’u, metnin aynı zamanda çevirmeni olan Semih Fırıncıoğlu tarafından sahneye konuldu. Oyun metnin geneline sadık bir anlayışla sahneye taşınmış. Elif Temuçin’in canlandırdığı Margueritte’a simsiyah bir elbise, Erkan Uyanıksoy’un canlandırdığı Berenger’e çizgili pijamalar ve kendisinin oynadığı Marie’nin pembe elbisesini tasarlayan isim ise Hatice Cansu Karagöz. Oyunun dekorunda Kerem Erverdi ve aynı zamanda yönetmen yardımcısı olan Özgür Doğa Görürgöz’ün de isimleri bulunuyor.

Kral Ölüyor, bu sezonda Tiyatro BeReZe’de ayda dört kez oynamaya devam edecek. 

Devamını Oku

24 Ekim, 2023

Paloma Picasso

Paloma Picasso

Ksenia Kobeleva | Çev. Melisa Şahin | Ed. Yüsra Yüce

Paris'te kimse kırmızı ruj sürmeye cesaret edemezken o sürerdi. Abartılı tarzı Yves Saint Laurent ve Karl Lagerfeld'e ilham verdi ve Tiffany & Co. için yaptığı mücevher koleksiyonları markanın diğer serileri arasında parlaklığı ve büyüklüğü ile öne çıktı. Picasso’nun kendi mirasını yaratan kızı Paloma Picasso'dan bahsedelim.

Annesi Fransız yazar Françoise Gilot, Paloma henüz dört yaşındayken Picasso’yu terk etmesine rağmen, Paloma doğduğu andan itibaren babasının şöhretinin gölgesinde kaldı. "Picasso'nun kızı" gibi meçhul bir statüye razı olmak istemeyen Paloma, aktif bir şekilde kendi mesleğini aradı: ilk resmini dokuz yaşında çizdi, ilk elbisesini 12 yaşında tasarladı ve 15 yaşında bir mücevher parçası tasarladı. "14 ya da 15 yaşındayken kendimi çok huzursuz hissediyordum. O zamanlar sadece bir şeyler yazmak için elime kalem alırdım. Bir sanatçı olacağımdan çok korkuyordum.” diye hatırlıyor o günleri Washington Life'a verdiği bir röportajda.


Paloma adı İspanyolca'da "güvercin" anlamına gelir ve Pablo Picasso'nun Guernica tablosunun resimsel bir karşıtı olarak çizdiği Dünya Barış Kongresi amblemine atıfta bulunur. Daha sonra Andy Warhol ile Interview için yaptığı bir söyleşide bunu itiraf eder: "Bu çok güzel bir isim. Şimdiye kadar aldığım en güzel hediye ve her dilde kulağa güzel gelen bir kelime."


Paloma, Nantes Üniversitesi'nde okurken avangart tiyatro prodüksiyonları için kıyafetler tasarlamaya başladı. Picasso'nun karakterlerinden biri için sahte elmaslardan oluşan bir kolye tasarladı. Onları bit pazarında bulduğu, Folies Bergère kabare dansçısına ait olan bir büstiyerden koparmak zorunda kaldı. Bu hikaye onu mücevher konusunda ciddileşmeye teşvik etti, bir mücevher kursuna kaydoldu ve daha sonra Yunan markası Zolotas için çalışarak becerilerini kanıtladı.


Her yazı Joan Miró ya da Jean Cocteau gibi ünlülerin düzenli olarak konuk olduğu Picasso'nun Fransa'nın güneyindeki evinde geçirdi. Yaratıcı atmosfere alışkın olan kendi arkadaşları da aynı imaj ve statüyü benimsedi: Paris boheminin genç ve hırslı temsilcileri. Bir gün, tesadüfen bir arkadaşı Paloma'yı Yves Saint Laurent'in atölyesine getirdi.Yves Saint Laurent, bit pazarından aldığı kocaman omuzlu 1940'lardan kalma siyah bir elbiseye, gri tüylü kocaman pembe bir türbana ve kendi tasarımı olan mücevherlere baktıktan sonra onu yeni Gloria Swenson olarak adlandırdı ve bir sonraki koleksiyon için mücevher tasarlamasını teklif etti. Bir yıl sonra, Saint Laurent onun resimlerini bir moodboard olarak kullanacak ve 1971 Skandal koleksiyonu tüy ve dudak desenli elbiseler ile renkli kürk mantolar içerecekti.


