8 Temmuz 2025 Salı

Artist Spotlight ‘Bir Sanatçı Bir Hikaye’: Ecem Yıldız

Artist: Ecem Yıldız |  Ed. Seda İstifciel


Decollage Art Space olarak başlattığımız ‘Bir Sanatçı Bir Hikaye’ temalı Artist Spotlight yazı serisinde, her hafta bir sanatçının üretim pratiğine ve sanatsal yaklaşımına odaklanacağız. Bu yazı serisi ile sanatçıların üretim pratiğini ve sanatsal yaklaşımını odağa alarak görünürlüklerini artırmayı amaçlıyor, aynı zamanda farklı disiplinlerden bireysel sanatçıların daha fazla duyulmasına destek olmak, onları sanat profesyonellerine ve sanat dünyasında etkili kişilere ulaşmalarına aracı olmak istiyoruz.

Kurum olarak sanatçılarla sanat ekosistemi arasında sürdürülebilir ve nitelikli bağlar kurmayı önemsiyor, bu röportajlar ile sanatçıların profesyonel sanat süreçlerini geniş kitlelerle buluşturmayı arzuluyoruz. Artist Spotlight serisinin, güncel sanat ortamında karşılaşmalara alan açarak güçlü bir ağ kurmanın da zeminini hazırlayacak bir platform olmasını hedefliyoruz.

Artist Spotlight ‘Bir sanatçı bir hikaye’ projemizin bu serisinde “ODAK” sergimizde yer alan sanatçılarımız ile konuştuk.

Bu haftaki konuğumuz Ecem Yıldız

Keyifli okumalar.

Öncelikle sizi kısaca bir tanımak isteriz. Bize kendinizden biraz bahseder misin?

1998 yılında İstanbul’da doğdum. Fotoğrafla ilk temasım, babamın tuşlu ve kameralı bir telefon almasıyla başladı. O dönemler evde annemin ve babamın telefonlarını gizlice alıp fotoğraf çekmeye başladım. Ardından kendi kameram oldu ve yavaş yavaş estetik bakış açımı keşfetmeye başladım.

Bugün hem dijital hem analog kamerayla, bazen de sadece telefonumla çekim yapıyorum. “fotodieco” adını verdiğim bir Instagram hesabım var; burada çektiğim fotoğrafları paylaşıyorum. Fotoğraf çekmek için çıktığım yolculuklarda genellikle Ecem Yıldız değil, “fotodieco” olarak var oluyorum.

Fotoğrafçılıkla ilgili profesyonel bir eğitimim yok; üniversitede mühendislik fakültesinden mezun oldum. Bu yüzden dışarıdan bakıldığında fotoğraf belki sadece bir hobi gibi görünüyor olabilir. Ama bir insanın “hobi” dediği şey, gündelik yaşamının %80’ini kaplıyorsa bu hâlâ sadece bir hobi midir? Benim için bu daha çok hem üreticisi hem de tüketicisi olduğum, gelir kaygısı gütmeden emek verdiğim ikinci bir iş gibi. Üretmeyi seviyorum. Üretim sürecinde yaşadığım deneyimler beni dönüştürüyor, yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Bazen de içimdeki bilinmeyen karanlıklara ışık tutuyor. Belki de en büyük motivasyonum bu. Yola çıkarken “ne bulacağım, nereye varacağım?” diye düşünmüyorum; sadece yola çıkma fikri bile beni heyecanlandırıyor. Günün sonunda ortaya çıkan fotoğraflar da bu heyecanın birer ürünü oluyor.


Sanat sizin için ne ifade ediyor?

Sanat, dış dünya ile aramda kurduğum sessiz ve samimi bir diyalog. Şehrin karmaşasında, bir bakışta gizlenen hikayelerde ya da sokakta yankılanan adımlarda bulduğum anlamları fotoğraf karelerime yansıtmaya çalışıyorum. Manzaranın durağan güzelliği ile insanın geçici varlığı arasında bir denge kurmak, benim için hem estetik hem de varoluşsal bir arayış. Bu anları yakalayabildiğimde kendimi daha çok ben hissediyorum. Bu yüzden kendimi bir “an fotoğrafçısı” olarak tanımlıyorum. O anın bana sunduğu ne varsa — bir manzara, bir şehir dokusu, bir yüz, bir mimari detay — içgüdüsel bir tutkuyla yakalıyorum. Sanat, bu tutkuyla akan zamanın içinden anlam devşirme biçimim.

