BLOG

/ Blog
04 Eylül, 2023

Unutulmaz Performanslara Davet!

Unutulmaz Performanslara Davet!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Bozcaada, 8-9-10 Eylül 2023 tarihlerinde cazın büyülü dünyası ile buluşmaya hazırlanıyor. Her yıl farklı temalar ile caz severleri bir araya getiren festival, bu yıl "oyun" teması ile karşımıza çıkıyor. Bozcaada Caz Festivali, oyunun insanlar ve hayvanlar için temel bir yaşam kategorisi olduğunu vurguluyor ve oyunun neşe, iyi olma hali ve iletişimi güçlendiren bir aktivite olduğuna dikkat çekiyor.

Bayazma Manastırı'nın mistik atmosferinde gerçekleşecek bu etkinlik, müziğin sınırlarını zorlayan sanatçıları ve müziğin büyülü dünyasını bir araya getirerek katılımcılara unutulmaz anlar yaşatacak. Ferit Odman Quartet, Meral Polat Trio, Nubya Garcia, Islandman, Bozcaada Ensemble, Volkan Öktem ve dünyanın dört bir yanından gelen caz sanatçıları, müzikseverlere unutulmaz performanslar sunmaya hazırlanıyor.

Festival hakkında detaylı bilgi için: https://bozcaadacazfestivali.com/


Fotoğraf Bozcaada Caz Festivali resmi websitesinden alındı.

Tonedmelisma Müzik Festivali

Besteci Ataç Sezer'in yönetmenliğinde gerçekleşen Tonedmelisma Müzik Festivali, klasik müziğin dünya çapında ünlü virtüözlerini Arter'de ağırlıyor. 8–10 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival, "Portreler – Yeni Yüzler" teması çerçevesinde dinleyicilere eşsiz bir müzik deneyimi sunuyor.

Festival kapsamında, Aaron Pilsan, Minguet Quartett, Onur Özkaya ve Senka Simonović gibi klasik müziğin tanınmış isimleri sahne alıyor. Ayrıca, Eres Holz ve Ataç Sezer tarafından bestelenen iki yeni eser de ilk kez dinleyicilerle buluşuyor. Festivalin açılışı, Aaron Pilsan'ın piyano resitali ile gerçekleşiyor.

Tonedmelisma, müziğin sanallık ve dijital dünyayla nasıl etkileşimde bulunduğunu inceleyerek "Sanallık günümüzün mistisizmi mi?" sorusuna yanıt arayacak.


Fotoğraf Arter resmi websitesinden alındı.

Seni Sevmeyen Ölsün

Anna Laudel, sanat dünyasının önde gelen isimlerinden sanat gazetecisi M. Gülben Çapan'ın küratörlüğünü üstlendiği "Seni Sevmeyen Ölsün" başlıklı karma sergiyi sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor.

Bu özel sergi, Türkiye'nin zengin kültürel miraslarından biri olan Arabesk müziğine odaklanıyor. Sergide Anıl Can, Ardan Özmenoğlu, CANAN, Cansu Yıldıran, Haluk Çobanoğlu, Rasim Aksan, Tuğberk Selçuk ve Yasemin Özcan’ın farklı teknik ve malzemelerle oluşturdukları disiplinler arası eserleri yer alıyor.

Gülben Çapan'ın Arabesk kültürünü derinlemesine incelediği bu sergi, Arabesk müziğinin son yıllarda yaşadığı dönüşümü vurguluyor. Yaz sezonunun en çok ilgi gören sergilerinden biri olan ‘Seni Sevmeyen Ölsün’, 10 Eylül’e kadar Anna Laudel’de görülebilecek. Kaçırmayın!


Fotoğraf Anna Laudel resmi websitesinden alındı.

Kar ve Ayı

Selcen Ergun'un yönettiği ve senaryosunu Yeşim Aslan ile yazdığı ilk uzun metrajlı filmi "Kar ve Ayı", dünya prömiyerini 47. Toronto Uluslararası Film Festivali'nde gerçekleştirmişti. Festivalde büyük bir ilgi ile karşılaşan  yapım, başka birçok festivalden de ödüllerle dönerek sinema dünyasında adından söz ettiriyor. Türkiye'de 8 Eylül tarihinde gösterime girecek olan "Kar ve Ayı", başarılarının ardından sinemaseverlerin heyecanla beklediği bir yapım olarak öne çıkıyor.

Filmin başrollerinde Merve Dizdar ve Saygın Soysal gibi deneyimli oyuncular yer alırken, Asiye Dinçsoy, Erkan Bektaş, Derya Pınar Ak, Onur Gürçay ve Muttalip Müjdeci gibi yetenekli isimler de kadroyu zenginleştiriyor.

"Kar ve Ayı", psikolojik gerilim öğeleri taşıyan bir hikâyeyi anlatıyor. Film, kışın bitmek bilmediği uzak bir kasabaya atanmış genç bir hemşirenin oradaki erk ilişkileri, sır ortaklıkları ve şüpheyle yüzleşme hikayesini ele alıyor.


Fotoğraf Mubi websitesinden alındı.

Devamını Oku

02 Eylül, 2023

Moda Fotoğrafçılığında Bir Devrim: Peter Lindbergh

Moda Fotoğrafçılığında Bir Devrim: Peter Lindbergh

Ksenia Kobeleva | Çev. Melisa Şahin | Ed. Yüsra Yüce

20. yüzyılın en ünlü moda fotoğrafçılarından biri olan Peter Lindbergh, 3 Eylül 2019'da hayatını kaybetti. Lindbergh, süper modellerin, film yıldızlarının fotoğraflarını çekti, birçok Vogue kapağında imzası vardı ve moda fotoğrafçılığında devrim yarattı. Çok parlak kurgulanmış fotoğrafları sevmiyordu: Resimlerinin kahramanlarını rötuşlanmış mankenler yerine gerçek insanlar olarak göstermeye çalışıyordu.

İşgal altındaki Polonya'da doğan Peter Lindbergh, hayatta kaldığı yaklaşık yetmiş beş yılda yoksulluktan gelip süper modellerin, film yıldızlarının ve haute couture'ün zengin dünyasına uzanan uç noktalar gördü. Berlin Sanat Akademisi'nden mezun olduktan sonra çok seyahat etti, resim denemeleri yaptı ve 1969'da Hans Mayer'in avangart galerisinin bir sergisine katıldı. 1970'lerin başında fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladı: iki yıl Hans Lux'ın asistanı olarak çalıştı, kendi stüdyosunu açtı ve Helmut Newton ve Guy Bourdin ile birlikte ünlü Alman dergisi Stern için çekim yapmaya başladı. Ardından Vogue, The New Yorker, Vanity Fair, Wall Street Journal, Interview ve W. gibi dergilere çalıştı.

Dergi çekimlerinin çoğu şu anda Londra'daki Victoria ve Albert Müzesi, New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi ve Paris'teki Pompidou Merkezi dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki büyük müzelerin koleksiyonlarında yer alıyor. Lindbergh, yıllık çıkan Pirelli takvimini üç kez çeken tek fotoğrafçı: 1996, 2002 ve 2017'de çekim sürecini yönetti ve ayrıyeten 2014'te Patrick Demarchelier ile birlikte takvimin yarım asırlık yıldönümüne adanmış özel bir baskı oluşturdu.