Paloma, Yves'in ölümüne kadar onunla arkadaştı. Picasso, Arjantinli oyun yazarı Rafael Lopez-Sanchez ile ilk kez evlendiğinde düğün kıyafetini tasarlayan da oydu. Törende Paloma beyaz bir pantolon takım, fırfırlı kırmızı bir bluz ve ona uygun deri eldivenler giymiş, ziyafette ise Karl Lagerfeld imzalı kırmızı bir elbise giymişti. Parti onun evinde düzenlendi. Paloma gerçek bir moda diplomatıydı: iki tasarımcının mesleki rekabetlerini unutarak flamenko dansı yaptıkları birkaç akşamdan biriydi.


Paloma kendi bedenine ve çıplaklığına karşı rahat tavrıyla ünlendi. İlk kez 1974 yılında Polonyalı yönetmen Valerian Borowczyk'in "Ahlaksız Hikayeler" filmindeki dört bölümden birinde oynadı. Erzsebet Bathory karakteriyle neredeyse tek kelime etmeden tarihin en zalim konteslerinden birinin mizacını somutlaştırmayı başardı. Film eleştirmenlerinden çok iyi tepkiler alan Paloma oyunculuk kariyerine devam etmeyi bile düşündü. Babasının Diaghilev balesi için kostümler üzerinde çalıştığı Coco Chanel'i oynamayı hayal ediyordu. Ancak bilinmeyen nedenlerden dolayı filmin çekimlerine başlanmadı.



Paloma çıplaklık konusunda hiç utangaç değildi Sadece sinema perdesinde değil, Helmut Newton için üstsüz ve bir göğsü açık bir Lagerfeld elbisesiyle poz verdi ve Antonio Lopez bir ceketle poz verdiği bir dizi fotoğrafını da çekti. Kırk yıl öncesine ait bu hikaye o kadar modern görünüyor ki, günümüz Balenciaga'sı için bir lookbook olabilir.

Kendini sunma becerisi dillere destandır: babasının miras paylaşımı davasında, eşarpla bağlanmış açık pembe bir elbise giymiş ve Venedik'te arkadaşları için düzenlenen bir baloda hiç ayakkabı giymemiş, sadece çorap giymiştir. Madame Grès ve Georges Rech'e komşu geçen yüzyıldan kalma vintage parçalardan oluşan gardırobunda, henüz ana akım değilken topazlı kadife gerdanlıklar bulunuyordu. Yaşı ilerledikçe, tarzı giderek bilinçli bir kadınsılık ile umutsuz bir erkeksilik arasında gidip gelmeye başladı: Paloma partilerde genellikle göğsü açık, omzu açık bir ceket ve sade bir pantolonla görünürdü. Dışarıdan yardım almadan parlak bir kariyer inşa eden özgürleşmiş genç bir kadın imajı yaratmayı başardı. Studio 54'ü dolduran eksantrik kişilikler arasında bile, etnik desenli kıyafetleri, kürklü şapkaları ve büyük mücevherleri sayesinde öne çıkıyordu.


Ancak mücevherler her zaman onun asıl tutkusu olmuştur. Diğer kızlar Tiffany & Co.'dan hediye olarak bir şey almayı hayal ederken, Paloma onu yaratmayı hayal ediyordu. Şirkete ancak ikinci denemesinde girebildi - ilk seferinde onun yerine Elsa Peretti işe alınmıştı. Bir sonraki sefer daha şanslıydı: markanın kreatif direktörünü zaten Peggy Guggenheim sayesinde tanıdığı John Loring’ti. Loring, Paloma'ya zekice üstesinden geldiği bir deneme görevi teklif etti ve 1980'de bir sözleşme imzaladı. İlk Graffity koleksiyonu, New York'a taşınmasından ve buradaki boyalı binalardan esinlenmiştir. Sonraki tüm koleksiyonları bir şekilde kişisel tarihiyle bağlantılıdır: Venezia, büyüdüğü ve kendisini ailesinden ayrı bir kişi olarak gördüğü şehirle ilgilidir, Marrakesh Fas'taki eviyle ilgilidir ve Dove, Pablo Picasso'ya bir övgüdür. Daha sonra güvercinlerin babasının yarattığı logoya benzememesi için 200'den fazla eskiz çizdi.