Sanat yapma pratiğinde sizi besleyen ‘an’lar neler?

Beni en çok besleyen şey, insanın başka insanlarla, mekanla, anıyla ve diğer canlılarla kurduğu o görünmez bağlar. İnsanın başka insanlarla, mekanla, anıyla, canlıyla kurduğu her etkileşim beni besliyor. İster o anın içinde olayım ister sadece gözlemliyor olayım; nabzın attığı, hayatın aktığı her an bana ilham verebilir. Yaşanan her temas, her küçük hikaye fotoğrafıma nüfuz ediyor. Fotoğraf benim için sadece görüntü değil, o anın ruhunu kaydetme biçimi.


Yaşam deneyiminiz sanat pratiğinizi nasıl şekillendirdi ve etkiledi? Gelecekte üretim pratiğinize dahil etmeyi düşlediğiniz yeni bir malzeme, tema ya da yöntem var mı? 

Günlük hayatın akışında farkında olarak yaşamak, anı hissetmek ve anda kalmak sanat pratiğimi derinden etkiledi. Fotoğraf çekmek, çoğu kişi için anı kaçırmak anlamına gelebilir ama benim için tam tersi; ben yaşadığım anları karelere hapsederek zamanla bir bağ kuruyorum. O kareye her baktığımda, o anı belki de farklı duygularla yeniden yaşıyorum. Fotoğraf benim zaman kapsülüm gibi ancak deneyimleyerek öğrendim ki, aynı fotoğrafa farklı zamanlarda baktıkça, anılar ve hisler değişebiliyor, detaylar yeniden anlam kazanabiliyor. Bu da bence sanatımın en güzel yanlarından biri. Anılar ve duygular, fotoğraflar aracılığıyla yeniden ve yeniden hayat buluyor.

Gelecekte üretim pratiğime daha fazla duygu katmak istiyorum. Özellikle soyut kavramları, hisleri somut imgelerle ifade edebileceğim bir alana yönelmek niyetindeyim. Hüzün, mutluluk, korku ya da endişe gibi duyguları tek bir kareye sığdırmak kolay değil ama bu zorluk beni cezbediyor. Belki kolaj, belki katmanlı anlatılarla; aynı fotoğrafa bakan iki farklı kişinin benzer duygular hissetmesini sağlayacak güçlü, sezgisel işler üretmeyi hayal ediyorum.


Sanatınızda geliştirdiğiniz dilin oluşum aşamalarını dinlemek isteriz. Üslubunuzu belirleyen temel yaklaşımlar neler ve nasıl geliştirilebilir?

Sanatım anlardan ibaret. Başlangıçta sanki bir anı kutusu oluşturuyordum o kutunun içine hislerimi, yaşadıklarımı, gördüklerimi koyuyordum. Herkes o kutuya baktığında benimle aynı duyguyu paylaşsın istiyordum: Ben mutluysam mutlu olsunlar, ben hüzünlüysem benimle birlikte hüzünlensinler... Kısacası, izleyiciyle aynı şeyi görmek ve hissetmek istedim. Ama zamanla fark ettim ki bu çok mümkün değil. Geçmişte çektiğim fotoğraflara farklı zamanlarda tekrar baktığımda, aynı karede başka detaylara odaklandığımı, başka duygular hissettiğimi gördüm. İşte o an anladım: Her an, her göz için yeniden doğuyor.

Bu farkındalık, sanatsal dilimi de şekillendirdi. Üslubumda estetikten çok, sahicilik ve sezgisellik öne çıkmaya başladı. İstanbul gibi katmanlı bir şehirde, bir yüz ifadesinde ya da bir sokak sessizliğinde his bulmaya yöneldim. Işıkla ilişkim, kadraj tercihlerim, görsel boşluklar... Hepsi zamanla bir dile dönüştü. Bugün geldiğim noktada biliyorum ki bu dil sürekli evriliyor. Teknikten çok duygu, biçimden çok bağ hissiyle şekilleniyor. Belki ileride kolaj, belki video, belki sadece sessizlikle anlatacağım...

