25 Mart 2025 Salı

Alperen Albayrak ile “Palmiyeler Altında Yazın Son Günü” Üzerine

Kumru Yaren Cengiz  |  Ed. Seda İstifciel

21. Akbank Kısa Film Festivali ile geçtiğimiz günlerde festival yolculuğuna başlamış olan “Palmiyeler Altında Yazın Son Günü” filminin yönetmeni Alperen Albayrak ile filmin tüm süreçlerine yönelik bir sohbet gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dileriz. 

Alperen seni tanıyabilir miyiz öncelikle?

Ben Alperen, Antalyalıyım, Bahçeşehir Üniversitesi Sinema mezunuyum. Şu aralar hem reklam hem de sinema alanında faaliyet gösteriyorum. Şimdiye kadar üretmek hayatımın vazgeçilmez bir parçası oldu. Kendimi bildim bileli sinema üzerine düşünmeyi çok severdim ve bu da beni bugüne getirdi.


Filmin adı ‘Palmiyeler Altında Yazın Son Günü’ oldukça şiirsel bir çağrışım yapıyor. Başlığı nasıl belirledin? Filmle nasıl bir bağ kurmasını istedin? Hikâyeye nasıl bir çerçeve kazandırmasını istedin?

Bence biz bir filmi izlemeye onunla ilk teması kurduğumuzda başlarız. Bu bir afiş olur, başlık olur, filmden bir görsel olur. Orada izleyiciyle nasıl bir ilişki kurabilirsek o duygu, filmin kalanına da bir şekilde ulaşır. O yüzden filmin adı da üzerine hep düşündüğüm bir şey oldu. Filmin adı proje geliştirme aşamasında, Palmiyeler Altında idi ama hikâyeden bağımsız olarak bu isimle ilgili bir şeyler eksik hissettiriyordu. O ismin de güçlü bir çağrışımı var ama yine de tam değildi. Yarım kalmış bir an gibi, yarım kalmış bir hissiyattaydı. O yüzden Palmiyeler Altında, evet palmiyeler altında geçen bir hikâye olacak bu, ama ne zaman? İşte orada tarihe düşülmüş bir not gibi “Yazın Son Günü” filmin ismine eklendi ve böylelikle duygusunda da artık bitmiş bir ana referans vermeye başladı. Sanki günlüğe eklenmiş bir not gibi izleyicinin de bu mahremiyetin, bu bilginin farkında olarak filmle temas kurmasını istedim. Didaktik bir yerden çok o kulakta tınlayan şiirsel hisle filmi izlemeye başlamaları daha doğru olurdu.

Bu filmi yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Özellikle bir anı, duygu ya da ilham kaynağı var mıydı?

Sinema bence en temelde fotoğraf sanatıyla ilişkilidir ve bu doğrudan benim sinema yapma anlayışımı da etkiledi. Genelde bir projeye başlarken hikâyeyi kurgulayarak veya filmin çatısını kurarak başlamam. Gözümde bir an, bir fotoğraf karesi belirir. Sonrasında o beliren imaja dair içimde karşı konulamaz şekilde bir merak başlar. Bir an öncesini ve bir an sonrasını düşünmeye başlarım ve bu keşfetme arzusu da bazen filmle sonuçlanır. Burada da gördüğüm görüntü, bir akşam üstü güneşin kızıllığının gökyüzünü sardığı bir anda rüzgârda hafif hafif salınan palmiyeler görüntüsüydü. Bu görüntüyle birlikte hissettiğim şey ise, insanın sevdiği bir ana, sevdiği bir yere, sevdiği insana/insanlara vedasına dair bir histi. Bu belki benim bir anımdı, belki başkasının bilmiyorum ve de hatırlamıyorum ama anlatılmaya değer bir şeydi.

Filmdeki zaman algısı oldukça akışkan, bazen rüya gibi bazen de anımsama hissi veriyor. Kurgu aşamasında bu zamansal geçişleri nasıl kurguladın ve izleyicinin zaman duygusunu nasıl yönlendirmek istedin?

