Kumru Yaren Cengiz | Ed. Seda İstifciel
Özellikle son yıllarda tiyatro ve sinema alanındaki çalışmalarıyla, gerek sahne kostümleri gerek İstanbul Fringe Festival’indeki görevi sırasında giymek üzere kendisi için tasarladığı dikkat çekici görünümlerle öne çıkan Riyana Tufanova ile sanatta kostüm tasarımı, kostüm dramaturjisi, kostümün performatifliği ve kariyerine dair konuştuk.
Keyifli okumalar dileriz.

*Riyana Tufanova, İstanbul Fringe Festivali, 2025, Credit: Photography by Begüm Ormancı
Öncelikle seni biraz tanıyabilir miyiz Riyana?
1991 Kazakistan doğumlu bir Ahıska Türkü’yüm. İstanbul ve Antalya ekseninde eğitimci ve turizmci bir ailede büyüdüm. Lise ve üniversite yıllarımda şehir tiyatrolarında eğitim alıp oyunlarda oynadım. Oyunculuk kariyerimi sürdürmek için 2017’de İstanbul’a taşındım. Yedi yıldır tiyatro ve sinema alanındaki projelerde sanat yönetmeni, kostüm dekor tasarımcısı ve realizatör, sahne amiri ve yapımcı olarak çalışıyorum. Son 4 yıldır İstanbul Fringe Festival’inde önce Gönüllü Koordinatörü daha sonra Operasyon Müdürü olarak görevimi sürdürüyorum. Bunun dışında geçen sene Zorlu PSM Kısalar kapsamında oynanan ‘Portakal’ ın yapımcılığını yaptım. Bu sene Kavla Tiyatro’nun ilk oyunu olan ‘Dünyanın en Mutlu İnsanı’ nın yaratıcı yapımcılığını üstleniyorum. Tüm bu deneyimlerimi ve bilgilerimi ise YouTube kanalım olan ‘acilen fame olmam lazım’da paylaşıyorum.
Kostüm tasarımına ilgin nasıl başladı? Bu alana yönelmeni sağlayan ilk anı ya da etki neydi? Sana ilham veren isimler kimlerdi?
Sanırım ablamla gazeteden çıkan kağıt bebekleri giydirerek başladı. Barbielerimize kıyafet dikerdik ve oyuna göre kombinleri değiş tokuş ederdik. Hâlâ da öyle; ablam, annem ve ben birbirimizin kıyafetlerini giyeriz. En çok ablamın tabii, o tedarikçimiz çünkü. Ama tasarım kısmı annemle başladı diyebilirim çünkü her sabah işe giderken onun hazırlanmasını izlerdim. Çok zor bir hayatı olmasına rağmen bir film yıldızı gibi giyinir ve bundan güç alırdı. Az sonra sahneye çıkacak ya da savaşa girecekmiş gibi oluşu bana hep ilham vermiştir. O işe gidince de kıyafetlerini giyer, saçlarımı yapar, şarkı söylerdim. Tipik aslında, ama motivasyon farklıymış.

*Riyana Tufanova, Credit: Photography by Kadir Özer
Kostüm tasarımını bir sanat pratiği olarak nasıl tanımlıyorsun? Moda ile sahne sanatları arasındaki köprü senin için ne ifade ediyor?
Öğrenmesi zor gizli bir dil olduğunu düşünüyorum aslında kostümün. Hikâyenin derinliğini, karakterin kimliğini ve eserin ruhunu diyalogdan bağımsız görsel olarak anlatmanın en güzel yolu. Moda, benim hem çok ilham aldığım hem de tüm tasarım sürecinde tarihsel olarak faydalandığım bir alan. Kostüm tarihinde moda ile ilgili çok enteresan bilgiler var ve ben bu bilgileri kullanmayı seviyorum sahne sanatlarında.
Bir karakter için kostüm tasarlarken ilk adımın ne oluyor? Metin mi, oyuncunun bedeni mi, sahnenin atmosferi mi seni yönlendiriyor? Sen nereden başlıyorsun?
Metni bir oyuncu olarak ele alıyorum. “Ben bu rolü oynasaydım oyuncu olarak ne hisseder ve giymek isterdim? Metin ve karakter ne istiyor?” Kostüm oyuncuya nasıl oyun verir ve onu karaktere nasıl yaklaştırır diye düşünüyorum. Sahne sahne ilerleyerek karakterin dönüşümüne göre bir kostüm dramaturjisi çalışıyorum diyebilirim. Tüm bu süreçte izlediğim oyunlar ve filmler de bana referans oluyor tabii ki.
Malzeme seçimlerin sürecinde ne kadar deneysel davranıyorsun? Geleneksel kumaşların yanında farklı materyallerle denemeler yapıyor musun? Yaratıcı yapımcılık kariyerin bu noktada nasıl bir etkiye sahip?
Deneysel olmayı prensip edindiğimi söyleyebilirim. Hem tasarımlarımda hem kendi kıyafetlerimde farklı dokuların etkisini görmeyi çok seviyorum. Bu yıl festivalde yastık kılıfından korse, eski bir valizden elbise yaptım ve inanılmaz tepkiler aldı. Bu biraz düşük bütçeli yapımların bana açtığı yaratıcılık alanıyla mümkün oldu. Hep muadilini ararken aslında çok daha orijinal şeyler ortaya çıktı.