Ama temel yaklaşımım değişmeyecek: Anın içindeki duyguyu yakalayabilmek.

Bir fikri 'bu artık esere dönüşmeli' dedirten o kıvılcım sizde nasıl oluşuyor?

Fotoğrafçılık pratiğim anlardan besleniyor ve bu yüzden hızlı karar vermek, ani aksiyon almak hem en zorlandığım hem de en çok keyif aldığım yanlardan biri. Hareketli anları yakalarken saniyeler içinde “Bu artık esere dönüşmeli” kararını verebiliyorum. Pişman olmaktansa, gerekirse fazladan bir film harcamak benim için sorun değil.

Öte yandan, hareketsiz ya da tekrarlanabilir sahnelerde acele etmiyorum; en iyisini bulana kadar sabırla uğraşıyorum. Örneğin “Saklambaç” adlı eserim, bir sinema filmi sahnesinde kuşbakışı çekilen manzaranın sisli halini merak etmemle doğdu. Penceremin ardındaki manzaranın sisleneceği o anı bekledim ve sisli bir seher vaktini fotoğraflayarak merakımı giderirken, sanat eseri yaratmış oldum.


Bir izleyiciyle karşılaşma anı sizin için ne ifade eder? Hiçbir izleyici görmeyecek olsa, yine de sanat yapar mıydınız? Neden?

Hiçbir izleyici görmeyecek olsa bile sanat yapmaya devam ederdim—ki ettim de. İlk sergim ODAK’a kadar, tamamen kendi iç tatminim için ürettim. Çünkü sanatımı sanat yapan şey izleyicinin takdiri değil, benim onunla kurduğum bağ ve içsel doyumum. Bir kareyi defalarca çekebilirim; ama ne zaman ki o kare içimde bir yerle örtüşür, işte o zaman bir fotoğraf karesi olmaktan çıkıp sanat eserine dönüşür.

Elbette izleyiciyle buluşmak çok kıymetli bir deneyimdi. ODAK'ta tanımadığım insanların içten yorumları, alanında uzman jüri üyelerinin samimi değerlendirmeleri beni hem geliştirdi hem de devam etmem için cesaret verdi. Bu karşılaşmalar sayesinde, sanatımın başkalarına da dokunabildiğini görmek gurur vericiydi. Bu süreç sonunda daha fazla sergide yer alma, hatta belki bir solo sergi açma fikri içimde iyice filizlenmeye başladı.

Sanatsal üretiminizde ileride hangi meseleleri merkeze almayı düşünüyorsunuz?

İleride, konuşulması kolay olmayan, bazen görmezden gelinen ya da dile getirilmekten çekinilen meseleleri sanatımın merkezine almak istiyorum. Bunlar toplumsal sorunlar da olabilir, kişisel yaralara dokunan hikayeler de... Bazen tabu olarak görülen, bazen de hepimizin canını sıkan ama sürekli ötelenen gerçekler. Sanatla bu konulara temas etmenin, izleyicide hem içsel bir yankı hem de düşünsel bir kıvılcım yaratabileceğine inanıyorum.

Benim için fotoğraf sadece bir estetik üretim biçimi değil; aynı zamanda bir farkındalık yaratma aracı. Bu yüzden görünmeyeni görünür kılmak, görmezden gelineni gündeme taşımak istiyorum. Bir bakışta gizlenen travma, sessiz bir köşedeki yalnızlık ya da sokakta rastlanılan bir çaresizlik... Bunları yakaladığımda, sadece bir anı değil; bir gerçeği belgelemek ve ona tanıklık etmek istiyorum. Sanatın taşıdığı bu sosyal ve duygusal sorumluluk beni heyecanlandırıyor. Bu sebeple gelecekte daha çok insan hikayesine, toplumsal hafızaya ve duygusal izlere odaklanmak; belki de disiplinler arası projelerle bu meseleleri daha etkili şekilde anlatmak istiyorum. İzleyeni sadece baktıran değil, düşündüren, yüzleştiren, hatta rahatsız eden işler üretmek, sanatıma daha derin bir anlam katacak diye düşünüyorum.


Yorumunuzu bırakın