29 Ocak 2025 Çarşamba

Zamansız Bir Masal: İstanbul Efendisi Müzikali

Hakkı Yüksel  |  Ed. Seda İstifciel

Sanat, yaşadığı dönemin bir toplumsal dökümüdür. Eğer toplumu derin bir analizle inceleyip bu dökümü çıkarabilecek bir sanatçıysanız işte o zaman zamana direnebilecek bir eser yaratabilir, zamansızlığı yakalayabilirsiniz.

Müsâhipzâde Celal’in 1914 tarihli eseri İstanbul Efendisi, hem dönemin ışıltılı ama yorgun yüzünü hem de insan ruhunun eğlenceli çelişkilerini yakalayan bir tiyatro klasiği olarak zamana meydan okuyor. Yeniden sahnelenen bu unutulmaz eser, seyirciyi bir kez daha Osmanlı’nın kültürel labirentlerinde gezdirirken, modern dünyada dahi yankı bulan bir neşe, hiciv ve derinlik sunuyor. Yıllar yıllar önce, yine Engin Alkan yönetmenliğinde, güçlü ve kalabalık bir kadro eşliğinde sahnelenen İstanbul Efendisi’ni, İstanbul Şehir Tiyatrolarında izleme fırsatı yakalamıştım. Oyun ilk kez House of Performance prodüksiyonu ile özel tiyatrolar bünyesinde tekrar seyircisiyle buluştu. Oyunu seneler önceki ilk izleyişimde o kadar çok keyif almıştım ki yeniden sahneleneceğini duyar duymaz biletimi aldım. 

Oyunun merkezinde cinlerin perilerin hurafeleriyle dolu bir gerçekliğe gömülmüş olan İstanbul'un Baş Kadısı Savleti Efendi, yani bilinen diğer adıyla İstanbul Efendisi yer almaktadır. Engin Alkan tarafından canlandırılan Savleti Efendi’nin yıldızların açılarıyla oluşan kadere dair inancı öylesine kuvvetlidir ki, kızı Esma’nın kiminle evlenmesi gerektiğine bile yıldızların açılarıyla, fallarla, remillerle karar vermek istemektedir. Köleliğin hâlâ devam ettiği, özellikle kadınların bir eşya gibi alınıp satıldığı, köle olmayan kadınların ise babaları tarafından söz hakkı olmadan uygun görülen biri ile evlendirildiği bir zaman diliminde Savleti Efendi’nin kızı Esma fallarda çıkan damat adayıyla gönlünü kaptırdığı delikanlı arasında kalmaktadır. Bir baba ve baş kadı olarak bedenleşen bu otorite figürünü alt etmenin bir yolu bulunabilecek midir? Oyun bu bağlam içinde bir yandan çağdaşlaşma yolunda yeni bir kimlik tesis etmeye çabalayan toplumun geleneğiyle arasında oluşan uzaklığı yakınlaştırmaya çalışırken bir yandan da geçmişin bağnaz hatalarından bugüne dersler çıkarmaya çalışır.

İstanbul Efendisi’ni klasik bir komedi olarak tanımlamak yetersizdir. O, Osmanlı toplumsal yapısına ustaca bir eleştiri getiren, köklü geleneklerle alay eden ve çağdaş düşüncelerin tohumlarını atan bir tiyatro mirasıdır. Komedinin sırtına bindirilmiş toplumsal eleştirileri ve zengin karakter portreleriyle, hem eğlendirir hem de derinlikli bir düşünme alanı sunar.


Müsâhipzâde Celal’in eserlerinde sıkça rastlanan geleneksel tiyatro unsurları, İstanbul Efendisi’nde de en belirgin şekilde karşımıza çıkmakta. Meddah hikâyelerinin zengin dili, orta oyunlarının çizgi karakterleri ve Karagöz Hacivat oyunlarının güzel alaycılığı, bu metinde bir araya geliyor. Ama yazarın yeteneği, bu geleneksel çerçeveyi, modern bir çağrışım ve zamansız bir eleştiri aracına dönüştürmesinde yatmakta.

Oyun, bir dönüm noktasında olan Osmanlı toplumunu yansıtır. Güçlülerin kibri, zenginlerin ahlaki yozlaşması ve günlük hayatın çıkar ilişkileriyle dolu sığ dünyası, oyunun karakterleri aracılığıyla mizahi bir dile dökülmüştür. Ama İstanbul Efendisi, hicivle yetinmez; mizahın ardında, toplumsal çöküşün trajedisini de hissettirir. İzleyenleri kahkahalara boğan sahnelerin altında, çıkarcılık, hırs ve yozluk gibi insanın tanıdık ama tatsız yanları yatar. Bu sebeplerle yüz yılı aşkın bir süre önce kaleme alınan eser, aslında günümüze dair de bir şeyleri tartışmaya açar.