Tiffany & Co. şirketinde mücevher tasarımcısı olarak çalışmanın yanı sıra Paloma ilk kocasıyla birlikte kendi markasını kurdu. 1984 yılında çanta, kemer, nevresim üretti ve bu çalışmalarıyla Amerikan Moda Tasarımcıları Konseyi Paloma'ya yılın en iyi aksesuar tasarımcısı unvanını verdi. Aynı yıl, üç koku yaratmak için L'Oréal ile bir sözleşme imzaladı. İlki olan Paloma Picasso için sadece şişeye adını yazmakla kalmadı, aynı zamanda Richard Avedon tarafından hazırlanan bir kampanyada da rol aldı. Alametifarikası olan kırmızı rujundan para kazanmamanın aptallık olacağını fark ederek 1987'de L'Oréal için Mon Rouge'u yarattı. Kendi rengi piyasaya sürülmeden önce Picasso, Revlon'un sadece iki seçeneğini tercih ediyordu: Certainly Red veya Love That Red. İmzası haline gelen kırmızı rujunu çoktan terk etmiş olsa da, hala kendi kuşağının en renkli kadınlarından biri. Ve belki de bizimkinin de.

Devamını Oku

23 Ekim, 2023

Yaşasın Cumhuriyet!

Yaşasın Cumhuriyet!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Atatürk Kültür Merkezi, Cumhuriyet'in 100. Yılını Konserlerle Karşılıyor!

İstanbul'un önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olan Atatürk Kültür Merkezi (AKM), Cumhuriyet'in 100. yıl dönümünü etkileyici konserlerle karşılamaya hazırlanıyor. Türkiye'nin bu özel dönemine adanmış bir dizi konser, müzikseverleri büyüleyici performanslarla coşkulu bir atmosferin içine çekiyor.

Cumhuriyet'in 100. yıl dönümünü anlamlandıran bir özel konserle sahneye çıkacak olan Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş döneminin müziğini gün yüzüne çıkarıyor. "1923’ten Sonsuza: İkinci Yüzyıla Merhaba" adlı bu özel konserde, Cumhuriyet'in ilanının yüzüncü yılına özel bestelenen eserler de seslendirilecek.

27 Ekim'de gerçekleşecek olan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) konseri, piyanist Can Çakmur'un,  Dmitri Shostakovich'in "İkinci Piyano Konçertosu"nu yorumlayacağı unutulmaz bir an olacak. İDSO, Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin ve Ferit Tüzün gibi Türk bestecilerin eserlerini seslendirecek.

İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu, Cumhuriyet'in 100. yılına özel bir repertuvarla sahneye çıkıyor.  27 Ekim tarihindeki bu konserde, Cumhuriyet ile ilgili özel şarkılar ve türküler seslendiriliyor. Konser, Elif İnce ve Gediz Çoroğlu'nun solist performanslarına ev sahipliği yapıyor.

Tekfen Filarmoni, 28 Ekim'de İstiklal Marşı'nın yazılış hikayesini unutulmaz bir performansla anlatmaya hazırlanıyor. Mehmet Altun'un araştırmaları sonucunda ortaya çıkan bu özel konser, İstiklal Marşı'nın yazılma hikayesini tiyatral bir yaklaşımla sunuyor. Konserde, Ceyda Düvenci, Mert Fırat ve Yiğit Sertdemir önemli rolleri seslendiriyor.

Türk Telekom Opera Salonu'nda 29 Ekim tarihinde gerçekleşecek olan "Cumhuriyet'in 100. Yıl Konseri" programı, Cumhuriyet'in yetiştirdiği önemli bestecilerin eserlerine odaklanıyor. İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) Orkestrası ve Korosu, muhteşem bir performans sergileyecek. Konserde Ceren Aydın, Elif Tuğba Tekışık, Serkan Bodur, Emre Güngör ve İlke Kodal solist olarak sahnede yer alıyor olacak.


