Kumru Yaren Cengiz | Ed. Seda İstifciel
Yönetmen Yakup Tekintangaç ile Morî ve sinema üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Babasından Mori’ye kalan tek hatıra, ona anlattığı masalın ses kaydıdır. Mori, ara ara bu masalı dinler. Bir gün okula yeni bir öğretmen gelir. Mori, öğretmeni gördüğü anda onu babası zanneder. Mori’nin bu konudaki ısrarı öğretmeni ile aralarında duygusal bir bağa dönüşür.
Keyifli okumalar dilerim.
Sizi ve kariyerinizi kısaca sizden dinleyebilir miyiz?
Ağrı doğumluyum. Van’da Kimya bölümünden mezun oldum. Ardından İstanbul Üniversitesi'nde ikinci üniversite olarak Felsefe eğitimi aldım. 16 yıldır aktif olarak sinema ile uğraşıyorum. 2013 yılında "Kapsül", 2015 yılında "Azad" kısa filmlerini çektim. Sekiz yıl aradan sonra Morî ile sinemaya geri döndüm.
“Morî”nin görsel dili oldukça etkileyici; özellikle karla kaplı manzaralar ve renk paleti dikkat çekiyor. Bu atmosferi yaratırken hangi görsel referanslardan veya duygulardan ilham aldınız?
Senaryo yazarken hikâyenin duygusuna göre hikayenin geçtiği coğrafyayı, mevsimi düşünmek kaçınılmaz oluyor. Daha ilk taslaktan itibaren bu hikâyenin kış mevsiminde, karla kaplı bir köyde geçmesi gerektiğini biliyordum. Çünkü sadece hikâye değil, hikâyenin geçtiği atmosfer de anlatının ruhunu taşıyan bir unsurdu. Morî’nin duygusunu besleyen en güçlü etkenlerden biri de işte bu atmosferdir. Görsellik, sesler ve bunları taşıyan geniş çerçeveler birbiriyle uyum içinde olmalıydı; bu uyumu yakalarsak filmin duygusunun daha derin hissedileceğine inanıyordum.
Bu atmosferi kurarken, hem kişisel hafızamda özel bir yeri olan hem de hikâyenin ruhuna en çok uyan mekânın Van olduğunu biliyordum. Van, tüm bu ihtiyaçlara cevap veren; Kürt coğrafyasının hem masalsı hem de sert gerçekliğini bir arada taşıyan eşsiz bir yerdi. Üstelik 11 yıl orada yaşamış biri olarak bu coğrafyayı yalnızca gözlemle değil, doğrudan deneyimleyerek tanımıştım. Hem masaldan çıkmış gibi duran Akdamar Adası'na, hem de bir deniz izlenimi veren büyük bir göle ve karlı dağlara sahip oluşu, hikâyeye görsel ve duygusal bir derinlik katıyordu. Kurmaca düzlemde bir Kürt kız çocuğunun hikâyesini anlatırken, bu hikâyenin kendi doğal bağlamını da doğru bir şekilde hissettirmek istiyordum. Van ve çevresi, doğasıyla ve kültürel dokusuyla Morî’nin görsel dünyasını kurarken benim için vazgeçilmez bir ilham kaynağı oldu.
Tabi bu görsel dünyayı kurarken doğayla insan ruhu arasındaki bağı merkeze aldım. Karla kaplı manzaralar hem fiziksel bir yalnızlığı hem de içsel bir sessizliği temsil ediyor. Ayrıca kişisel hafızamda yer etmiş çocukluk anılarım bu görsel dili oluştururken hep aklımdaydı. Doğanın çıplaklığı ve beyazlığın içinde kaybolma hissi, karakterlerin içsel dünyasını yansıtan bir metafor oldu benim için.
"Azad" ve "Morî" gibi filmlerinizde sessizlik ve boşluk önemli bir anlatım aracı olarak öne çıkıyor. Bu anlatım biçimini tercih etmenizin arkasında nasıl bir düşünce yatıyor?
Sessizlik ve boşluk arasında aslında girift bir ilişki var; biri diğerinin hem sebebi hem de sonucu gibi çalışıyor. Özellikle Azad ve Morî filmlerinde, babaların yarattığı boşlukla şekillenen bir sessizlik dünyası kurmak istedim. Babanın yokluğu ve onun eksik sesi, zamanla karakterlerin iç dünyasında derin bir boşluğa dönüşüyor. Bu boşluk, Azad’ın da Morî’nin de dünyasında sadece bir kayıp duygusu değil, aynı zamanda bir varoluş mücadelesine evriliyor. Bu yara ile büyüyen çocuklar gelecekte nerede olacaklar? Bu soru benim için çok önemli. Kimliğin oluştuğu bu kritik yaşlarda aidiyet duygusundan yoksun bırakılmaları, onların zihninde büyük bir karmaşa yaratıyor. Bunu bizzat yaşayıp deneyimleyen biri olarak söylüyorum. Sistemin dayattığı bu karışıklık ortamında kimi çocuklar tam da baskın kültürün istediği şekilde kimliklerinden uzaklaşıp başka kişiliklere bürünürken, kimileri ise bununla mücadele ediyor. Bu varoluş mücadelesi, bazılarını kendi kimliklerine ve kültürlerine daha bilinçli bir şekilde sahip çıkan bireyler haline getirecek; bazılarını ise bu yokluğun ve eksikliğin ağırlığı altında ezilip kendi kimliklerinden uzaklaştıracak. Bu tehlike tüm ezilen, ötelenen, bastırılmaya çalışılan kimlikler için var.
