17 Haziran 2025 Salı

Yazar Betül Tarıman ile Söyleşi

Kumru Yaren Cengiz  |  Ed. Seda İstifciel

Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Babasının görevi nedeniyle Edirne’nin Keşan ilçesinde doğmuş memur bir ailenin ilk çocuğuyum. Babamın görevi nedeniyle Anadolu’nun pek çok kentini görme fırsatım oldu. Bu da beni zenginleştirdi. İlk ve orta eğitimimi Anadolu’nun pek çok kentinde tamamladım. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tarih eğitimi aldım. İlk şiirim Kıyı dergisinde yayımlandı. Bunu Varlık, Gösteri, Adam Sanat gibi dergiler izledi. Kastamonu’da bulunduğum yıllarda Oğuz Atay, Necatigil, Rıfat Ilgaz adına etkinlikler düzenledim. Sennur Sezer ile birlikte Kastamonu’da Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor adı altında bir atölye çalışması yaptım. Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi’nin başlattığı Mahalleleri ve Muhtarlıkları Güçlendirme projesinde gönüllü olarak çalıştım. Antalya’da ise Büyük Şehir Belediyesi’nin desteğiyle on bir şair yazar arkadaşımla birlikte yüz mahalleli kadını bir araya getirerek bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Bu türden çalışmaların kadınların kendilerini ifade etmeleri bakımından önemli buluyorum. Hatta sürdürülebilir niteliği olan bu çalışma belediye tarafından kitaplaştırılmış, katılımcı kadınlara da dağıtılmıştı. Daha sonra bu çalışma Antalya’da Nazım Kültür Evi’nde de gerçekleşti. Verimli bir çalışma oldu. Ardından da İzmir’de… Hatta o çalışma da kitaplaştırılmıştı. Öte yandan bir de sanatçı kadın arkadaşlarımla birlikte “Ben Kadın” adlı bir sergi açarak şiir ve görsel sanatları birleştirmiştik.  

Tarih eğitiminiz edebi üretiminizi nasıl etkiledi?

Tarihle ve daha doğrusu arkeoloji ile ilgili pek şey çocukluğumdan beri beni etkilemiştir. Okuma ve yazmayı bilmezden evvel evde bulunan resimli tarih kitaplarını incelediğimi hatırlıyorum. Belki arkeoloji eğitimi almadım ama çocuklar için yazdığım hikâye ve masallarda kahramanlarımı binlerce yıl öncesinden kalma tarihi mekânlarda gezdiriyor bundan da keyif alıyorum. Özellikle Antalya’ya geldikten sonra antik kentlerde gezinmiş, o kentlerden çok etkilenmiştim. Bunun da yazdıklarıma etkisinin olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca Toroslar… Dağlarda akıp giden nehirler… Doğaya ilişkin her şey neredeyse tarih ile birleşiyor benim için. 


Seyahatleriniz (Anadolu, Avrupa ) eserlerinize nasıl dokunuyor? Uykucu Kediler İçin Çalar Saat... Bu gezintilerin bir meyvesi mi? 

Gezmeyi, görmeyi, yeni şeyler öğrenmeyi sevdiğim bir gerçek. Anadolu ve Avrupa’da yaptığım seyahatlerin beni beslediği de… Anadolu’nun pek çok kentini gezip gördüm. Özellikle Mardin, Diyarbakır, Gaziantep, Urfa, Ürgüp ilgimi çekenlerden. Avrupa ise başka bir dünya. Farklı bir dil, kültür. Doğası da farklı. Bizde zamanla yok olup giden doğaya karşın yemyeşil bir evren karşılıyor gidip gördüğümüzde. Bu tezatlar, kültür, dil doğal olarak etkiliyor beni ve yazdıklarıma da yansıyor. Çocukluğum doğa ile iç içe geçti. Kuzu, sincap, kediler ve köpeklerin varlığını derinden hissettiğimiz bir evdi burası. Ama daha çok sokak kedileri… Belki de bu nedenle kedi ile aramda farklı bir bağ var sanırım. Bunu da evimizden eksik olmayan sokak kedilerine bağlıyorum. Avrupa seyahatlerim sırasında ise sokaklarda bizde olduğu gibi kediye rastlamadım. Bu sorunuz üzerine onlar için de neden şiir yazılmasın diye düşünmedim değil. 