Oyunun kahramanı olan İstanbul Efendisi, kendi döneminin özetidir adeta. Parayla prestijin, ahlakı körleştirdiği bir toplumda, onun gibi bir karakterin yüzünde zamanın maskesini görürüz. Kendi menfaatlerini her şeyin üzerinde tutan, kurnaz ama trajikomik bir otorite figürüdür Savleti Efendi. Bu karakter, sadece döneminin eleştirisi değil, aynı zamanda bugünün dünyasında da yankı bulan evrensel bir tipleme olarak kabul edilebilir.

Çevresindeki karakterler de Osmanlı toplumunun birer arketipini temsil eder. Saf aşıklar, çıkar peşindeki hizmetkârlar, dönmeyen çarklarıyla farklı din, dil ve ırktan küçük esnaf... Hepsi, Müsâhipzâde’nin detaycı çizimleriyle çok boyutlu bir hâle gelir. Oyunun mizahî yapısı bu karakterler aracılığıyla daha da zenginleşir. Hizmetçilerin dönen entrikaları, mahallelinin abartılı dedikoduları ve işverenlerin kibirli şatafatı, alımlayıcıya hem kahkaha hem de derin düşünce sunar.


Modern sahnede bu karakterlerin güncel dokunuşlarla yeniden hayat bulması, İstanbul Efendisi’nin kalıcılığının kanıtı gibidir. Oyuncular, klasik metni sadık bir şekilde yorumlarken, güncel jest ve mimiklerle onu taptaze bir hâle getiriyor. Doğrusu oyunun bu yeniden sahnelenmesine gitmeye karar verdiğimde biraz endişe doluydum. Şehir tiyatrolarında izlediğim oyunun lezzetini bulup bulamayacağım konusunda düşünüyordum. Oyun yine kalabalık bir kadrodan oluşuyor. Kadronun hepsi genç, dinamik ve son derece başarılı oyuncular. Engin Alkan’ın başarılı yönetimi de oyunun içindeki tüm bu genç oyuncuları tek tek görüp tanımamıza olanak sağlıyor. Özellikle Dilara rolünü oynayan Zeynep Sevi Yılmaz, İrfan rolünü oynayan Serkan Ilgaz ve Menteş rolündeki Sertaç Nicholas Güder performanslarıyla ön plana çıkan oyunculardan. Özellikle şehir tiyatrolarında Çağlar Çorumlu gibi bir yetenekten izleme fırsatı bulduğumuz İrfan karakteri, Serkan Ilgaz’ın canlandırmasıyla da aynı tadı yakalamış. Bu cümleleri ufak bir tedirginlikle kuruyorum. Çünkü geri kalan oyuncuların da asla hakkı yenemez. Hepsi yaklaşık üç buçuk saat kadar süren ve iki perdeden oluşan oyunda baştan sona kadar çok yüksek bir başarı gösteriyorlar. Enerjileri asla düşmüyor. Oyuncular oyunlarının yanı sıra koreografik dansları ve güzel sesleriyle de sahneyi dolduruyorlar.

Güzel bir tiyatro oyununda metnin ustalığı kadar sahnelenmenin de etkisi yadsınamaz. Yeniden sahnelenen İstanbul Efendisi, izleyiciyi göz alıcı bir dünyaya çekiyor. Osmanlı mimarisiyle bezenmiş sahne dekorları, bir dönemin zarafetini ve karmaşıklığını yansıtıyor. Kostümler, sırf göz doldurmak için değil, karakterlerin ruhunu ve dönemin estetik anlayışını taşıyan birer anlatım aracı gibi işliyor. Sahnenin her detayı, seyirciyi geçmişin büyülü atmosferine taşırken, bir yandan da günümüzün ışığıyla aydınlanmış bir tarihsel okuma sunuyor. Oyuncuların makyajlarında stilize edilmiş teknikler kullanılmış. Yoğun ve koyu makyajlar ve dekordaki grotesk dokunuşlar oyunun hem mizahını kuvvetlendiriyor hem de oyuna biraz masalsı bir şölen havası katıyor. 


