Kumru Yaren Cengiz | Ed. Seda İstifciel
Eksi Bir isimli kısa filmi ile aldığı önemli ödüllerle adını bu dönem sıkça duyduğumuz Ömer Ferhat Özmen ve sinema kariyeri üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dileriz.
Kendini nasıl tanıtırsın? Önce seni tanıyarak başlayalım.
Ben Ömer Ferhat Özmen, Marmara Üniversitesi Film Tasarımı bölümünden 2018 yılında mezun oldum. Üç ayrı kısa film yaptım. 2016'da Beyoğlu Sineması, 2018'de Karganın Aşınan Gagası ve 2023'te Eksi Bir’i yaptım. Bu filmlerin hem senaristliğini hem yönetmenliğini üstlendim. Üniversite yıllarımı da sayarsak yaklaşık 10 yıldır sinema sektöründeyim. Sektörde de aktif olarak yönetmen yardımcılığı yapıyorum.
Üç filminde de ortak tema aslında biraz ötekilerin hikayesi. Bunun üzerine daha detaylı sorular soracağım ama önce Beyoğlu Sineması ile Karganın Aşınan Gagası filmlerinin başarılarını biraz konuşalım.
Beyoğlu Sineması üniversite yıllarımda, birinci sınıf öğrencisiyken TÜRSAK Vakfı’nın desteğiyle gerçek anlamda bir set kurarak profesyonelce yaklaşabildiğim ilk kısa filmim oldu. Konusu çocuk işçilikti. Ardından iki yıl sonra ikinci filmim olan Karganın Aşınan Gagası geldi. Her iki film de o dönemde Akbank Kısa Film Festivali, İFSAK ve birkaç başka önemli festivalden ödüller aldı. Öğrenci bir yönetmen için bu ödüller gerçekten kayda değerdi. Beyoğlu Sineması’nın yurtdışındaki başarısı pek fazla olmamıştı, çünkü yapım ve dağıtım işlerine oldukça uzak biriydim. Bir öğrencinin dağıtabileceği kadar dağıttım sadece. Ama ülke içindeki başarılar gerçekten çok değerliydi. O yıl Beyoğlu Sineması, ödül sayısı bakımından en çok ödül alan film olmuştu ve bununla ilgili bir veri hazırlanmıştı. Karganın Aşınan Gagası ise ülke festivallerinde istediğimiz gibi bir festival süreci geçiremedi, ama 2019’da Duhok Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’nü alması çok güzel bir gelişme olmuştu. Bu ödül de benim için önemli.
Karganın Aşınan Gagası'nda anneni görüyoruz. Köyden şehre oğlunun yanına gelen bir kadın ve kendi yaptığı peynirleri alışık olduğu hayattaki gibi toprağa gömmek istiyor. Çünkü peynir yapımının bir parçası o ama şehirde böyle bir şey mümkün olmuyor. Bu sürecin etrafında şekilleniyor film. Hem anneni oynatma sürecini hem de yaşanan bir hikaye olduğunu söylediğin bu filmin yaratım sürecini konuşalım.
Bu filmi çekme nedenim, göç meselesi ve göç eden insanların yeni geldikleri yerlere kendilerini ait hissedememesi, orada kendilerine bir alan bulamaması gibi konulara olan ilgimden kaynaklanıyor.
Bir gün, Esenyurt'ta, daha sonra filmi çektiğim sitenin asansöründe, köyden şehre yeni taşınmış bir kadınla karşılaştım. Elinde bir bidon peynir kutusu vardı. Bana, kendi yaptığı peyniri toprağa gömmek istediğini ancak İstanbul'da bu imkanı bulamadığını söyledi.
Olayın etkisiyle metrobüsle Esenyurt’tan Kadıköy’e doğru yol alırken uzun süre düşündüm. Ancak bu kadınla karşılaşmamın güçlü bir hikayeye dönüşebileceğini hissettim ve üzerinde çalışmaya başladım. Sonunda Karganın Aşınan Gagası ortaya çıktı. Bu filmde annemle çalışma fırsatı buldum, bu da benim için özel bir deneyimdi.
