1 Ekim 2025 Çarşamba

Istanbul Fringe Festival’ın Perde Arkası: Eda Erman’la 7 Yıllık Yolculuk ve Gelecek Hayalleri

Kumru Yaren Cengiz  |  Ed. Seda İstifciel

İstanbul’un bağımsız sahne sanatları için en özgür ve enerjik buluşmalarından biri hâline gelen Istanbul Fringe Festival, bu yıl yedinci kez kentin farklı köşelerine yayıldı. Şehrin çok kültürlü ruhunu performans, dans, tiyatro ve yeni medya gösterileriyle bir araya getiren festival, her yıl daha fazla sanatçı ve izleyiciyle büyüyor. Bu dinamik yapının arkasındaki isimlerden, festivalin kurucu ortağı ve iletişim yöneticisi Eda Erman ile Fringe’ın nasıl doğduğunu, yedi yıllık yolculuğun getirdiği deneyimleri ve önümüzdeki dönemde İstanbul’un sanat sahnesine açacağı yeni alanları konuştuk.



*Photo Credit: Begüm Ormancı

Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Elbette, ben Eda Erman. Galatarasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Uzun yıllar bir PR ajansında, kültür sanat odaklı markalarla çalıştım. 2019’dan bu yana da Istanbul Fringe Festival ekibindeyim. 

Festival nasıl ortaya çıktı? Siz ve ekibiniz böyle bir oluşuma başlarken hangi ihtiyaç veya boşluğu gördünüz? Sizden de biraz öğrenebilir miyiz?

Istanbul Fringe Festival fikri 2017’nin son aylarında ortaya çıktı. Daha önce yurt dışındaki Fringe festivallerini deneyimlemiş, takip etmiş bir arkadaş grubu olarak, İstanbul’da bir Fringe festivali hayal etmek bizi çok heyecanlandırdı. Biz 2000’lerin sonu, 2010’ların başında üniversite hayatını İstanbul’da yaşayan bir ekibiz. Bu dönemde şehrin sunduğu pek çok kültürel ve sanatsal deneyime erişme imkanımız oldu. Fringe’i oluşturan vizyonda da mutlaka o dönemki deneyimlerimizin bize verdiği ilhamdan besleniyoruz.  Istanbul Fringe Festival aslında böyle bir yerde duruyor. Bizim yola çıkışımız çok kişisel bir ihtiyaçtan ortaya çıktı aslında. İçinde olmayı arzu edeceğimiz, ilham aldığımız, kendimizi özgür hissettiğimiz anları sürdürmek için İstanbul’da. 

Hem kurucu hem iletişim yöneticisi olarak kişisel motivasyonlarınız nelerdi? Bu süreç sizin için neyi dönüştürdü?

Uzun yıllar kültür sanat sektörünün bir parçası olduktan sonra bir noktada gözünüz yurt dışına bakıyor. Kendimi geliştirmek için ne yapabilirim diye düşünmeye başlıyorsunuz. Bu sırada sevdiğim biri bana şöyle bir cümle kurdu “Hiçbir yere gidemezsin, kendini bu kadar geliştirdikten sonra artık aldıklarını verme zamanı. Burada kalıp kazandıklarını aktarmalısın.” Bu cümleyle çok yakın zamanlarda girdi Istanbul Fringe hayatıma. Bugün durduğum noktada iyi ki o cümleyi aklımın köşesinde tutmuşum diyorum. Kişisel olarak gerçekten profesyonel anlamda kazandıklarımı, biriktirdiklerimi ortaya koyabildiğim bir alan Istanbul Fringe. Öte yandan şehirde, ülkede böyle bir alan açabilmek, bunu da ne kendimizi ne de katılımcılarımızı alışılagelmiş kalıplara sokmadan yapabilmek beni canlı tutuyor.

Yedi yılda festivalin kimliği nasıl şekillendi? Bugün “Fringe İstanbul” denince aklınıza gelen üç kelime ne olur?

Bence festivalin kimliği başından beri aynı aslında. Özgür, rahat, esnek, endişesiz, neşeli ama güçlü, iddialı, farklı. Biz güvenli alanımızda kendimizi nasıl hissediyorsak öyle bir festival. Üç kelime vermem gerekirse, bu yıl World Fringe Day için hazırladığımız videodan hareket edebilirim; Fun, bold, fringe!

Bu yılki seçkiyi oluştururken hangi ana temalar, sanatsal yaklaşımlar veya deneysel diller öne çıktı?