Fotoğraf AKM İstanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Türkiye'nin Kitap Şöleni: 40. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Başlıyor!

40. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, 28 Ekim - 5 Kasım tarihleri arasında Beylikdüzü TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde kitap severleri ağırlamaya hazırlanıyor. Her yıl farklı bir tema etrafında okurla yazarları buluşturan fuarın bu yılki teması, "Yaşasın Cumhuriyet" olarak belirlendi.

Fuarın ev sahipliği yapacağı dokuz yüz doksan sekiz yayınevi ve sivil toplum kuruluşu, ziyaretçilere geniş bir kitap yelpazesi sunuyor. Ayrıca, dört yüzden fazla kültür etkinliği ve iki binden fazla yazar imza günü, katılımcılara edebiyat dünyasının zenginliğini yaşama fırsatı veriyor. Nermin Abadan Unat, fuarda Onur Yazarı olarak yer alıyor. Fuar süresince Unat'ın yaşamı ve eserleri hakkında düzenlenecek paneller ve söyleşiler, edebiyatseverlere önemli bir deneyim sunuyor. Ayrıca, yazarın yaşamına ve eserlerine odaklanan bir anı kitabı da fuar süresince okurlarla buluşuyor.

Fuar kapsamında "Yaşasın Cumhuriyet" teması doğrultusunda, Cumhuriyetin yüzyılı edebiyatı hakkında çeşitli söyleşiler de düzenleniyor. Yüzyılın şiiri, öyküsü, çocuk ve gençlik edebiyatı, romanı, denemesi-eleştirisi ve yayıncılığı gibi farklı konu başlıkları, yazarlarla bir araya gelerek edebiyatın derinliklerine inme fırsatı sunuyor.

Detaylı bilgi ve imza günleri için: https://istanbulkitapfuari.com/


Fotoğraf Tüyap resmi web sitesinden alınmıştır.

11. Engelsiz Filmler Festivali: Sinema Herkes İçin!

Engelsiz Filmler Festivali, bu yıl da duygusal ve etkileyici hikayelerle dolu bir programla sinemaseverleri bekliyor. 20-26 Ekim tarihleri arasında Ankara'da, 4-5 Kasım tarihlerinde Eskişehir'de gerçekleşecek olan festival, her yıl olduğu gibi engellilere erişilebilir sinema deneyimi sunmayı amaçlıyor. Bu yılki teması ise net: "Bir Arada Film İzlemek Mümkün."

Türkiye ve dünya sinemasının önde gelen kırk iki filmi, festival kapsamında özel olarak erişilebilir hale getirilecek. Ankara'daki Paribu Cineverse ANKAmall, Goethe-Institut, ve Eskişehir'deki Cinema Pink Kanatlı AVM salonları, bu etkileyici filmlere ev sahipliği yapıyor.

Ayrıca, "Kısa Film Yarışması" kapsamında gösterilecek on dört kısa film, 20-26 Ekim tarihleri arasında Türkiye genelinde çevrimiçi olarak izleyicilerle buluşuyor. Festival, bu yarışma sayesinde kısa film yapımcılarına erişilebilirlik konusundaki yeteneklerini sergileme fırsatı sunuyor.

Festivalin detayları için: https://engelsizfestival.com/tr


Fotoğraf Engelsiz Filmler Festivali Youtube kanalından alınmıştır.

Devamını Oku

19 Ekim, 2023

Zaaflarında Yükselen Yapı: Hamburg Elbphilharmonie

Zaaflarında Yükselen Yapı: Hamburg Elbphilharmonie

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

Elbphilharmonie Binası, Hamburg’da Elbe nehrine hakim bir konumda yer alan bir konser salonudur. Yapı ünlü mimarlık firması Herzog & de Mauren tarafından 2017 yılında tamamlanmış ve izleyici ile buluşmuştur. Her nasıl Frank Gehry’nin Gugenheim’ı Bilbao’nun, Zaha Hadid’in Haydar Aliyev Kültür Merkezi Bakü’nün silüetini değiştirip, bulundukları şehirlerin ikonik yapıları haline geldilerse, Elphi’de (Elbphilharmonie’nin halk arasındaki takma adı) Hamburg için benzer bir işlevi görmüştür. Tüm bunlara rağmen, yapının inşa süreci birçok açıdan eleştirilere odak olmuş ve mimari bir kabusa dönmüştür.