Mesela Morî, gelecekte nerede olacak? Morî’nin yolculuğu, bu varoluş mücadelesinin en somut örneğini sunuyor bana. Gerçekleri öğrendiği anda, sessizliğin ve boşluğun yaratacağı ağır baskıyla yüz yüze kalacak. Babasının izlerinden, eksik kalan sesiyle konuşmaktan aldığı cesaretle yeni bir arayışa girecek; kaybettiği parçalarını yeniden toplamak için adımlar atacak. Belki ilk başta bariyerlere çarpacak, kendi içine kapanacak; ama bu kırılma anı, ona hangi yolda yürümek istediğini de gösterecek. Morî’nin aksiyonu, büyük ihtimalle iki uç arasında gidip geleceği bir dengeleme çabası olacak: Bir yandan sistemin ve çevrenin dayattığı kimlik formlarına direnerek kendi sesini bulmaya çalışacak; diğer yandan kayıp ve aidiyet sancısını hafifletmek için geçmişine, köklerine dönme isteği duyacak. Bu sorgulamalar elbette yalnızca Morî için değil, benzer boşluklarla büyüyen tüm çocuklar için de geçerlidir.
Kısa film formatını "sinemanın şiiri" olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanımınızın arkasındaki düşünce nedir? Kısa film formatının size sunduğu olanaklar nelerdir?
Kısa film, fazlalıklardan arınmış bir ‘an’ın sinemasıdır. Çoğu zaman tek bir olay ya da durum üzerinden yoğun bir anlatım kurar. Kısıtlı zaman, hem film zamanını hem de fotoğrafları daha tasarruflu kullanmaya iter. Şiir de bazen tek bir kelimede, bazen bir dizede bir duyguyu, bir anı imge ve metaforlarla yoğunlaştırır. İkisi de fazlalıklardan arınarak anlatının özüne -yani tözüne- ulaşmayı hedefler. Kısa filmde bir taşla en az üç kuş vurmak gerekir; şiir de bunu bir kelime ya da bir mısra ile başarır. Her ikisi de imajların gücünden sonuna kadar beslenir ve bu güçle derin bir etki yaratmayı amaçlar.
Kısa filmin en büyük olanağı, yönetmene büyük bir yaratıcı özgürlük sunmasıdır. Ticari beklentilerden görece bağımsız olduğu için anlatım dili, yapı ve tema konusunda deneme şansı tanır. Ancak bu özgürlüğün yanında ciddi olanaksızlıklar da vardır. Sürenin kısıtlı olması, seyirciyle duygusal bir bağ kurmak için çok dar bir zaman aralığı bırakır. Ayrıca kısa filmlerin pazarı, uzun metraja göre çok daha dardır; dağıtım ve gelir yaratma imkânları oldukça sınırlıdır. Bu durum, kısa film projelerinin çoğunlukla kişisel motivasyonlarla, destek fonlarıyla ya da çok düşük bütçelerle hayata geçirilmesine neden olur. Yapımcı ve yatırımcı ilgisinin düşük olması da kısa film üretimini sürdürülebilir kılmayı zorlaştıran bir diğer önemli etkendir.
Sizce sinema, kişisel olanı evrensel yapmanın en incelikli yolu mu, yoksa tam tersi: evrenseli kişiselleştirmenin bir biçimi mi? Sinemaya ilk adım attığınızda sizi en çok heyecanlandıran şey neydi, şu an aynı şey mi sizi ayakta tutuyor?
Sinemayı hem kişisel olanı evrenselleştiren bir araç hem de evrenseli kişiselleştiren bir yol olarak görüyorum. Kişisel hikâyeler, başkalarında karşılık buldukça evrenselleşiyor; evrensel temalar ise kişisel bir bakışla derinleşiyor. Bu da sinemanın büyülü gücü ile ilgili…
Sinemaya ilk adım attığımda izlediğim filmlerin beni derin düşüncelere sevk etmesi, yarattıkları empati gücü ve insanı yüzleşmeye iten o güçlü atmosfer beni büyülemişti. O zamanlar ben, perde karşısında edilgen bir izleyiciydim; sadece izler, üzerimde bıraktığı etkiyi sessizce yaşardım. Bugün ise kamera arkasındayım ve artık kendi eksik büyümüş yanlarımı, kapanmamış yaralarımı anlatmak için sinemayı bir araç olarak kullanıyorum. O kişisel kırılmalarımı perdeye taşırken, izleyicinin de bu hikâyede kendinden bir parça bulup empati kurması en büyük motivasyonum.
Filmde çocukluk, kayıp ve aidiyet temaları öne çıkıyor. Bu temalar sizin sinemanızda sıkça yer alıyor mu? “Morî”de bu temaları nasıl işlemeyi hedeflediniz?