‘Karganın Aşınan Gagası’ ismi nerden çıktı? Bunu açıklayabilir misin ?
Filmin ismi üzerine birçok yorum aldım. Aslında adı Peynir olabilirdi. Ancak Karganın Aşınan Gagası isminin daha metaforik bir anlam taşıdığını düşündüm. Kargaların şehirde betonlar arasında yiyecek ararken gagalarının aşınması, filmdeki karakterin yaşlılığı ve kırılganlığıyla bağdaşıyordu.
Yine de, festival süreçlerinde filmin adının akılda kalması zor oldu. Birçok kişi filmi yalnızca “Karga” olarak hatırladı. Bu durumdan biraz pişmanlık duydum ve bir daha bu kadar metaforik bir isim kullanmamaya karar verdim. Geçmişteki deneyimlerimden ders çıkararak, artık daha sade ve anlaşılır isimler seçmeye özen gösteriyorum. Örnek Eksi Bir :)
Evet, sen yazdın, sen yönettin ama yapım kısmı da oldukça zor. Ne kadar öğrenciyken çektiğin filmler olsa da profesyonel insanlarla çalışmışsın. Bu iki filminin yapım süreçlerindeki deneyimin nasıldı?
Üniversite öğrencisi olarak dönemin pratikleriyle iki filmi de çıkardık. Beyoğlu Sineması'nda Türsak Vakfı'nın öğrenciler için düzenlediği bir senaryo yarışması vardı. Beyoğlu Sineması En İyi Senaryo ödülünü aldı. Bundan dolayı bu filmi çekmem için nakdi bir destekte bulundular. Üstüne FSM adında bir kamera şirketi üç gün boyunca ücretsiz kamera ekipmanı sağladı. Bu, bir öğrenci için çok değerliydi çünkü sinema kamerasına erişmek o dönemde oldukça zordu.
Karganın Aşınan Gagası filmi de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca destekliydi ve birkaç yerel destek de buldum. O zaman bir öğrenci bile basit borçlarla film çekebiliyordu. Şu an o dönemden uzaklaşmış olsak da o şartlarda bunları çekmiş oldum.
Ekibime gelince, profesyonel insanlarla çalıştım. Görüntü yönetmeni ve diğer ekip üyeleri işinin ehliydi. Üniversiteye başladığım ilk yıllardan itibaren, özellikle ülke içinde çekilmiş ve iyi olduğunu düşündüğüm kısa filmleri izlemeye başlamıştım. Bu yolda ilerleyeceğimi öngörüyordum ve izlediğim bu filmlerde kimlerin çalıştığını not alıyordum.
Bir öğrenci olarak, birlikte çalışmak istediğim ekip arkadaşlarına ulaşmaya ve belki onların da benimle çalışmak isteyebileceğini düşünerek şansımı denemeye karar verdim. Benim için en önemli nokta, görüntüyü güvenle teslim edebileceğim ve birlikte çalışmak isteyeceğim birine ulaşmaktı.
Bu süreçte, sık sık başarılı işlere imza atan sevgili Emre Pekçakır’ın görüntü yönetmenliği yaptığı projelerle karşılaştım. Aynı okuldan olduğumuz için benimle çalışma ihtimaline az da olsa güveniyordum. Neyse ki Emre, ilk iki projemin görüntü yönetmenliğini üstlenmeyi kabul etti. Bu filmlerimin hayata geçmesinde Emre Pekçakır’ın katkısı oldukça büyüktür.
Diğer yandan ise ilk filminde çocuk oyuncular var, ikincisinde de annen var. Oyuncu yönetimi konusunda neler yaşadın?