2007’de başlayan inşa sürecinin 2010 yılında bitirilmesi planlansa da, bu öngörü yapının gerçek bitirilme tarihi yanında çok iyi niyetli bir tarihlendirme olarak karşımıza çıkar. Sürecin bu türden bir sürüncemeye girmesi, zamanla beraber yapının maliyetinin de katlanmasına sebep olur ve toplum kaynaklarının kullanımı konusunda birçok tartışmanın altlığını hazırlar. Mimari tasarımın makyajlı dizayn altlığı altında gerçekleşen bu serüven, bir mimari eserin yalnızca bir sonuç üründen odaklı olmadığını hatırlatır. Ancak yine de uzun vadede yapım süreçleri unutulur ve eserin fiziksel varlığının rutinliği, kentli üzerinde daha devamlı bir etki bırakır.

Yapının fiziksel olarak en bariz özelliği dikeyde yarattığı iki farklı kimliktir. Alt kısımları Hamburg ve çevresinde sıklıkla kullanılan kırmızı tuğladan oluşurken, yapının daha yüksek katları cam malzeme ile bitirilmiştir. Bunun sebebi, yapının üzerinde bulunduğu alanın tarihsel devamlılığına duyduğu saygıdır. Elphi’nin tuğla bölümlerini oluşturan kısmı, konser salonuna dönüştürülmeden önce alanda mevcut olan ancak yıllarca işlevsiz kalmış Kaispeicher A  yapısına aittir. Kent belleğinde yer etmiş bir yapının izleri yeni Elbphilharmonie yapısında da kendini devam ettirmektedir.

Üst kısımlara çıkıldıkça dramatik bir şekilde değişen malzeme, katı ve kapalı tuğlanın aksine geçirgen bir cama dönüşür. Malzeme geçişinin arasında halka açık bir teras olarak kullanılan bir kat ile, yapı şerit halinde kesilir ve bina kütlesinin ikiliği daha da vurgulanır. Bulunduğu adacığın tam köşesinde yer alırken üçgenvari plan şeması ile Elbe’nin içine saplanır gibi konumlanan yapı, Hamburg için ikonik bir kompozisyon oluşturur.

Alphi’nin cephesi kadar iç mekanı de konuşulmaya değer bir tasarıma sahiptir. Özellikle konserlerin sahnelendiği büyük salonu mekansal kurgu açısından etkileyicidir. Sahne “Bağ Stili” (Vineyard Style) olarak adlandırılan sahne sistemine göre tasarlanmıştır. Bu tasarım düşüncesi sahneyi alanın tam ortasına yerleştirirken, izleyicilerin yer aldığı koltukları sahne etrafında 360 derece dönecek şekilde kurgular. Bu sayede sahne seyirciler tarafından çepeçevre sarılmış olur. Daha yaygın kullanılan tek taraflı sahne kurgusuna nazaran, Bağ Stili izleyiciye daha farklı bir deneyim yaşatır.

Salondaki koltuklar, mekanın kurgusuna farklı bir değer katan karışık bir katmanlaşma yaratacak şekilde tasarlanmıştır. Kat algısını yok edecek şekilde yükselen izleyici koltukları, iç içe geçen, üst üst binen ancak birbirinin önünü kapatmayan bir oturma düzeni yaratır. Bu kurguyu sağlamak için küçük bölümlere ayrılan oturma alanları, salonun büyük ölçeğini daha domestik bir algılayışa çeker. Algıda yaratılan bu oynama 2100 kişi kapasiteli bu büyük salonun, odak çevresinde konumlanmış “samimi” bir atmosfere bürünmesine yardımcı olur. Kat sisteminin muğlaklaşması ile mekanda yüzer biçimde kalan izleyici, domestik algının da etkisiyle odak noktası olan sahneden asla yeterince uzaklaşamaz. Fiziksel olarak da çevreye yayılmaktan ziyade dikey kotlara dağılan koltuklar, izleyicinin sahneden uzaklaşmasını engeller. Tüm bu etmenler, seyircinin yalnızca dinletiden beslenmesini değil aynı zamanda mekanın zenginliğini de hissetmesini sağlar.

