17 Ağustos 2023 Perşembe

Metruğun Peşinde: 18.Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

Venedik’in kanalları, her iki yılda bir olduğu gibi, bu yıl da Venedik Mimarlık Bienali’ne ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Lesley Lokko’nun üstlendiği bu yılki bienal, konusu “Geleceğin Laboratuvarı (The labarotuary of the Future)” ile mimarinin gelecek potansiyellerini keşfe çıkıyor. İKSV’nin öncülüğünde 2014 yılından beri mimarlık bienale katılan Türkiye’nin bu seneki pavyonunun kuratörlüğü ve tasarımı, Sevince Bayrak ve Oral Göktaş ile So Mimarlık ve Fikriyat tarafından gerçekleştiriliyor. 26 Kasım 2023’e kadar ziyarete açık olan Türkiye Pavyonu “Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”[1] projesiyle Bienalde boy gösteriyor.

Pavyon, “kahraman yapılar” olarak nitelendirdikleri, mimari söylemin ön planında yer alan yeni ve yıldız yapıların aksine, metruk bırakılmış mimari eserleri odağına alıyor. Mimarinin gelecek projeksiyonunu ise bu söylem değişikliği üzerinden okumaya çalışan proje, sürdürülebilir mimari ve ülkemizdeki deprem gerçeğine de hafif dokunuşlar gerçekleştiriyor. Projenin ana fikrinin yine SO mimarlık tarafından tasarlanan “Havuz” projesinden geldiğini belirten Bayrak ve Göktaş, İstanbul Florya’da yer alan metruk bir havuzu yıkmak yerine yeniden işlevlendirmeyi tercih ediyor[3]. Bu deneyim sayesinde mimarinin potansiyellerini pratik olarak da deneyimleyen ikili, bu düşünceyi Türkiye Pavyonunda da sergiliyor.


Metruk yapıların boş bırakılmasını ve zaman ile zayıflamasının ya da yıkılmasının mantıklı bir seçenek olmadığını savunan küratörler, hali hazırda mevcut olan bu yapı stokunun neden oluştuğu ve nasıl kullanılabileceği üzerine bir tartışma yürütüyor. Üretim ilişkilerinin değişmesi ya da ekonomik krizlerin sonucunda boş kalan fabrika binaları, kent içerisinde rant spekülasyonları sebebiyle boş bırakılmış tarihi yapılar ve yıkılması beklenen birçok boş-harabe yapı, Bienal ekibi tarafından yapılan bir açık çağrı ile belgelenmeye başlanıyor. Türkiye’nin dört bir tarafından, mimar olan ya da olmayan birçok kişinin gönderdikleri fotoğraflar ile Türkiye’nin metruk yapı stoku hakkında bir belgeleme gerçekleştiriliyor. Projenin ilk ayağını oluşturan bu açık çağrı, pavyonu interaktif bir oluşuma dönüştürürken, küratörlerin daha geniş bir coğrafyada ve spektrumda belgeleme yapmasına imkan sağlıyor. [5]

Bulut olarak nitelendirilen bu belgeleme aşamasından seçilen görseller, sergi alanının tavanından sarkıtılan perdelere yansıtılarak ziyaretçilere sunuluyor. Bu perdelerin altlarındaysa, projenin ikinci aşamasını oluşturan “tezgâh” yer alıyor. Görseller, metinler ve maketlerin yanı sıra, yapay zekâ kullanılarak oluşturulan metruk yapıların olası kullanımlarını içeren bir görsel seçki, ziyaretçilerin incelemelerine sunuluyor.[6] Bunlara ek olarak İKSV ve YEM ortak yayını ile basılan bir kitapçık da Türkiye Pavyonunun manifestosunu barındırıyor.

Türkiye Pavyonu, mimarlığın geleceğine yaptığı bakışta “kahraman yapılar”dan ziyade metruğa yönelerek, amaçladığı söylem değişikliğinin bir parçası olmayı başarıyor. Sırf bu açıdan bile proje, mimarlıkta alternatif bir tartışma yaratmaya katkı sağlıyor. Bunun Venedik Bienali gibi bir mecrada gerçekleşmesi ise projenin değerini bir kat daha arttırıyor. Ancak tüm bu söylemine karşın tasarım refleksinden uzaklaşmayı başarabilmişe benzemiyor. “Sonuç ürün” olarak ortaya konan, alternatif kullanımlar, mimari proje odaklı fiziksel değişimlerden öteye gidemiyor. Metruk yapının mülkiyet ilişkileri içerisindeki muğlak durumuna yeterli bir değinme yapamadan, metruk olanın sosyal ve politik olasılıklarını kaçırıyor.

Metruğun kent mekânında oluşturduğu mülkiyet muğlaklığı, yapıyı katı bir iç mekan olmaktan çıkartarak, “izinsiz” girişleri mümkün hale getirir. Bu sayede metruk, bir anlamda yarı kamusal bir karaktere bürünür. Metruğun sahip olduğu bu durum onu farklı gruplar tarafından kullanılabilir hale getirir. Alışılmışın dışında bir kullanım ilişkisine açılan yapı, Avrupa’nın birçok yerinde politik ya da kültürel kimliklere bürünerek sosyal bir fenomene dönüşmüştür. Türkiye için bu kullanım tarzı çok az deneyimlenmiş olsa bile, politik formda vücut bulmuş örneği 2013 sonrasında “Don Kişot” ve “Lojman” işgal evlerinde pratiğe geçirilmişti.

Belki de bilinçli bir karar ile projeye dahil edilmeyen bu konular ile ucundan değinilen, projeye tam olarak dahil edilemeyen sürdürülebilirlik ve deprem konularına rağmen Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”, değerli bir belgeleme çalışması olmayı başarıyor. Bunun yanı sıra mimarlığın odağını “kahraman yapılar”dan uzaklaştırıp, farklı bir zemine koymaya çalışması da günümüz mimarlık algısı açısından azımsanmayacak bir önem taşıyor.

SO Mimarlık'ın tartışmaya sunduğu bu konu, her ne kadar niş bir konu olarak gözükse bile, alternatif bir konu olarak görünür olmaya çalışıyor. Berlinale film festivaliyle gösterime giren “The Architect”[7] dizisi de kullanımda olmayan mekanların kullanımı özelinde, So Mimarlığa benzer bir bakış açısı sunuyor. Popüler kültürde de seslerini duymaya başladığımız ve Türkiye Pavyonu ile de gündeme getirilen bu konuyu belki de gelecekte daha fazla duymayı umuyoruz.

İlgili Linkler:

SO Mimarlık Proje Sayfası:

https://www.soistanbul.com/Ghost-Stories

 IKSV Proje Sayfası:

https://turkiyepavyonu23.iksv.org/

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Sayfası:

https://www.labiennale.org/en/architecture/2023/turkey

Talking Architecture Podcast; Sevince Bayrak Söyleşisi:

https://open.spotify.com/episode/56OtkfIlGXSfVEsMUfwTlN?si=dCBAefM8RWiCGoE7XNm0JQ

Şelale Kadak Söyleşisi Sevince Bayrak ve Oral Göktaş:

https://www.youtube.com/watch?v=TdWvXR8D-aM

The Architect Dizisi Berlinale:

https://www.berlinale.de/en/2023/programme/202311745.html  



Yorumunuzu bırakın