“ İçimdeki yaramaz çocuk” metaforu, yazı pratiğinizde kendini nasıl gösteriyor? Yazarken onunla nasıl konuşuyorsunuz?

Bu uzun zamandan beri böyle. Sanırım dışarıya belli etmesem de içimde yaramaz bir çocuk var. Yazmaya başlayınca sanırım bu ortaya çıkıyor. Onunla birlikte çitlerden atlıyor, gökyüzünde bulutlarla uçuyor türlü yaramazlıklar ediyoruz, onunla birlikte keyifli bir yolculuğa çıkıyoruz. Ayrıca anne ve eğitimci olmamın çocuklarla bağ kurmamda etkili olduğunu da söyleyebilirim. Sonuçta onlar teknoloji çağına gözlerini açtılar. Oynadıkları oyunlar, söylemleri farklı. Oysa bizler mektupların yazıldığı bir dönemden geliyoruz. Renksiz televizyondan renkli televizyonlara geçişin olduğu bir dönemden bu günlere geldik. Cep telefonlarımız yoktu. Uydurduğumuz oyunlarla oynar, kapı önlerinde top peşinde koşardık. Lakin yaratıcı günlerdi o günler. Evet, eğitimciyim ve farklı bir öğrenci tipolojisi ile birlikteyim şimdilerde. Onların oldukça eğlenceli olduklarını söyleyebilirim. Onlardan çok şey öğrendiğimi de… Ve sanırım onların dilinden konuşurken bunda eğitimci olmamın payı büyük. Çocuklarla çocukluğun salıncağında sallanmak da çok güzel.    

Çocuklara yazmanın en zor kısmı nedir? Siz “ Çocuklar için yazmak, yazmaların en zoru” diyorsunuz – bu zorluğu daha da açabilir misiniz?

Kendimle ve hayatla bağ kurmanın en iyi yollarından biri de yazmak oldu benim için hep. Çocuklar için yazmak da bunun bir parçası. Bir yandan içinizdeki çocuğa sesleniyorsunuz, onu geliştiriyorsunuz, diğer yandan da çocuklarla olan bağınızı güçlendiriyorsunuz. Kelimelerle de oynuyorsunuz bir taraftan. Lakin yazarken dikkat etmeniz gereken şeyler var. Yazarken de çocuğun dünyasını anlamak, anlamlandırmak, eğlendirirken düşündürmek, sorgulamasını sağlamak zorundasınız bir kere. Bu oldukça önemli. Bu nedenle yazarken oldukça dikkatliyim. Bir de çocuk pedagojisini de dikkate alıyor, kullanılan dil ve üslubun da önemli olduğunu düşünüyorum. 


“Uykucu Kediler İçin Çalar Saat” gibi bir isim okuyucuda hemen bir merak uyandırıyor. Bu ismi seçmenizdeki motivasyon neydi? Kitabın ruhunu bu başlıkla nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Birincisi doğaya karşı oldukça duyarlıyım. Doğadaki canlılara da… Yaşadığımız dünyada doğa hızlı bir şekilde katlediliyor. Buna neredeyse her gün tanık oluyoruz. Bir gün gelecek altında oturacak nefeslenecek bir ağaç bile bulamayacağız. Kedi ise benim için özel bir canlı. Sanki insana daha yakın ki bu böyle. Binlerce yıldan bu yana insanın yanında. Çocuklar için yazdığım diğer kitaplarımda olduğu gibi bu kitabımda da kedi, kedi imgesi yer aldı. Onun varlığı, onunla kurduğum bağ beni mutlu ediyor. Ve çocukların da kedilerle özel bir bağ kurduklarına tanık oluyorum. Lakin hayatımızın bir parçası onlar. Onlarsız olmuyor. Bu nedenle kitabın başlığının kitabın ruhuna uygun olduğunu düşünüyorum. Çizerin çizimlerine de hayran olmamak elde değil. 

