.jpg) 

Greta Gerwig, Barbie ile dünyanın en büyük
		oyuncaklarından birini feminist bir bağlamda ele almaya çalışıyor. Barbie Dünyası’nda her şey iyi giderken, basmakalıp bir Barbie olan
		Margot Robbie’nin bebeğiyle oynayan kişinin etkisiyle Barbie bozuluyor, selülit üretmeye ve ayağı düz bir şekilde yere basmaya başlıyor.
		Bu bozulmayı onarmak için de gerçek dünyaya gidip, onunla oynayan kişiyi bulması gerekiyor. Basmakalıp Barbie, Ken ile gerçek dünyaya
		doğru bir yola çıkıyor. Barbie Gerçek Dünya’ya gittiğinde, sandığı gibi Barbie bebeğin dünyayı değiştirmediğini, o dünyanın hala erkek
		egemen bir evren olduğunu öğreniyor. Gerçek Dünya’ya gittiğinde, daha öncesinde selülitten ve yaşlanmaktan korkan Barbie’nin yaşlı bir
		kadına güzel olduğunu söylemesi ise bu etkileyici sahne dizelerinin başında geliyor. Karakterimizin dönüşümü o sahnede başlıyor. Barbie,
		o andan itibaren gerçek dünyada kadın olmanın ne demek olduğunu keşfediyor. Elbette Barbie filmi, reklamı yapıldığı gibi feminist bir
		film değil. Günün sonunda, Hollywood için yapılan bir oyuncak bebek hikayesi ne kadar kadın deneyimiyle ilintili olabilirse, o kadar
		ilintili bir şekilde ele alınıyor.
.jpg) 
	
Öbür
				yandan Oppenheimer, konu edindiği olaydan da hareketle oldukça politik bir film olarak konumlanıyor. Robert Oppenheimer’ın bir bilim
				insanı ve duyarlı bir insan olarak iki kimliğinin çatışmasını yakından ele alıyor. Atom bombası, insanlık tarihinin en önemli
				olaylarından biri. II. Dünya Savaşı’nın bitmesini sağlamasıyla bir kurtarıcı, etkisiyle bir çeşit cehennem, yeni savaşlarda
				kullanılma ihtimalinden ötürü bir tehdit. Atom bombası Hiroşima ve Nagasaki’de kullanıldıktan sonra, Oppenheimer, kendi yarattığı
				şeye karşı bir yerde konumlandı. Aynı dönemde, Oppenheimer’ın sola yakın görüşlerinin olduğu, ABD Komünist Partisi’ne yakınlığı
				ortaya çıkarıldı. Nolan’ın Oppenheimer’ı, bir bilim adamının kendi yarattığı şeyle çatışmasını ve hükümetlerin iki yüzlülüğünü,
				yarattığınız şeyi kullandıktan sonra sizi nasıl kenara attıklarını ve düşünce özgürlüğünün otoriteler için nasıl bir yalan olduğunu
				ele alıyor.
Barbie ve Oppenheimer, çoktan çözüldüğünü sandığımız güncel sorunları başka perspektiflerden ele alıyor. İki filmin ana karakterinin de ortak noktası, çözüldüğünü sandıkları problemlerle, sonlandığını sandıkları otoritelerle çatışmaya girmeleri. Bunu bambaşka yollarla yapan iki film, yazar ve yönetmenlerinin sektördeki konumu ve biçim konusundaki farklılıkları gibi sebeplerle sinemaseverleri ikiye bölüyor. Barbie’nin renkli dünyası ve komik altyapısını yeterince ciddi bulmayanlar ve Oppenheimer’ı erkeklikle itham edenlerin eşliğinde iki dev film, gişe rekorları kırmaya devam ediyor.
 
