Eren Can Altay | Ed. Murat Kadaş
Geleneksel olana algımız, hafıza üzerinden değil imgeler üzerinden oluşur. Geçmişin izleri ya o dönemin gözüyle çizilen, yazılan, üretilen eserlerle ya da o dönem hakkında sonradan üretilen ikinci dereceden imgeler ile sağlanır. Sanatın ya da entelektüel üretimin pratik yararlarından biridir bu. Bize belirli bir dönemin tanıklığını yaptırırlar. Daha da önemli olansa arşiv ya da dokümanın aksine, sanat içeriği zamanın mantığını anlamamıza ve onu bir açıdan hissetmemize de yardımcı olur.
Ancak bu hisler en iyi ihtimalle ikinci el hislerdir. Çünkü durumu bizzat deneyimlememişizdir. “Gerçek” olan, bir başkasının -sanatçı, düşünür, gezgin- filtresinden geçerek bize ulaşır. Tarih hakkındaki hafızalarımız imgelerden meydana gelir. Bu açıdan tam olarak güvenilmezdirler ve değişime müsaittirler. Belkide bu yüzden gerçek ile arasındaki bu boşluk nostalji ile doldurulur.
Bu algı ile geliştirilen nostaljik duygular belki de en çok şehirlerde karşımıza çıkar. Çünkü herhangi bir eserde tasvir edilen yer, bir şekilde kişisel olarak da deneyimlenebilir. Eğer mevzubahis şehir korunmuş ya da dönüşüm süreçlerinin dışında kalmış bir yerse, geçmiş tasvire yakın bir manzara hala mevcut olabilir. Eğer durum bunun tersi ise de bir zamanlar o mekanın neye benzediği düşünülür. Deneyimlenen yer her ne kadar aynı olmasa da, mekanın devamlılığının sağladığı bir bağ dokunur izleyiciye/dinleyiciye. Bu sayede fiziksel bağın ötesinde, duygusal bir bağ da kurulmuş olur ve sanki o geçmiş zaman, artık bizim “hatırladığımız” bir anıya evrilir.
Bu ne kadar bize ait olduğu tartışmaya açık anı, bir başkasının filtresinden geçip bize ulaşmıştır. Bu durumda sanatçı, gezgin ya da yazar ürettiği şey ne olursa olsun bir anlatıcı rolündedir ve bizim “hafızamız” üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Bir şehri ya da mekanı önemli kılan unsurlardan biri de bu üretimdir zaten. Çünkü sevdiğimiz ya da bağ kurduğumuz şehirler sadece fiziksel ögelerden oluşamaz. Yeni kurulmuş bir yerleşkenin ya da şehrin eksiği biraz da bu durumdur.
İstanbul örneğinden ilerleyecek olursak, bir Orhan Veli, Süleymaniye ya da Kapalıçarşı kadar önemlidir İstanbul için. Çünkü gözlerimiz kapalı dinlemezsek şehri herkesin bildiği mısralarda, eksik kalır İstanbul. Oysaki hiçbirimiz görmemişizdir o yosmanın elinden düşen gülü. Ancak artık bu mısralar bildiğimiz kentin bir parçası, bizim de hafızamızdır. Ya da Orhan Pamuk’un kaleminden bir İstanbul anlatısı okunursa, hüzünden bir çarşaf iner şehre. Kişisel olarak bu duygu ile şehri birleştirmemiş olsak da artık bu ikiliyi ayıramayız kolay kolay. Şehir bizim için de hüzne bürünür bir anlamda. Tarihsel verilerle desteklenen bu anlatım ne kadar gerçekçi ve tutarlı anlatılırsa, şehir algısına işlenmesi ve kalıcılığı da bir o kadar sağlam olur.
“İstanbul ve Hatıralar" kitabında Orhan Pamuk’un da bahsettiği gibi bu anlatılar, yabancı gözler tarafından da yapılır. Bu durumda taktığımız gözlük bambaşka bir zihinden çıkar ve aslında 'tam da İstanbul gibi olmayan bir İstanbul' anlatır bize. Melling, Gautier, Nerval ya da Gide gibi yazarlar/ressamlar/mimarlar, İstanbul hakkında üretimleri ile farklı bir pencere açar ancak dönemleri gereği oryantalist bir eser oluşturmaktan kaçamazlar. Sanki mistik bir altlığı olan bu ürünler masalsı bir İstanbul’un gözlüğünü yaparlar. Artık kent biraz 1001 Gece Masalları'ndan fırlamış gibidir. Gerçek olmayan bir masal katmanı da eklenir kente. Bu örneklere Ayvazovski’nin gece manzaraları da eklenecek olursa, iyiden iyiye mitik bir kent canlanır gözümüzde. Ancak herkes kendi bildiğinden üretmektedir gördüğü manzarayı. Sonuçta Ayvazovsky, Rusya Deniz Kuvvetleri'nin baş ressamlığını yapmış biriydi ve etrafını biraz da bu perspektiften görüyordu.
Tüm bu katmanlar birer imge olarak algımızda kocaman bir İstanbul’a dönüşür. Hangi gözlüğü taktığımıza göre farklı bir şehir olur. Çoğu zamanda “gerçekten” sapan ve inanmak istediğimiz bir manzaradır bu. Nostalji tam da burada girer devreye çünkü eskinin müdahale edilebilir hafızası her zaman daha iyi, daha güzel ve daha yaşanılası bir şehir çıkartır karşımıza. Oysa ki o günler de bizim gerçekliğimiz kadar rutin ve bizimki kadar sıkıcıydılar. Onlar da aynı şehrin farklı sorunlarıyla mücadele ettiler ve aynı bizim algılarımızdaki dönüşmüş şehir gibi kendi algılarında meydana gelmiş, daha eski bir İstanbul özlemiyle yaşadılar belki de.
Melling’in İstanbul Gravürü https://tr.travelogues.gr/collection.php?view=221
Ivan Ayvazovski: Ay Işığı Ortaköy'den Istanbul ihttps://www.gzt.com/skyroad/ivan-ayvazovskinin-gozunden-istanbul-3548951