Peter Lindbergh, moda tarihinde, 1990'ların süpermodel fenomeninin yaratıcısı olarak kabul edilen kişidir. Lindbergh’ün fotoğrafları modelleri birer yıldız haline getirmekle kalmadı, aynı zamanda moda fotoğrafçılığında da devrim yarattı. Lindbergh, makyaj ve kıyafet bolluğunu bir kenara bırakıp odağı modellerin yüzlerine kaydırarak çekimleri kurgulayan ilk isimlerden biriydi. 1988 yılında American Vogue ile çalışmaya başladı: Genel yayın yönetmenliği görevini yeni devralan Anna Wintour, ilk sayının kapağını Lindbergh'e emanet etti. 1980'lerin sonunda Lindbergh, o zamanlar henüz çok genç olan Linda Evangelista, Naomi Campbell, Cindy Crawford, Christy Turlington ve Tatjana Patitz ile bir fotoğraf çekimi düzenledi. Ocak ayı Vogue UK'in kapağında yer alan çekim çığır açıcı nitelikteydi.


Naomi Campbell - Vogue

Peter Lindbergh moda tarihinde sadece bir fotoğrafçı olarak değil, aynı zamanda bir film yapımcısı olarak da yer almıştır. Filmleri arasında Lindbergh'e 2000 Toronto Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Belgesel Ödülü kazandıran Inner Voices, Pina Bausch, The Window Washer ve 2007 Cannes Film Festivali'nde gösterilen Everywhere at the Same Time sayılabilir. Peter Lindbergh, 2017 yılında İtalyan Vogue'un genel yayın yönetmeni Franca Sozzani'nin ölümünün ardından ona ithafen ‘’Walking’’ adlı bir video hazırladı.

Lindbergh'in kadrajının merkezinde - hem fotoğrafçı hem de yönetmen olarak - en son çalışmalarına kadar neredeyse her zaman kadınlar yer almıştır. En son kapakları arasında dünyayı değiştiren 15 kadının portrelerini çektiği Eylül ayı Vogue UK ve Birgit Kos ile çektiği Fransa'nın Numéro dergisi yer almaktadır. Peter Lindbergh'in süper modellerin ikonik portrelerine ve hayatı hakkındaki sözlerine bakalım:


Lara Stone , Interview, 2015


Tatjana Patitz

Çocukluğu Hakkında

"Ailemin hiç parası yoktu. Beşimiz üç odada yaşıyorduk. Şimdi büyük bir salonu, dev odaları ve yüksek tavanları olan kocaman bir dairem var. Duisburg (memleketi) kötü, sanayileşmiş, bunalımlı Almanya'nın bir parçasıydı. Ama aynı zamanda çok da güzeldi. Hiçbir şeyimiz yoktu ama özellikle hiçbir şeye ihtiyacım yoktu."

The Guardian


Kristen McMenamy Vogue, 1990

Süpermodel Çağının başlangıcı hakkında

"Herkesin 90'lardaki beş kızlı Vogue UK kapağının süpermodel döneminin başlangıcı olduğunu düşünmesi çok komik. Ama aslında ondan iki yıl önce American Vogue için beyaz gömlekli çekimi yapmıştık. İngiliz çekimi yapmak üzereyken Liz Tilberis'ten (İngiliz Vogue'u genel yayın yönetmeni) bir telefon aldım ve şöyle dedi: "Ocak sayısının kapağını bize çek. Kapakta yaklaşmakta olan 90'lar döneminin tüm ruhunu, kendi gözünüzden yakalamanızı istiyorum." Ben de beş kızı çağırdım - Linda, Christy, Tatiana, Naomi ve Cindy - ve bu çekim süper modellerin doğum belgesi oldu. Bu kapak bir tür noter onaylı belge."

Röportaj 2013

Vogue ile çalışmanın başlangıcı hakkında

"American Vogue'un editörleri bana dergi için çekim yapmamı teklif ettiklerinde, Paris'teki çan kulemden '’Hayır. Bunu yapmayacağım." dedim. Bunu söylemek korkunç ama o zamanlar Vogue hakkında böyle hissediyorduk - çünkü kahramanları tamamen farklı kadınlardı: muhteşem, mükemmel, zengin hanımlar. Sonra Bay Lieberman'dan (o zamanlar Condé Nast'ın kreatif direktörü) bir telefon aldım ve "Onunla (Anna Wintour) konuşabilir misin? Seninle New York'ta buluşmak istiyor."dedi. Ben de New York'a geldim, hiçbir şey anlamadan ofisine gittim ve bana şöyle dedi: "Editörlerim Vogue için çalışmak istemediğini söylüyor. Aklını mı kaçırdın sen? Nelerden vazgeçtiğinin farkında mısın?"dedi. Ben de "Derginin sayfalarında tanıttığınız kadın tipine katlanamıyorum" dedim. Önce şok oldu, sonra dedi ki: "Pekâlâ. Neden editörlerimizden birini almıyorsun, kimi istersen. Nereye istersen git ve ne istersen çek - işte senin kadın tipin bu."

Röportaj 2013


British Vogue için yapılan bir çekim sırasında modellerle çektirdiği fotoğraf üzerine

"Bu çekimden dolayı çok utanıyorum ama Jim'in (Racket, Lindbergh'in arkadaşı) o sırada çekmiş olmasına sevindim. Kendimi çok rahatsız hissettim, burada çok tuhaf bir yüzüm var ama yine de iyi çıktı. Bir fotoğrafçı kameranın diğer tarafına geçtiğinde çok şey öğrenir."

The Telegraph


Kate Moss Harper''s Bazaar, 1994

Kate Moss Hakkında

"Kate bir ara birkaç aylık bir tatile çıktı. Geri döndüğünde onda önemli bir değişiklik vardı - kimse fark etmese de bir kadın olmuştu. Bana genç bir kız gibi davranmaktan yorulduğunu, yeni projelere hazır olduğunu söyledi. Diğer fotoğrafçılar hep onun bu 'zamansız' imajını korumaya çalışıyorlardı ama şahsen ben bunun kesinlikle saçma ve oldukça sıkıcı olduğunu düşünüyordum."

Vogue Italia 2017

Rötuşları reddetmek üzerine

"Bu seçim estetikle ilgili olduğu kadar etikle de ilgili. Akılsızca yapılan rötuşlar nedeniyle, hepimiz fotoğraflarda insanlıktan çıkarılmış insanlar görmeye alıştık, ancak onları gerçek olarak düşünmeye devam ediyoruz. Kadın ve erkeklerin yüzlerindeki yaş ve deneyim izleri silinmiş durumda. Gerçek güzelliğin kendini kabul etme, gerçekte kim olduğunu anlama becerisinden geldiğine inanıyorum. Bu bir öz kimlik meselesidir."

Vogue Italia 2017

Siyah beyaz fotoğrafçılık üzerine

"İnsanlar hayatı renkli görmeye alışkın olsa da, benim için siyah beyaz her zaman en derin anlamıyla otantik gerçeğin tasviriyle ilişkilendirilmiştir. Bu anlamda Büyük Buhran dönemindeki Amerikan fotoğrafçılığından etkilendim. Dorothea Lange ve Walker Evans gibi ustaların belgesel çekimleriyle ölümsüzleşen insan portrelerinin tavizsiz gerçekçiliği üzerimde kalıcı bir etki bıraktı."

Vogue Italia 2017


Amber Valleta , Harper''s Bazaar, 1993

İlham üzerine

"Pek çok şeyden ilham alıyorum - ve bunlar moda fotoğrafçılığı değil. Çocukken Van Gogh'u keşfettim ve aklım başımdan gitti. Dansı seviyorum, sanatı seviyorum. Ama genellikle sevmediğim şeylerden ilham alıyorum. Dürüst olmak gerekirse, ben de yaptığım şeyi neden yaptığımı bilmiyorum. Sanki bu fotoğrafları yaratmam gerekiyor ama neden ya da neden olmasın diyemiyorum."

Lens


Caroline Kurkova Harper’s Bazaar, 2003

Yeni nesil modeller hakkında

"Şu anda pek çok model stüdyoya giriyor ve neler olup bittiğinin farkına bile varmıyor. Elbette istisnalar da var. Ama her zaman yeni gelenlerle çalışmak çok zor. Bugünlerde, aynı modelle iki kez çalışırsanız, insanlar 'Ne kadar sıkıcı' demeye başlıyor. Ama her zaman böyle değildi. Eskiden her modelle özel bir yaratıcı bağlantı kurabiliyordunuz."

Röportaj 2017


Daria Werbowy

Paris'te yaşam üzerine

"Elimde bir gazeteyle Cafe de Flore'a (Paris'te ünlü bir kafe) gittiğim günleri hatırlıyorum çünkü o gün İtalya Vogue'da çekimim olacaktı. Dergi rafına gidip Vogue alırdım, kahvaltı sipariş ederdim ve insanlara bakardım. Kendimle gerçekten gurur duyuyordum. Bazen öğleden sonra saat bire kadar orada oyalanır, kendi adıma mutlu olur, gazete okur, gelen giden müşterileri izlerdim. Ama şimdi her şey farklı. Şimdi ilhamımı nereden alacağım?"

Röportaj 2013

Devamını Oku

28 Ağustos, 2023

Opus Müzik Festivali: Müzik ve Dayanışmanın Buluşma Noktası

Opus Müzik Festivali: Müzik ve Dayanışmanın Buluşma Noktası

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Opus Müzik Festivali, Bodrum'un eşsiz atmosferinde, müzik ve doğa sevgisini bir araya getirerek anlam ve ritim buluyor. Orman yangınlarının etkisi altında bulunan bölgeler için dayanışma ve desteği yükseltmeyi amaçlayan festival, aynı zamanda yangınları durdurabilme yeteneğine sahip olan opuntia cactus bitkisini tanıtmayı hedefliyor.

1-9 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan festivalde İsmail Lumanovski, Bekir Ünlüataer, Flört, Türk Yıldızları Senfoni Orkestrası, Murat Cem Orhan, Burcu Hancı, Jülide Özçelik, Burak Bilgili ve Şenol Talınlı sanatseverlerle buluşacak.

İki Güneş Altında

Odunpazarı Modern Müze (OMM), 24 Ağustos’ta kapılarını Erol Tabanca Koleksiyonu'ndan gelen "İki Güneş Altında" sergisiyle açtı. Sergi, gökyüzünde iki güneşin olasılığının yarattığı mitolojik öykülerden varoluşumuzun Güneş'le olan derin bağlarına uzanan etkileyici bir yolculuk sunuyor.

Erol Tabanca Koleksiyonu'nun zengin seçkisinden derlenen eserlerle oluşturulan sergi, sanatseverlere benzersiz bir deneyim vaat ediyor. Sergide Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Etel Adnan, Fikret Muallâ, Guido Casaretto, Haluk Akakçe, Hoca Ali Rıza, Hüsamettin Koçan, Ken Matsubara, Komet, Mehmet Güleryüz, Nuri İyem, Sadık Arı ve Taner Ceylan gibi yerli ve yabancı kırk beş sanatçının eserleri bulunuyor.

"İki Güneş Altında" sergisi, ziyaretçilere güneşin ve ışığın sembolizmini derinlemesine keşfetme fırsatı sunuyor. Sergide yer alan eserler, mitolojik geçmişten günümüze kadar uzanan bir perspektifle ziyaretçilerine çağdaş sanatın çeşitli yüzlerini anımsatıyor. Gökyüzünde iki güneş olasılığının yarattığı hayali senaryolar, sergiyi mistik ve düşünsel bir atmosferle dolduruyor.

Salon İKSV, Sonbahar Sezonunu Dopdolu Bir Müzik Programıyla Karşılıyor!

Beyoğlu'nun en sevilen mekanlarından biri olan Salon İKSV, sonbahar sezonunda müzikseverlere unutulmaz anlar yaşatmaya hazırlanıyor. Eylül ayının gelmesiyle birlikte, alternatif müziğin renkli dünyası Salon İKSV'nin sahnesinde can buluyor.

25 Ağustos itibariyle biletleri satışa sunulan sonbahar sezonu, 29 ve 30 Eylül tarihlerinde Fransız grubu La Femme ile açılışı yapacak. Salon'un sonbahar programında yer alacak diğer isimler arasında İngiliz indie pop ikilisi Jadu Heart, Türk-Alman grubu ENGIN, Yellow Days'in etkileyici saykedelik soul tınıları, Red Axes'in organik beat'leriyle dans dolu performansı, indie rock'un öncülerinden The Magnetic Fields, minimalist piyanist Joep Beving, güncel klasik müzik bestecisi Fabrizio Paterlini, R&B'nin duygu dolu temsilcisi Aime Simone ve Forest Swords bulunuyor.

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası Turnede

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), müzikseverleri coşku dolu bir serüvene taşımak üzere 2023 turnesine ilk adımını attı. 23 Ağustos Çarşamba günü İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde sahne alan TUGFO, enerjik performansıyla izleyicilere unutulmaz bir deneyim yaşattı.

TUGFO'nun enerjik performansları hem Türkiye hem de yurt dışındaki müzikseverleri coşkulu bir müzikal yolculuğa davet ediyor. Orkestranın genç yeteneklerinin dinamik sahne enerjisi, izleyicilere unutulmaz anlar yaşatmaya devam ediyor.

Yurt dışı turnesine 29 Ağustos’ta İtalya’nın Sicilya bölgesinde düzenlenen Palermo Classica Festivali ile başlayacak orkestra, 31 Ağustos’ta Agrigento Tapınaklar Vadisi’nde, 1 Eylül’de Selinunte’de, 2 Eylül’de yeniden Palermo Classica Festivali’nde, 3 Eylül’de ise Corleone’da sahneye çıkmaya hazırlanıyor.

Devamını Oku

25 Ağustos, 2023

Baskıyı Sanat İle İfşa Etmek: Bala Uyguner ile "Onun" Sergisi Üzerine

Baskıyı Sanat İle İfşa Etmek: Bala Uyguner ile "Onun" Sergisi Üzerine

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

1. Ne zamandan beri resim yapıyorsunuz? Resim yapmaya nasıl başladınız?

Kendimi bildiğimden beri resim yapıyorum. Küçükken alırdım elime kalemi kağıdı, evde etrafımda gördüğüm her şeyi çizerdim. İlkokul birinci sınıfta annemin pastel boya resmini yapmıştım, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde sergiye alınmıştı. Ama hiç kimse benim resme olan ilgimi fark etmedi. Üniversite çağıma gelince, babama Akademi’ye* gitmek istediğimi söyledim. O da bana “Ressamlar aç kalır kızım, ya İşletme ya da İktisat okuyacaksın” dedi. Ben de İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’ne girdim ve mezun olduktan sonra Yatırım Uzmanı olarak çalışmaya başladım. Ancak iş hayatı hiç bana göre değildi. Birkaç sene dayanabildim ve eşimin de desteği ile işi bıraktım. O dönemde Levent Sanat Galerisi vardı, sahibi de Martha Kalyoncu idi. Eşim Ümit gitmiş, kendisiyle konuşmuş; galerinin arka kısmında yapılan resim çalışmalarına beni yazdırmış. Ben de bir kış sezonu boyunca oraya gittim. Yıl sonunda galeride sergimiz oldu. İlk yağlı boya resmimi orada yaptım, yıl 1990. Daha sonra Martha bana daha iyi bir eğitim almam gerektiğini söyledi ve Akademi’den Hüsnü Koldaş ile tanıştırdı. Hüsnü Hoca resmimi ve çalışmalarımı gördükten sonra beni atölyesine kabul etti. Üç seneye yakın Hüsnü Hoca’dan desen ve yağlı boya eğitimi aldım. Bana temel desen ve resim çalışmalarımda çok katkısı olmuştur. Uygar’ın doğumuyla birlikte uzun bir aradan sonra yolumuz Mahir Güven ile kesişti. Arkadaşlarım kendisinin atölyesine gidiyorlardı, ben de orada çalışmaya başladım. Mahir Güven atölyesinde salonda kadınlar çalışır; arka odalarda da gençler üniversiteye hazırlanır. Mahir Hoca beni bir müddet gözlemledikten sonra, “Bâlâ sen arkaya geçiyorsun, seni üniversiteye hazırlayacağız” dedi. Ben de böylece, kırk iki yaşında Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girdim. Görsel Sanatlar Bölümü’nü birincilikle bitirdim. Resim okumak için girdiğim bölümde Prof. Meriç Hızal ile tanıştıktan sonra heykel projesiyle mezun oldum.



2. “Onun” ilk kişisel serginiz. Bu zamana dek gerçekleştirdiğiniz karma sergilerden ve bu sergilerde yer almış eserlerinizden bahsedebilir misiniz?

Üniversitede okurken, 2009 yılında Teşvikiye Galeri Işık’ta “Ustalar ve Çıraklar” sergisinde hocalarımızla birlikte işlerimiz sergilendi. Benim de kara kalem bir desenim sergilendi. 2011 yılında Doğuş Üniversitesi’ndeki karma sergide bir ahşap heykelim sergilendi. Bu heykel, biri erkeği, biri kadını temsil eden iki büyük küp ahşaptan oluşuyordu. Erkeği temsil eden heykelin ön yüzüne fallus yaptım ve tam karşısında kadını temsil eden küpün ön yüzüne de onun iz düşümünü yaptım. Burada kadının üzerindeki cinsel baskıyı anlatmaya çalıştım. Mezun olduktan sonra, 2012 yılında heykel çalıştayı için Datça’ya gittim. Burada Muğla mermerinden 120 cm yüksekliğinde yaptığım “Nike” heykeli sergilendi. Yine, 2012 yılında Mine Sanat Galerisi’ nde “Kadına Dair” karma sergisine katıldım. Bu sergide sevgili hocam Meriç Hızal da vardı. Bu sergiye de büyük bir ahşap rölyef ile katıldım. Rölyefimde kadın erkek ilişkilerini sorgulayan bir tavırla, kadını kelebeği andıran bir bulut formunda, erkeği de bulutun içine dalmaya çalışan bir figür olarak tasvir ettim. 2014 yılında Galeri Işık Şile’de açılan “Yolu Işık Güzel Sanatlardan Geçen Kadın Sanatçılar” sergisine birkaç işimle katıldım. Bunlardan bir tanesi, kadın sporcuları ele aldığım bronz heykelimdi. Son olarak 2019 yılında Galeri Işık Teşvikiye’deki Devinim sergisine de zafer tanrıçası Nike’yi yorumladığım bir ahşap heykelimle katıldım.

3. Sergide resimlerinizin yanı sıra iki heykeliniz de yer alıyor. Aynı zamanda ahşap da çalışıyorsunuz. Disiplinlerarası üretim yapmak üzerine ne söylemek istersiniz?

Hem resim, hem heykel yapıyorum. Disiplinlerarası üretim yapmak yaratıcılığı çok geliştiren bir durum. Aynı temayı farklı malzeme ve teknik kullanarak işliyorsunuz ve bunun sonunda çok yönlü bir üretim ortaya çıkıyor. Farklı farklı malzemeler ve teknikler öğreniyorsunuz. Bunları nasıl kullanacağınızı kurguluyorsunuz. Yaptığınız sanat çeşitleniyor, yenileniyor ve zenginleşiyor. Aynı konuda farklı anlatımlara ulaşıyorsunuz. Bu da sizi yaratıcılık anlamında daha ileriye taşıyor.



4. “Onun” sergisinde yer alan çalışmalarınızın ortak noktası nedir? İşlediğiniz temalar neler?

Yaptığım işlerde ortak tema kadının üzerindeki her türlü baskı ve şiddet. Kadına şiddet tarihsel bir olgu. Çok uzun zamandır var olan bir durum. Ben var olanı saptayıp aktarıyorum. Şiddet, cinsiyet eşitsizliğinden doğan güç ilişkilerinden kaynaklanıyor. Erkek güçlü, kadın zayıf görülüyor, söz hakkı verilmiyor. Böylece kadına psikolojik, cinsel ve manevi şiddet uygulanabiliyor.

5. Çalışmalarınızı yaparken neyden ilham alıyorsunuz?

Toplumdan ve gazetelerin üçüncü sayfalarından, diyebilirim. İlk evlendiğim yıllarda bir yardımcım vardı. Kocasından sürekli dayak yiyordu. Yakınımda olan kadın şiddetiyle ilk orada tanıştım. Bir gün hastanede bir kadın gördüm, bir gözü kördü. Hemşireler anlattı, kocası döve döve gözünü kör etmiş, 7 çocuğu vardı ve hamileydi. Yine tanıdığım bir kadın, kulağı duymadığı için kulaklık takıyor, nedeni koca dayağı. Levent Sanat Galerisi’nde çok sevdiğimiz bir sanatçı hocamız vardı. Bir gün gazetede ölüm ilanını gördüm. Kocası tarafından öldürülmüştü. Maalesef böyle bir toplumda yaşıyoruz.

6. Eserlerin ortaya çıkma sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl çalışıyorsunuz?

İşlerimi ortaya çıkartırken figürleri kurguluyorum. Sonrasında fotoğraf çekimi yapıyoruz. Tanıdığım kadınları seçiyorum, çünkü gözlerin verdiği duyguyu aynen yansıtmam gerekiyor. Gözler ve eller benim için çok önemli. Ellerle sevgi yoksunluğunu ve eril gücünü aktarmaya çalışıyorum. Bir de her yaştan kadın portrelerine yer veriyorum. Fotoğrafların çekimlerini çok sevgili arkadaşım, profesyonel fotoğrafçı ve reklamcı Kaya Sensev ile gerçekleştiriyoruz. Bu vesile ile ona da teşekkür ediyorum.

7. Sergi kadına yönelik şiddet ve baskı temaları etrafında şekilleniyor. Eserleriniz bu temalarla bireysel ve toplumsal katmanda nasıl bağ kuruyor?

Bakın, 2021 yılında 348, 2022 yılında 381, 2023 yılı ilk dört ayında 165 kadın öldürüldü. Öldürülen kadınların yanında, bir de şiddet görenleri düşünün. Ben de düşününce, buna duyarsız kalamıyorum. Benim de içinde yer aldığım topluma karşı sorumluluk hissim, beni bu işleri yapmaya yöneltiyor. Sanat yapıyorum ve kadınım. O halde sanatımı bu yönde kullanmalıyım.

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi. Bugünkü ismiyle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.

Devamını Oku

23 Ağustos, 2023

Bodrum Bale Festivali'nde Bolywood Geçidi

Bodrum Bale Festivali'nde Bolywood Geçidi

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Ne zaman yurtdışından bir oyun, bir müzikal ya da dans gösterisi gelse hemen biletimi alıp giderim. Oyunların önemli bir kısmından çıktıktan sonra ise benzer şeyler düşünürüm. Hem eleştirmen hem de icra edici gözüyle baktığımda kafamda birçok soru beliriyor. Kendimize haksızlık mı ediyoruz? Türkiye’de benzer bir bütçeyle yapılan benzer prodüksiyonlar daha iyi değil mi? “Tiyatro bilmediğimiz” bir yalan mı yoksa aynı avantajlara mı sahip değiliz? Bu oyunda çekici olan ne ki, dünya turnesi yapabiliyor? Benzer sorular, Bodrum Bale Festivali’nde gösterilen A Passage To Bollywood oyunundan sonra da aklımda belirdi.


Uluslararası Bodrum Bale Festivali, 5-17 Ağustos tarihleri arasında Bodrum Kalesi’nde gerçekleşti. Türkiye’nin tek bale festivali olan Bodrum Bale Festivali, Devlet Opera ve Balesi tarafından düzenleniyor. Şimdiye kadar pek çok ulusal ve uluslararası bale ve operayı ağırlamış olan festival, bu yıl yirminci yılını kutladı. Festivalin açılışı, Ankara Opera ve Balesi tarafından sahneye konulan “Harem” oyunuyla yapıldı. Harem’in reji ve koreografisi Merih Çimenciler imzası taşıyor. Oyun, Klasik Türk ve Osmanlı Müziği’ni sahneye taşıyor. Festival, İzmir Opera ve Balesi tarafından sahnelenen ve koreografisini Armağan Davran ile Volkan Ersoy’un üstlendiği Notre Dame’ın Kamburu’yla devam etti. 11 Ağustos’ta Hindistanlı bir grubun sahneye koyduğu A Passage To Bollywood, 13 Ağustos’ta ise İspanyol Flamenko Dans Topluluğu tarafından sahnelenen Woman by Aaron Vivancos ile devam eden festival, kapanışını İstanbul Opera ve Balesi tarafından sahnelenen Don Kişot ile yaptı. Oyunun koreografisini Marius Pepita üstleniyor.


A Passage To Bollywood, koreografisini Ashley Lobo’nun üstlendiği, Hindistanlı bir ekip olan Navdhara Indian Dance Theatre tarafından sahneye konulan bir müzikal. Mumbai’li ekip yirmi iki genç ve yetenekli dansçıdan oluşuyor. Ekip, Batı dansının fiziksel yöntemleri ile geleneksel Hint dansını birleştirerek yeni bir biçim araştırmasına girmiş. Sonucunda ise oldukça orantılı, melez bir biçimle oyunu sahnelemiş. Batılı tekniklerin geleneksel Hint danslarıyla yoga, meditasyon gibi araçlarla birleştirilerek sunulduğu bir şölen çıkmış ortaya. Hem klasik hem de çağdaş Bollywood şarkılarının kullanıldığı gösteride dekor oldukça minimal ve atmosfer arka plandaki projeksiyon aracılığıyla veriliyor. Dekorun projeksiyon aracılığıyla kullanılması fazlasıyla dikkat çekiyor. Turneye oldukça uygun gibi görünen bu model, bu kadar büyük bir projeksiyon için oldukça basit ve üzerine düşülmemiş görünüyor.  Kostümler, oldukça göz alıcıydı. Tamamen klasik Hint giyiminden ilhamla dikilen kostümler, renkli bir şölen gibi sunuluyordu seyirciye.


A Passage To Bollywood, alımlayıcısına klasik bir sevgi ve dostluk hikayesi sunuyor. Hayallerini gerçekleştirmek için Mumbai’ye doğru yola çıkan bir çocuğun hayalini takip etmesi hikayesi ve rüyalarındaki kadınla kurduğu ilişki ele alınıyor. Oyun, kompakt bir hikâye sunsa da klasikleşmiş romantik ve drama dayalı bir anlatıyı ele alıyor. Bu bağlamda, tam anlamıyla bir Bollywood anlatısını aktardığı söylenebilir. Hikâye, geleneksel müzikler ve danslar eşliğinde seyircisini hızla içeri çekiyor.

A Passage To Bollywood, seksen dakika süren, eğlenceli bir yapıt. Hint şarkıları farklı bir kültürün kulağını sahneye taşırken, batı danslarıyla harmanlanmış Hint dansları ise seyirciye farklı bir kapı açıyor. Fakat basit hikayesi, üzerine düşülmemiş reji ve dekoruyla Bodrum Bale Festivali gibi uzun yıllardır gerçekleşen bir festivale ve çoğu prodüksiyonu geçen bilet fiyatına yakışmayan bir oyun oluyor. 

Devamını Oku

21 Ağustos, 2023

Müziğin Sesi İstanbul'da Yükseliyor!

Müziğin Sesi İstanbul'da Yükseliyor!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce


DenizBank VoiceUp A Capella Festivali

DenizBank VoiceUp A Capella Festivali, İstanbul'da müziğin büyülü sesleriyle katılımcıları unutulmaz bir deneyime davet ediyor. DenizBank'ın ana sponsorluğunda düzenlenen festival, Vokal Akademi'nin kurucu sanat direktörü Başak Doğan'ın liderliğinde müzikseverleri ağırlamaya hazırlanıyor.

İstanbul'un farklı mekânlarında gerçekleşen festivalde yerli ve yabancı 550'den fazla müzisyen bir araya geliyor. Hollanda'dan Uruguay'a, Türkiye'den Danimarka'ya uzanan geniş bir yelpazede yüzlerce müzisyen, koro ve vokal grubu festivalde buluşuyor. Avrupa'nın tanınmış koro şefleri ve eğitmenleri yönetiminde 25 farklı atölye ve 25'ten fazla konserin yanı sıra, ‘Müzikte Kadın Liderler’ başlıklı bir panel de düzenleniyor.

Festivalin ana grubunu ise 40 yılı aşkın süredir a capella müziğin öncüsü olan İsveçli The Real Group oluşturuyor.

Festivalin detayları için: https://www.vokalakademi.co/festivals


Ormanda Işık Festivali

Dünyanın farklı ülkelerinde büyük ilgi gören "LIGHTS & DREAMS" Ormanda Işık Festivali, bu kez ilk kez Türkiye'de sahne alıyor. Işıkla dolu bir dünya, büyüleyici enstalasyonlar, etkileyici tüneller, interaktif temalar, oyun alanları, sahne performansları ve daha birçok sürprizle Türkiye'nin dört bir yanındaki ziyaretçileri bekliyor.

Türkiye'nin en büyük açık hava ışık festivali olan "LIGHTS & DREAMS", tasarımcılar, senaristler ve sanatçılardan oluşan büyük bir ekibin özverili çalışmaları sonucunda hayat buluyor. Festival, ormanın derinliklerinde ışığın büyülü dansını ve sıra dışı deneyimleri bir araya getirerek ziyaretçilerini unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor.

Festivalde tam yirmi beş bin ışıklandırma ve üç kilometre ipek kullanılarak hazırlanan büyüleyici enstalasyonlar, elli bin metrekarelik alana yayılan otuzdan fazla tematik alanı aydınlatıyor. Yirmi neş farklı tema altında tasarlanan bu alanlar, ziyaretçilere kendilerini masalsı bir dünyada hissettiriyor.


Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye: Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar

Pera Müzesi, dünyaca ünlü İspanyol fotoğrafçı Isabel Muñoz'un objektifinden Türkiye'nin önemli arkeolojik alanlarından Göbeklitepe ve çevresini gözler önüne seren bir sergiye ev sahipliği yapıyor. "Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye - Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar" başlıklı sergi, 17 Eylül 2023 tarihine kadar ziyaretçilere açık olacak. 

İspanyol sanatçı Isabel Muñoz, dünya genelinde farklı kültürleri, doğayı ve yaşam biçimlerini anlamaya çalışan etkileyici bir fotoğrafçı olarak tanınıyor. Sergi, Muñoz'un objektifinden Türkiye'nin bu önemli arkeolojik alanlarını keşfe çıkan bir yolculuğu anlatıyor. Her bir karede tarih ve doğanın birleştiği görüntüler, izleyicilere görsel bir şölen sunuyor.

Serginin küratörlüğünü ise François Cheval üstleniyor. Uluslararası arenada başarılı projelere imza atmış olan Muñoz'un eserleri, Pera Müzesi'nin dördüncü ve beşinci kat sergi salonlarında sanatseverlerle buluşuyor.

‘Amadeus’ Türkiye Turnesinde

Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment iş birliğiyle sahneye konulan "Amadeus”, çarpıcı hikayesi ve usta oyuncularıyla tiyatro severlerle İstanbul dışında buluşmaya hazırlanıyor. Bursa, Antalya ve İzmir gibi farklı şehirlerde de sahnelenecek olan oyun, 10 Ekim'de İstanbul Zorlu PSM'de beşinci sezona merhaba diyecek. Işıl Kasapoğlu'nun yönetmenliğindeki bu göz kamaştırıcı sahne performansı, müziğin büyüsünü tiyatroyla harmanlayarak izleyicilere unutulmaz anlar yaşatacak.

On sekizinci yüzyılda Viyana'da yaşayan efsanevi besteciler Wolfgang Amadeus Mozart ile Antonio Salieri'nin çatışmasına odaklanan "Amadeus", Peter Shaffer'ın kaleminden çıkma bir başyapıt olarak sahneye taşınıyor. Müzik tarihinin unutulmaz figürlerini mercek altına alan bu oyun, çarpıcı hikayesiyle seyircileri etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor.

Devamını Oku

17 Ağustos, 2023

Metruğun Peşinde: 18.Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu

Metruğun Peşinde: 18.Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

Venedik’in kanalları, her iki yılda bir olduğu gibi, bu yıl da Venedik Mimarlık Bienali’ne ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Lesley Lokko’nun üstlendiği bu yılki bienal, konusu “Geleceğin Laboratuvarı (The labarotuary of the Future)” ile mimarinin gelecek potansiyellerini keşfe çıkıyor. İKSV’nin öncülüğünde 2014 yılından beri mimarlık bienale katılan Türkiye’nin bu seneki pavyonunun kuratörlüğü ve tasarımı, Sevince Bayrak ve Oral Göktaş ile So Mimarlık ve Fikriyat tarafından gerçekleştiriliyor. 26 Kasım 2023’e kadar ziyarete açık olan Türkiye Pavyonu “Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”[1] projesiyle Bienalde boy gösteriyor.

Pavyon, “kahraman yapılar” olarak nitelendirdikleri, mimari söylemin ön planında yer alan yeni ve yıldız yapıların aksine, metruk bırakılmış mimari eserleri odağına alıyor. Mimarinin gelecek projeksiyonunu ise bu söylem değişikliği üzerinden okumaya çalışan proje, sürdürülebilir mimari ve ülkemizdeki deprem gerçeğine de hafif dokunuşlar gerçekleştiriyor. Projenin ana fikrinin yine SO mimarlık tarafından tasarlanan “Havuz” projesinden geldiğini belirten Bayrak ve Göktaş, İstanbul Florya’da yer alan metruk bir havuzu yıkmak yerine yeniden işlevlendirmeyi tercih ediyor[3]. Bu deneyim sayesinde mimarinin potansiyellerini pratik olarak da deneyimleyen ikili, bu düşünceyi Türkiye Pavyonunda da sergiliyor.


Metruk yapıların boş bırakılmasını ve zaman ile zayıflamasının ya da yıkılmasının mantıklı bir seçenek olmadığını savunan küratörler, hali hazırda mevcut olan bu yapı stokunun neden oluştuğu ve nasıl kullanılabileceği üzerine bir tartışma yürütüyor. Üretim ilişkilerinin değişmesi ya da ekonomik krizlerin sonucunda boş kalan fabrika binaları, kent içerisinde rant spekülasyonları sebebiyle boş bırakılmış tarihi yapılar ve yıkılması beklenen birçok boş-harabe yapı, Bienal ekibi tarafından yapılan bir açık çağrı ile belgelenmeye başlanıyor. Türkiye’nin dört bir tarafından, mimar olan ya da olmayan birçok kişinin gönderdikleri fotoğraflar ile Türkiye’nin metruk yapı stoku hakkında bir belgeleme gerçekleştiriliyor. Projenin ilk ayağını oluşturan bu açık çağrı, pavyonu interaktif bir oluşuma dönüştürürken, küratörlerin daha geniş bir coğrafyada ve spektrumda belgeleme yapmasına imkan sağlıyor. [5]

Bulut olarak nitelendirilen bu belgeleme aşamasından seçilen görseller, sergi alanının tavanından sarkıtılan perdelere yansıtılarak ziyaretçilere sunuluyor. Bu perdelerin altlarındaysa, projenin ikinci aşamasını oluşturan “tezgâh” yer alıyor. Görseller, metinler ve maketlerin yanı sıra, yapay zekâ kullanılarak oluşturulan metruk yapıların olası kullanımlarını içeren bir görsel seçki, ziyaretçilerin incelemelerine sunuluyor.[6] Bunlara ek olarak İKSV ve YEM ortak yayını ile basılan bir kitapçık da Türkiye Pavyonunun manifestosunu barındırıyor.

Türkiye Pavyonu, mimarlığın geleceğine yaptığı bakışta “kahraman yapılar”dan ziyade metruğa yönelerek, amaçladığı söylem değişikliğinin bir parçası olmayı başarıyor. Sırf bu açıdan bile proje, mimarlıkta alternatif bir tartışma yaratmaya katkı sağlıyor. Bunun Venedik Bienali gibi bir mecrada gerçekleşmesi ise projenin değerini bir kat daha arttırıyor. Ancak tüm bu söylemine karşın tasarım refleksinden uzaklaşmayı başarabilmişe benzemiyor. “Sonuç ürün” olarak ortaya konan, alternatif kullanımlar, mimari proje odaklı fiziksel değişimlerden öteye gidemiyor. Metruk yapının mülkiyet ilişkileri içerisindeki muğlak durumuna yeterli bir değinme yapamadan, metruk olanın sosyal ve politik olasılıklarını kaçırıyor.

Metruğun kent mekânında oluşturduğu mülkiyet muğlaklığı, yapıyı katı bir iç mekan olmaktan çıkartarak, “izinsiz” girişleri mümkün hale getirir. Bu sayede metruk, bir anlamda yarı kamusal bir karaktere bürünür. Metruğun sahip olduğu bu durum onu farklı gruplar tarafından kullanılabilir hale getirir. Alışılmışın dışında bir kullanım ilişkisine açılan yapı, Avrupa’nın birçok yerinde politik ya da kültürel kimliklere bürünerek sosyal bir fenomene dönüşmüştür. Türkiye için bu kullanım tarzı çok az deneyimlenmiş olsa bile, politik formda vücut bulmuş örneği 2013 sonrasında “Don Kişot” ve “Lojman” işgal evlerinde pratiğe geçirilmişti.

Belki de bilinçli bir karar ile projeye dahil edilmeyen bu konular ile ucundan değinilen, projeye tam olarak dahil edilemeyen sürdürülebilirlik ve deprem konularına rağmen Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”, değerli bir belgeleme çalışması olmayı başarıyor. Bunun yanı sıra mimarlığın odağını “kahraman yapılar”dan uzaklaştırıp, farklı bir zemine koymaya çalışması da günümüz mimarlık algısı açısından azımsanmayacak bir önem taşıyor.

SO Mimarlık'ın tartışmaya sunduğu bu konu, her ne kadar niş bir konu olarak gözükse bile, alternatif bir konu olarak görünür olmaya çalışıyor. Berlinale film festivaliyle gösterime giren “The Architect”[7] dizisi de kullanımda olmayan mekanların kullanımı özelinde, So Mimarlığa benzer bir bakış açısı sunuyor. Popüler kültürde de seslerini duymaya başladığımız ve Türkiye Pavyonu ile de gündeme getirilen bu konuyu belki de gelecekte daha fazla duymayı umuyoruz.

İlgili Linkler:

SO Mimarlık Proje Sayfası:

https://www.soistanbul.com/Ghost-Stories

 IKSV Proje Sayfası:

https://turkiyepavyonu23.iksv.org/

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Sayfası:

https://www.labiennale.org/en/architecture/2023/turkey

Talking Architecture Podcast; Sevince Bayrak Söyleşisi:

https://open.spotify.com/episode/56OtkfIlGXSfVEsMUfwTlN?si=dCBAefM8RWiCGoE7XNm0JQ

Şelale Kadak Söyleşisi Sevince Bayrak ve Oral Göktaş:

https://www.youtube.com/watch?v=TdWvXR8D-aM

The Architect Dizisi Berlinale:

https://www.berlinale.de/en/2023/programme/202311745.html  



Devamını Oku

14 Ağustos, 2023

Açık Havada Sanat Bir Başka!

Açık Havada Sanat Bir Başka!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Müzede Sahne

Sakıp Sabancı Müzesi'nin organize ettiği Müzede Sahne etkinliği bu yıl 17-20 Ağustos tarihleri arasında, "Hep Yan Yana" sloganıyla sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Ayşe Draz’ın sanat yönetmenliğini üstlendiği etkinlik, yedinci yılında zengin ve çok sesli bir program sunuyor.

Sezonun başarılı oyunlarının izleyici karşısına çıkacağı etkinlikte, Dostlar Tiyatrosu tarafından sahneye konan, Genco Erkal'ın başrolde olduğu "İmparator", Talimhane Tiyatrosu tarafından yapılan ve Bora Akkaş'ın başrol oynadığı "Harika Şeyler Listesi", Hakan Emre Ünal'ın oynadığı, Tiyatro Hemhal'in "N'Olcak Bu Yusuf Umut'un Hali" oyunu ve Kadıköy Emek Tiyatrosu'nun sahnelediği, Afife ödüllü "Herkes Kocama Benziyor" oyunu sahneleniyor. Etkinlikte bu başarılı oyunların yanı sıra, ses atölyesi, çocuk oyunları, masal dinletisi ve dans performansları da yer alıyor.

Etkinliğin detayları için: https://drupal.sakipsabancimuzesi.org/sites/default/files/2023-08/MuzedeSahne2023.pdf


Bir Yaz Gecesi Festivali

Bir Yaz Gecesi Festivali, İstanbullu sinemaseverleri açık havada ve Boğaz’ın kıyısında keyifli yaz akşamlarına davet ediyor. Film ve müziğin uyumlu birlikteliğinden ilhâm alınaram hazırlanan Restore Klasikler programı bu yıl unutulmaz film müziklerinin yaratıcısı Nino Rota’ya odaklanırken; sessiz film programı da yaklaşık yüz yıl önce çekilmiş sirk temalı filmleri usta müzisyenlerin canlı performansları eşliğinde seyirciyle buluşturuyor.

Sessiz film virtüözü, Alman müzisyen ve davul sanatçısı Frank Bockius, festival kapsamında İstanbul’a geliyor ve geçtiğimiz yüzyılın başından, sirk temalı dört filme müziğiyle ses veriyor.  20 Ağustos’a kadar devam edecek festival, izleyicilere hem nostaljik bir yolculuk hem de modern müziğin büyülü dünyasıyla buluşma fırsatı sunuyor.

Festival programı için: https://beykozkundura.com/sinema/etkinlik-grup/bygf23


Alfresco Tunes Caz Konserleri

Hilton Istanbul Bosphorus, caz efsanesi Louis Armstrong'un 1959 yılında verdiği unutulmaz konserden ilhamla, yaz boyunca konserler vermeye devam ediyor.

Üçüncüsü 16 Ağustos akşamı gerçekleşecek olan konser, cazın yanı sıra R&B ve hip-hop'un izlerini taşıyan neo-soul tarzında bir repertuarla caz severleri büyülemeye hazırlanıyor. Evrim Özşuca’nın solistliğini üstlendiği gecede, tuşlu çalgılarda Can Çankaya, elektrik basta Enver Muhammedi ve davulda Burak Cihangirli’den oluşan çok değerli bir ekiple ikonik bir deneyim sizleri bekliyor.