İlk filmimde çocuk oyuncular vardı. Bu, çoğu yönetmen için zorlayıcı olabiliyor, ama ben şanslıydım. Sinema okullarında bize öğretilmeyen şeylerden biri oyuncu yönetimiydi. Oysa filmi film yapan en önemli unsurlardan biri bu. Birden fazla yöntem olduğu için kimse çıkıp "Oyuncu böyle yönetilir" diyemedi sanırım. Her film ve hikaye farklıdır. Yönetmenin ortaya çıkarmak istediği duyguya göre oyuncu ile kuracağı dil de değişir. İlk kez çocuk oyuncu yönettiğim için, hatta ilk kez oyuncu yönettiğim için, hayal ettiğim filmi onlara anlatarak yönlendirmeye çalıştım. Karşılıklı bir süreçti. Deneme yanılma yoluyla ilerledik ve zamanla onların da daha rahat hissettiğini gördüm. Bu, hem benim hem de oyuncularım için öğrenme dolu bir süreçti.
“Karganın Aşınan Gagası” filminde, Engin Emre Değer ile oyunculuk süreci daha planlıydı. Bunun yanı sıra annemle çalışmak oldukça ilginç bir deneyimdi. O dönemde, 28 yıldır bana annelik yapan birinin hangi duyguları nasıl çıkaracağını bildiğimi düşünüyordum.
Eğer öfkeli bir sahne gerekiyorsa, öfkelendiği bir günü hatırlamasını sağladım. Mutlu bir sahne gerekiyorsa, onu mutlu eden bir anı hatırlatmaya çalıştım. Annem profesyonel bir oyuncu olmadığı için onun sınırlarını bildiğimi farz ederek buna uygun sahneler yazmıştım.
Fakat süreç ilerledikçe, annemin sınırlarını sandığımdan çok daha fazla zorlayabileceğimi fark ettim. Bu beni şaşırttı ve aynı zamanda annemin oyunculuğa dair potansiyelini görmek beni mutlu etmişti.
Eksi Bir filminde hikaye mültecilerle ilgili; ama alışık olduğumuzun aksine, bu mültecileri hiç görmüyoruz. Tema çok yaygın olsa da başka bir perspektiften işlemişsin. Hikaye nerden ortaya çıktı ve bu perspektifi seçme sebebin neydi?
Aslında mülteci meselesi, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde gündemde. Tanıklıklarım, arkadaşlarımın deneyimleri ve Türkiye’nin uzun süredir göç veren bir ülke olması, bu konuya yakın olmamı sağladı. Türkiye’de de sıkça karşılaşılan bir durum bu.
Benim bu konuda unutamadığım bir anım var. Abimin Beylikdüzü’nde bir emlak ofisi var ve işim olmadığında orada vakit geçiriyordum. Bir gün Afganistanlı bir aile geldi. Maddi durumları iyiydi ve bir daire arıyorlardı. O sırada ofisimizde muhafazakâr bir kadının kiralık dairesi vardı. Kadın, dairesini göstermek istedi ancak aileyi görünce ve mülteci olduklarını anlayınca bir şart öne sürdü: Mutfağı kullanmamaları. Yemeklerinin kokusunun apartmanda fark edilmesinden çekiniyordu.
Bu olay beni derinden etkiledi. Bir ailenin, çocuklarıyla birlikte bir evi tutamaması, barınma hakkının bile onlara tanınmaması çok acıydı. Türkiye’de ve dünyada mültecilerin en büyük sorunlarından biri barınma problemi. Barınma meselesi çözülemediği zaman, bunun ardından daha başka sorunlar ortaya çıkıyor. Bir insanın güvenli bir şekilde nerede yaşayacağını bilmesi çok önemli.
Bu yaşadığım olay, mülteci meselesini filmime taşımamın en büyük nedenlerinden biri oldu.