*Riyana Tufanova, İstanbul Fringe Festivali, 2025, Credit: Photography by Mete Kaan Özdilek
Senin için bir kostümün “tamamlanmış” olduğunu ne zaman anlıyorsun?
Aksesuarlar ve saç makyaj bitince. Pastanın üstündeki çilek gibi onları eklemeyince eksik kalıyor sanki kostüm... Biraz da eski, yeni, ödünç alınmış ve mavi geleneğini seviyorum; kostümü kutsuyor gibi geliyor.
İstanbul Fringe Festival ekibinde yer almak senin için nasıl bir deneyim? Bu festivalin uluslararası ruhu seni nasıl etkiliyor? Bu yıl Fringe’de sana en çok heyecan veren iş birliği ya da sahneleme hangisi?
Yıllardır beraber çalışan ve arkadaş olan bir ekibin içinde olmak ilk başlarda zordu. Ama sınırları fark etmek, esnek olabileceğim yerleri ve güçlü olduğum alanları keşfetmek açısından çok destekleyici bir ekiple çalışıyorum. Aynı şekilde sanatçı ekiplerle de farklı ülkelerden ve aile dinamiklerinden geliyor olmamıza rağmen zamanın bir yerinde aynı hisleri paylaşmak büyük şans. Bu karşılaşmalar hep doğru işler yaptığımızı düşündürtüyor bana. Asses.masses, Apsolit, Rota, Hangi Yıldayız Biz?, PE^^^E, 2GETHER/AL(L)ONE ve Kaçak Çay Saati tam da bu hisleri yaşatan işler. Bu senenin seçkisinde favorilerim.
İstanbul Fringe Festivali sürecinde her yıl kendi kişisel kostümlerini belirli konseptler üzerinden tasarlıyorsun. Bu fikir nasıl doğdu?
Liseden beri tiyatro ve film festivallerine gidiyorum. Özellikle Antalya’da liselerarası tiyatro şenliklerimiz olurdu ve kostümlü kortej yapardık. Altın Portakal zamanları da oyuncular galalarda, kırmızı halıda yürürdü ve hep bir gün oyuncu olarak kendi filmimin galasında yürüyeceğimi hayal ederdim. İçimde kalmasın dedim ve bu hayali festivalde gerçekleştirmek istedim.