Seyirciler yerlerine geçerken sahnenin ortasında yanan ve dumanlar çıkaran bir tütsü ile karşılanıyoruz. Bunun gibi unsurlar, oyunun taşkın mizahı, zaman zaman bir kakafoni yaratan fazlasıyla gürültülü replikler, coşkusu hiç dinmeyen bir tempo ve duygusal taşkınlıklar oyunda gösterilebilecek Dionizyak etkilerden. İzleyici, bu Dionizyak unsurlarla kahkahalar eşliğinde günlük hayatın sınırlarını unutuyor ve bir an için toplumsal maskelerin ardındaki insani çelişkilerle yüzleşiyor. Bu unsurlar oyunu karnavalesk bir eğlence alanına dönüştürürken yaratılan yabancılaştırma etkisiyle de düşünsel boyut güçlendiriliyor.

Oyuncuların yabancılaştırma efekti olarak başlarda büyük bir doğallıkla yaptıkları rolden çıkmalar bir süre sonra o kadar çok tekrar eder bir hâle geliyor ki hem doğallığını yitiriyor, hem mizah gücü düşüyor hem de zaten fazlasıyla uzun olan oyun iyice uzamış oluyor. Bu türden rolden çıkışlar biraz törpülense oyun daha keyifli ve tatlı bir hâle gelecektir şüphesiz. Bunun dışında Engin Alkan’ın güncel taşlamaları, siyasi göndermeleri ve tüm oyuncuların seyircilerle kurdukları ilişki gayet başarılı.

Müzik, oyunun elbette en güçlü yanlarından biri. Geleneksel Osmanlı müzikleriyle bezenmiş sahne geçişleri, seyirciyi hem eğlendiriyor hem de dönemin hissiyatına dokunuyor. Şarkılar, sadece birer eğlence unsuru değil, aynı zamanda anlatının akışını derinleştiren bir işlev görüyor. Kaldı ki bu bir müzikalde bulunması gereken en önemli unsur. Bu müzikal dokunuşlar, izleyiciyi adeta bir düğün havasına çekerken, her notada toplumsal katmanların duygu yüklü hikâyesini sunuyor. Özellikle topluca söylenen müzikler gerçekten şahane. Şarkılar, güzel ve oyunun dramatik gidişatına uygun, etkileyici danslar eşliğinde söyleniyor. Sadece şarkılarını dinlemek için bile gidip izlenmesi gereken bir oyun İstanbul Efendisi. Ayrıca gitmeden dinlemek isterseniz oyunun tüm şarkılarını içeren, oyunla aynı adı taşıyan bir Spotify listesi de mevcut. Kullanılan şarkıların hepimizin bildiği fasıl havasındaki şarkılar ve türkülerden oluşuyor olması da seyircinin şarkılara eşlik edip kendini oyunun bir parçası gibi hissetmesini sağlıyor.

Oyunun oynandığı Bakırköy House of Performance sahnesi maalesef yeterli bir havalandırmaya sahip değil. Koltuk düzeni de salonun boşaltılıp yeniden dolmasını oldukça güç hale getiriyor. Salondaki yüksek sıcaklık sadece izleyicileri değil, yüksek bir performansla oyunlarını icra eden oyuncuları da hayli zor duruma soktu. Umarım buna kısa sürede farklı çözüm yolları bulunabilir ve oyunun keyfi zedelenmez.

İstanbul Efendisi, geçmişin nostaljisini yaşatırken, izleyiciyi günümüz toplumuna dair düşünmeye de davet ediyor. Müsâhipzâde Celal’in bu zamansız eseri, yeniden sahnelenmesiyle bir kez daha hem güldüren hem düşündüren bir deneyim sunuyor. İzleyiciler, kahkahalar arasında hem kendilerini hem de toplumu sorguluyor. Oyun, neşenin ve eleştirinin harmanlandığı, hem geleneksel hem modern bir başyapıt olarak Türk tiyatrosunun altın sayfalarındaki yerini bir kez daha sağlamlaştırıyor. Her bir sahnesi, geçmişten bugüne taşınan bir mizah, bir eleştiri ve bir sanat şöleni. 

Hayatta kalmak için çabaladığımız, ölmemeyi yaşamak, yaşamayı ise bir tesadüf ya da bir şans sandığımız günlerden geçerken olup bitenlere dayanma gücü mizah, sanat ve müzikten geçiyor. O yüzden bu oyunu kaçırmamanızı dilerim.

*Görseller House of Performance'ın resmi instagram hesabından alınmıştır.


Yorumunuzu bırakın