Benim bu konuda yazmamın nedeni, mültecilerin yaşadığı zorlukları görmek ve bu meseleyi daha derinlemesine işlemekti. Bir zamanlar hikayem, tamamen mültecilerin bakış açısından, onların hayatlarını konu alan bir yapım olacaktı ama sonra fark ettim ki, bu şekilde bir şey yaratmak samimi olmayacaktı. Dışarıdan bakarak sadece mağduriyetlerini gözlemlemek kolaydı, ama onların iç dünyalarına dair bir anlayış geliştirmem zordu. Sonunda bu hikayeyi, problemin yaratıcılarının bakış açısından anlatma kararı aldım. Bu nedenle, karakterlerin içsel dünyalarını derinlemesine keşfetmek yerine, bu durumu yaratan bakış açılarına odaklanmayı tercih ettim.
Sonuçta, film bambaşka bir noktaya evrildi ve karakterlerin mültecilik perspektifini, bizim dünyamızla daha doğrudan ilişkilendirdiğim bir yapım halini aldı. Bu dönüşüm, 2022 yılında gerçekleşti. Bu yüzden kameramı onlara değil, onları dışlayan kişilere çevirdim. Hikaye bu şekilde gelişti.
Eksi Bir biçim olarak da diğer iki filminden çok farklı bir yerde duruyor. Daha farklı bir estetik anlayış geliştirmişsin. Bunun hakkında neler söylemek istersin? Filmin bu süreci nasıl gelişti?
Aslında hikâye kendini böyle hissettirdi bende. Bir biçim arayışının da peşindeydim. Biçim olarak farklı bir şey denemek istiyordum, kendimi başka bir film dilinde hissettirmek istiyordum. Zaten bazı yönleriyle çok orijinal bir hikâye olmadığının çok farkında olarak, bu orijinalliği iyi bir senaryo ve iyi bir biçimde harmanladığımda güçlü bir şeye dönüşeceğini öngörüyordum. Aslında diğer filmlerim dil, biçim üzerine daha az düşündüğüm filmlerdi; yani daha çok hikayemi anlatıp sinemanın olanaklarıyla filmlerimi bitirmeye çalıştım o dönemlerde öğrenci de olduğum için.
Ama bir de şöyle bir avantajım oldu, Karganın Aşınan Gagası'ndan dört yıl sonra ilk defa yeni bir kısa film yaptım. Bu dört yıl içerisinde hem pandemi süreci, sinemayı daha canlı takip etme fırsatım oldu hem de izleme, yeni bir şey üretme ve bununla ilgili detaylı düşünme şansı elde ettim. Kendimle bu süreçte çokça konuştum, düşündüm. Hızlı üretmemiş olmamın da büyük avantajları birikti. Eksi Bir'de, bu nedenle diğer filmlerimden farklı bir biçim doğdu. Bu biçimi belirledim ve bu doğrultuda filmi şekillendirmeye çalıştım. Bu süreç bana gerçekten çok şey kattı.
En nihayetinde bu meseleye, mülteci meselesine bakışım aslında çok sınıfsal oldu. Mülteci gibi yaşayan, Türkiye’de mülteci olmayan çok grup tanıyorum. Şu an bir villada yaşayan bir Afgan’dan hiçkimse rahatsız değil. Ne bileyim, Türkiye’nin en pahalı yerlerinde yaşayan bir Suriye'li ve diğer kimselerden rahatsız değil. Rahatsızlık veren şey, sınıfsal yoksulluk ve ötekileştirmektir. Bu apartmanda da aslında, bunun bir apartman formunda işlenmesinin nedeni buydu, en üst kattaki kadın, bu apartmanda bir bodrum katı olup olmadığından bile haberdar değil. En alt katın kulağı duymayan Müslüm'ün katı olduğunu sanıyor ama onun altında bir kat olduğundan haberdar bile değil, çünkü en üste oturduğu için en altla en az iletişim kuran, onun dünyasına dair hiçbir bilgi birikimi olmayan biri. Bu toplumda da böyle, en üst sınıfın en alt sınıfla ilgili bir fikri yok. Genelde de böyledir. Yani bu Türkiye'ye özgü de değil, dünyada olan bir şey.