Her ne kadar mekansal zenginliği görsel kalitesiyle birleşse de, fonksiyonda kusur bulunan bir mimari eser yeterince başarılı olamaz. Mimarlığı diğer sanat türlerinden ayıran en büyük etmenlerden biri olan belirli bir fonksiyona yönelik inşa edilmesi, eserin ayaklarını yere bağlar. Hamburg Elbphilharmonie Büyük Salonu da işte bu ikilemde puan kaybeder. Konser salonu her ne kadar mekansal bir deneyim sunsa da, salondaki akustiğin kusurlu yapısı, yapının birçok kez eleştirilmesine sebep olmuştur. Ses dağılımında yapılan hatalar sonucunda ses sadece odaktan yayılmaz. Seyirciler arasında çıkacak küçük bir ses, neredeyse tüm salondan duyulur. Bu da sahnenin tek odaklılığına zarar verir.

Fonksiyonel anlamdaki zaafına rağmen Elbphilharmony, Hamburg’un ikonik yüzü ve önemli bir konser salonu olmaya devam eder. Kent peyzajına kattığı değer ve tanınırlık konusundaki küreselliği, yapıyı önemli mimari eserler arasına koymuştur. Herşeye rağmen yapım sürecindeki çalkantısı ve sonuç üründeki sorunlarıyla, mimari anlamda mükemmel bir eser olmaktan uzaktır. Ancak bu bile ekonomi-mimarlık ve estetik-fonksiyon kavramları üzerinde gelişecek tartışmalara güzel bir örnek oluşturmaktadır.

Devamını Oku

16 Ekim, 2023

Tiyatro ve Sergi Ziyafeti

Tiyatro ve Sergi Ziyafeti

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

27. İstanbul Tiyatro Festivali Başlıyor!

25 Ekim-25 Kasım tarihleri arasında, İstanbul Tiyatro Festivali, Işıl Kasapoğlu küratörlüğünde büyük bir heyecanla kapılarını aralıyor. Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanından yirmi tiyatro oyunu, performans ve dans gösterisi şehrin dört bir yanında sanatseverlerle buluşuyor.

27. İstanbul Tiyatro Festivali, sahneleme türlerinin ve sanat biçimlerinin büyük bir çeşitlilik içinde sergilendiği özel bir etkinlik. Festivalin programı belgesel tiyatrodan klasik sahnelemelere, çağdaş tiyatrodan mask tiyatrosuna, kukla sinemasından mekâna özgü performanslara kadar uzanıyor. Sanatseverler, bu etkinlik sayesinde farklı sanat disiplinleriyle tanışma fırsatı buluyor.

Festivalin açılışı, Pina Bausch'un unutulmaz eseri "Café Müller" ile yapılıyor. Dansın güzellik algısını sorgulayan ve sahneye özgü bir ifade biçimi bulan bu performans, festivalin açılışında izleyicilere heyecan verici bir deneyim sunacak.

Ayrıca, festivalin temalarından biri olan "Bu İşte Bir Kadın Var", bu yıl da etkinlik programına alınmış. Program kapsamında kadın hikayelerini konu edinen oyunlar ve kadınların yaratıcılığını öne çıkaran yapımlar sahnelenecek. Wajdi Mouawad'ın Kız Kardeşler oyunundan Flu Lysistrata ve Sen Hamlet Değilsin'e kadar birçok eser, kadın üretiminin ve kadın bakış açısının daha görünür hale gelmesini hedefliyor.

İstanbul Tiyatro Festivali, sadece yetişkin izleyicileri değil, çocukları da unutmuyor. Festival programı içinde yer alan ödüllü yapım "Büyük Patlama (The Big Bang)" ve Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü'nün desteğiyle üretilen "Kabuk" adlı çocuk oyunları, minik seyircileri büyülü bir dünyaya davet ediyor.

