Fleabag’ler
29 Haziran 2023 Perşembe

Fleabag’ler

Yüsra Yüce    

        Zeki, cazibeli, kederli ve seks bağımlısı bir kadının Londra’da hayatta kalma hikayesi… Fleabag, 2016’dan 2019’a yayınlandığı süre boyunca, özellikle kadın seyirci kitlesi tarafından fenomen haline getirilmiş bir dizi. En yakın arkadaşının ölümünün ardından yas sürecinde olan, ailesiyle olan çalkantılı ilişkisi etrafında bir kafe işletmeye çalışan Fleabag’in hikayesini anlatan dizinin en çarpıcı yönü, Fleabag’in sürekli olarak dördüncü duvarı kırıp, olayların kendi üzerinde etkisini doğrudan seyirciyle paylaşmasıydı. Dizi, yine Phoebe Waller-Bridge tarafından yazılmış aynı isimli bir monodramadan uyarlama. Bu güzide oyunu, National Theatre Live ve Başka Sinema işbirliğiyle, 22 Haziran akşamı Kadıköy Sineması’nda izleme fırsatı elde ettim.

        Şehrin kalabalığında kaybolduğumuz, o kalabalık içinde küçücük bir noktaymış gibi hissettiğimiz, her şeyin bizim suçumuz olduğunu düşündüğümüz dönemler vardır. Hayat bizi oradan oraya savururken, var olabilmek için çıkış noktaları ararız. Fleabag, isminden de anlaşılacağı üzere böyle bir durum içerisindeki bir kadının hikayesini anlatıyor. Dizide de olduğu gibi oyun boyunca kimse Fleabag’e ismiyle seslenmiyor, ‘’Fleabag’’ ismi ise ingilizcede beğenilmeyen, çirkin anlamına gelen bir hakaret. Hem dizinin hem de oyunun dünyasında diğer figürlerin Fleabag’e bakış açısı söz konusu olduğunda ise bu duruma pek şaşırmıyoruz, etrafındaki herkes Fleabag’i acınası ve seks düşkünü biri olarak görüyor. Fakat hikayenin can alıcı kısmı şu ki, Fleabag bu kimliği sahipleniyor, kucaklıyor ve zorluklarına rağmen kendini olduğu gibi kabul ediyor. Sonucu her iki sezonda da felaketle sonuçlansa bile.

        Monodramalar, 90’lı yıllardan beri Türkiye’de olduğu gibi batıda da oldukça yaygın bir tiyatro formu. Geçtiğimiz otuz yıl boyunca, dünyanın her yerinde binlerce tek kişilik oyun yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Peki nedir monodramanın bu kadar sevilmesinin sebebi? Niçin tiyatro, çok figürlü oyunlardan solo performanslara doğru bir ‘daralma’ yaşıyor? Bu sorunun cevabı, monodramanın çok çeşitli kumpanyalar ve coğrafyalar tarafından kullanılmasından ötürü, ekonomik sebeplerle açıklanabilmenin ötesinde bana göre. Ekonomik sebeplerdense, monodramaların anlattığı hikayeler bizlere bu soruya cevap verebilmek için bir yol gösteriyor. Bu yol ise gün geçtikçe yalnızlaşan, içe kapanan ‘öteki’nin yolu.

        Monodramada tek bir figür üzerinden belleğe doğru yola çıktığımız bir form söz konusudur. Sahnedeki figür, başından geçen olayları kendi perspektifinden hareketle seyirciye aktarır. Oyun kişisiyle seyirci doğrudan bağ kurar. Dolayısıyla oyun kişisi ve seyirci arasındaki bağ kuvvetlenmiş olur. Oyun kişisi, olaylar dizinini kendi perspektifinden ele alır. Monodrama formunda yazılan oyunların ortak noktalarından bir diğeri ise, kenarda köşede kalmış, dışlanmış hikayeleri konu edinmesidir. Kadınların, LGBTİ+’ların, göçmenlerin, savaş mağdurlarının ve daha nice öteki’nin hikayesini ele alırlar. Fleabag’in hikayesinin de tam olarak böyle bir hikaye olduğunu söyleyebiliriz.

        Fleabag, romantik ilişkileri sürekli sarpa saran, ailesiyle ilişkileri bozuk olan yalnız bir kadının hikayesini anlatan bir komedi. En yakın arkadaşından kalan kafeyi işletmeye çalışan Fleabag, hikayesi boyunca hayattaki ‘konumunu’ bulmaya çalışıyor, bu arayış sırasında ise toplumsal bütün kurumlarla çatışıyor. Çünkü onun ne aşkla, ne parayla ne de ailesiyle arası iyi değil. Arasının iyi olduğu tek şey seks, bu da toplumsal kurumların onu aşağılamasını sağlıyor. Arayışı boyunca aşkla, parayla ve ailesiyle ilişkilerini düzeltmek için elinden geleni yapsa da bu kimseler Fleabag’i sürekli itiyor. O ise bu üçgenin arasında, hem kendisi olup hem de nasıl hayatta kalabileceğini bulmaya çalışırken savruluyor.

        Oyun, dizinin birinci sezonuyla neredeyse paralel ilerliyor. Olayların sırası, Fleabag’in replikleri ve hatta tonlaması bile değişmiyor. Birkaç repliğin kimin tarafından söylendiği ve bazı sahnelerin ritmi dışında, oyunun ve dizinin hikayeleri arasında somut farklılıklar yok. Tek ve çok önemli bir şey dışında: Fleabag’in seyirciyle kurduğu ilişki biçimi. Oyun anlatı formunda olduğundan Fleabag doğrudan seyirciyle iletişime giriyor. Oysa dizide olaylar esnasında Fleabag dördüncü duvarı kırarak kendi perspektifini seyirciye aktarıyordu. Dolayısıyla seyirci, tabiri caizse kendisi Fleabag’in ‘’sırdaşı’’ gibi hissediyordu. Oyunda Fleabag’in sizin kulağınıza bir şeyler fısıldadığı hissi, doğal olarak ortadan kalkmış durumda. Fakat oyunda kurulan ilişkinin, daha yakın bir ilişki olduğunu söyleyebilirim.

        Hem oyunun hem de dizinin değişmeyen en önemli yönü, Fleabag’in eşsiz bir kadın hikayesi oluşu. Phoebe Waller-Bridge; yalnızlaşmış, yalnızlaştırılmış, yargılanmış ve kendi haline terk edilmiş milyonlarca ruhun, Fleabag’lerin hikayesini her iki formda da oldukça sarsıcı bir biçimde ele alıyor.


Yorumunuzu bırakın