10 Nisan 2024 Çarşamba

Tripleks Bir Treplev!

Hakkı Yüksel  |  Ed. Murat Kadaş

Koşun, gelin de biraz Çehov çekiştirelim! Haydi, toplanın da azıcık dedikodu yapıp eğlenelim! Melisa Zeynep Şahin’in yapımcılığında gerçekleşen Decollage Art Space’in tek perdelik ve 90 dakikalık özel oyunu, seyircisini entelektüel bir dedikoduya davet ediyor.

Tiyatronun kült metinlerinden biri olan Anton Çehov’un Martı eserinden uyarlanan Treplev, alımlayıcısını daha önce yaşamadığı bir seyir deneyiminin içine sokuyor. Rusya’da Sorin’in göl evinde geçen olaylar, Suadiye’de bir sanat merkezinde yeniden ele alınıyor. Aralıksız bir biçimde, üç farklı katta, üç farklı dekor ve kostüm içinde oynanan oyun, sahnede görmeye alışık olduğumuz dinamizmi seyirci koltuklarına aksettiriyor.


Seyircilerin sanat merkezinin en alt katına indirilmesiyle başlıyoruz bu deneyimsel seyre. Merdivenlerden inerken Treplev için gazetelerde yayımlanmış ölüm ilanına ilişiyor gözümüz. Oyun alanı bir atölye havasında tasarlanmış. Treplev’i, başı bir lavabonun içinde, ayakları havaya uzanmış halde, tepetaklak görüyoruz. İzleyicileri elinde mikrofonu ve oyun metni ile yönetmen Başak Kıvılcım Ertanoğlu karşılıyor. Yönetmen de oyunun bir parçası. Zaman zaman Treplev’i sorgulayan bir yargıç, zaman zaman Treplev’in annesi Arkadina, bazen de Nina oluyor. Oyun, Çehov’un hikâyesine sondan başlıyor. Treplev, öldükten sonra yaşadığı hayatın anlamlılığını sorguluyor Çehov’un Treplev’ine yaraşır bir biçimde. Ancak bu Treplev, alıştığımız bildiğimiz gibi değil. Converse’leri, kot pantolonu, beyaz tişörtüyle; ağdalı Rus edebiyatına tezat bir sokak jargonuyla konuşuyor. Treplev’i oynayan Ümit Erlim’in bu hali, hem seyirciyle Treplev arasında sıkı bir empati oluşmasını sağlıyor hem de Treplev’in Çehov’un eserinde başına gelenlere başka bir gözle bakmamızı sağlıyor. Oyun içinde Treplev’e yakıştırılan “nepo baby” tanımı, kaynak metne karşı algımızı sarsan çok güzel bir buluş. İlk bölümde (katta), bir resim tablosuna yapıştırılan oyun karakterleriyle Treplev izleyicilere güzel bir serim yapıyor. Bir üst kata çıktığımızdaysa bir boks arenasıyla karşılaşıyoruz. Kaynak metindeki çatışmaların hepsi, oyunun düğüm bölümü, burada bir boks müsabakasında kapışan karakterler üzerinden somutlaştırılıyor. Oyuncular bu bölümde karşımıza başka başka rollerle çıkıyorlar. Ve oyunun son bölümünde seyircilerin taşındığı üçüncü kattaysa Treplev’in cenaze törenine dahil oluyoruz ve seyirci sandalyelerinde yazılı diğer karakterler, Treplev’le tek tek yüzleşiyor.

Oyunun ilk iki bölümünde dans koreografileri, temaya uygun özgün şarkılar ve birtakım barkovizyon gösterileriyle izleyenin algısı hep açık tutuluyor. Diğerlerine göre daha sönük bir tempoyla akan son partta ise arka fonda geriye akan ve oyunun bitiş süresini gösteren bir kronometre görünüyor. Bölüme katılmış bu aciliyet faktörü oyunun başından beri var olan dinamizmi yine diri tutmayı başarıyor.

Ümit Erlim’in de Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun da performansları muazzam. Tükenmek bilmeyen bir enerjiyle oyunu sürdürüyorlar. Beden kullanımları, izleyeni oyuna biraz daha düşünsel boyutta yaklaştıran stilize oyunculukları gerçekten başarılı. Oyunun uyarlaması da bu ikiliye ait. Adaptasyon stratejileri bağlamında bir uyarlamanın kaynak metinle bu kadar çok diyalog halinde olması Martı’yı okumamış seyirciler için biraz zorlayıcı olabilir. Muhtemelen bu seyirci kitlesi için tüm Çehov replikleriyle Martı, oyunda zaman zaman aynen tekrarlanıyor. Kaynak metni çok iyi bilen izleyen de oyunun bir parodisine maruz bırakılıyor bu sebeple kimi zaman. Oyun Treplev karakterini farklı ve alışılmadık bir noktadan ele alıyor almasına ama belki esas Çehov metniyle daha kavgalı bir tutuma girip daha iyi bir diyalektik geliştirebilirdi. Buna rağmen kaynak metinde Treplev tarafından bir leitmotiv olarak tekrarlanan “Yeni biçimler gerek! Yeni biçimler bulunamıyorsa hiçbir şey olmasın daha iyi!” repliği uyarlamada tam olarak karşılığını buluyor. Hatta sanki bu uyarlama direkt bu replik üzerine inşa edilmiş gibi. Merhum Treplev’in hatırasına saygı minvalinde yepyeni bir biçimle izleyicisiyle buluşuyor Martı oyunu.



Yepyeni bir biçim… Seyircisine bir deneyim alanı açan, metne metatiyatral bir düzlemden bakan, oyun içinde izleyeni devinimsel bir sahne gezisine çıkaran, mekânın ruhunu başarılı ve estetize bir şekilde kullanabilen, İdil Acim’in müzikleriyle modern ve dinamik bir seyir zevki yaratan, Eray Uygun’un sahne amirliği ve ışık tasarımıyla oyuncu mizansenlerini alımlayıcıya hissettiren, koreografik danslarıyla ve metindeki mizah dozuyla trajik duygusunun yanında eğlencesini de gösterebilen yepyeni bir biçim!.. Oyun seyircisiyle onu çok da rahatsız etmeden kurduğu iletişimle de izleyicisini performansa dahil ediyor. Bu dahil oluşun yarattığı oyunsuluk hissi de alımlayıcının üzerinde olumlu bir etki yaratıyor.

“Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen!” İkinci Yeniciler’den Ülkü Tamer’in anlaşılması ve çözümü zor Konuşma şiirinde geçen bu mısra bana hep Çehov’un Martı’sını hatırlatır. Şair sanki Martı’yı okumuş da bu mısrayı öyle yazmış gibidir. Tiyatronun köhneleşmiş seyir alışkanlıklarından canı sıkılanlar mutlaka Treplev’i izlemeli. Çehov’un Martı’sında kuşları vuran Treplev’in yerine üç kat arasında koşturan bu Treplev’le tanışmalı.

Yorumunuzu bırakın