Yazarken sizi en çok motive eden duygu neydi? Hangi soruya cevap ararken Uykucu Kediler İçin Çalar Saat ortaya çıktı?

Dizimle ilgili sağlık sorunları yaşadığım bir dönemdi. Evdeydim ve bir gün kendimi koltukta oturup hayal kurarken kedilere ilişkin şeyler düşünürken daha doğrusu kedilerin dünyasında dolaşırken buldum ve kalemi elime aldım. Çocukluğuma gittim, Bingöl’de gecenin bir vakti aralık penceren içeriye giren, yanıma kıvrılıp yatan kediyi ya da Kaleiçi’nde gezinirken ayağıma dolaşan kedileri düşündüm. İşte bu şekilde Uykucu Kediler İçin Çalar Saat ortaya çıktı. İyi ki de çıkmış. Geçmişe dair bir şeyleri sayfaların arasında bulmak güzel!  

Kitapta kedilerle duygu ve düşünce ilişkisi göze çarpıyor. Ekinsu Kocatürk’ün görsel katkıları ile birlikte kedilerin iç dünyasını nasıl aktarmayı hedeflediniz?

Gerçekten de Ekinsu Kocatürk’ün görsel katkıları kitabın ruhuna uymuş. Gerek kapakta gerekse kitabın sayfaları arasında kediler yer bulup okura merhaba diyorlar. Bu anlamda bakıldığında kedilerin kimi kez uykucu kimi kez hareketli hallerinin kitabın ruhu ile örtüştüğünü düşünüyorum. Ekinsu Kocatürk’ün güzel çizimlerini kısmadım desem yalan olur.

Uykucu Kediler İçin Çalar Saat sonrasında yeni bir dünya mı var kafanızda? Bir sonraki adımda çocuklar mı olacak yoksa gençlik ya da yetişkin düzeyine geçebilir misiniz?

Sanırım çocuklar için şiir yazdırmayı sürdüreceğim. Çünkü bu çok eğlenceli ve onların dünyasında olmak bana keyif veriyor. Hatta yeni bir dosyanın hazırlıklarına başladım bile. Bu yine çocuklar için şiir olacak. Masal yazmayı da sürdüreceğim. Daha önceki yazdıklarıma bakarak ki yazarken çok keyif almış, bundan büyük mutluluk duymuştum. Sonuçta şiir ya da masal yazarken hayal kuruyorsunuz. Bu dünyadan çıkıp başka bir dünyaya geçiyorsunuz. Ne ki bu dünya zor bir dünya. Savaşlar var, ekonomik sıkıntılar, sağlık sorunları ve daha pek çok şey… Büyükler tarafından kirletilmiş dünyamızda çocukluğun sokaklarında dolaşmak sanki daha iyi. Bundan sonraki adım ne mi olacak? Yetişkinler için öykü şiir yazıyorum zaten. Gençlik edebiyatı? Neden olmasın? 

 

Çocuk kitabı olduğu kadar şiir kitabı da yazıyorsunuz. (Bir Rüya İçin Gerekli Şeyler, Kar Merdiveni, Ağır Tören ). Bu iki türü aynı çatı altında tuttuğunuz oluyor mu? 

İlk şiirim 1992 yılında Kıyı dergisinde yayınlanmış, bunu diğer edebiyat dergileri izlemişti. Uzun zaman büyükler için yazdım. Epeydir hem büyükler hem de çocuklar için yazıyorum. İkisi birbirinden farklı şeyler. Özellikle dil anlamında. Böyle bakınca bu iki türü aynı çatı altında tuttuğum söylenemez.  