*Riyana Tufanova, İstanbul Fringe Festivali, 2025.
Geçmiş yıllarda hangi konseptlerde kıyafetler yarattın, biraz örnek verebilir misin?
Ben aslında farkında olmadan ‘method dressing’ yapıyormuşum bu sene bunu fark ettim. Hollywood’da birkaç sene önce çıkan bir akım bu ve müthiş bir PR hamlesi olan ‘barbiecore’ akımının da sorumlusu. Performansları referans alan renkler, dokular ya da nesneleri kullanarak kombinler yaratıyordum ki seyircinin dikkatini çeksin. Ama gönüllü koordinatörü olduğum sene çok yoğun bir programım vardı. Hem gönüllü iletişimi hem operasyon hem de kalabalık bir sanatçı ekibiyle ilgileniyordum. O sene tüm festival boyunca her performansa gecelikli kombinler ve glitterlı makyajlar yaptım. Gönüllü arkadaşlarımızdan en güzel kombini olanın fotoğrafını paylaşma temalı bir yarışma yapıyorduk her gün ve müthiş bir ruh doğdu oradan. O yıl henüz glitter Türkiye’de yayılmamıştı ve bana Rusya’dan gelen tüm glitter’ı seyirciye, teknik personele sürerek o hafta bitirmiştik. Geçen sene ekibe yaptığım “6. yıla geldiniz artık size bir şey olmaz” şakalaşmalarından ilham alarak tema da ‘kraliyet ailesi’ olsun diye düşündüm ve Avrupa ülkelerinin 1400-1900 arası dönemlerinden kostümler yaptım. Oldukça dikkat çekti.
Bu kostümlerin performansla doğrudan bir ilişkisi olmasa bile, festivalin genel atmosferinde senin için bir performatif alan açtığını düşünüyor musun?
Kesinlikle düşünüyorum. Hepimizin festivalde sorumlu olduğu ve yürüttüğü işler var. Bunun yanında festivalin bir misyonu ve vizyonu olmalı. Ben bu prensiple yeniliklere açık bir yapımız olduğunu kostümlerimle ifade etmek istedim. Böyle giyinmenin ve onunla hayatı sürdürmenin de ciddi bir performans olduğunu düşünüyorum, hele ki festivalde…
İzleyici gözünde bu kostümler seni bir ekip üyesinden çok bir “performansın parçası” gibi konumlandırıyor olabilir. Bu etkiyi nasıl değerlendiriyorsun?
Çok mutlu oluyorum çünkü amacım biraz da o. Oyunculuk yapamadığım süreçte izlediğim işlerin çoğunda sahnede o işin bir parçası olmak istedim ve o duyguyu yaşamanın yollarını aradım. Kostüm tasarımı bana bu alanı açtı ve bunu gören gözlerin olması çok iyi hissettiriyor.
Konseptleri seçerken seni en çok neler yönlendiriyor: festivalin teması, kişisel ruh halin, yoksa izleyiciyle kurmak istediğin bağ mı?
Aslında her sene değişiyor. Ama genelde ruh halim yönlendiriyor. Program netleşince performansları izliyorum bana ne hissettirdiği ile başlayıp o sene festivalin temasına nasıl uyarlarım, seyirciyi ve ekibi nasıl şaşırtırım noktasına kadar gidiyor.

*“Zorlu PSM Kısalar; Portakal”, Credit: Photography by Cem Gültepe
Kendine tasarladığın kostümler bir “kişisel manifesto” gibi mi işliyor? Yani festivalde görünürlüğünü artıran bir ifade biçimi mi oluyor?
Evet, her sene başka bir konsept olması da bundan kaynaklanıyor aslında. Hem kendi kişisel tarihim hem kariyerim açısından önemli şeyler yapıyorum ama İstanbul’da ve sektörde henüz çok yeni olduğum için insanlar beni tanımıyor. Ne iş yaptığımı, kim olduğumu ve yaratıcılığımı gösterebilmemin en hızlı yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Yürüyen bir portfolyo gibi.
Bu kostümlerle festival katılımcıları arasında nasıl bir etkileşim yaşıyorsun? İnsanların tepkileri sana yeni fikirler veriyor mu?
Çok şaşırıyorlar, çok beğendiklerini söylüyorlar. Bu sene konsept burçlar kuşağı ve astrolojiye ilgisi olan tüm katılımcılardan, paylaştığım fotoğraflara ya da festivalde bana denk gelirlerse kombinime tahmin ve yorum alıyorum. Çok keyifli oluyor; ayaküstü burçlar, ruh halimiz ve performanslar üzerine konuşuyoruz. Bazı çekingen ama hayransı bakışları yakalayınca ben yanlarına gidip sohbeti başlatıyorum. Amacım beğenilmektense ilham olmak ve cesaret verebilmek. Bu tepkiler, her sene üstüne koyarak gitmem gerektiğini hatırlatıyor bana. Beklenti arttıkça hayal kırıklığı da büyük olabilir korkusu oluyor ama bir yandan da yapılmamışı denemeliyim diyorum. Çünkü gerçekten katılımcıların konuşmalarından şunu fark ettim ki kostümlerimi bir sanat eseri olarak da değerlendiriyorlar. Bu müthiş bir şey.
Kendin için kostüm tasarlama süreci nasıl ilerliyor? Kendine tasarlarken daha özgür müsün yoksa daha zorlayıcı mı oluyor?
Tabii ki çok daha rahat ve özgürüm çünkü normalde giyemeyeceğim şeyleri festival için giyiyorum. Son senelerde bu cesareti ve ilhamı ‘Met Gala’dan alıyorum diyebilirim. Eskiden çok bilinmiyordu ama artık sosyal medya var ve insanlar çok şaşırsa da alışıyorlar uçuk fikirlere. Kendim için tasarım süreci arkeolojik bir kazı kadar hassas ve derinlere indiğim bir süreç oluyor. Konsepti belirledikten sonra bir moodboard yapıyorum. Bu referanslara sadık kalarak dolabımı açıyorum. Önce geçmişten kalan aksesuarlar ve kıyafetler çıkıyor onlar deneniyor. Sonra ablamın vintage mağazasından beğendiğim parçaları alıyorum. Bazı kostümleri kendim tasarlayıp terzime diktiriyorum. Eğer kostüm sadeyse saç, makyaj ve aksesuarda star bir parça olmalı diyip onlara bakmaya başlıyorum. Her şey hazır olduğunda da vakit kalırsa tüm kostümleri o günkü saç, makyaj ve aksesuarlarıyla görmek için deniyorum.
Tasarımın, hareketin özgürlüğünü kısıtlamadan sahneyi nasıl güçlendirdiğini düşünüyorsun? Seyircinin algısında kostümün en kritik rolü nedir?
Bu biraz zor bir soru. Fiziksel kısıtlanmanın hep bir çaresi bulunur. Ama orada oyuncunun kostümle gerçekten bağ kurması ve hakimiyeti bu sorunları boşa düşürüyor bence. Çünkü her şey mümkün. Hepsi olabilir. Tasarım yaparken koşulları çok fazla düşünüyoruz ama tutarlılık her zaman da istediğimiz etkiyi yaratmıyor. Seyirci de bunu fark ediyor bence. Geçen sene yine festivalde ağırladığımız Filiz Bozkuş Al’ın ‘Gong’ adlı bir performansından bahsetmek isterim örnek olarak. Çok sade, hem bir çocuğun hem bir yetişkinin ev hali ya da pijaması diyebileceğimiz bir kostümü vardı ve performansla o kadar bütündü ki bu kadar sade bir tasarımın bu etkiyi yaratması müthişti. Yaklaşık 6-7 ay sonra kendisiyle telefonda tanışıp konuştuk. Festival ekibinden Zeynep Demir bana yönlendirmiş kostüm değişikliği için. Hiç gerek olmadığını ve belki yeni kostümle aynı rahatlığı ve etkiyi yakalayamayacağını söyledim.