En nihayetinde bunu yapmaya çalışmasam da, yani panorama çizmeye çalışmasam da filmin doğalında bu çıkıyor. Bundan kaçınmak mümkün değil. Bunun tonlarca defa işlendiğinin çok farkındayım. Gemi tasviriyle, köy tasviriyle. Ondan dolayı aslında bu anlatımı azaltmaya çalıştım, bundan tamamen kaçamayacağını öngörerek, bu meselenin böyle algılanmasından çok, aslında sınıfsal ve mültecilik mevzusunu ana aksına oturtmaya çalıştım. Tabii o da anlaşılıyor, muhtemelen bir yerden. Farklı yerlerden kurulsa da cümle aslında aynı yerde toparlanıyor.
Eksi Bir’de yapımcın Sarya Film / Ruken Tekeş. Kendi işleriyle ve duruşuyla tanıdığımız bir isim. Onunla çalışmak filmde ne gibi farklar yarattı sence?
Ruken'le yıllardır çok yakın arkadaşız ve birlikte bir iş yapmamız, aslında yapımcı kimliğinden daha çok, dostluğumuzun bir sonucu olarak gelişen bir süreçti. İlk motivasyonumuz buydu. Diğer filmlerimde tek karar merci bendim, her konuda. Ancak bu projede, filmle ilgili her aşamada mükemmeliyetçi bir yapımcıya denk geldim.
Ruken, ben belki ortalama bir sonuca razı olurken, "Hayır, olması gereken neyse, daha fazla zaman ayırarak bunu halletmek gerekiyor" diyerek her aşamada titiz müdahalelerde bulunarak filmin en doğru şekilde çıkmasını sağladı. Hem kurgusunda, hem renginde, hem afişinde, hem sesinde her detayda özenli bir yaklaşım sergiledi.
En nihayetinde, Ruken sadece filmin yapımcısı değil, aynı zamanda dağıtımcısı. Dağıtım sürecinde de bizim dünyaya açılmamızı sağladı. Ruken gibi bir yapımcıyla çalışmak, gerçekten çok başka bir deneyim. Sinemadan anlayan, kendi işleri olan, tiyatrodan sinemaya kadar dünyadaki gelişmeleri takip eden bir yapımcının olması büyük bir avantaj. Çünkü o, her yaptığın revizyonu çok iyi algılıyor ve nasıl olması gerektiğine dair net bir fikri olan biri. Dünyada bir şey değişiyorsa, hemen merak edip izliyor. Böyle güncel bir yapımcıyla çalıştığında, onun dokunuşlarında gerçekten bir sihir gerçekleştiğini hissediyorsun.
Ülkemizde, özellikle ilk iki filmimde, Türkiye’de oldukça iyi bir rüzgar yakalamıştım. Ancak artık Türkiye’de kısa film dalında bir rüzgara ihtiyacım olmadığını düşünüyordum. Sonuçta iki film yapmış, önemli festivallere katılmış ve ödüllendirilmiştim. Bu noktada, artık dünyaya adım atmam gerektiğine inanıyordum. Eksi Bir ile dünyanın en büyük ve en prestijli kısa film festivallerinden biri olan Clermont-Ferrand seçilmek, en büyük hedeflerimizden biriydi. İlk festival sürecimizin odak noktası, Clermont’a açılabilmekti ve bunu başardık. Şu anda, festival süreci oldukça başarılı geçen bir film üretmiş olduk. Bu, ekibimizle birlikte elde ettiğimiz büyük bir başarı.
