29 Mart 2025 Cumartesi

DANSÖZ: “Bu Kimin Oyunu; İlk Kim Bozdu Sonsuz Uyumu?”

Hakkı Yüksel  |  Ed. Seda İstifciel

“Dans, yabancı gözün hazzına sunulmuş bir ziyafet değil, 

Tanrı ile kulu arasındaki bir gizli dildir.”

*Oyun metninden


Karanlıkları yararak gelen, üstü başı kana bulanmış bir kadın… Ezilmenin, ötekileştirilmenin, nesneleştirilmenin intikamını almış nihayet. Şimdi kendini anlatma niyetinde. Ama muktedir sistem ağlarını öyle bir örmüş ki ağzını açıp ne söylerse söylesin suçlu addedilecek. Fakat neylesin ki geri dönemez artık. Çünkü göründü bir kere!..

Baktığımız ama görmediğimiz ya da görmezden geldiğimiz; acılı hikâyesine hayvani duygularımızın tatmini için kulak kabarttığımız, bazense hiç duymadığımız ya da duymazdan geldiğimiz üçüncü sayfa haberlerinin arasında kaybolmuş bir kadın… Bu kez karanlıkları yara yara üstü başı kan, elinde bıçak, bize doğru gelmekte. Ne söylerse söylesin nafile! Muktedir sistem kulağımıza kurşun dökmüş, duymayacağız. Duysak da anlamayacağız belki. Fakat neyleyelim ki artık “fark ettik!” Görüldü bir kere!..

Meryem adlı bir oryantalin hikâyesini anlatan Dansöz, tiyatrodaki “izleyen- izlenen” ilişkisini tersine çevirip “bakışın iktidarı”nı sorguluyor. Oryantal kostümü kana bulanmış Meryem’in, çalıştığı pavyonun müşterilerine (seyirciye) polis gelip de onu götürmeden az önce, kuliste yaşattığı vahşeti ve bu vahşetin nedenlerini anlattığı tek kişilik, yaklaşık bir saatlik oyun. Şamil Yılmaz’ın yazıp yönettiği Dansöz, Mekân Sahne prodüksiyonluğunda 2019’un kasım ayından beri sahneleniyor. Çeşitli ödüller almış oyun üzerine daha çok kalem oynatılması, konuşulması, tartışılması gereken bir iş. Çünkü oyunda sıradan bir “zavallı mağdur kadın” öyküsü dinlemiyor, daha derinlikli ve katmanlı bir metin ve sahnelemeyle karşılaşıyoruz.

Meryem’in hikâyesi toplumsal normlara, cinsiyetçi tahakküme ve dilin sınırlarına derin bir eleştiri getiriyor. Kadın bedeninin tarihsel olarak seyir nesnesine dönüşme süreci, oryantalizmin nasıl inşa edildiği ve kadının dil aracılığıyla içine doğduğu eril yapıdan sıyrılma çabası gözler önüne seriliyor. 


Oyunda olaylar, Antik Yunan tragedyalarında olduğu gibi sona çok yakın bir yerden başlayıp geçmişe doğru açılıyor. Hayli tempolu, yüksek ve merak uyandırıcı bir başlangıç. Oyun, sonuna kadar da temposundan bir şey kaybetmiyor. Klasik tiyatrodan en büyük farkı Meryem’i başarılı bir şekilde canlandıran Sezen Keser’in dördüncü duvarı yıkıp izleyene doğrudan bakarak sahnenin aslında iki yönlü bir alan olduğunu alımlayıcıya hatırlatması oluyor. Sartre, “bakış” kavramını bir iktidar aracı olarak tanımlar. Sartre’a göre bakılan kişi, kendine bakıldığını hissettiği anda bir nesneye dönüşür. Dansöz, Meryem’in seyirciye doğrudan bakmasıyla bu iktidar ilişkisini tersine çeviriyor ve seyircinin kendisini sorgulamasına neden oluyor. Meryem’in bakışları, gerçekten oyun boyu izleyenin tüylerini ürpertiyor. Meryem’in sahnede seyirciye doğrudan bakarak onu rahatsız etmesi önemli bir etki yaratıyor. Ancak bu etkileşimin daha ileriye taşınması, seyircinin rolünü daha belirgin hale getirebilirdi. Örneğin, izleyiciden tepki beklenen anlar veya doğaçlama etkileşimler, seyirciyi oyunun içine daha fazla çekebilirdi. Seyircinin doğrudan sorularla muhatap edilmesi veya bazı bölümlerde karanlığa gömülerek yalnızca Meryem’in sesiyle baş başa bırakılması gibi rejisel dokunuşlar, oyunun mesajını daha çarpıcı hale getirebilir, bozmaya çalışılan “gören- görülen” dengesi daha çok vurgulanabilir ve sarsılabilirdi. 

