12 Ağustos 2025 Salı

Ünlemler Soru İşaretlerine Karşı: OF AH OH!

Hakkı Yüksel  |  Ed. Seda İstifciel

Çocukluğumun lunaparklarında “komik aynalar” adıyla kurulan ve biletle girilen minik çadırlar bulunurdu. Çoğunun kahkahalar atarak vakit geçirdiği bu alanda, yaşım sebebiyle olsa gerek, içim ürperirdi. Tümsek ve çukur aynalarla bezenmiş çadırın içinde bir aynada cüceye dönüşür, ötekinde patlayacak kadar şişmanlar, diğerinde kıl kadar ince bir dev oluverirdiniz. Büyük bir endişeyle “Biz bunlardan hangisiyiz?” diye sorduğumu hatırlıyorum elini sıkı sıkı tuttuğum babama. Belki de hepsiyizdir, diye de ekliyor ve eve döndüğümde koşarak banyodaki aynaya bakıyor, alışık olduğum bedenimle yeniden karşılaşıp büyük bir oh çekiyordum. 

O çarpık aynaların karşısındaki yabancılık hissi, yıllar sonra bir sahnede, genç bedenlerin sesli ve sessiz çırpınışlarında yeniden karşıma çıktı: Of Ah Oh. “Of Ah Oh”, gençliğin, özellikle de ergenliğin kimlik inşası sırasında içine düştüğü çelişkileri hem bedensel hem dilsel düzlemde ortaya koyan sahnelemesiyle, seyirciyi bir tür ayna evresine geri çağırıyor. 

Lacan’ın deyimiyle özne, “ayna karşısında bütün bir benlik yanılsamasına” kapılırken aslında eksik olanla özdeşleşir. Oyunda da bu eksiklik, karakterlerin bitmeyen devinimleriyle, sürekli değişen atmosferlerle ve tam olarak neye ait olduklarını bilemedikleri duygusal patlamalarla dışa vuruluyor.


Oyun açılışında seyirciler arasına inen oyuncular, ellerinde taşıdıkları plastik aynalarla seyircinin yüzünü yansıtarak sahne ile salon arasındaki görünmez çizgiyi geçici olarak askıya alıyor. Bu sahneleme tercihi, Lacan’ın “ayna evresi” kuramıyla yakından ilişkilendirilebilir. Lacan’a göre özne, ilk kez aynada kendine dışarıdan bakarken bir bütünlük yanılsaması kurar; bu süreçte özne olma hali dış bir imgeye bağımlı biçimde oluşur. Oyunda aynanın seyirciye tutulması, benzer bir kırılma anı yaratıyor. Seyirci, sahneye bakarken aslında kendi yansımasına maruz kalacağının önsemesiyle bilgilendiriliyor. Ayrıca aynaların eğilip bükülmesiyle yaratılan sessellik de oyuna odağı kuvvetlendiriyor. 

Seyirci arasından kalkıp yeniden sahneye çıkan oyuncular, fiziksel tiyatronun imkânlarından yararlanarak bir müddet konuşmayıp ünlemlerle, jestlerle, iniltilerle, iç çekişlerle ve haykırışlarla iletişim kuruyorlar. Bu dil öncesi alan, izleyiciyi bilinçdışının, bastırılmış arzuların ve henüz adlandırılamamış duyguların içine çekiyor. Tıpkı bir bebek gibi, oyuncular da varlıklarını “söyleyerek” değil, “sesleyerek” duyuruyorlar. Ünlemler, bastırılmış olanın dışavurumu hâline geliyor. Arzunun, bastırılmanın ve temsil edilemeyenin teatral bir jestle ortaya konduğu bu yapı oyunun en sevdiğim sekansıydı.

Tiyatromuzun Eksik Yanı:

Ülkemiz tiyatrosunda direkt gençleri muhatap alan; onların dertlerini, sevinçlerini, arzu ve korkularını tartışan oyun sayısı yok denecek kadar az. 2025 yazında Viyana’da düzenlenen Kultursommer etkinliği kapsamında izleme şansı bulduğum “Of Ah Oh”, gençliğin içsel kaosunu sahne üzerine taşıyan çağdaş bir tiyatro deneyimi. ACT Project’in tamamen kolektif üretimi olan oyun; İpek (Kardelen Ezgi Yıldız), Fırat (Anıl Çalım) ve Aylin (Ece Zeynep Taşkın) adlı üç lise arkadaşının bir konsere gitme planı üzerinden gelişen duygusal, zihinsel ve bedensel bir gerilim sarmalını sahneye taşıyor. Yaklaşık 45 dakika kadar süren tek perde boyunca, seyirciyi karakterlerin iç dünyalarına çeken yapı, hem fiziksel aksiyonu hem de düşünsel karmaşayı aynı sahnede çakıştırarak, günümüz ergenliğinin yoğunluğu üzerine etkileyici bir anlatı kuruyor.