Aslında bunu duyduğuma sevindim. Filmin ilk kurgusunu çıkarttığımızda ben hiç sevememiştim. Hatta Dilan’la birbirimize biz yapamadık galiba dediğimiz an bile oldu. Bunun ardından kurgucumuz Vehbi ile ve onun haricinde de özellikle Ceren ve Nazlıyla filmin her şeyini en ince ayrıntısına kadar didiklediğimiz bir çalışma süreci geçirdik. Burada neredeyse senaryoyu dahi baştan yazdık diyebilirim. Ve bu sayede filmi her şeyden bağımsız sadece kendi anlatısıyla değerlendirmeye başladık. Tüm bu çalışmalar içinde tekrardan keşfettiğim bir şey vardı, o da bu filmin her şeyden çok hatırlama üzerine bir film olmasını istediğimdi. Net bir hikâye, mesaj veya anlatının peşinde koşmadan kurguyu sadece anlara ve duygulara odaklanarak ilerlettik. Geçişlerin daha silikleştiği, seslerin daha çok birbirine karıştığı, kameranın sanki havada asılı bir şeyler arar tavrı da biraz bu yüzden. Kurguya da bunu bu şekilde aktarıp, izleyicinin salt izleyici konumundan çıkıp biraz zamanın akışında kendilerini kaybedip o duyguyla yoğurulmalarını istedim. Umarım başarmışızdır.


Ana karakterin sessizlik anları çok şey anlatıyor. Bu karakterin iç dünyasını, diyalogdan çok görsellikle ifade etme kararını nasıl aldın?

Bu film bence zaten yeterince geveze bir film. Çok konuşuyor ve bir şeyler anlatma telaşı eminim ki yer yer hissediliyordur ama bir yerlerde de bir karşıtlık yaratmak gerekiyordu ki karşıtlıklar zaten anlatıyı güçlendiren şeylerdir. Bunun da haricinde zaten anlatmak ile bir şeyi hissettirmek arasında büyük bir fark var. Mesela çok konuşan bir çiftin hikayesindense, hiç konuşmayan bir çiftin hikayesi daha çok şey anlatabilir, daha değerli olabilir. O yüzden filmde de filmin o çok gürültülü ve geveze yapısını ana karakterin sessizliğiyle dengelerken, filmin esas hissiyatını da yine bu sessizlik anları üzerine inşa ettik. Böylece bir şeyler anlatma telaşının yerini, bırakalım oradaki dünyayı ve duyguyu izleyici kendi bulsun aldı. Bu da aslında bu tercihin bir sonucuydu. 

Bazı sahnelerde ışığın ve gölgelerin bilinçli bir şekilde kullanıldığını hissediyoruz. Özellikle gün batımı ve gece sahnelerinde ışık tercihlerinin anlatıya katkısı hakkında ne söylemek istersin?

Burada artık filmin daha karanlık bir yere geçtiğini söyleyebilirim. Bu karanlıktan kastım da karakterlerin sadece ve sadece kendileri ve korkularıyla baş başa kaldıkları bir yer olması. Dış etkenlere daha az bağlı, daha özgür ama daha tedirgin edici. Hayatın yeni bir sayfası açılıyor ama gelecek belirsizliklerle dolu. Büyümek zaten böyle bir şey değil midir? O yüzden de ışık tercihinde de o keskinliği hissetmemiz gerekiyor gibi geldi. Açılıştaki pastel ve sıcak tonların değişimi ve dönüşümü de buna hizmet etsin istedik.


Bazı sahnelerde sanki diyaloglar yarım kalıyor, tamamlanmıyor ya da karakterler cümleleri içinde bitiriyor. Bu anlatım tarzı senaryo sürecinde nasıl şekillendi?

Bu tercihler senaryodan çok oyuncu çalışmalarında şekillendi. Senaryoyu birebir filme geçirdiğimiz bir stilimiz olmadığı için şöyle bir yazım süreci oldu demek zor. Başlangıçta kafamda bir atmosfer ve bir duygu vardı. Bundan sonra karakterler derinleşti ve karakterlerin zihninden her birinin kendi hikaye akışını kaleme aldım. Hepsini çeksek bu hikayeden belki bir uzun metraj bile çıkabilirdi. Elimizde çalışabileceğimiz bir senaryo oluşunca işte o zaman oyuncularla diyaloglar üzerine çalışmaya başladık. İşte bu çalışmalar sonucunda gerçekten oyuncularla birlikte karakterlerin dünyasına inebilince orada tamamlanamayan diyaloglar, daha alçak veya daha yüksek sesle söylenmek istenenler kendini göstermeye başladı. Biz de tabi bunların içinde filmin duygusuna en çok hizmet edenleri tutup kalanları çıkardık.

Ses tasarımı da oldukça dikkat çekici, özellikle doğa sesleri, rüzgâr ve uzaktan gelen sesler. Ses kullanımında özellikle ilham aldığın ya da örnek aldığın bir yaklaşım var mıydı?

Doğrudan bir ilham veya yaklaşım demek zor ama ses ve kurgu üzerinden biraz bilinç akışı tekniğini filme dahil etmeye çalıştık diyebilirim. Ayrıca ses tasarımı üzerine düşünürken, bu elementi hep karakterleri tanımlayabilecek şekilde ele aldık. Sesin de yaşadıkları dünya gibi onları kavramasını, adeta etraflarını saran seslerin içinde yer yer kaybolmalarını istedik. Böylelikle yaşadıkları dünyadaki kayboluşları sesle biraz daha pekişmiş olacaktı. 

Bağımsız bir film olarak ‘Palmiyeler Altında Yazın Son Günü’nü hayata geçirmek zor oldu mu? Bu süreçte seni en çok zorlayan şey neydi?

Tabi, bağımsız film yapımı her zaman zor olmuştur. Bu zorlukların en başında da hep bütçesel zorluklar geliyor. Biz de bundan etkilendik, burada yeterli fon kaynaklarının olmaması, olan fonların dağıtımının hep belirli bir amaç çevresinde dönmesi, pek çok sinemacı gibi bizi de en zorlayan şeydi ama bütçenin haricinde asıl zorlandığımız nokta, tamamen dış mekan filmi çekmekti. Bunu denemeden önce bunun bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Hem lojistik problemlerle karşı karşıya kalıyorsunuz hem de tamamen o anın koşullarına dış etmenlere bağlı oluyorsunuz. Kontrol etmekte zorlandığımız çok element oldu. Bazıları bizi sekteye uğrattı, bazılarıyla tamamen filmi iptal etmeye kadar bile götürebilirdi ama yine de bir şekilde tüm bu elementleri filmin kendi akışına yerleştirebildiğimizi düşünüyorum. Hatta çok çok zor olmasına rağmen çok eğlenceliydi bile diyebilirim.

Filmin son sahnesi üzerine çok konuşulacağını düşünüyorum. Bu sahneyi çekerken izleyicinin nasıl bir hisle salondan çıkmasını amaçladın?

Evet, şimdi ne olacak? Bu his aslında merkeze aldığım duyguydu. Tabi pek çok film biterken benzer duyguları taşımayı amaçlayabilirler ama biz burada izleyicide sadece hikayeyi takip ederek bu duyguyu değil de, biraz geçmişe de götürüp kendi hayatlarıyla ortaklık kurup bunu düşünmelerini istedim çünkü; çok güzel bir anın içindesin ve bizler onun içindeyken bunun bir şeylerin sonu olduğunun ne kadar farkındayız? Ya da farkında olduğumuzda da bununla ne yapabiliriz ki? İşte izleyicinin de kendi hayatlarına da bu yönden bir bakmalarını istedim.

Film bittikten sonra senin için en özel sahne veya an hangisiydi? Çekim sırasında seni en çok etkileyen anlardan birini paylaşır mısın?

Filmin en değerli elementi bence oyunculuk ve oyuncular. Filmden önce de oyuncularla çok ciddi bir çalışma süreci geçirdik ve bu sürecin büyük çoğunluğu, oyuncuların filmdeki sahneleri veya replikleri üzerine değildi. Burada amacım tamamen onların kamerayı unutup kendilerini karakterleriyle var etmelerini sağlamaktı ki bunu güzel bir şekilde çalıştırdık. Bir, gün batımında sahilde eğlenerek yürüdükleri ve ikincisi de ateş başı dansı kamera da dahil olmak üzere tamamen doğaçlama çekildi ve günün sonunda en sevdiğim sahneler oldular diyebilirim. Gerçekten yaşayan bir şeyler başardığımızı hissettirdi bana.

Tüm cevaplar için teşekkür ederim. Son olarak filmin festival süreci nasıl gidiyor ve üzerine konuşabileceğimiz yeni bir proje var mı aktif olarak?

Festival süreci aslında yeni başladı. Önümüzdeki haftalar ve aylarda umuyoruz ki daha fazla yerde daha fazla insanla buluşacağız. Ama sadece bunu festivaller üzerinden değerlendirmek istemiyorum. Film yapımının amacı her zaman seyirci olmalı. İlk olarak ulaştırabildiğimiz kadar çok insana ulaştırıp, sonrasında da uzun vadede insanların geriye dönüp bugünün gençlerine bakmak istediklerinde açabilecekleri bir film olsun istiyorum. O yüzden ben filmin kalıcılığının uzun süreli olmasını istiyorum. 

Yeni bir proje olaraksa bir kısadansa uzuna yöneldiğim bir proje var. Yine hatıralar anlatının temelini oluşturuyor. Hala yazım aşamasındayım ama yıllara uzanan bu hikayede, bir çiftin ayrılığını işlemek istiyorum ve bunu yıllar içinde değişen Türkiye sosyolojisi ve psikolojisini arkana plana alarak anlatmayı amaçlıyorum ve bu proje için aklımda tek bir soru var: Aşk bittiğinde geriye ne kalır?


Yorumunuzu bırakın