Oyunun en çarpıcı yönlerinden biri de en iyi iletişim aracı olarak bellediğimiz dili sorgulaması ve sınırlarını zorlamaya çalışmasıdır. Jacques Derrida, yapısöküm teorisinde dilin kendisinin bir iktidar biçimi olduğunu ve her kelimenin anlamını, ancak onu çevreleyen diğer kelimelerle kurulan ilişkiler içinde kazandığını savunur. Bu ilişkiler hiyerarşik bir yapı içindedir ve eril bir sistem içinde şekillenir. Öyleyse denebilir ki kadın kendi bedenine ve kimliğine, patriyarkal sistemin kurduğu dil içinde asla tam anlamıyla sahip olamaz, çünkü o dilin kendisi eril bir zemin üzerinde inşa edilmiştir. Lacan’a göre de dil, zaten kişinin öznel deneyimlerini ifade edemez. Anlamı sürekli erteler ve özneyi dilden bağımsız bir varoluş biçiminden uzaklaştırır. Meryem, bu dilsel sınırlara karşı başkaldırısını “dansıyla” yapacaktır. 

Sezen Keser, minimalist bir dekor tasarımının tercih edildiği boş sahnenin üzerinde bedenini bir şiir gibi kullanıyor. Anlama katkı sunan ışık kullanımı eşliğinde, Hilal Polat tasarımındaki klasik bir dansöz kostümü içinde, Elif Aydın koreografisiyle hazırlanan danslarla oyun boyu harika bir performans sergiliyor. Meryem, dil bariyerini oryantalin gücüyle yenmeye çalışıyor. Ancak burada karşımıza yeni bir paradoks çıkıyor. 


Oryantal dans, Batılı bakış tarafından egzotikleştirilmiş ve erotize edilmiş bir dans biçimi. Edward Said’in oryantalizm kuramına göre Doğu, Batılı bakış tarafından gizemli, erotik ve mistik bir alan olarak tasvir edilir. Batı, kendi fantezilerini inşa etmek için Doğu’yu araçsallaştırır. Bu yüzden Meryem’in dans aracılığıyla kendini ifade etmeye çalışması, belki onu dilin semantik bağlamından kopartıp özgürleştiriyor. Ama aynı zamanda yeniden bir nesneye dönüşme riskini de beraberinde getiriyor. Lacan’ın “ayna evresi” teorisine göre, özne, kendini başkalarının bakışı aracılığıyla tanır ve inşa eder. Dansöz de bu teoriyi sahnede Meryem’in trajedisi üzerinden somutlaştırmış oluyor. Meryem, seyircinin bakışıyla kendini var ediyor; ama aynı zamanda o bakışın içine hapsoluyor. 

Meryem, dansını heteronormatif bakışın tanımıyla icra etmiyor. Aksine bu türden kalıpları reddederek kendi bedenini yeniden tanımlama mücadelesi veriyor. Meryem’in dansı, ataerkil düzenin dayattığı toplumsal cinsiyet rollerine karşı bir direniş eylemi. Bu durum, queer dramaturjiyi oyunun alt metnine ekleyerek onu cinsiyet ve beden politikalarına dair güçlü bir söyleme dönüştürüyor.

