30 Temmuz 2025 Çarşamba

Sonumuz Ne Olacak? “Deus Ex Makina”

Hakkı Yüksel  |  Ed. Seda İstifciel

 “Tanrı gelmeyecek, sevgilim. Kendimizi kurtarmaktan başka çaremiz yok.” 

- Woody Allen 

Bu yazıyı yazarken Spotify karma listemde tesadüfen çalan şarkıda şöyle diyor Selami Şahin: “Bilmiyorum seninle, sonumuz ne olacak?” Sahiden de ne olacak bizim sonumuz? “10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?” şeklindeki klişe mülakat sorusunun yanıtı, gün geçtikçe iyiden iyiye bulanıklaşıyor. 10 yıl şöyle dursun, yarınımız bile artık muamma. İklim krizinden siyasi kör dövüşüne dek sonu olmayan gerçekliklerde debeleniyoruz. Ülkenin güncel siyasi- ekonomik belirsizlikleriyle örtüşen müşterek bir endişeye sahibiz. Hatta durumun tüm dünyada geçerli olduğunu söylemek mümkün. “Sonumuz ne olacak?” sorusu, yirmi birinci yüzyıl insanının kolektif çığlığına dönüşmüş durumda. 

Woody Allen'ın “God (Tanrı)” adlı oyunundan uyarlanan, geçtiğimiz ay Ara Sahne’de ilk gösterimi gerçekleşen, yaklaşık seksen dakikalık, tek perdeli, absürt bir komedi olan Deus ex Makina, hepimizin ortak varoluşsal kaygısını sahneye taşıyor. Oyun, antik Yunan tiyatrosunun en tartışmalı aracını alıp günümüzün siyasi ve epistemolojik kaosu için bir metafor hâline getiriyor. Kurduğu meta- tiyatral yapıyla, seyirciyi "oyun içinde oyun" un parodik labirentine davet ederken, bir yandan da gerçek dünyadaki politik belirsizliklerle yüzleştiriyor. Peki nedir bu oyuna adını veren “deus ex makina”? 


Makinadan Tanrı 

Antik Yunan'da Deus ex Machina (Makinadan Tanrı), tiyatro makinalarıyla sahneye indirilen tanrı figürünün çözümsüz krizleri sonlandırmasını ifade eder. Örneğin Euripides, Medea adlı oyunda bu sahne enstrümanını kullanmış ve Medea karakterini sahne arkasından bir vinçle indirilen “tanrı” ile göğe çıkararak oyunu sona erdirmiştir. Aristoteles, Poetika adlı eserinde bu durumu “hikâyenin organik akışını bozan yapay bir çözüm” olarak eleştirse de Ara Sahne’de izlediğim bu uyarlama, “deus ex machina” kavramını politik bir alegoriye dönüştürür. 

Oyunda, hikâyenin baş karakteri Yazar Hepatisis (Can Sertaç Adalıer), tıkanan anlatısını kurtarmak için “dahiyane” bir fikirle oyunda “makinadan tanrı” kullanmaya karar verir. Böylece oyuna bir son yazılmış olacak, olay örgüsündeki tüm düğümler çözüme kavuşacak, sahnedeki kaos bitecek, düzen gelecektir. Ancak gelen tanrı (veya makina) işlevsizdir, bozuktur, sahnedeki sorunları çözmek yerine onları derinleştirmek dışında başka bir işe yaramaz. Bu metafor, modern siyasetteki “kurtarıcı lider” mitinin çöküşünü yansıtır gibidir. Sahnedeki karakterler, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi “öteki” ni yaratan sistemin hem mağduru hem de failidir. 

Sahneleme ve Seyirciyle Dans

Müzikleri Gökay Kaçanoğlu, hareket düzeni Azra Taşar ve Esra Tarhan’a, ışık tasarımı Serhat Barış’a, dijital tasarımı Can Sertaç Adalıer’e, dekor ve kostüm tasarımı Esra Tarhan’a ait olan oyunun proje tasarımı ise Can Sertaç Adalıer ve Esra Tarhan’ın imzasını taşır. Oyun, Ara Sahne’nin bir alt oluşumu olan eğitim ve atölye programı Ara- Lab’in oyun çıkarma projesinin ilk üretimi. Oldukça kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip olan oyunda Ergün Metin, Can Sertaç Adalıer, Azra Taşar, Berkay Şanveren, Gülse Ayça Akdeniz, Halil İbrahim Çakmak, Irmak Çakmak, İlayda Buse Uyar, İzel Tuncer, Kübra Atasayan, Mehmet Zakir Altaylı, Şimal Tanış, Şule İneç, Tuğçe Bilgiç, Tuna Mükafat ve Merve Özkök rol almaktadır. Oyuncuların bir kısmı yüzlerindeki beyaz makyajlarla antik tiyatrodaki koronun temsilidir. Sahneye kurulmuş bir düzenekten sadece başlarını çıkartıp vücut bütünlüklerini bozarak sergiledikleri performans etkileyici bir anlatım gücüne sahiptir. Rolleri gereği Can Sertaç Adalıer ve Ergün Metin öne çıkarken aslında sahnede, ışıklarla anlam kazanan yalın bir dekorun içinde ensemble oyunculuğunun kaotik uyumuna şahit oluruz. Elbette bu başarılı uyumda oyunun yönetmeni Esra Tarhan da büyük bir övgüyü hak etmektedir. Toplu sahnelerde oyuncuların birbirine eklemlenmesi, oyun boyunca kaos içinde kolektif bir ritim yaratır. Bu, toplumsal düzenin ancak “farklılıkların uyumuyla” sürdürülebileceğine dair de poetik ve politik bir mesaj taşımaktadır. 