Festivalin detayları için: https://tiyatro.iksv.org/


Fotoğraf Passo web sitesinden alınmıştır.

Bir İdealin Peşinde: Atatürk ve Alaca Höyük

Yapı Kredi Müzesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılını gururla kutlamak ve bu özel dönemi anlamak amacıyla, "Bir İdealin Peşinde: Atatürk ve Alaca Höyük" sergisine ev sahipliği yapıyor. 10 Mart 2024'e kadar sürecek olan bu özel sergi, Alaca Höyük kazılarında ortaya çıkarılan eşsiz arkeolojik hazineleri İstanbul'un merkezine getiriyor.

Sergi, İstanbul Yapı Kredi Müzesi'nin üç katını dolduran geniş bir alanda ziyaretçileri ağırlıyor. Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Alaca Höyük Müzesi, Çorum Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden getirilen iki yüz otuz beş arkeolojik ve etnografik eser, tarihsel bir yolculuk sunuyor. Bu nadir ve özel eserler sergiyi dolaşan herkesi antik Anadolu'nun derinliklerine götürüyor. Sergi, ziyaretçilere kazılar sırasında çekilmiş fotoğraflar ve sanatçı Mahmut Akok'un özgün çizimleriyle Alaca Höyük'ün hikayesini anlatıyor.

Serginin ilk katında Alaca Höyük kazılarının ilk yıllarında kullanılan bir dekovil (vagon) ve sikkenin atası kabul edilen bir bronz ingot (külçe) ziyaretçileri karşılıyor. İkinci katta, Cumhuriyet Dönemi Türk arkeolojisinin gelişimini gösteren bilgi panoları ve orijinal eserler yer alıyor. Aynı katta Hatti dünyasının etkileyici ortak kültürünü, halkın ve yönetici sınıfın yaşamını, ölü gömme geleneklerini anlatan sergi alanları ziyaretçilere sunuluyor.

Üçüncü katta ise Hititlerin Alaca Höyük'te ulaştığı sanat düzeyi, doğal çevre ile kurulan bağlar, dinsel, gündelik ve sosyal yaşama dair buluntular detaylı olarak inceleniyor. Bu kat, arkeolojik ve etnografik objeler kullanarak Anadolu'nun çağlar boyunca devam eden kültürel sürekliliğini vurguluyor.


Fotoğraf Yapı Kredi Kültür Sanat web sitesinden alınmıştır.

Renkli Anadolu

Türkiye'nin ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler'in eşsiz eserlerinden oluşan "Renkli Anadolu" sergisi, Yapı Kredi bomontiada'da kapılarını ziyaretçilere açtı. Bu özel sergi, Doğuş Grubu ve Ara Güler Müzesi iş birliğiyle hayata geçiriliyor ve sanatseverlere Anadolu'nun renkli ve zengin kültürel dokusunu keşfetme fırsatı sunuyor.

Sergi, Ara Güler'in renkli fotoğrafçılığın yükseliş dönemlerine uyum sağlayarak çektiği seksen dokuz benzersiz fotoğrafı içeriyor. Bu özel koleksiyon, 1957 ve 2003 yılları arasına yayılan uzun bir zaman dilimini kapsayarak Ara Güler'in fotoğrafçılıkta zamansız bir ustalık sergilediğini gözler önüne seriyor. Fotoğraflar, Anadolu'nun farklı köylerini, manzaralarını ve günlük yaşam sahnelerini yansıtarak bölgenin çeşitliliğini vurguluyor.

Renk, serginin ana teması olarak öne çıkıyor. Ara Güler'in objektifinden yakalanan canlı ve etkileyici renkler, Anadolu'nun zenginliğini ve güzelliğini alımlayıcıya sunuyor. Sergi, sanatseverlere bu muhteşem bölgeyi yeniden keşfetme ve Güler'in gözünden Anadolu'yu deneyimleme fırsatı sunuyor.


Fotoğraf Ara Güler Müzesi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku