Kumru Yaren Cengiz | Ed. Seda İstifciel
Tiyatro BeReZe’nin ve MishMash Uluslararası Tiyatro Topluluğu’nun kurucu ortaklarından, yazar, yönetmen, oyuncu Elif Temuçin ile yönetmeni olduğu, sezonda oynanmakta olan “Martı -mıyım?” oyunu ve kariyeri hakkında bir sohbet gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dilerim.
Kumru Yaren Cengiz: Bu röportaj hem seni ve kariyerini tanımak, hem de şu an sahnelenmekte olan “Martı -mıyım?” oyununun üzerine konuşmak amacıyla hazırlandı. Ama öncelikle senden başlamak istiyorum. Kendini nasıl tanıtırsın?
Elif Temuçin: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden 2003 yılında mezun oldum. Böylece teorik anlamda oldukça iyi eğitim sunan bir bölümde eğitim almış oldum. Yine de dışarıya dair, pratikteki tiyatro yaşamına dair çekincelerim vardı. “Uygulama kısmı nasıl olacak?” sorusu sürekli aklımdaydı. Seneler içinde farklı farklı deneyimlerle kendime bir yön bulmaya çalıştım.
Okulda aldığımız “Çocuk Tiyatrosu” dersiyle bu alana ilgi duymaya başladım. Hocamız Tülin Sağlam sayesinde, çocuklara hikaye anlatmanın ne kadar engin ve yaratıcı bir alan olduğunu keşfettim. Türkiye’de o dönemde nadir iyi örneklerle karşılaşıyorduk, ama Tülin Hoca bize yurt dışından çok şey izlettirdi. Danimarka’dan tiyatro ekipleriyle tanıştık; özellikle Teatergruppen Batida ekibi beni çok etkiledi. Bu süreçte hikâye anlatıcılığı üzerine kafa yormaya başladım. Kukla sanatıyla ilgilenmeye başladım ve aynı zamanda çocuk tiyatrosuna olan ilgim beni yüksek lisans yapmaya yönlendirdi. Tam bu dönem Tiyatro Tem ile de tanıştım ve onlardan da ilham aldım.
Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde yüksek lisansımı tamamlarken aynı zamanda TRT’de program yazarlığı yapıyordum. 2007’de yüksek lisansımı tamamladım. O sırada yazdığım Sen Uzaktayken adlı oyun, kurucularından biri olduğum Tiyatro BeReZe’nin ilk oyunu oldu. BeReZe’yi Firuze Engin ve Erkan Uyanıksoy ile birlikte kurduk. Daha sonra İstanbul’a taşındık ve oradan Erkan ile birlikte Danimarka’daki The Commedia School’da (Lecoq pedagojisine dayalı bir okul) eğitim aldık. Bu okulda fiziksel tiyatronun, özellikle hikâye anlatıcılığının çok farklı biçimlerini deneyimledim.
Bu süreç boyunca hem teorik bilgi hem de farklı pratik deneyimlerle kendimi geliştirdim. 2006’dan beri her yıl düzenli olarak bir oyun çıkartıyoruz. Pandemi dönemindeki duraksamayı saymazsak, her yıl üretim yapmayı sürdürdük. Fiziksel tiyatro, hikâye anlatıcılığı, çocuk ve gençlik tiyatrosu gibi farklı alanlarda üretmeyi, denemeyi seviyorum.
Kumru Yaren Cengiz: Tiyatro BeReZe’den bahsettik, ama bir de uluslararası topluluğun olan MishMash var. Orada neler yapıyorsun?
Elif Temuçin: MishMash Uluslararası Tiyatro Topluluğu, Erkan’la Danimarka’daki eğitimimiz sırasında, sınıf arkadaşımız olan oyuncularla kurduğumuz bir topluluk. Farklı kültürlerden gelen dört kişi olarak başladık, sonra iki kişi daha eklenip altı kişi olduk. Bu topluluk beni çok etkiledi çünkü bambaşka kültürlerden gelmemize rağmen tiyatro, kültür ve dili aşan bir bağ kurmamıza vesile oldu. Tabii aynı eğitimden geçmiş olmamız, üretme sürecimizi de oldukça hızlandırdı.
Avrupa’daki tiyatro yaklaşımı biçimsel olarak çok güçlü. Ama bazen dramaturji ya da anlatılacak derinlikli bir mesele eksik olabiliyor. Biz, Türkiye’den gelen “dertlerimizi” ve anlatma şevkimizi onlarla buluşturduk. Böylece hem onların biçimsel disiplinini hem de bizim anlatma isteğimizi, dert edindiğimiz şeyleri harmanladık.
İlk oyunumuz, Romeo ve Juliet’in 40 dakikalık dinamik bir versiyonu oldu. Dekor ya da aksesuar kullanmadan, tamamen fiziksel anlatımla gerçekleştirdik. Bu oyunu İngilizce oynadık ve dünyanın birçok ülkesindeki festivallerde sergiledik. Danimarka’da her yıl düzenlenen bir “showcase” var. Tiyatro toplulukları oyunlarını tanıtıyor ve eleştirmenlerden, festival düzenleyicilerine kadar geniş bir kitle izliyor. Bu sayede çok fazla turneye çıktık ve uluslararası alanda deneyim kazandık. Şu anda pandemi nedeniyle bir ara verdik, ama yeniden toparlanmayı planlıyoruz.
MishMash farklı ülkelerde yaşamamıza rağmen birlikte üretmeye yıllarca devam ettik. Bu süreçte şunu anladım: Bir ülke, doğru kültür politikalarıyla çok farklı bir yere gelebilir. Mesela, sadece bir adet Danimarkalı sanatçısı olan ekibimiz, Güney Kore’de Danimarka’yı temsil etmek için seçildi. Gerçekten Danimarka’yı orada prensesleri ile birlikte temsil ettik. Bu tür gelişmeler, genç ve farklı işler yapan ekiplerin hızla önünü açıyor, yeni bir iş yapmak için onlara şevk veriyor ve fırsatlar sunuyor. Türkiye’de ise gün geçtikçe kültür politikalarının eksikliği nedeniyle ayakta kalabilmek, üretmeye devam etmek zorlaşıyor.
Ne olursa olsun, benim için, bu topraklarda tiyatro yapmak yurt dışında yapmaktan daha anlamlı ama yeterince karşılık bulamamak bazen sürdürülebilirliği zorlaştırıyor. Hem yönetmen, hem oyuncu, hem de yazar olarak çalışıyorum. Bu süreçte bu kimliklerin birbirinden çok da ayrı olmadığını düşünüyorum. İşimizi iyi yapmak için çabaladığımızda gören gözler mutlaka oluyor. Ama yine de Türkiye’de tiyatro yapmanın birçok iş kolunda olduğu gibi derininde karşılık bulamayan bir hali var.
Kumru Yaren Cengiz: Yönetmen, yazar, oyuncu olarak farklı kimliklerin arasında dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Elif Temuçin: Özellikle biz BeReZe olarak yaratıcı oyuncuya inanıyoruz. Provaların sadece masa başında değil, sahnede anlam kazandığını düşünüyoruz. Oyuncunun yazarlık, dramaturji ya da rejiye dair akıl yürütmesi, hikâyenin gerektirdiği her şeye hâkim olması işin derinliğini artırıyor. Ancak bu yoğunluk içinde her şeye yetişmeye çalıştığımızda bazı şeyleri yitirdiğimizi fark ettik. Örneğin, birimiz rejide, birimiz yazarlıkta yoğunlaşmaya karar verdik belli projeler özelinde. Mesela “Ansızın” oyununda, ben yazıp oynarken Erkan yönetti. Bu ayrışmanın yaratıcı süreçte farklı bir enerji sağladığını gördük. Yönetmenlik bambaşka bir bakış açısı kazandırdı ve bu alanda devam etmek istiyorum. Ancak ileride sadece oyunculuk ya da yazarlık yapacağım projeler de olabilir. Kendimi tek bir alanda kısıtlamak istemiyorum.
Kumru Yaren Cengiz: Dramaturjiye gelince, bu sadece masa başı bir iş değil. Performans dramaturjisi diye bir şey var. Oyuncunun bedensel hareketine kadar her detayın tutarlılığı, dramaturgun işidir. Fakat Türkiye’de dramaturji genellikle dramatik yazarlıkla eş tutuluyor, sanki yalnızca metindeki hataları düzelten biriymiş gibi algılanıyor. Halbuki dramaturg, yönetmenin diğer yarısıdır; metinden seyirciye, performanstan dekor ve müziğe kadar her şeyin ahengini gözetir. Bu eksikliğin Türkiye’de işlerin vasatlaşmasında büyük etkisi var. Çocuk ve gençlik tiyatrosu da yapıyorsun ve o alanlarda da durumumuz pek parlak değil. Senin deneyimin nasıl ilerliyor bu alanda?
Elif Temuçin: Çocuk ve gençlik tiyatrosu da Türkiye’de zorlayıcı bir alan. Seyirciye ulaşmak, okullarla iletişim kurmak ciddi engeller yaratıyor. Mesela “Sen Uzaktayken” adlı oyunumuzu, yalnız bir annenin, çocuğuna, babasıyla tanışma hikâyesini anlattığı “duygusal ama eğlenceli” bir yapıda tasarladık. Ancak, okullar “Bizim sınıfta çok fazla boşanmış aile çocuğu var” diyerek oyunumuza mesafeli yaklaştı. Halbuki amaç tam da bu çocuklara ulaşmak ve onlara yalnız olmadıklarını hatırlatmaktı.
Bir başka sorun ise çocukların “kirlenmiş” bir seyirci kitlesine dönüşmesi. “Kötü” işlere maruz kalan çocuklar zorlu seyircilere dönüşebiliyor. Bu yüzden çocuk ve gençlik tiyatrosunda kaliteyi artırmak ve doğru seyirciye ulaşmak için çok daha fazla çaba gerekiyor.
Yine de umut veren işler var. Boş Sahne, Atta Festival gibi oluşumlar yeni şeyler deniyor. Bu da bir umut yaratıyor. Belki zamanla daha fazla işbirliği ve seyirciye ulaşma şansı doğabilir. Türkiye’de tiyatro yapmanın zorluklarına rağmen, doğru yöntemlerle bu bariyerleri aşabileceğimizi düşünüyorum. Çocuk, genç, yetişkin ayırt etmeden aynı özenle, ‘neyi, kime anlatmak istiyorum’un samimi cevaplarını bulmamız gerekiyor sanırım.
Kumru Yaren Cengiz: Daha önce tiyatroyla tanışmamış bir çocuk grubuna oyun sergilemek gibi özel bir deneyimin oldu mu?
Elif Temuçin: Evet, bu benim için çok kıymetli bir anı. Yıllar önce gönüllü bir projede (Sulukule Gönüllüleri Derneği), tiyatroyla hiç tanışmamış çocuklara oyun oynadık. Mekansal olarak Kumbaracı50’nin desteğiyle gerçekleşti bu proje. Çocuklar 5-12 yaş arasındaydı ve oyundan önce oldukça hareketliydiler. Tiyatronun ortasında koşturuyor, birbirlerine vuruyorlardı. Sözsüz oyunumuz olan “Çok Soğuk”u oynayacaktık ve oyun öncesi “Acaba bu oyun nasıl olacak?” diye düşündük. Ancak oyun başladıktan sonra inanılmaz bir dikkatle izlemeye koyuldular. Oyunun bir yerinde efektten yağmur sesi geliyor ve biz şemsiyemizi açıp yağmurun dinmesini bekliyoruz. Tam bu anda bir kız çocuğu sahne önüne gelip sahneye elini uzattı ve “Ama yağmur yağmıyor ki!” dedi. Yerine geri oturduktan bir süre sonra, oyuna öyle güzel kaptırdı ki efekt kesilince “Yağmur dindi!” diye bağırdı. 45 dakika boyunca müthiş bir bağ kurduk seyirciyle. Gerçekten o gün de fark ettim ki, benim için tiyatroda, genç, yetişkin, çocuk seyircimiz kim olursa olsun, samimiyetle kurulan oyun alanı ve o an orada olma hali müthiş bir şey. İşte bu tür anlar için tüm zorluklara değiyor yaptığımız iş.
Kumru Yaren Cengiz: “Martı -mıyım?”ı uyarlarken neleri ön plana çıkarmaya çalıştın?
Elif Temuçin: Temel mesele, “başarı nedir?” sorusuydu. Çehov, bu soruyu çok güzel bir ironiyle ele alıyor. Başarı, ekonomik güç mü, fiziksel bir özellik mi, yoksa başka bir şey mi? Bu soruların varlığı hâlâ değişmiyor. Sanatçı olarak sürekli sınanıyoruz ve geleceği kestiremediğimiz bir geçiş dönemindeyiz. Bu oyun, hem kişisel hem de mesleki olarak, bu sorulara yanıt arama çabamızın bir ürünü. Oyunda, kendi iç çatışmalarımızı ve dayanışmamızı ele aldık. Çehov kendi yaşamı üzerine yazdığı mektuplarında da bu konuya fazlasıyla değiniyor. Bu soru sanat dünyasında hep var olmuş, gelecekte de olacak. Ve sadece sanatta değil, hayatın her alanında bizi sınayan bir kavram bu. Oyun da biz de nasıl hayatta kalınabileceğini araştırıyoruz.
Kumru Yaren Cengiz: Bu oyunu hayata geçirirken ekip olarak nasıl bir ortak noktada buluştunuz?
Elif Temuçin: “Martı-mıyım?” provaları boyunca hayatta kalma iç güdümüz üzerine sık sık sohbetledik. Süreç boyunca hem karanlık hem de umutlu anlar yaşadık. Ama önemli olan, bu sorulara tek başına değil, birlikte yanıt aramaktı. Ekip olarak birbirimize çok şey kattık diye düşünüyorum.
Kumru Yaren Cengiz: Bir yapımcıyla çalışmaya başlamışsınız. Bu kararın etkisi ne oldu?
Elif Temuçin: Evet, bu oyunumuzda Dolkun Production ve Biletinial ortak yapımcılarımız oldu ve bu bir fark yarattı elbette. Daha farklı mekanlarda, farklı bir seyirciye ulaşabildik. Yapımcı desteği, kapıları aralamamıza ve oyunlarımızı daha geniş bir kitleye ulaştırmamıza yardımcı oldu diyebilirim.
Kumru Yaren Cengiz: Tüm bu süreçlerde yaşadığınız zorluklara rağmen sizi motive eden şey nedir?
Elif Temuçin: Seyirciyle kurduğumuz o özel bağ. Ayrıca provalar boyunca, hep birlikte bir şeyler üretmek ve sorgulamak da motive edici. Yalnız olmadığınızı bilmek, dayanışma hissi her şeyin temelinde yatıyor.
Kumru Yaren Cengiz: İroni tiyatroda çok önemli bir yer tutuyor. Bu uyarlamada da ironi merkezde duruyor. Tiyatroda ironi ve bu uyarlamayı hayata geçirirken bunu seçme sebebin üzerine konuşalım.
Elif Temuçin: İroniyi çok değerli buluyorum. Türkiye’de özellikle ironiden kaçınılıyor çünkü bazen cesaret gerektirebiliyor, çünkü yanlış anlaşılma riskin var. Oysa ironinin insanı düşündüren ve aynı zamanda güldüren bir tarafı var. İroni, seyirciyi provoke eden, aktif bir seyir sunuyor. Seyirciyle tenis maçı gibi karşılıklı top yuvarlıyorsunuz. Beklemediği yerden örneğin koca bir kahkahanın ortasında acı bir hisse vurgu yapıyorsunuz, ya da kurulan gerçekliği beklemediği bir an çat diye kırıp o an, orada, tiyatro salonunda olabiliyorsunuz. Bu oyunsu dinamizme bayılıyorum. Danimarka’daki bir hocamızın söylediği şeyi önemsiyorum: “Seyircinin gözünü ve kalbini değil, ensesini da uyarman gerekir.”
Kumru Yaren Cengiz: Peki tiyatronun izleyiciyle olan ilişkisini nasıl tanımlıyorsun?
Elif Temuçin: Bizim amacımız seyirciyi provoke etmek ve onu aktif tutmak. Bir yandan da “Martı mıyım?“ da o ironiyi eğlenceli bir şekilde sunmaya çalışıyoruz. Tiyatronun temelini, o an, orada gerçekleşmesi olduğunu düşünüyorum, dediğim gibi. Bu yüzden seyirci dramaturjisinin de, yani seyircinin yer aldığı konumun da oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Duygusal manipülasyonlardan kaçınıp bunun düşünsel bir boyutta oyunların özüne yerleşmesi gerektiğine inanıyorum.
Kumru Yaren Cengiz: Tiyatronun biçimsel yönleri hakkında ne düşünüyorsun?
Elif Temuçin: Tiyatronun çıplak bir şekilde seyircinin gözü önünde şekillenmesini önemsiyorum. Sahne tasarımından, kostüme kadar her şeyin doğrudan izleyiciye ulaşması gerekir. Bizim oyunlarımızda da bu tür bir ilişkiyi, sahnedeki her şeyin gözler önünde olmasını hedefledik. Bu şekilde daha yalın, öz bir şekilde seyirciye ulaşabiliyoruz. Kulisin bile sahne üzerinde var olduğu bir dramaturjide, seyirciyle hiyerarşinin yok olduğu bir zeminden ilişkileniyoruz. Kimi zaman Çehov düzlemi ile Rusya’daki bir kır evine, kimi zaman günümüze vurgu yapan bir sahneleme ile bugüne ve oyuncuların kendi hayatlarını anlattıkları geçmişlerine süzülüyoruz. Yani “Martı-mıyım?”da sürekli seyirciyi sezgisel bir aktif alana çekmeyi diliyoruz. Bunu elbette keyif veren bir yerden gerçekleştirmeyi hedefliyoruz.
Kumru Yaren Cengiz: Ekip çalışmasıyla ilgili düşüncelerin neler?
Elif Temuçin: Provalar süresince ilk kez birlikte çalışmaya başlayan bir oyuncu kadrosu olmasına rağmen çok hızlı iletişim kuruldu. Oyun dilini birlikte kurmak hiç zor olmadı. Tüm ekibin oyunu samimi bir yerden sahiplenmesi projenin sağlam temellere oturmasını sağlıyor. Bizim projemizde de bu uyum çok güzeldi. Yani sahne tasarımından, kostüme kadar her konuda hızlı bir ortaklık kurduk.
Kumru Yaren Cengiz: Seyircilerden aldığınız geri dönüşler nasıl?
Elif Temuçin: Geri dönüşler çok farklı oldu. Herkesin bakış açısı farklı. Ama bence, tiyatro izleyicisinin sadece “beğenmek” ya da “beğenmemek” değil, oyun hakkında düşündüklerini ve duygularını ifade etmeleri kıymetli. Oyun çıkışlarında seyircilerin küçük gruplar halinde kimi zaman hararetle oyunu tartıştıklarını görüyorum. Bu oldukça hoşuma gidiyor. Hınzır bir yerden, akılda sorular bırakmak bana önemli geliyor. Provalar boyunca oyun üzerine ince ince düşündük. Tüm biçimsel ve dramaturjik tercihlerin her ayrıntısına kadar izleyenlere geçmesi elbette dileğim ama bunun yüzde yüz gerçekleşme ihtimali de zor olabilir. Genel olarak merak uyandırdığını düşünüyorum ve bu beni mutlu ediyor.
Kumru Yaren Cengiz: Yeni projelerle ilgili gündeminizde neler var ekip olarak?
Elif Temuçin: Şu an “Martı -mıyım?“ın geri dönüşlerini gözlemliyorum. Oyun hala devam ediyor, yeni projelere yönelmeden önce bu süreçten aldığım geri bildirimlere göre yeni projeler şekillenecek diye düşünüyorum. Elbette zihnimde, kalbimde dönen hayallerim var. Denemeyi ve araştırmayı hiç bırakmak istemiyorum. Bu yüzden yeni arayışlarıma en uygun iş ne olacaksa ona göre ilerleyeceğim. Tiyatro BeReZe olarak da denemeler devam edecek. Ayrıca repertuar tiyatrosu olduğumuz için oyunlarımız devam ediyor.
Kumru Yaren Cengiz: Benim sorularım bu kadardı. Tüm cevapların için teşekkür ederim.
Elif Temuçin: Ben teşekkür ederim, sevgiler.