Oyunun merkezinde iki biletlik bir konser planı var. Fırat’ın Aylin’e olan ilgisi, İpek’in arada kalışı, Aylin’in duygusal karmaşası; her biri hem bireysel hem kuşaksal anlamlar taşıyor. Biletin kime verileceği sorusu, bir nesne üzerinden dönen temsil düzeneğini tetikliyor. Oyun boyunca bilet; aşkı, dostluğu, arzuyu ve ihaneti taşıyan bir göstergeye dönüşüyor. Aylin’in “yakalanma” korkusu ve özgürlük hayalleriyle örülü monologları, ergenliğe özgü kimlik kırılmalarına ışık tutarken, İpek’in aşkı aracılığıyla düzeni bozma fantezisi, arzu ile yasak arasında kurulan Lacancı çatışmayı bedenliyor. Basit bir aşk üçgeni, arkadaşlık ve kimlik bunalımı gibi temalara yaslanan yalın hikâye, sahne olanaklarının kullanımıyla bambaşka bir hâle bürünüyor.


Gençliğin Temsil Edilemezliği

Ülkemizde neden gençlik tiyatrosu yeterince gelişememiştir? Çünkü gençlik temsil edilemezdir. Gençlik, son derece akışkan bir zamanlar bütünüdür ve gençlik hikâyeleri belli bir kalıba oturtulmaya çalışılırsa ya haddinden fazla “olgunlaşılır” ya da karikatürize edilerek “çocuksulaşılır.” ACT Project’in çalışması, bu tuzaklara düşmemeyi başarıyor. Of Ah Oh, gençliğin sabit ve tanımlanabilir bir kimlikle sınırlandırılamayacağının güçlü bir şekilde farkında. Oyunun beden dili, zamanın ve mekânın bulanıklaşması, gençlerin kimlik arayışındaki oynaklığı vurguluyor. Ki bu oynaklık, queer kuramların da temel çıkış noktasıdır: Kimlikler sabit değil; sürekli biçim değiştiren, dönüştürülen, hatta çelişen olgulardır. Bu bağlamda oyuncuların bedenlerinde ve seslerinde cinsiyet kodlarının belirsizleşmesi, gençlerin toplumsal dayatmalara karşı kurdukları direnç ve esneklik olarak okunabilir. Bu queer alt metin, oyunun sınırlı imkanlar içinde kalmış gençlik deneyimini aşarak, kimlik politikalarına dair daha geniş bir tartışmaya kapı aralama potansiyeli taşıyor.

Oyunda karakterlerin içsel çatışmaları ve dış dünyayla ilişkilerinde yaşadıkları sıkışmışlık, bireysel arzuların toplumsal normlarla çelişmesinin teatral yansımasıdır. Burada “kimlik” sadece bir etiket olmaktan çıkıyor; bir sorgulama süreci, bir performans alanı hâline geliyor. Alımlayıcı, bu performans alanında gençlerin belirsizliklerini ve “yer bulma” çabalarını hem acı hem umutla izliyor.

Sahne Araçlarıyla Kurulan Yeni Dil: 

Oyundaki sahne tasarımı ve koreografi, gençliğin kalıba sığmaz bu kaotik arzular haritasını somutlaştırıyor. Sahnede bedenlerin birbirine çarpması, tekrar eden hareket motifleri ve zaman zaman abartılı yüz ifadeleri, ani kasılmalar gibi grotesk öğeler taşıyan jestler, bastırılmış dürtülerin, toplumsal normların dışında kalan arzuların beden üzerindeki izlerini daha ilk dakikalardan görünür kılıyor. Seyirci, tanıdığı hiçbir yapıya oturmayan bu yoğun enerjiyle baş başa buluyor kendisini: Oyun, anlam arayan zihnin soru işaretlerini, var olmak isteyen bedenin ünlemleriyle bastırıyor. Koreografiyle iç içe geçmiş ritmik ses kullanımı, bastırılmış dürtülerin hem içe hem dışa akan doğasını görsel bir akışa dönüştürüyor.

Oyuncuların yaşları ve jestlerindeki gençlik vurgusu, temsili hem güçlendiriyor hem muğlaklaştırıyor. Bedenler ne tam olarak erkek ne de kadın gibi kodlanıyor; bu, Lacan’ın “cinsiyetlenmemiş özne”sine yaklaşan bir tavırdır. Oyunun queer alt metni burada daha da belirginleşiyor: Cinsiyet, kimlik ve arzu; hepsi yerinden oynuyor. Bedenlerin kendileri bile sabit kalmıyor; yer değiştiriyor, başkalaşıyor, bir diğerinin hareketine eklemleniyor, siliniyor, yeniden beliriyor. Deniz Göl’ün rengarenk kostüm tasarımı da bu durumu kuvvetlendiriyor. Oyuncuların kostümlerinde hem gençliğin norm-dışılığını hem enerjisini hem de sınırlara sığmaz akışkanlığını gözlemleyebiliyoruz.