Fata Morgana 

Ordu'nun Yason Burnu'nda, sanatçı Alper Aydın'ın "Fata Morgana" adını taşıyan açık hava sergisi, Türkiye'nin solo olarak düzenlenen en büyük açık hava sergisi olarak dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı.

Adını deniz üzerinde cisimlerin uçuyormuş gibi göründüğü optik bir hava olayından alan Fata Morgana, geçmiş, şimdi ve geleceğe dair algıları, insanın doğa karşısındaki rolünü ve anlamını mercek altına alıyor. Sanatçının heykel, enstalasyon, çizim, resim ve doğal malzemelerden oluşan çoklu pratiklerle tasarladığı eserler, jeolojik oluşumları, mitolojik hikayeleri, insanın doğa ve yaşamla etkileşimini ve insan sonrası Dünya'nın yorumunu içeriyor. Sanatseverleri doğanın güzellikleriyle buluşturan bu etkileyici sergi, görsel sanatları ve çeşitli etkinlikleri bir araya getirerek Ordu'nun sanatsal ve kültürel zenginliğini yansıtıyor.

20 Haziran- 20 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilmesi planlanan sergi gördüğü büyük ilgiden ötürü 10 Eylül’e kadar uzatılıyor.


Devamını Oku

07 Ağustos, 2023

Festival Sezonu Başladı!

Festival Sezonu Başladı!
Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, Coşkulu Etkinliklerle On Bir Şehri Buluşturuyor!

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, sanat, kültür ve eğlence dolu etkinlikleriyle 5 Ağustos’ta başladı. Türkiye'nin uluslararası marka değerine katkıda bulunmak üzere iki yıl önce Beyoğlu Kültür Yolu Festivali ile başlayan Türkiye Kültür Yolu Festivalleri bu yıl Nevşehir, Trabzon, Erzurum, Çanakkale, Gaziantep, Ankara, Konya, Diyarbakır, İstanbul, İzmir ve Antalya olmak üzere on bir şehirde düzenlenecek.

Kapadokya Balon ve Kültür Yolu Festivali

 

Festivallerin ilk durağı, eşi benzeri bulunmayan Peri Bacaları ve renkli balonlarıyla ünlü Kapadokya oldu.  Nevşehir'de gerçekleştirilen Kapadokya Balon ve Kültür Yolu Festivali üç yüzden fazla etkinlikle 13 Ağustos’a kadar sanatseverlere unutulmaz bir deneyim vadediyor. Festival boyunca otuz farklı mekânda düzenlenecek etkinliklere, binden fazla sanatçı katılacak. Sergi, konser, söyleşi ve atölyeler ile zengin bir içerik sunan program, Kapadokya'nın eşsiz doğasında gerçekleştirilecek. Sanatseverler, görsel şölenin içinde yer alarak birbirinden farklı deneyimler yaşama fırsatı bulacak.

Festival programının tamamına ulaşmak için: https://kapadokya.kulturyolufestivalleri.com/

Night Shift: Bazilikanın Karanlığı

  

Yenilenen yüzüyle ziyaretçilerini ağırlayan Yerebatan Sarnıcı, farklı deneyimlere kapı aralamaya devam ediyor. Tarihi sarnıcı karanlıkta şifalı sesler eşliğinde deneyimleme imkânı sunan Night Shift: Bazilikanın Karanlığı etkinliği, ışık, koku ve mekân algısını bir arada yaşatıyor.

8 Ağustos günü ses terapisti Suzin Maçoro eşliğinde gerçekleşecek olan bu özel etkinlik ile katılımcılar tarihin derinliklerinden gelen sese ve ritme kulak verme şansı yakalıyor.

Bergama Tiyatro Festivali Başlıyor!

 

Bergama Tiyatro Festivali, 11-13 Ağustos tarihleri arasında farklı ve yenilikçi oyunlarla tiyatro severleri ağırlamaya hazırlanıyor. Bu sene ‘neşe’ temasıyla sanatseverleri buluşturmak için dördüncü kez kapılarını açan festival, Bergama’nın zengin tarihi dokusu ve tiyatro geleneği ile buluşuyor. Tiyatro sahnelerinde sergilenecek oyunlar ve performansların yanı sıra, farklı yaş gruplarına yönelik disiplinler arası atölye çalışmaları, paneller ve yürüyüşler de etkinlikler arasında yer alıyor. Festivalin zengin programı, tiyatro dünyasının büyülü atmosferini yaşamak isteyen herkesi Bergama'da buluşmaya çağırıyor.

Devekuşu Kabare’nin unutulmaz prodüksiyonu ile hafızalara kazınan Turgut Özakman’ın ‘Deliler’ oyununun, Metin Akpınar ve Mert Fırat’ın yönetiminde DasDas bünyesinde günümüze uyarlanmış versiyonu olan ‘Deli Bayramı’ festivalin kaçırılmaması gereken oyunlarından.

Festival programının tamamına ulaşmak için: https://bergamatiyatrofestivali.com/#

ENKA Açıkhava Tiyatrosu'nda Heyecan Verici Bir Sinema Deneyimi

 

ENKA Sanat, sinemaseverleri unutulmaz bir deneyimle buluşturuyor. 4-25 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek Başka Sinema seçkisi, yerli ve yabancı son dönemin öne çıkan filmlerini ENKA Açıkhava Tiyatrosu'nda ağırlayacak. Festival adına en ilgi çekici durumlardan biri ise izleyicilerin bu eşsiz sinema deneyimini paylaşma fırsatı bulabilmesi için bir bilet alana bir bilet bedava kampanyasının duyurulmuş olması.

Programının detayları için: https://www.enkasanat.org/

Sanatın Büyülü Buluşması: "Doğanın Yankıları" Sergisi Bodrum'da!


Galeri Bosfor'un çarpıcı karma sergisi "Doğanın Yankıları", Bodrum Demirbükü'nde yer alan Mesa Bodrum'da sanatseverlerle buluştu. 15 Eylül tarihine kadar devam edecek olan sergi, doğanın güzelliklerini ve sanatın yaratıcı enerjisini bir araya getiriyor.

Küratörlüğünü Galeri Bosfor kurucusu Gökşen Buğra’nın gerçekleştirdiği sergi, farklı disiplinlerden sanatçıların eserlerini bir araya getirerek izleyicilere zengin bir görsel deneyim sunuyor.

The Metropolitan Museum of Art'ta Budist Sanatına Odaklanan Yeni Sergi: "Tree and Serpent"

 

Dünyanın en ünlü sanat mekanlarından The Metropolitan Museum of Art, Budist sanata adanmış yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. "Tree and Serpent" adını taşıyan sergi, 13 Kasım tarihine kadar ziyaretçilerini ağırlayacak. Bu özel sergi, Hindistan'daki Budist sanatının kökenlerine ve evrimine ışık tutuyor. Yüz yirmi beş eserden oluşan bu sergi, Hindistan'daki Budist sanatının M.Ö. 200 ila M.S. 400 yılları arasındaki dönemini inceliyor.

Sergi, Budizm'in erken dönemlerine ait sanat eserleriyle zenginleştirilmiş. Bu eserler aracılığıyla, Hindistan'daki Budist sanatının evrimini ve dönemin kültürel, dini ve sanatsal etkilerini keşfetme fırsatı sunuyor.

Devamını Oku