Kostüm tasarımında teknolojiyi (ışık, projeksiyon, dijital dokular gibi) kullanmayı düşünüyor musun?
Çok istiyorum ama hem biraz korkağım hem de nostaljiyi çok seviyorum. Kumaşa dokunmayı, boyamayı ve işlemeyi hiçbir şeye değişemem sanırım. Kostüm ve dekor alanındaki yeni üretimlerin sürdürülebilir bir anlayışla yapılması taraftarıyım. Avrupa’da birçok tiyatro eski kostümlerini dönüştürerek kullanıyor ya da belirli zamanlarda satışa çıkarıyor. Bizim biraz bunlarla da ilgili çalışmamız gerekiyor. Hem ekonomik ve sürdürülebilir hem de dayanışma temelli bir sistem oluşturmamız şart. Teknoloji ile olan ilişkileri ve dayanışma örnekleri gösteren Z kuşağı arkadaşların bu alanda önderlik edeceklerini düşünüyorum çünkü beraber çalıştığımız gönüllülerimiz de bu konuda çok hassas.
Uluslararası sahnede ilerleyen dönemde gerçekleştirmek istediğin projeler neler?
İlk hedefim ve hayalim Moskova’da film okulu bitirmek. Oyunculuk ve sanat yönetmenliği yapmaya devam etmek istiyorum çünkü. Avrupa ve Amerikalı ortak yapımlarda çalıştığım zaman öğrendiklerim ufkumu açtı. Film projeleri ve tiyatro sayesinde gerçekleşen bu karşılaşmaları çok seviyorum. Ama gönlümde yatan, ‘Karagöz’ü uluslararası platformlarda görünür kılmak. Festival festival dolaşmak. Daha sonra Antalya’ya Fringe’i götürmek… Belki orada bir sahne açıp yerli ve yabancı tüm işleri konuk etmek. Kendi prodüksiyonlarımı yapıp filmler çekmek. Youtube kanalımı büyütmek. Umarım bu hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir iklimde oluruz zamanı geldiğinde.

*Riyana Tufanova, İstanbul Fringe Festivali, 2025, Credit: Photography by Mete Kaan Özdilek