BLOG

/ Blog
26 Eylül, 2024

‘Bildiğin Gibi Değil’ Altın Koza için Yarışıyor

‘Bildiğin Gibi Değil’ Altın Koza için Yarışıyor

Kumru Yaren Cengiz |  Ed. Seda İstifciel


Kendimizi bildiğimiz andan itibaren bir arada olduğumuz insanları ne kadar tanıyoruz? Annemiz, babamız, kardeşlerimiz hep orada bir yerde. Yoklukları dahi orada bir yerde varlığını sürdürüyor. Peki ne kadar biliyoruz birbirimizi? Ne kadar güveniyoruz? Ya da bizi en filtresiz bilenler bize aslında bir o kadar yabancılar mı? 

Bu filmle böyle bir yerden bağ kurabilirsiniz. Bir de çocuk, queer birey ya da kadınsanız dünyanın neresinde olursanız ama üçüncü dünya ülkelerindeyseniz eğer daha fazla bağ kurabileceğiniz detayları görebileceksiniz maalesef. Maalesef dememin sebebini filmi izlediğinizde anlayacaksınız.

43. İstanbul Film Festivali’nde birçok ödüle layık görüldü Vuslat Saraçoğlu’nun Bildiğin Gibi Değil isimli uzun metraj filmi. Alican Yücesoy ve Serdar Orçin’e giden Ulusal Yarışma En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Ulusal Yarışma En İyi Senaryo Ödülü, Onat Kutlar anısına verilen Jüri Özel Ödülü filmin kazanmış olduğu ödüller arasında. 
Festival yolculuğu devam eden filmi 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması kapsamında 24 Eylül günü izlemiş bulunmaktayım.



Hem yazarı hem yönetmeni Vuslat Saraçoğlu olan bu film, yönetmenin memleketi olan Tokat’ta geçiyor ve Tokat’ta çekilmiş. Oyuncu kadrosunda Serdar Orçin, Alican Yücesoy, Hazal Türesan, Ozan Çelik, Ünal Yeter öncelikle göze çarpıyor. 

Babalarının ölümü ile kendi hayatlarına mola verip memleketlerine cenaze için dönen Yasin ve Remziye’nin hali hazırda memleketlerinde yaşayan Tahsin ağabeyleri ile geçirdikleri cenaze sürecini ve aralarındaki ilişkileri gözlemliyoruz denilebilir en düz, kısa ve basit bir özet ile film için. 

Lakin bu basit özetin içini açarsak ve biraz da filme psikanalitik ve feminist bir okuma yaparsak aslında filmin çok derin yerlere kanca attığını gözlemleyebiliyoruz. Filmde başrolde yer alan kadın karakter Remziye’nin dengesiz, histerik, savruk tarafları adeta bir Nora misali. Film boyunca çocukların babalarıyla, memleketleriyle, yetiştikleri coğrafyayla, birbirleriyle olan bağlarını ve ilişkilerini uzunca gözlemliyoruz. Kavga sırasında kimin kimin tarafında olduğuna kadar otomatik olarak yerleşmiş davranış kalıplarına şahit oluyoruz. Kimin neleri feda ettiğini ve kimin nelerden kaçtığını görüyoruz. Evliliğin, üniversitenin kurtuluş yolu sanıldığını, onaylanmak adına hayallerinden vazgeçmenin nasıl bir sonucu olduğunu, aile içi sırların ağırlığını, kadın-kız çocuğu-çocuk olmanın ağırlığını, kol kırılır yen içinde kalır felsefesini, bilmediğimiz şeyler olabileceğini, bazı şeylerin hiç de bildiğimiz gibi olmama ihtimallerini, suçlamanın meyilli ama anlamaya zoraki olan olduğumuzu gerçekten çok doğal bir akışta çok yalın sahnelerle izliyoruz. Tüm bu sürecin biraz daha derlenip toplanıp kısaltılması filmin dramaturjik tutarlılığı ve ritmi açısından filmi daha üst kademeye çıkartabileceği aşikarmış. Nereye gidiyor bu film sorusu eşliğinde izlerken sonun vuruculuğu yüzde karış izi bırakan bir tokat misali çarpıyor seyircinin suratına. Bahsetmiş olduğum ritim problemi çözülmüş olsaydı tokatın etkisi daha da artar ve seyirci biraz daha diri kalırdı açıkçası.