Dansöz, tiyatro sahnesinde bakışın, bedenin ve cinsiyetin sınırlarını sorgulayan önemli bir yapıt olarak öne çıkıyor. Seyirciyi de bu sorgulamanın içine çekmek için zorluyor. Oyunun özellikle feminist bakışı hayli güçlü. Ancak Meryem’in annesiyle kurduğu ilişki belki biraz daha detaylandırılabilirdi. Sürpriz bozmaktan çekinerek çok detaylandırmaktan kaçınacağım. Ancak annenin akıbeti, oyun sonrasında beni biraz düşündürdü. Patriyarkanın oyun kurucusu erkekler olsa da kadınların da bu sisteme eklemlenebildiği, hatta sistemin yılmaz savunucuları olabildiği malum.  Belki annenin yazgısı, sistem içindeki sinikliğiyle açıklanabilir. Ama bu durumda seyirciyi ikna edecek veriler olay örgüsü içinde daha sarih bir halde sıralanabilir, karakterler arasındaki dinamik daha açık verilebilirdi. 


Oyunda Meryem geçmiş travmalarıyla hesaplaşırken bazı hayvanlardan bahsedilir. Örneğin bakıp büyüttüğü, sonra da annesinin verdiği bıçakla kurban ettiği kuzunun hikâyesi gibi… Böylece metin, sembolik anlamda hayvanlar ve insanlar arasındaki sınırların bulanıklaştığı bir evren kurmaya çalışmaktadır. Hayvanların ve kadınların benzer bir şekilde metalaştırıldığı, bedenlerinin bir tüketim nesnesine dönüştürüldüğü oyunun alt metnine yedirilmiştir. Böylece Dansöz, insan merkezli düşüncenin ötesine geçerek bedenin bir politik alan olarak sorgulanmasına imkân tanır.

Kadın bedeni üzerindeki iktidar yalnızca erkek egemen düzenin değil, aynı zamanda kapitalist piyasanın da bir ürünüdür. Dolayısıyla, gerçek bir özgürleşme ancak bu iki tahakküm biçimi arasındaki bağlantıyı sorgulayarak sağlanabilir. Dansöz, feminist bağlamı daha çok vurgulasa da bu iki tahakküm arasında bir denge sağlamaya çalışıyor.  Oyunda “gören- görülen” dengesi üzerinden açılan tartışma çok vurucu. Kapitalizm, sadece kadın bedenini değil, seyircinin bakışını da bir tüketim nesnesine dönüştürebiliyor. Bu bağlamda seyircinin sahnede kendi bakışıyla yüzleşmesi çok değerli. Bu yüzleşmeyle beraber “Bu bakışı kim üretir, hangi kültürel kodlar bu bakışı şekillendirir?” soruları da seyircinin kendi kendine cevabını arayacağı alanlar yaratıyor. 

Sonuç olarak, Dansöz, sadece bir hikâye anlatımından ibaret değil; tiyatronun, susturulmuş, ötekileştirilmiş ve nesneleştirilmiş bedenlerin isyanını haykıran bir direniş aracı olduğunu gözler önüne seriyor. Meryem’in dansı, patriyarkal düzene karşı bir başkaldırı, heteronormatif kalıplara karşı bir isyan ve otokratik sistemin baskısına karşı bir özgürlük talebi. Dansöz, bu direnişin bedenle, bakışla, sesle ve dansla kurduğu güçlü ilişkilerle, toplumsal değişim için tiyatronun taşıdığı potansiyeli bir kez daha gözler önüne seriyor.

Not: Fotoğraflar mekansahne instagram hesabından alınmıştır.


Yorumunuzu bırakın