Bu kaygan yapı içinde zaman da sabit kalmıyor. Oyunun başından sonuna kadar geçen sürede kronolojik bir yapı sezilmiyor. Sahne, belleğin parçalı doğasını yansıtan bir alan hâline geliyor. Bazen sınav ortasında yaşanan bir panik atak, bazen aile bireylerinin baskısı altında ezilmiş çocukluk, bazen online bir bilgisayar oyunu oluyor izlediğimiz. Bu zaman dışılık, Of Ah Oh’u yalnızca gençlik üzerine düşündürmekle kalmıyor, gençliğin zamanla ilişkisi üzerine de düşündürüyor.

Kultursommer festivali kapsamında oyunu gündüz vakti, açık havada izlemiş olmam oyunda kullanılan ışık faktörünü maalesef gölgeledi. Oyunun Türkiye’deki sahnelemelerinde, temayı destekleyen iyi bir ışık dramaturjisinin de geliştirildiğini tahmin ediyorum. 

İç seslerin arka planda başka oyuncular tarafından (İlker Çalışkan ve Yağmur Ilgım Öztekin) seslendirilmesi, karakterlerin sahnede iki ayrı düzlemde var olmasına yol açıyor: biri toplumsal beklentilerle uyumlu olan dış benlik, diğeri bastırılmış dürtülerin, korkuların ve arzuların şekillendirdiği iç benlik. İç monologların distorsiyonlu sesle verilmesi, kimlik bölünmesini yansıtan çok güzel bir teknolojik strateji. Sessizlikler, oyunun bir başka güçlü aracı. İletişimin durduğu anlarda ortaya çıkan boşluk, karakterlerin söyleyemediklerine ayrılmış bir alan yaratıyor. Bu retorik, gençliğin ifade güçlüklerine yönelik sahici bir yaklaşım sunuyor. 

Tüm oyuncuların beden kullanımı oldukça başarılı. “Of! Ah! Oh!” gibi ünlemlerin bedenle pekiştirilmesi, duyguların fiziksel karşılık bulduğu bir tiyatro estetiği yaratıyor. Aylin’in kamburlaşarak küçülmesi, Fırat’ın yalnız yürüyüşlerinde içe kapanması, İpek’in kaygı anlarında sıkışan jestleri; hepsi, duygu ile beden arasında kurulan bağı açık biçimde sahneye taşıyor.

Boş bir sahne üzerinde, yalnızca birkaç nesneyle kurulan atmosfer, karakterlerin zihinsel haritasına giriş izni gibi işliyor. Minimalist tasarım, karakterlerin içsel yolculuklarını estetik bir metafora dönüştürüyor. Aylin’in içsel çatışması sırasında kullanılan dev yumak ve İpek’in sınav ortasında geçirdiği panik anlarında üstüne örtülen çarşaf sahnelemede çok iyi çalışan iki gösterge oluyor. 


Oyun, toplumsal normların, aile içi düzenin ve eğitim kurumlarının şekillendirdiği “genç” figürünün karşısına bir karşı-imge çıkarıyor. Bu karşı-imge, düzenin içinde tanımlanamayan ama sürekli ses çıkaran, görünürlük isteyen ve varlığını hissettiren genç bir beden olarak karşımıza çıkıyor. Of Ah Oh, bu bakımdan “toplumsal aygıtlar tarafından sınırlandırılmış bedeni” değil, o bedenin içindeki arzu eden özneyi sahneye taşıyor. Bu da onu politik kılıyor.

Finalde herhangi bir çözülme ya da katarsis olmuyor. Anlam tamamlanmıyor; aksine sesler, bedenler, ışıklar bir başka patlamaya doğru evrilerek dağılıyor. Gençlik çözümü birlikte olmak, anı yaşamak, neşeyle dans etmekte buluyor. Seyirci, gördüğünü tam olarak nereye yerleştireceğini bilemeden oyundan ayrılıyor belki. Tıpkı çocukluğumdaki komik aynalar çadırından çıkıp “Ben hangisiyim?” diye sormam gibi, bu oyundan çıkan seyirci de kendine dair yeni, belki de rahatsız edici bir soruyla baş başa kalıyor. Ya da hiçbir oyuncuyla kendini özdeşleştirememiş bir alımlayıcı, hiç değilse gençlik üzerine düşünmeye başlıyor.

Of Ah Oh, anlamın yerini arzunun tuttuğu, temsilin yerini çağrışımın doldurduğu, normatif yapının yerini kaotik bedenin aldığı bir sahne kuruyor. Ünlemler, soru işaretlerinin karşısına dikiliyor; cevap olmak için değil, daha çok sormak için. Of Ah Oh gençliğin temsil edilemezliğini sahneleyerek, tiyatroyu kimliklerin yeniden inşası için bir araç hâline getiriyor. Bu anlamda oyun, hem bireysel hem de kolektif bir kimlik arayışının sanatsal yansıması olarak kabul edilebilir.

Not: Yazıda yer alan fotoğraflar bantmag.com adlı siteden alınmıştır.


Yorumunuzu bırakın