Oyun, hemen ilk beş dakika sonrasında kendi çerçevesinden çıkar ve dördüncü duvarı bilinçli bir şekilde yıkar. Oyunda birbiri içine geçen üç farklı katman vardır: Oyunun içinde oynanan oyun, bu oyunun dışındaki kimlikler ve oyuncuların gerçek kimlikleri. Bu katmanlar arasındaki geçişler sırasında oyunculuk ve gerçeklik arasındaki çizgi bulanmaya başlar. Oyuncular rollerini kaybettikçe “gerçek” kimlikleri ortaya çıkar. Bu, seyircinin “aktör- rol” ilişkisine dair algısını sarsar. Karakterlerin birbiri arasında bir tiyatro oyununun inşası üzerine yaptıkları tartışma meta- tiyatral bir örnek olarak dikkat çekicidir. 

Tiyatro üzerine yapılan bu tartışma, epistemolojik kavramlarla bezeli bir felsefi alana çekilir. Tam burada Diabetes karakterini canlandıran Ergün Metin, seyirci alanına döner, ışıkları açtırır ve salona “Aramızda bir felsefe mezunu var mı?” diye sorar. Oyunun geri kalanı, sahneyle seyirci arasındaki sınırların eridiği kolektif bir deneye dönüşür. Seyircinin de içine dahil edildiği eğlenceli ve bütüncül bir çözüm arayışına girişilir. Seyirci artık pasif izleyici değil, oyunun sonunu yazma sorumluluğu olan aktif katılımcıdır. Oyunun bu kısmına dair kurulmuş sürprizi bozmak istemem. Sadece şunu söyleyebilirim. Bir yerden sonra oyundaki tüm sınırlar ortadan kalkar. Kimin oyuncu, kimin seyirci olduğu bilinemez hâle gelir. Bu da oyuna rengârenk bir boyut katarken seyircisine de görülmemiş bir deneyim yaşatmaktadır. 

Son(suzluk) Problemi 

Woody Allen’a ait orijinal metnin aksine bu uyarlamada oyuncular “iyi bir son” bulmak için seyircinin rehberliğine başvurmaktadır. Bu tercih, derin bir politik gönderme taşır. Karakterlerin son arayışı; iklim krizi, savaşlar veya siyasi çıkmazlarla dolu gerçek dünyanın yansıması gibidir. Gerçek hayatta da sonuçlar belirsizdir. Seyirciden gelen önerilerin sahneye taşınması, demokratik katılımın teatral bir simülasyonu şeklinde işler. Ancak her öneri yeni sorunlar doğurur; bu da "mutabakatın imkânsızlığı" na dair sert bir eleştiridir belki. Oyunun politik potansiyeli “makinadan tanrı” bekleyen çağın krizine işaret eder. Bu bağlam içindeki en keskin vurgusu da “bir kurtarıcı bekleme” alışkanlığının toplumu felce uğratıyor oluşu noktasıdır. Sahnede sürekli ertelenen tanrı sahnesiyse bir nevi halkın siyasi çözümsüzlük karşısındaki ataletine ayna tutmaktadır. 

Oyundaki “son” problemini çözmek için sahneye çıkarılan “deus ex makina” yani makinadan tanrının arıza çıkarması, yapay zekâ, sosyal medya manipülasyonları veya teknokratik liderler gibi teknolojik kurtarıcılık mitini de çürütme işlevi görür. Böylece oyun, çağdaş dünyadaki algoritmik otoriteler üzerinden sahnede dolaylı bir eleştiriye dönüşür. Oyunun bitmeyen son arayışı, ülke gündemine dair güncel ve politik kaygılara gönderme yapışı, seyirciyi muhatap alıp onu doğrudan düşünmeye zorlayışı her açıdan başarılı bir uyarlama olduğunun göstergesidir. Allen'ın “God (Tanrı)” oyunundaki tanrıyı arayan yazarın trajikomik çaresizliği bu uyarlamada seyirciyi de fail kılmaktadır. 


Tiyatronun Gerçek Olanla İlişkisi 

“Deus ex Makina”, geleneksel anlatı yapılarını istikrarsızlaştırarak seyirciyi rahatsız eder. Ancak bu rahatsızlık, oyunun potansiyel gücüdür. Oyun şunu sorar: “Tanrı gelmezse, biz hikâyemizi nasıl sonlandıracağız?” Bu soruyla birlikte Deus ex Makina ile Samuel Beckett’in “Godot’u Beklerken” adlı oyunu arasında da organik bir köprü inşa edilmiş olur. Beckett, Godot’u Beklerken’de bu soruyu yanıtsız bırakmaktaydı. Deus ex Makina’da ise sorunun cevabı, sahnedeki oyuncuların ve seyircilerin kolektif mücadelesinde gizlidir: Son yoktur, ancak birlikte inşa edilecek bir gelecek vardır. 

“Tiyatro gerçeği değiştiremez; ama onu katlanılabilir kılacak metaforlar yaratabilir.” Walter Benjamin böyle demektedir. Bu doğrultuda, sahne yalnız bir temsil düzlemi değil, kolektif tahayyülün inşa edildiği bir alan hâline gelir. Onun izinde bu oyun da tüm felsefi derinliği, çok katmanlılığı, mizahı ve çağdaş sahnelemesiyle politik kaos çağında “anlam arayışının” alanıdır. Seyirci, perde kapandığında bile oyunu zihninde tamamlamaya devam eder. Tıpkı hayat gibi…

Not: Yazı içindeki fotoğraflar “sahneden.net” adlı internet sitesindeki oyun tanıtımından alınmıştır.


Yorumunuzu bırakın