Yapımdan söz ettiysek ortak yapımlarından da bahsetmeden geçmek olmaz tabi. Deniz Eyüboğlu’ndan bahsetmek gerekir, o da filmin görüntü yönetmeni ve ortak yapımcı. Ali Aga, hem kurgucu, hem ortak yapımcı. Gizem Alpay, hem yürütücü yapımcı hem ortak yapımcı. Vefa Film / Vefa Geylani ise Clermont sonrası filmimize dahil olan ortak yapımcımız. Hepsinin tek tek önemli katkıları var.
Eksi Bir’de kalabalık bir oyuncu kadrosu görüyoruz diğer filmlerine nazaran. Bu isimlerin hepsi de alanının profesyoneli olan isimler. Bu oyuncularla çalışmak nasıl bir deneyimdi senin için?
Uzun yıllardır sinema sektörünün mutfağında olan biri olarak, her zaman beraber çalışmak istediğim oyuncuları not alıyordum. Bu filmde, neredeyse o notlarımdaki tüm oyuncularla çalışmayı hayal ediyordum. Senaryoyu hazırlarken en büyük hedefim, geniş ve kalabalık bir oyuncu kadrosuyla bir yapım ortaya koymaktı. Bu benim için çok önemliydi ve şanslıyım ki bu hedefime ulaştım. Oyuncular bana güvendi, ben de onlara güvendim. Müfit Kayacan’ı projeye ikna etmek başlarda biraz zordu, ama ısrarlarımıza dayanamadı ve sonunda Müfit abi de aramıza katıldı. Bu benim için büyük bir mutluluktu.
Senaryo henüz yazım aşamasındayken Devin Özgür Çınar, Erol Babaoğlu, Tarhan Karagöz ve Engin Emre Değer ile çalışacağımızı konuşmuştuk. Daha sonra diğer tüm değerli oyuncularımızı da projeye dahil ettik ve hep birlikte bu filmi hayata geçirdik.
Eksi Bir’de görüntü yönetimi süreci nasıl geçti? İlk kez Deniz Eyüboğlu Aydın ile çalıştın bu filmle.
Deniz’le yaşadığımız süreç gerçekten beni rahatlattı. Daha önce Ruken Tekeş’in hem kısa filmi "Heverk"de hem de "Aether"da görüntü yönetmenliği yapmış olan Deniz’le çalışma fikri Ruken’den geldi ve ben bu fikri büyük bir heyecanla karşıladım. Ayrıca, "Büyük İstanbul Depresyonu" filminin görüntü diline bayıldığım için bu fırsat beni çok mutlu etti.
Deniz’le film dili üzerine derinlemesine konuştuk ve önemli kararlarımızı ilk buluşmamızda aldık. Ardından, çok uzun süren bir mekan arayışına girdik. Hem benim hem de Deniz’in onay vereceği mekanı bulmak zordu. Neyse ki, ikimizin de ikna olduğu apartmanı bulduk.
Deniz, bulduğumuz apartmanın her köşesinin fotoğrafını çekti, kameramızın nerelere konumlanacağını öngördü. Bu, filmin dilinde vereceğimiz en önemli kararlardan biriydi.
Mekanda yaptığımız çalışmalar oldukça verimli geçti, her şey olması gerektiği gibi yürüdü. Senaryonun tamamı aslında gece geçiyordu, fakat Deniz, gün ışığında başlamamızın daha iyi olacağı fikrini önerdi. Bu yüzden ilk sahnelerimizi güne göre yeniden yazdım. Bu kararın, her izlediğimde gerçekten beni mutlu eden bir seçim olduğunu düşünüyorum. Deniz ve ekibiyle çalışmak çok keyifliydi. Onun, hayal ettiğim sinema dilini bu kadar net bir şekilde anlaması, sette bizi hızlandırdı. Neredeyse çektiğimiz her şeyi filmde görebiliyoruz. Kullanmayacağımız ve filmin dışına çıkan herhangi bir şeyi çekmektense, vakit kaybetmeden doğru olanı yapmak çok önemliydi bence.