Istanbul Fringe Festival, kendi varoluşu gereği sınırlarla oynamayı, sınırların geçirgenliğini denemeyi, duvarlardaki çatlaklardan sızanları kabul etmeyi ve aynı şekilde dışarıya sızmayı deneyen bir festival. Bu yapıyı belirli temalarla şekillendirmek istemiyoruz. Biz cam tavanların varlığını sorgulamayı, etrafımızı sardığı söylenen duvarların ardını merak etmeyi ve dışarıda ne olduğuna bakmaya cüret etmeyi seviyoruz. Bunu da eğlenerek, kaygısızca ve olabildiğince neşeli bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. O nedenle yedi yıla baktığımızda ortaya çıkan tema en çok “sınırlarla oynamak” teması oluyor sanki. 

Yıllara göre baktığımızda genç sanatçıların güncel işleri söz konusu olduğu için her zaman güncel meselelere sanatsal bir bakış getiren gösteriler oluyor. Ekolojik kriz ve bunun getirdiği belirsizlikten doğan işler, bedeni merkeze koyan işler yıllar içinde öne çıkan temalar oldu diyebiliriz. Gittikçe artan bir şekilde kadın sanatçıların kendi kadınlık deneyimleri üzerine gösterilerini görüyoruz. Performans sanatlarında kadın bakışı üzerine buluşmalar da gerçekleştirmiştik bu konuda. Elbette pandemi dönemini takip eden süreçte sıkışma, izole olma, yalnızlaşma, kayıp, ölüm, yas, depresyon gibi konularda işler ortaklaştı. Pandemiyi takip eden yıllarda önce bireysel kırılganlıklardan hareket eden ve karanlık işler görmeye başladık, daha sonra yine ölüm ve yas gibi karanlık konulara bu sefer daha hafif, oyuncu ve mizahi bir yerden yaklaşan işlerin görünür olduğunu gözlemledik programa bakınca. Bu yıl da yine çok bireysel ve karanlık deneyimleri cesurca ve yeni biçimler deneyerek dile getiren gösteriler var programda. 

Bu seneki program da tahmin edileceği üzere dünyanın içinden geçtiği zor süreçlerle paralellik gösteriyor. Bir yandan savaşlar, göç ve kimlikler konuşuluyor diğer yandan benlik, bireyin kendisi üzerinden sorduğu sorular ve saçmanın farkında olup bir şey yapamama halini görüyoruz sanki.


Photo Credit: Begüm Ormancı

Performans, tiyatro, dans, yeni medya… Bu çeşitlilik festival için neden önemli? İzleyiciye ne katıyor?

Bence “neler mümkün?” sorusunu sorduruyor. Çünkü Istanbul Fringe Festival’da karşılaşacağınız işler insana bir keşif duygusu veriyor. 

İletişim stratejinizde özellikle İstanbul’un kültürel çeşitliliğini nasıl hesaba katıyorsunuz? Hangi kanallar ve diller işe yarıyor? Fringe’in görsel dili ve kampanya söylemi yıllar içinde nasıl evrildi? Özellikle sosyal medya ve dijitalde neyi farklı yapıyorsunuz?

Biz öncelikle rahat ve neşeli olmak istiyoruz. En çok aldığımız geri bildirim katılanların Istanbul Fringe’ın yarattığı atmosferin bir parçası olmak istedikleri, festivalde kendilerine bir ifade, özgürlük ve yaratıcılık alanı buldukları. Böyle bir samimiyet ortamı bizi iletişim anlamında da doğru hissettiriyor. Görülmek herkesin ihtiyacı, umarız kendilerini görülüyor, gözetiliyor, eşit birer muhatap olarak alınıyor hissediyorlardır. 

Görsel dilimiz de böyle şekilleniyor aslında. Tasarım kimliğimizdeki renkler İstanbul’da bir gökyüzü fotoğrafından. Maskemiz bürünebildiğimiz farklı kimliklerin bir yansıması. Bu kente ait, burada yaşayan, büyüyen, eğlenen ve biriktiren insanlarız; festival de öyle. 

Her yıl geri dönen bir “Fringe topluluğu” var mı? Onlarla bağ kurmanın en etkili yolları neler oldu?

Evet var. Bunun için ayrıca bir çabamız olmadı. Katılımcılarımız da – katılımcılar derken sadece seyirci olarak düşünmeyebiliriz; sanatçılar, gönüllüler, mekanlar da dahil buna- bizim gibi olmak istedikleri alanı Istanbul Fringe Festival’da buldular sanırım. Bir şekilde bir araya geldik ve çoğalarak devam ediyoruz.