Çocukluk, kayıp ve aidiyet temaları, yapmak istediğim sinemanın merkezinde duruyor. Kapsül, Azad ve Morî'yi birlikte düşündüğümde, bu üç filmi bir tür “çocukluk ve kimlik üçlemesi” olarak tasarladım. Üçü de farklı biçimlerde bir kimliğin ilk çatlaklarını, kayıplarla yüzleşmesini ve ait olma arayışını anlatıyor. “Morî”de bu temaları işlerken yalnızca bir bireyin hikâyesini değil, aynı zamanda gelecekteki bir kuşağın ve bir coğrafyanın ruhundaki kırılmaları da hissettirmek istedim. Çocukluk burada hem bir başlangıç noktası hem de hiç kapanmayan bir yaraya dönüşüyor. Morî ile kayıp duygusunun ve aidiyet arzusunun insanın bütün varoluşuna nasıl sirayet ettiğini göstermek istedim. Bu, aynı zamanda bir algılanma ve görünür olma arayışı olarak da okunabilir.
Başrol bir çocuk tarafından performe ediliyor. Oyuncu yönetimi sizin için nasıl bir süreçti bu filmde?
Karakter odaklı bir film yaptığınızda, çocuk oyuncu neredeyse filmin her şeyi oluyor. Burada tökezlediğiniz anda, senaryonuz ne kadar güçlü olursa olsun, kimseyi ikna edemezsiniz. Hele ki ilk defa kamera karşısına geçen bir çocukla çalışıyorsanız, bu risk iki katına çıkıyor. Ancak eğitimci kimliğim, çocuklarla kurduğum diyaloğu kolaylaştırıyor. Bu konuda hem deneyimime hem de sezgilerime güveniyorum. Çocuğa rol yapacağı bir alan bırakmamaya çalışıyorum; bunu daha senaryo aşamasında ayarlıyorum. Onların diline uygun, yapabilecekleri yükler bindiriyorum omuzlarına. Set esnasında ise gerisi, karşılıklı sınırları koruyarak, oyun oynamak ve doğal bir ilişki kurmakla şekilleniyor.
“Morî”, 70. Oberhausen ve 40. Interfilm Berlin, 44. ZINEBI (Bilbao) gibi prestijli festivallerde gösterildi. Bu festivallerdeki izleyici tepkileri nasıldı? Filmle ilgili gelen yorumlar sizi nasıl etkiledi?
“Morî”, Oberhausen ve Interfilm Berlin gibi prestijli festivallerde gösterildiği gibi, CİNEMED Montpellier ve ZINEBI festivallerinden de jürinin özel ödülüyle döndü. Bu tür festivallere seçilmek gerçekten kolay değil. Bundan dolayı benim için çok kıymetliydi. Bu festivallerde farklı coğrafyalardan, farklı kültürel geçmişlere sahip izleyicilerle buluşmak, filmin duygusunun evrenselliğini test etmek gibiydi.
Tepkiler çok içtendi; özellikle filmin atmosferinin ve çocuğun sessizliğiyle kurduğu ilişkinin birçok izleyiciye doğrudan geçtiğini hissettirdi. En çok aldığım yorumlardan biri, filmin ajitasyona düşmeden hikâyesini anlatabilmesi ve sahiciliğini korumasıydı. Diyalogların doğallığı, karakterlerin yapaylıktan uzak durması da sıkça vurgulandı. Bu yorumlar benim için çok değerli, çünkü baştan beri hedeflediğim şey duyguyu abartmadan, sade ama güçlü bir şekilde aktarabilmekti. Filmin yalnızca bir coğrafyanın hikâyesi değil, insanın evrensel duygularına temas eden bir anlatı kurabildiğini görmek beni ayrıca mutlu etti.
“Morî” sonrası üzerinde çalıştığınız yeni projeler var mı? Gelecekte hangi temaları veya hikâyeleri keşfetmeyi planlıyorsunuz?
“Morî”nin ardından üzerinde çalıştığım ilk uzun metraj projemde de insanın kimlik arayışı, aile ve aidiyet temalarını merkeze alıyorum. Uzun metrajın sunduğu derinlik sayesinde kişisel travmalarla toplumsal sorunlar arasındaki etkileşimi çok katmanlı biçimde keşfetmeyi amaçlıyorum.
Ancak uzun metrajın parametreleri kısa filme göre farklı. Daha uzun bir yolculuk başlıyor. Proje, fikirden gösterime ulaşana dek yıllar alabilir. Senaryo konusunda çok seçici biri olarak, beni ikna eden 90 sayfalık güçlü bir metin hazırlayana dek adım atmayı düşünmüyorum. Bütçe, yapım koşulları ve işin finansal boyutu da sürecin zamanlamasını belirleyen önemli etkenler.
Şu anki önceliğim, beni ikna eden ve anlatmak istediğim her şeyi taşıyan o 90 sayfalık senaryoyu tamamlamak; gerisi, o sağlam temelin üzerine inşa edilecek uzun ama heyecan verici bir serüven.