Şair kimliğinizle Necatigil ve Rıfat Ilgaz gibi ödülleri üstlendiniz, şiir – grade kitap üretiminiz bu yönüyle nasıl bir dönüşüm yaşadı?

Kastamonu benim için özel bir kent. Bu ilkler kentinde gençlere kentte daha önce yaşamış, kentin sokaklarında gezinmiş, havasını solumuş Rıfat Ilgaz, Oğuz Atay, Necatigil’i hatırlatmak, adlarını belirgin kılmak amacıyla sempozyum ve panellerin düzenlenmesine vesile olmuştum. Ne ki bunlar bir süre sonra sürdürülemedi. Bunda ekonomik sıkıntıların etkili olduğunu düşünüyorum. Başka sebepleri de olabilir tabii. Oysa kentler değerleri ile vardır. İnsan yaşadığı kenti iyi tanımalı, tarihi kültürel değerlerine sahip çıkmalı. Ayrıca Kastamonu’da gerçekleştirdiğim bu etkinler kent yaşamına katkı sunmak içindi. Şiir verimime mutlaka katkısı oldu ama ben bunları zaten yazarken, çalışma hayatı içerisinde, ev ve okul arasında gidip gelirken yapıyordum. 

Ayrıca belgesel sinema projesi tecrübeniz var ( Tarihin Gölgesinde Bir Kent Masalı, Altın Safran ödüllü ). Bu deneyim yazma sürecinizi ve metinlerinizin görsel yönünü nasıl etkiledi? 

Yukarda da söylediğim gibi tarih, dünde yaşananlar oldukça ilgimi çekiyor. Buna birde kent tarihi eklenince dün ile bağım kuvvetleniyor, bu da yazma sürecimi, metinlerimin görsel yönünü etkiliyor. Örneğin Kaleiçi’ndeki Sır adlı kitabımda Sinek Pertev ile köpek Orfoz’u Kaleiçi’nde gezindiğim tarihi mekânlarda gezdirmiş, onlar da maceradan maceraya koşmuşlardı. Bu kitap çocuklar tarafından okunduğunda çocukların kent tarihine ilgilerinin artacağını düşünüyorum. Bu da onlara ileriki yıllarda farklı kapılar açacaktır. 

Edebiyat ile resim, performans, yerleştirme gibi alanlarda diyaloğunuz var mı? Bir eserinizi bir sanat mekânında sergileseydiniz, nasıl yer alırdı?

Edebiyat ile resim değil de edebiyat ile fotoğraf arasında diyaloğumun olduğunu söyleyebilirim. Fotoğraf sanatçısı Arzu Alper Ersöz ile birlikte bir çalışma yapmıştık. Benim kız çocuklarının ağzından yazdığım şiirlerde onun kız çocuklarının fotoğrafları yer almıştı. Bu çalışma Kızlar İçin Prelüd adıyla okurla buluşmuştu. Bunun kıymetli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çocukluk yıllarımda resme karşı ilgim vardı. Bu sürseydi şiirlerimi resimlemeyi ve bir sanat mekânında sergilemeyi düşünürdüm ya da çocuk şiirlerimin resimleyeni olmayı çok isterdim.

Okurlara vermek istediğiniz genel mesaj nedir? “ Uyanmak” direniş mi, kaçmak mı yoksa masal yolculuğu mu?

İnsanlığın ve dünyadaki canlıların zor bir süreçten geçtiği şu günlerde barıştan yanayım elbette. Savaşsız, sınıfsız bir dünya özlemim var. Özellikle dünya çocuklarının rahat nefes aldığı, çocukların ve insanların özgürce düşüncelerini ifade ettiği bir dünya düşlüyorum. Bence uyanmak hem direniş hem de bir masala yolculuk. Birlikte böyle bir yolculuğa çıkmak ne güzel olurdu değil mi?   



Yorumunuzu bırakın