İstanbul’un küresel Fringe festivalleri ağı içindeki konumu nedir? Diğer şehirlerle nasıl bilgi ve sanatçı alışverişi yapıyorsunuz?

Istanbul Fringe Festival, coğrafi olarak yakın lokasyonlardaki Fringe’lerle ve bağımsız festivallerle ortak bir zaman çizgisinde aslında. Sanatçıların turne duraklarından biri diyebiliriz. Istanbul Fringe olarak farklı fringe festivalleriyle de iletişim halindeyiz, World Fringe Network’te birbirimizi güncellediğimiz bir iletişimimiz var. Öte yandan yan yana durduğumuz, birbirimizi ziyaret edip, ortak üretimler için paylaşımda bulunduğumuz Amsterdam Fringe, Prag Fringe, Stockholm Fringe gibi oluşumlar da var. 


Photo Credit: Mete Kaan Özdilek

Yabancı ekipleri İstanbul’a getirmek için hangi kriterlere ve stratejilere sahipsiniz? Şehir onlar için neden cazip?

Dünyadaki her Fringe festivalin program konusunda kendine özgü işleyişleri var. Biz başından itibaren Istanbul Fringe Festival’in seçkisine bir güven oluşturmak istedik. Bu nedenle hem açık çağrı yayınlayıp oradan gösterileri büyük bir titizlikle seçiyoruz, hem de bazen kendimiz yurtdışında izleyip İstanbul seyircisiyle buluşturmak istediğimiz gösterileri davet ediyoruz, hem de bazen özel projelerimiz oluyor. Programını oluştururken birden fazla şeyi göz önünde bulunduruyoruz aslında. Sanatsal olarak, tiyatro, dans, performans gibi farklı disiplinlerden üretimlerin seçkide yer alması en önem verdiğimiz konulardan biri. Bunun yanında Türkiye’den ve dünyadan sanatçıların dengeli bir şekilde programda yer almasına özen gösteriyoruz.

Sanatçılardan aldığımız geribildirimler pozitif oluyor, şehir zaten kendi varlığı ile etkileyici; Istanbul Fringe’ın buradaki varoluş biçimi, şehirde fiziksel olarak yer aldığı noktalar, festivalin içindeki herkesle (gönüllü, seyirci, kurucu ekip, diğer sanatçılar) doğrudan diyalog kurabilme hali yeni bir deneyim oluyor.

Fringe İstanbul’un bugüne kadar İstanbul’un sanat ortamına kattığı en değerli şey sizce ne?

Bir seyirci olarak edilgen hissetmeden, festivalin parçası olabilmek bence. En azından yaratmaya çalıştığımız şey bu. Festivalin başından beri düzenleyen ekipten biri olarak ise biraz daha farklı bir şey söylemek istiyorum; bu ülkede böyle bir alana ihtiyaç vardı, biz Istanbul Fringe olarak bu alanı açtık. Sektörel olarak kimseye rakip ya da eleştirel olma motivasyonuyla yola çıkmadık, hala öyle bir noktada değiliz. Biz yeni bir alan açtık. Belki de “pastayı büyüttük”. 

Festivalin uzun vadeli vizyonunda nasıl bir büyüme ya da farklılaşma var? İçerik, mekân, seyirci ya da uluslararası işbirliği açısından hedefleriniz neler?

Istanbul Fringe Festival olarak, daha önce de sanatçı iş birliklerinin ve uluslararası ortaklıkların geliştirilmesi için çeşitli projelere imza attık. European Festival Association, Aerowaves Dance Network gibi oluşumlara üyeyiz. 10. yılımıza doğru ilerlerken hedefimizde bunu geliştirmek yatıyor. Özellikle Türkiye’deki sanatçıların üretimlerini dünyaya açabilmeleri için onları destekleyecek programlara ve iş birliklerine hazırlanıyoruz. 20. yaşımıza doğru hazırlanırken residency programlarına imza atmış, mekana özgü özel projeler üreten, sektöre katkı için eğitim programları yürüten, uluslararası iş birlikleriyle Türkiye’den sanatçılara uluslararası arenada görünürlük sağlamış bir oluşum haline gelebilmeyi hedefliyoruz. 

Bu süreçte sizi en çok zorlayan ama sonunda en çok gururlandıran an neydi?

Festivalin her günü yeni bir macera. Her festival açılışında o heyecanı hissetmek, her festival sonunda da “bu yıl da yaptık” diyebilmek gurur verici.

Photo Credit: Mete Kaan Özdilek


Yorumunuzu bırakın