Hakkı Yüksel | Ed. Murat Kadaş
“Sanki ben yaptım darbeyi! Ayaklarımda postal olsaydı üşümezlerdi bu kadar.”
Şöyle bir çocukluk anılarınıza dönün. Sizin de mahallenizde herkesin korktuğu, korktuğu için anlamayı bırakıp dışladığı ve nefret ettiği bir “deli” var mıydı? Bizim mahallede vardı. Her mahallenin, her köyün çoğunlukla meşhur bir delisi vardır. Çünkü cemaat toplulukları, mevcudiyetini sürdürmek için bir ötekiye muhtaçtır. Kendi iktidarını öteki üzerinden, ona rağmen ve ona karşı bir yerden konumlandırır. Bu öteki, toplumun kabullerine uyum sağlamakta zorlanan ya da o kabulleri reddedendir. Dolayısıyla norm dışı davranan bu ötekilerin hepsi birer “deli”dir.
Hamiyet müzikali böyle bir delinin hikâyesi. Biri çıkmış da nihayet mahallesindeki deliyle empati yapabilmiş ve hiçbirimizin aklına gelmeyen o soruyu sorabilmiş: Bu deli neden delirdi? Müzikalin başrolündeki Hamiyet karakteri, kemikleşmiş bir kitlesi olan Peyk müzik grubunun solisti İrfan Alış’ın çocukluk yıllarına ait bir figür. Alış’ın çocukken korktuğu, deli diye mahallenin diğer çocuklarıyla taşladıkları Hamiyet yıllar sonra kendisinin rüyalarına girmeye başlayınca geçmişiyle hesaplaşmaya niyetlenen İrfan Alış, Hamiyet’in 40 dakikalık bir şarkısını yapmaya karar vermiş. Ancak oyunun yönetmeni Işıl Kasapoğlu sayesinde bu şarkının müzikale dönüşmesi sağlanmış ve bu kişisel hesaplaşma seyirciyle sahne üzerinde buluşabilmiş.
Oyunda, şehrin kenar mahallelerinin birinde iki çocuğu ve kocasıyla yaşayan Hamiyet, yoksul ve yorgun hayatına karşı tuhaf bir savunma mekanizması geliştirir. Bir hayal dünyası kurar ve oraya sığınır. Hamiyet bu dünyada bir söz yazarıdır. Gerçek dünyada olmadığı kadar sevilip sayılır. Bu sırada, 80 darbesiyle beraber değişen Türkiye’nin bir yansıması olarak Hamiyet’in mahallesi de giderek yoksullaşmaktadır. Yoksulluğa karşı direnen fabrika işçilerinin hakları elinden alınınca devreye giren kişisel çıkarlar insan ilişkilerini de derinden etkiler. Böylesi bir ortamda ihanetler, aşağılanmalar ve hayal kırıklıkları yaşayan Hamiyet, gerçekle bağını tamamen koparır ve sokaklara düşer. Yazar Deniz Madanoğlu, İrfan Alış’ın kişisel hikâyesini güzelce kurgulayarak ülkenin tarihi arka planı içinde bir yere yerleştirdiği Hamiyet’i böylece derinleştirmeyi başarabilmiş.
Oyun, Peyk grubunun oyun için özel bestelediği ve eski şarkılarından oluşan repertuvarla küçük bölümlere ayrılıyor. Oyunun bu epizodik yapısı seyirciyi dramatik etkiden uzaklaştırmakta. Ancak bunun amaçlanan bir şey olduğunu sanmıyorum. Oyuna karşı epik tiyatronun talep ettiği tarzda bir duygusal mesafe alamıyoruz. Çünkü oyun bölümleri neredeyse bir televizyon dizisi tadında yüksek dozda trajedi içeriyor. Özellikle Hamiyet’in çocuklarıyla olan ilişkisinde bu duyguya kapıldım. Bunun yerine, oyunun zaten var olan politik düzlemi daha çok çalıştırılsaydı oyun, düşünsel bağlamda daha katmanlı bir hâle gelebilirdi. Hamiyet’in delirme sebepleri eşi ve çocuklarıyla yaşadıklarına bağlandığından tarihsel arka planla ilişki kurmakta zorlanıyoruz. Vurgusu yapılan darbe, oyundaki eylemlerin tetikleyici unsuruyken sadece bir arka fonmuş gibi görünüyor, oyuna acı bir nostaljik tat katmaktan öteye gidemiyor.
Hamiyet rolünü oynayan Aslı İnandık, hem güzel sesi hem başarılı oyunculuğuyla göz dolduruyor. Sosyal medyada tanınan eğlenceli personasından bambaşka bir kişilikle seyircinin karşısına çıkmayı başarıyor. Oyunun diğer oyuncuları da hem ses hem oyunculuk açısından eksiksiz bir performansa imza atıyorlar.
Oyunda bir işçi mahallesine uygun şekilde tasarlanmış sade ve gündelik kostümler görüyoruz. Hamiyet’in finale doğru giydiği ve oyunun afişinde de görünen üzerine şarkı sözleri yazılmış kumaş parçalarıyla yamanmış battaniye gerçekten başarılı. Hamiyet’in bir emekçi, bir anne ve bir kadın olarak sırtlandığı yüklerin göstergesi gibi âdeta.
Oyun boyunca sahnede solda bir pencere ve yatakla oluşturulmuş ev; sağda tezgâh, ocak ve tencerelerle oluşturulmuş bir mutfak dekoru sabit halde bulunuyor. Bunun dışında çeşitli ek eşya ve sandalyelerle sahne, ön tarafta şarkılar söylenirken oyuncuların yardımıyla değiştirilmekte. Bu bağlamda minimal ve pratik bir sahne düzenine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Zaman zaman oyuncular seyirci alanına da inerek oyun alanını sahne düzleminin dışına taşırıp genişletiyor.
Oyunun müzikleri elbette oyunun en önemli parçası. Oyunun ritmini belirleyen ve oyunun duygusunu, temasını taşıyan bir araç. Özellikle Peyk grubu ve grubun yaptığı müzik ile ayrı bir gönül bağı olan izleyicilerin oyundan büyük bir doyum ile ayrılacakları muhakkak. Oyunda hem Peyk’in eski şarkıları hem de özel olarak oyun için bestelenmiş yeni şarkılar mevcut. Hepsi de oyunun tohumunu besleyip büyütecek bir enerjiye sahip.
“İlk taşı günahsız olanınız atsın.” demiş İsa. Biz de kendimizi saf ve günahsız saydığımız çocukluk yıllarımızda kim bilir kaç taşla, kaç kalp kırdık? Gerçekten saf ve günahsız mıdır çocuklar? Hayır, günahsız doğmaz kimse. Ait olduğu ailenin, içinde büyüdüğü mahallenin, toplumun yargılarını ve günahlarını taşır her çocuk!
Aslı İnandık oyunun sonunda İrfan Alış’a soruyor: “Sana mı kaldı Hamiyet?” Duyulmamış, görülmemiş, itilmiş, dışlanmış, korkulup kaçılmış, aşağılanmış Hamiyet’in hikâyesini anlatmak İrfan Alış’a kalmış. Dünya anlatılmamış nice hikâyeyle dolu. İrfan Alış’ın yaptığı gibi kendi çocukluk yıllarımıza dönüp günahlarımızla yüzleşmek, belki unuttuğumuz bir delinin hikâyesine dalmak ve Peyk müzikleri dinlemek için Hamiyet, kaçırılmayacak bir fırsat.
* "Fotoğraflar artfulliving sitesinden alıntıdır."