Eksi Bir’de kurgu süreci nasıl geçti? Son iki filminde de Ali Aga ile çalışmışsın. Bu süreçte yaşadığınız zorluklar oldu mu? Filmi yeniden yazıp çektiğiniz bir süreç oluyor kurgu süreci aslında.
Filmin kurgusu oldukça uzun bir süreçti. "Karganın Aşınan Gagası"nı da birlikte yapmıştık ve bu süreç sonrasında çok yakın arkadaş olduk. Önden çalışmış olmamız ve arkadaş olmamız, bizim için büyük bir avantaj sağladı. Ali, film daha fikir aşamasındayken hikayeden haberdardı. Senaryodaki gelişmeleri sürekli olarak kendisiyle paylaşıyor ve filmin ritmi ile duygusu hakkında konuşmalar yapıyorduk. Sete kadar geçen süreçte, Ali bana filmle ilgili notlarını verdi.
Önceden bu şekilde çalışıyor olmamız, filmin kurgu sürecini çok olumlu etkiledi. Ali’nin kurgudaki müdahaleleri, ritim ve duyguyu oturtmak adına kritik rol oynadı. Bu süreç yaklaşık 6 ay sürdü ve her hafta düzenli olarak bir gün toplanıp üzerinde çalıştık. "Eksi Bir"i yaparken en keyif aldığım ve en öğretici süreçlerin başında kurgu süreci gelir diyebilirim.
Filmin müzik seçiminde nasıl bir yaklaşım benimsedin? Özellikle son sahnedeki şarkı oldukça dikkat çekiciydi.
Evet, aslında başlangıçta başka bir müzik kullanmak istiyordum. Mülteci grupların rap müziklerini dinliyordum ve bir grubun parçası dikkatimi çekmişti. Ancak Ruken’in Asmahan önerisiyle müzik seçimini değiştirdik. Mülteci olarak yaşamış bir sanatçının eseriydi. Müzik, filme daha paralel bir duygu kattı. Sonuç olarak, müzikle ilgili çok olumlu geri dönüşler aldık. Bu tür yönlendirmelere açık olmak önemli, çünkü bazen daha iyi bir fikir, filme çok daha doğru bir yön verebiliyor.
Bir yönetmen olarak, ekip üyelerinin önerilerine tamamen pozitif yaklaşıp kulak veriyorsun anladığım kadarıyla. Pek herkesin tercih edeceği bir şey değil ama bu önemli bir meziyet aslında.
Yönetmen olarak her zaman iyi fikre açığım. Herkesin farklı bir bakış açısı vardır ve bu bakış açıları filme çok şey katabilir. Bir yönetmenin her şeyi bileceğini düşünmüyorum. Benim görevim, yaratmak istediğim dünyadaki duyguyu doğru bir şekilde aktarabilmek. Eğer bir ekip üyesinin önerisi, filmin doğru yolda ilerlemesini sağlıyorsa, ben de o öneriyi değerlendirmeye almak durumundayım. Kurguda mesela Ali ile çok tartıştık, ama çoğu zaman onun önerileri bana daha doğru geldi. Bu süreç, film için en doğru yolu bulmamıza yardımcı oldu.
Son filmde annenle tekrar çalıştın, ikinci filminin dünyasını üçüncü filmine dahil ettin. Bunun hakkında neler söylemek istersin?
Evet, annemle tekrar çalışmak çok özel bir deneyimdi. Filmin evreninde, bir Kürt ailesinin de temsil edilmesini çok anlamlı buluyordum. Annemle birlikte çalışmak hem de Engin Emre Değer’le çalışmak yıllar sonra bir arada olmak çok anlamlıydı. Karganın Aşınan Gagasını izleyen küçük bir izleyici kitlesi bile olsa, onlar için de hoş bir karşılaşma oldu. Annemle çalışma fırsatı bulmak benim için büyük bir anlam taşıdı. Maalesef annemi yakın zamanda kaybettik. Filmin her anı, annemin katkılarıyla değerli. Annemle bu projeyi birlikte gerçekleştirmek, çok değerli bir anı oldu.
