Eren Can Altay | Ed. Seda İstifciel
Sanat birçok kez hareketi odağına yerleştirmiş ve
onu ifade etmeye çalışmıştır. Bu çaba, her ne kadar antik Yunan eserlerine
kadar geri götürülebilse de, 19.yüzyılın sonu ve 20.yüzyılın başlangıcında ivme
kazanmıştır.
Antik Yunan çömleklerinde olimpiyat etkinliklerini canlandırmak adına çizilen görseller, hareket hissini, etkinliğin kendi dinamizminde yakalamaya çalışmışlardır. Resmedilen etkinliğin hareketli bir aktivite olduğunun bilinmesi, o süreçten dondurulmuş bir anın çömleğe aktarılması sonrası zihnimizde hareket etmeye devam eder adeta. Disk atmakta [1]olan bir sporcunun postürü, hareketin asıl ögesidir. Esere bakan kişi, donmuş bir anı görüyor olsa da, sporcunun postürünün birbirini izleyen eylemler silsilesinin bir parçası olduğunun bilincindedir. Eser, gözlemcinin aklında bir zamansallık oluşturmayı amaçlamaktadır ve hareketi bu zamansallık içerisinde yansıtmaktadır
Peki mimari bu konudan azade bir şekilde kendi yolunu mu çizdi yoksa benzer tutumlar içerisine girdi mi? Yapısı gereği statik bir ürün olarak görülse de mimari hareketi ve dinamizmi farklı şekillerde yansıtmaya çalıştı. Elbetteki bu konuda mimarinin kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardı.
Öncelikle demin bahsettiğimiz farklı sekansları dondurup tek bir eserde gösterme şekli, mimaride, resim sanatında olduğundan daha farklı temellere oturur. Bunların en önemlisi, bir resim sanatçısının elinden çıktıktan ve son fırça darbesi atıldıktan sonra son haline kavuşur. Bu açıdan sanatçının dert ettiği zamansallığı ve hareketi verebilmesi için kısıtlı bir zamanı vardır. Mimarinin sanat dalları arasındaki özel konumlarından biri olmasını sağlayan özgün yapısı, mimarın elinden çıkan ve yapımı “tamamlanan” eserin oluşum ve dönüşüm yolculuğunun yeni başlamasıdır. Öyle ki mimar zamansallığı işlemek zorunda değildir. Çünkü zamansallık eseri kaçınılmaz olarak işleyecektir. Bu mimarinin fonksiyonel kaygılarının bir sonucudur çünkü yapı sadece bir imaj değil, aynı zamanda katılaşmış bir fonksiyondur. Mimari bir ihtiyacın donmuş halidir ancak sanat ile dansı bu dondurulmuş formu yontmayı ihmal etmez. Goethe’ye ithaf edilen “Mimari donmuş müziktir.” sözü de bu statik-dinamik kavgayı kendi içerisinde barındırır gibidir.
RENK:
Hacim ve hiyerarşiden farklı olarak, renk, eserin özünde tek başına bir hareket yaratmaz çoğunlukla. Kendinden ziyade çevresine ve bağlamına bağlı olan renk, dinamizmi tezatlıkları kullanarak yaratır. Her ne kadar aykırı, patlak bir renk kullanılırsa kullanılsın, tüm çevre ile aynı aykırılığa sahip olan bir yapının cephesi herhangi bir dinamizm yaratmayacaktır. Ancak alışılagelmiş monoton ya da varolan birbiriyle uyumlu bir yapı stoğunun olduğu bir ortamda renk olarak farklılaşan yapı, kent peyzajında bir farklılık yaratır.
HACİM:
Özellikle yapı teknolojisinin gelişmesi ve
dekonstrüktivist mimarinin nazaran görünür kılınması, yapıların hacimsel olarak
farklılaşmasının önünü oldukça açtı denilebilir. Herhangi bir bağlama kendini
yamama gerekliliği duymayan bu stil, kentsel kurgunun oldukça dışında hacimsel
denemeleri ile tamamen yeni bir dinamizmi şehirlere kazandırdı. Küçük ölçekli örneklerine çok sık rastlanamasa da, büyük ölçekli
örnekleri içerisinde yer aldı kent mekanını adeta yırtar derecede dinamik bir
mimari dil oluşturur.
HİYERARŞİ:
Geleneksel
olarak da en çok kullanılagelen bu yöntem aslında mimarinin temellerini
oluşturuyor denebilecek kadar temel bir kavramdır aslında. Bir elemanın yapı
bütünü içerisinde tutarlı bir tekrara tabi tutulması sonucu ortaya çıkan
hareket, çoğu zaman bir yapıyı beğenip beğenmememizdeki temel etkenlerden biridir. Yapı cephesinde yapılan süsleme tekrarları,
pencere sıralarının düzenli yapısı, yapının sokağa bakan yüzünde çeşitli
hiyerarşiler oluşturabilir. Ancak hiyerarşik tutumları sadece görsel birer
makyaj olarak görmek yetersiz kalacaktır. Zira, tekrar eden elemanlar mekana
yayıldığı zaman perspektif oyunları yaratırlar. Artık hiyerarşik dinamizm iki
boyutlu bir yüzey değil ancak kullanıcının içerisinde gezebildiği optik bir
oyundur.
Aslında aynı tür bir 3 boyutluluk hacimde de karşımıza çıkar ancak kullanıcı üzerindeki etkilerinin aynı olduğunu iddia etmek biraz zordur. Hacim mekansal bir zenginliği kullanıcıya hissettirirken, hiyerarşik tekrar, mekansal kaliteye ek olarak görsel ilizyonlar da yaratır. Perspektif ile desteklenen bu ilizyonlar, yapının derinliğini kullanıcının üzerine yıkar adeta.
ZAMANSALLIK
Bahsedeceğim son çeşit olan zamansallık, belki de
mimariyi diğer sanatlardan ayıran en temel özelliktir. Çünkü artık eser,
sahibinden bağımsız olarak dönüşmektedir. Yapının cephesindeki eskimeler,
dökülmeler inşa sürecinin bitimindeki yapıdan farklı bir estetik oluşturmuştur.
Ancak bu dönüşümün, tasarımsal anlamda bir dinamizm yarattığından tam olarak
bahsedilemez. Şayet bu eski yapılara güncel ekler yapılırsa, özgün bir
dinamizmden bahsetmeye başlayabiliriz. Tasarım kararları görece statik olsa
dahi dışarıdan bakan bir göz, tıpkı Duchamp’ta ve Marey’de olduğu gibi
süreci tek ve sürekli bir şekilde aynı tuvalde görür. Kötü bir tasarım olsa
dahi yapı kendi içerisinde bir dinamizme sahip olacaktır ki, iyi bir tasarım
örneği olan ek yapı, eski esere değer katacak ve haddi olmamasına rağmen onu
dönüştürecektir.