Eren Can Altay | Ed. Yüsra Yüce
Elbphilharmonie Binası, Hamburg’da Elbe nehrine hakim bir konumda yer alan bir konser salonudur. Yapı ünlü mimarlık firması Herzog & de Mauren tarafından 2017 yılında tamamlanmış ve izleyici ile buluşmuştur. Her nasıl Frank Gehry’nin Gugenheim’ı Bilbao’nun, Zaha Hadid’in Haydar Aliyev Kültür Merkezi Bakü’nün silüetini değiştirip, bulundukları şehirlerin ikonik yapıları haline geldilerse, Elphi’de (Elbphilharmonie’nin halk arasındaki takma adı) Hamburg için benzer bir işlevi görmüştür. Tüm bunlara rağmen, yapının inşa süreci birçok açıdan eleştirilere odak olmuş ve mimari bir kabusa dönmüştür.
2007’de başlayan inşa sürecinin 2010 yılında bitirilmesi planlansa da, bu öngörü yapının gerçek bitirilme tarihi yanında çok iyi niyetli bir tarihlendirme olarak karşımıza çıkar. Sürecin bu türden bir sürüncemeye girmesi, zamanla beraber yapının maliyetinin de katlanmasına sebep olur ve toplum kaynaklarının kullanımı konusunda birçok tartışmanın altlığını hazırlar. Mimari tasarımın makyajlı dizayn altlığı altında gerçekleşen bu serüven, bir mimari eserin yalnızca bir sonuç üründen odaklı olmadığını hatırlatır. Ancak yine de uzun vadede yapım süreçleri unutulur ve eserin fiziksel varlığının rutinliği, kentli üzerinde daha devamlı bir etki bırakır.
Yapının fiziksel olarak en bariz özelliği dikeyde yarattığı iki farklı kimliktir. Alt kısımları Hamburg ve çevresinde sıklıkla kullanılan kırmızı tuğladan oluşurken, yapının daha yüksek katları cam malzeme ile bitirilmiştir. Bunun sebebi, yapının üzerinde bulunduğu alanın tarihsel devamlılığına duyduğu saygıdır. Elphi’nin tuğla bölümlerini oluşturan kısmı, konser salonuna dönüştürülmeden önce alanda mevcut olan ancak yıllarca işlevsiz kalmış Kaispeicher A yapısına aittir. Kent belleğinde yer etmiş bir yapının izleri yeni Elbphilharmonie yapısında da kendini devam ettirmektedir.
Üst kısımlara çıkıldıkça dramatik bir şekilde değişen malzeme, katı ve kapalı tuğlanın aksine geçirgen bir cama dönüşür. Malzeme geçişinin arasında halka açık bir teras olarak kullanılan bir kat ile, yapı şerit halinde kesilir ve bina kütlesinin ikiliği daha da vurgulanır. Bulunduğu adacığın tam köşesinde yer alırken üçgenvari plan şeması ile Elbe’nin içine saplanır gibi konumlanan yapı, Hamburg için ikonik bir kompozisyon oluşturur.
Alphi’nin cephesi kadar iç mekanı de konuşulmaya değer bir tasarıma sahiptir. Özellikle konserlerin sahnelendiği büyük salonu mekansal kurgu açısından etkileyicidir. Sahne “Bağ Stili” (Vineyard Style) olarak adlandırılan sahne sistemine göre tasarlanmıştır. Bu tasarım düşüncesi sahneyi alanın tam ortasına yerleştirirken, izleyicilerin yer aldığı koltukları sahne etrafında 360 derece dönecek şekilde kurgular. Bu sayede sahne seyirciler tarafından çepeçevre sarılmış olur. Daha yaygın kullanılan tek taraflı sahne kurgusuna nazaran, Bağ Stili izleyiciye daha farklı bir deneyim yaşatır.
Salondaki koltuklar, mekanın kurgusuna farklı bir değer katan karışık bir katmanlaşma yaratacak şekilde tasarlanmıştır. Kat algısını yok edecek şekilde yükselen izleyici koltukları, iç içe geçen, üst üst binen ancak birbirinin önünü kapatmayan bir oturma düzeni yaratır. Bu kurguyu sağlamak için küçük bölümlere ayrılan oturma alanları, salonun büyük ölçeğini daha domestik bir algılayışa çeker. Algıda yaratılan bu oynama 2100 kişi kapasiteli bu büyük salonun, odak çevresinde konumlanmış “samimi” bir atmosfere bürünmesine yardımcı olur. Kat sisteminin muğlaklaşması ile mekanda yüzer biçimde kalan izleyici, domestik algının da etkisiyle odak noktası olan sahneden asla yeterince uzaklaşamaz. Fiziksel olarak da çevreye yayılmaktan ziyade dikey kotlara dağılan koltuklar, izleyicinin sahneden uzaklaşmasını engeller. Tüm bu etmenler, seyircinin yalnızca dinletiden beslenmesini değil aynı zamanda mekanın zenginliğini de hissetmesini sağlar.
Her ne kadar mekansal zenginliği görsel kalitesiyle birleşse de, fonksiyonda kusur bulunan bir mimari eser yeterince başarılı olamaz. Mimarlığı diğer sanat türlerinden ayıran en büyük etmenlerden biri olan belirli bir fonksiyona yönelik inşa edilmesi, eserin ayaklarını yere bağlar. Hamburg Elbphilharmonie Büyük Salonu da işte bu ikilemde puan kaybeder. Konser salonu her ne kadar mekansal bir deneyim sunsa da, salondaki akustiğin kusurlu yapısı, yapının birçok kez eleştirilmesine sebep olmuştur. Ses dağılımında yapılan hatalar sonucunda ses sadece odaktan yayılmaz. Seyirciler arasında çıkacak küçük bir ses, neredeyse tüm salondan duyulur. Bu da sahnenin tek odaklılığına zarar verir.
Fonksiyonel anlamdaki zaafına rağmen Elbphilharmony, Hamburg’un ikonik yüzü ve önemli bir konser salonu olmaya devam eder. Kent peyzajına kattığı değer ve tanınırlık konusundaki küreselliği, yapıyı önemli mimari eserler arasına koymuştur. Herşeye rağmen yapım sürecindeki çalkantısı ve sonuç üründeki sorunlarıyla, mimari anlamda mükemmel bir eser olmaktan uzaktır. Ancak bu bile ekonomi-mimarlık ve estetik-fonksiyon kavramları üzerinde gelişecek tartışmalara güzel bir örnek oluşturmaktadır.