Eren Can Altay | Ed. Seda İstifciel
Mimarlık, mekanı ele alan bir pratik olduğu için, ürünlerinin tek bir duyu tarafından, bütünlüklü olarak algılanması olanaksızdır. Bir yapının fotoğrafına bakınca algılanan yapı ile onun içerisinde fiziken bulununca algılanan yapı arasında farklar vardır. Mekan, bireyi kapsayan bir atmosfere dönüşür. Yapının akustiği ya da havalandırması, herhangi bir fotoğrafın veremeyeceği daha başka veriler verir.
Ancak günümüz mimarlığının, sosyal medyanın baskın gücü de göz önüne alındığında, çoğu zaman sadece görsel olarak tüketilen bir pratiğe dönüştüğü söylenebilir. Yapının kendisinden ziyade, onun imgesi, çoğu zaman gerçekliğinin önüne geçer ve neredeyse yapının kendinden daha “gerçek” bir şeye dönüşür.
Bu kısa metin de bu fikri desteklemek amacıyla, kendi fotoğrafları ile çatışacak ve farklı bir deneyim aktarmaya çalışacaktır. Bu gaye için de 2021 yılında inşaatı biten Zonguldak Mağaraları Ziyaretçi Merkezi (ZMZM) yapısı uygun bir altlık oluşturuyor.
ZMZM, Truva Müzesinin de mimarı olan, Yalın Mimarlık tarafından yapıldı. Küçük bir alanı kaplayan yapı, arkasında yer alan Gökgöl Mağarasına bir giriş alanı oluşturuyor. Ziyaretçiler bu alanda biletlerini aldıktan sonra, mağaralar hakkında genel bir bilgilendirme elde ediyor ve ziyaretçi merkezinin yönlendirmesiyle mağaranın içerisine doğru yol alıyorlar.
Ziyaretçi Merkezi, içerisinde bulunduğu coğrafyada gizlenmeye çalışan bir tasarım fikri ile hareket ediyor. Bu amacı da yatay bir çizgiyi takip eden hacimsel kütleler ile yapıyor. Kütlesel tercihleri desteklemek amacıyla, yapı bütününde tercih edilen doğal taş malzemesi, sadece hacimsel olarak değil ancak görsel olarak da bir kamuflaj sağlıyor. Doğa ile mimari arasında, şayet bunlar birer tezat ise, hoş bir denge yakalayan yapı, dağın eteklerine 1 metreye kadar yakınlaşan çizgisi ile dağı neredeyse bir duvar olarak kullanıyor. İç mekanının yamaca bakan cephesinde kullanılan cam ile dış mekan ile görsel temas sağlarken, fiziksel anlamdaki bu yakınlık, yamacı adeta duvar görevi gören bir iç mekan elemanına dönüştürüyor. Bu da yapının nerede bitip, doğanın nerede başladığı konusunda olumlu bir muğlaklık yaratıyor.
Tüm bu olumlu yanlarına rağmen yapının içerisinde gezerken, mimari hoşbeşlerin ötesinde bazı gerçekler ve pratik sorunlar göze çarpıyor. Kimi detayların çok da temiz çözülememesinden öte, inşa sürecinin farklı aşamalarında mimari ofisin elinde tutamadığı bir takım yönetimsel sorunlar göze çarpıyor. Metin fotoğraflarında göremeyeceğiniz üzere yapı sanki üç bölüme ayrılmış ve üç farklı grup tarafından inşa edilmişe benziyor.
Gerek kullandığı aykırı ve yapının tasarım fikri ile tezat oluşturan reklam tabelası seçimiyle, gerekse kendine bağlı olduğunu düşündüğüm tuvalet çözümleriyle, ziyaretçi merkezinin restoran bölümü tamamen farklı bir zihniyeti temsil ediyor. Giriş alanından restoran alanına doğru yönelen ziyaretçiler, sanki yapıyı terk etmeden binadan çıkıyormuş hissine kapılabilirler.
Restoranın sahipleri tarafından tamamlandığını düşündüğüm yapının bu bölümünün tam ters tarafında ise mağaranın giriş alanı, diğer iki bölümden farklı bir dil ile yine kendini belli ediyor. Kompleksin bu kesimi ise muhtemelen hepimizin alışık olduğu herhangi bir müteahhitin sorumluluğu altındaymış hissini uyandırıyor. Zemin kaplamasındaki ani değişim ve genel malzeme kalitesindeki ani düşüş bu hissi kuvvetlendirmeye yetiyor. ZMZM’nin ziyaretçi alanında yakalanan doğal taş, beton ve metal malzeme üçlemesi, mağara girişinde ahşap görünümlü fayanslar, alüminyum korkuluk ve birbiri ile uyumsuz, her rengin bulunduğu bir mağara aydınlatması üçlüsüne dönüşüyor.
Yapının mimari fotoğraflarındaki temiz geçişler ve düz çizgilerin aksine deneyimlenen bu tezat, yapının imgesi ve kendisi arasında, aslında mimarinin tam olarak ne olduğunu gösteren bir hikaye yaratır. Bu hikaye görsellerde çoğu zaman kendisini belli etmez. Zira bunu yapmaya çalışan fotoğraf denemeleri, estetikten uzak olacağı gerekçesiyle belki de yayın organlarında kendilerine yer bulamazlar ve yapının daha steril bir imgesini oluşturmaya başlarlar.
Mimari, işte bu şekilde kendini bir yalanlar silsilesi içerisinde tekrardan var eder. Bu yeni keşfedilmiş ve sosyal medyanın yarattığı yeni bir sorun olmaktan ziyade daha ontolojik ve derin bir fenomendir. En basit örnek olarak, Le Corbusier'in kendi yapılarında yaptığı, dönemin imkanları dahilinde fotomontajlar bile bu yalanın eski uygulamalarına örnekler teşkil ederler.
Bu açıdan umarım metnin fotoğrafları, okuduğunuz durumların hiçbirini size göstermezler. Metin ile fotoğraf arasında yaratmaya çalıştığım bu yalanlarıma vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Fotoğrafların yarattığı imgesel yalanların karşısına koyduğum yazınsal “gerçeklerin” de doğruluğundan emin olmak için yapıyı gerçekten görmeniz gerekecek. Ancak o zaman oluşturduğum bu imgeden sıyrılıp, mimari bir ürünü gerçekten deneyimleyebilirsiniz. Yapıyı ziyaret edeceklere iyi deneyimler, gezmeyecek olanlara da oluşturduğum bu imgenin gerçekliği içerisinde mutlu günler dilerim.