23 Aralık 2025 Salı

Frank Gehry’nin Ardından

Eren Can Altay  |  Ed. Seda İstifciel


20. Yüzyılın en önemli mimarlarından, her ne kadar kendisi bu etiketi reddetse bile, Starchitect / yıldız mimar denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan Frank Gehry, 5 Aralık’da, 96 yaşındayken hayatını kaybetti. Kanada doğumlu olsa da hayatının çoğu ve kariyerinin tamamını geçirdiği Amerika’da hayata veda eden Frank Gehry, ardında mimariye şekil veren birçok önemli eser bıraktı. 1929 yılında doğan Gehry, özellikle yüzyılın son çeyreğinde hayata geçirdiği eserleriyle mimarlık pratiği ve teorisinde derin sorgulamalar ve yenilikler bıraktı. Kompleks ve heykelimsi yapıları, detay çözümlerinde birçok mimarın kabusu olsa da Frank Gehry’nin tasarımlarında neredeyse düşsel bir gerçeklik kazandı. 

Modernizmin artık kanonik gücünü çoktan kaybettiği, ideolojilerin gölgesinde yaşayan bir dünyada, katı söylemlerin çatlakları arasından kendine yol bulan ve bu çatlakları genişletip, genel kabül gören mimarlık değerlerini yıpratan bir mimariye sahip Frank Gehry’nin eserleri. Şehir siluetindeki uyumluluk ve yapının kendi içerisindeki devamlı, düzenli ve temiz hatlara sahip olması gibi çoğu kesimlerce kabül gören mimari anlayışlar, onun için sadece yıkılmaya değer tabulardı. Bütünlüklü bir şehir silüeti veya yapı algısını yıkmak bağlamında dekonstrüktivist’ti. Her ne kadar bu etiketlere karşı olsa da yaptığı tam olarak buydu. 


1978 yılında hayata geçirdiği Santa Monica-Kaliforniya’daki kendi evi, bu yıkıcı tasarım dilinin en doğrudan izlerini taşımaya başlamıştı. Mahallesindeki evler ile herhangi bir uyum derdi taşımayan, neredeyse kişisel bir deney olarak inşa ettiği bu ev, mimari dil olarak farklı ve yaratıcı olsa da, Gehry’nin komşuları tarafından çok da hoş karşılanmamıştı. Kendisi için tasarladığı evin düz ve kararlı çizgilerden kaçınması, gerek materyal gerekse dilsel bir bütünlük taşıma zorunluluğu hissetmemesi alışılagelen mimari algıya doğrudan bir başkaldırıydı. Muhtemelen bu yüzden de komşuları tarafından pek de sevilmemişti. Ancak bu küçük ölçekli yapı, gelmekte olan diğer büyük ölçekli projelerinin fikirsel altlığının özünü temsil ediyordu. 

Sahip olduğu tasarım fikirleri ve alışılmadık şekilleri, mimarinin temelindeki form ve fonksiyon sorularına temelden cevaplar veriyordu. Form ile fonksiyon arasındaki denge onun için bir soru oluşturmuyordu. Fonksiyonun formun devamında çözülmesi onun kafasında çoktan cevaplanmış bir soruydu. Zaten kariyerinin en önemli yapılarından biri olan Guggenheim Bilbao Müzesi de, bu görüşünün bir mabedi niteliğinde, Nervion nehri kıyısında 1997 yılında tamamlandı. 


Amorf yapısı, akışkan yüzeyleri, simetri diye bir terimi hayatı boyunca hiç duymamış gibi görünen tasarım kararları ve titanyum cephesiyle hayata geçirilen, çevresel referanslardan azade bu özgür yapı, Gehry’nin en bilinen yapılarından biri olmasının yanısıra, kentsel bir fenomenin de oluşmasına sebep oldu. Müzenin açılmasından sonra, yapının şehre kattığı turistik ve dolayısıyla ekonomik katkı, bu günden sonra Bilbao etkisi olarak anılacak bir durumun oluşmasına sebep oldu. Keza tek bir yapı, tüm şehrin tanınmasına ve küresel çapta yeni bir Bibao imgesi oluşturmasına sebep olmuştu. Sanki yapı, kentin bir parçası değil de, kent yapının arka fonu gibiydi. Bu etki daha sonra birçok şehirde, hatta Ortadoğu coğrafyasında da çok defa tekrarlanmış ve eski kentlerin yeni imajlara kavuşmasına katkı sağlamıştır. Bu açıdan bilinçli ya da bilinçsiz, neoliberal bir ekonomik sistemin kullanışlı birer unsurlarına dönüştüğünü söylemek de mümkün. Zaha Hadid’in Bakü’deki Haydar Aliyev Kültür Merkezi bu fenomenin bir diğer örneği olarak öne çıkarken, özellikle yeni bir imaj ve yatırım cephesi açmak isteyen petrol zengini Arap ülkelerinde de kullanışlı bir yöntem olarak günümüzde de devam ettirilmektedir. Suudi Arabistan’da şu anda yapımı devam eden “The Line” gibi projeler, Bilbao etkisini yakalamaya çalışan, daha sert ekonomik altlığa sahip mimari denemeler olarak algılanabilir. 

Muhtemelen dekonstrüktivistlerin tahmin edemeyeceği derecede ekonomik bir pelerin giyen bu akım, Gehry’nin görünür kıldığı yolda bir süre daha ilerlemeye devam edecek gibi duruyor. Hatta, Gehry’nin yakın bir gelecekte açılması beklenen son projesi, Abu Dabi Guggenheim Müzesi de, bu mirasın devamını sağlaması açısından yıldız mimarın son imzası olacaktır. Bu son eser ile Frank Gehry’nin mimari katkıları son bulmuş olacak. Bundan sonra yapılabilecek tek şey onun yapılarını ziyaret ederken, ondan etkilenmiş olan binlerce yeni mimarın eserlerinde onun izlerini sürmek olacaktır. 


Yorumunuzu bırakın