Festival sürecine gelecek olursak, ulusal ve uluslararası festivallerde neler yaşadınız? Hangi festivallerde hangi başarıları elde ettiniz?
Filmin en büyük başarısı, Clermont-Ferrand Uluslararası Kısa Film Festivali'nde dünya prömiyerini gerçekleştirmek oldu. İzleyicilerden oldukça güzel tepkiler aldık. Clermont, dünya çapında kısa filmcilerin yakından bildiği ve katılmanın büyük bir başarı sayıldığı bir festival. Fransa’da bu vesileyle birçok bağlantı kuruldu, filmi almak isteyenler oldu.
Türkiye prömiyerimizi İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirdik ve oradan En İyi Film ödülüyle döndük. Ardından İtalya’dan kayda değer ödüller kazandık. Türkiye genelinde 20 festivale katıldık ve bunların 13’ünde En İyi Film ödülüne layık görüldük. Bunun yanı sıra En İyi Senaryo, En İyi Oyuncu ve En İyi Görüntü Yönetmeni gibi ödüller de kazandık.
Güney Kore’de düzenlenen Busan Uluslararası Kısa Film Festivali’nde NETPAC ödülünü aldık. Bu ödül, filmi Asya dağıtım ağlarına dahil ettiği için oldukça önemliydi. Film, şu anda da dünya genelinde birçok festivalde yarışmaya devam ediyor. Önümüzdeki süreçte Belçika’da bir yarışmaya katılacağız, Almanya’da ise iki festivalde yer alacağız. Türkiye’de Bahar döneminde birkaç festivalde daha yarışmayı planlıyoruz.
Filmin yayın tarihi henüz netleşmemekle birlikte, yakın bir zamanda MUBI’de gösterime girmesini planlıyoruz.
Peki, bundan sonraki projelerin hakkında konuşalım. Yeni projeler var mı?
Şu anda yapmak istediğim projeler üzerinde karar verme aşamasındayım. Gelişmekte olan iki proje var ve bu projelerle ilgili nihai kararlarımı vermeye çalışıyorum. Evet, uzun metrajlı bir film çekmeyi planlıyorum. Daha çok sinopsis aşamasında olan ya da detayları netleşmemiş, öteki hikayelerin ötesine geçmeye çalışan fikirler üzerinde duruyorum.
Bu projeler, şu an için gelişim sürecinde ve bir nevi “pişiyorlar.” Ne zaman hayata geçeceklerini bilmiyorum, çünkü uzun metrajlı bir film ile kısa metraj arasındaki en büyük fark, prodüksiyon sürecinin çok daha uzun ve detaylı olması. Bu da bizi uzun bir yolculuğun henüz başlarında olduğumuzu düşündürüyor.
Bu süreç yıllar alabilir. Ancak şu anda elimdeki fikirlerden bazılarına özel bir yakınlık hissediyorum. Belki zamanla bu fikirlerden biri somut bir projeye dönüşür.
Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Geleceğe dair bu düşünceler çok anlamlı. Röportajların, hem anıların hem de ilerlemenizin bir kaydını tutma açısından gerçekten değerli olduğunu düşünüyorum. Yaptığınız her adım, hem kişisel gelişiminiz hem de sinema yolculuğunuz açısından önemli birer kilometre taşı. Gelecekte bu röportajı okuduğunuzda, kat ettiğiniz yolu ve kararlarınızın nasıl şekillendiğini görmek çok ilham verici olacaktır. Sana teşekkür ediyorum, bu keyifli ve derinlemesine röportaj için. Kısa film ekiplerinin sesini duyurabilmesi sinemamızın geleceği adına çok kıymetli bir katkı. Senin ve ekibinin başarıları da bu anlamda çok önemli bir yer tutuyor. Umarım ileride bu yolculuk daha da parlak ve verimli olur.