Kumru Yaren Cengiz | Ed. Seda İstifciel
“Ev işlerini Marslılar yapsın, yapsın.
Cadıysam süpürge bana kalsın, kalsın.
Olursa çocuk yaparım olsun, olsun. İstemezsem soyları kurusun.”
Toplumsal olarak biz kadınlara yüklenen roller, görevler hepimizin malumu. Daha el kadar bebekken bile bize biçilen oyuncakların bulaşık setleri, süpürge, ütü gibi gerçek ev aletlerinin minyatür halleri olması kadın olmanın toplumsal bakış açısındaki yerini gözler önüne seriyor. Namuslu, çalışkan, dürüst, sessiz sakin, şefkatli, dindar, ahlaklı, güler yüzlü, hanım hanımcık olmanız bekleniyor. Anne olmazsanız eksiksiniz. Ama sadece annelikle yetinemezsiniz. Aynı zamanda çalışmak zorundasınız. Eşinizin parasını kabul edemezsiniz, ederseniz servet avcısısınız. Ama çok da çalışmayın çünkü eşinizden fazla kazanmamalısınız. Başarılı olmalısınız ama çok başarılı olamazsınız. Çok başarılı olmaya kabiliyetleriniz yeterli gelmez. Ola ki çok başarılı olduysanız orada dikkat edilmesi gereken şeyler vardır. Kesin o başarıyı cinsellikle elde etmişsinizdir. Evde oturamazsınız çünkü evde hiç iş yoktur. Boş boş oturup ne yapacaksınız? Sakın ha sürekli işte, orada burada olup evi boşlamayın, ev işlerini kim yapacak o zaman? Bu kadar ev işi tabii ki sizin işiniz! Yoruldum deme hakkınız yok her işi makineler yapıyor zaten. Ütüyü fişe takmak mı yoruyor sizi? Çok basit, kendin yap deme hakkınız yok eşinize. Çünkü eşiniz yapamaz, erkek o, beceremez ki… Yazık, siz yapmalısınız. Nasıl kadınsınız siz? Utanmıyor musunuz erkeğe ev işi yaptırmaya? Ayrıca hiç aynaya bakıyor musunuz? Bu haliniz ne? İnsanın midesi bulanıyor bu halde görünce sizi. Biraz bakımlı olun. Biraz makyaj yapın, saçınızı düzeltin, süslenin. Eşinize güzel görünün. İlgi gösterin, güler yüzlü olun. Ama sakın ha çok süslenmeyin. Amacınız ne sizin? Niye bu kadar süslendiniz? Evli barklı bir kadının bu kadar süslenmesinin amacı ne olabilir? Ne zaman doğuracaksınız? Çocuksuz bir aile olur mu hiç? Ne bekliyorsunuz doğurmak için? Bu adamın baba olmaya hakkı yok mu? Çocuksuz kadın yarım kadındır! Doğurmaktan, anne olmaktan daha güzel bir şey mi var bu hayatta! Kariyer kariyer kariyer diye diye nereye kadar? Yaşlanınca sana o kariyer mi bakacak? Çabuk doğurun! Bakıcı falan da yok. Kendiniz bakacaksınız o çocuğa. Ne sanıyorsunuz? Annelerimizin zamanında bakıcı mı varmış? Siz de kadın mısınız be! Peh…
Daha sayfalarca yazabileceğim bu sözlerin sonu gelmez. Ama 2024 yılında hala kadınlar olarak bunlarla muhatap olmak zorunda kalıyoruz. Birbiriyle çelişen milyonlarca kriter ve yargı. Bu sözlerim sizlere bir radikal feministin sözleri gibi gelse de açıkçası radikallikten oldukça uzak bir noktada oldukça sakin ve objektif bir yerden kadınlık deneyimimi ve gözlemimi aktardığımı belirtmek isterim. Gerçekler duyulmak istenmediğinde sert gelebiliyor.
Hepimizin Mutfağı
The Kitchen Dance_A House Trance Vocabulary isimli performans mutfaktan oluşan minik bir evde yaşamakta olan Kaiti isminde bir kadının tüm varoluşunu gözler önüne sermekte. Kaiti’nin evi masa, saklama kapları, vileda, ütü, ütü masası, çamaşırlar, pazar arabası, buzdolabı, ada çayı tütsüsü, danteller, sandalyeler, İsa’nın minik bir portresi, minicik bir gardiyan robot, evin direğinin ceketi, saçındaki bigudiler, sabahlığı, geceliği, sulama fısfısı ve karnındaki bebeğinden oluşmaktadır. Dünyadaki tüm kadınlara biçilen ve hatta uygun görülen minik bir ev karşımızda duruyor.
Kaiti, zamandan azade bir şekilde -çünkü gece mi gündüz mü anlamadığımız sonsuz bir döngü içerisine giriyoruz- bir işten diğer işe koşturuyor. Biri bitmeden diğeri başlıyor. Bir yandan evin erkeğinin ceketinin asılı olduğu sandalyeye güler yüz ve ilgi gösteriyor. Ceket, kadının cinsellik açısından görevinin temsilini taşıyor. Bir yandan İsa portresine her yüzünü döndüğünde anlık olarak dindarlığını gösteriyor. İsa portresinin yer alması, kadının dinen olması gereken versiyonunun temsilini taşıyor. Kafasındaki bigudileri, güzel olma görevine dair temsili taşıyor. Karnındaki bebek ise annelik temsilini gösteriyor. Saklama kapları, ütü, vileda gibi unsurlar da ev işi için olan kadın temsilini barındırıyor. Kadının sahip olduğu tüm temsilleri oradan oraya koşturarak yerine getirmeye çalışıyor Kaiti. Bütün bunları yaparken halini tavrını kesik kesik, robotvari, mekanik fakat duygusal açıdan da tükenmiş ve karmaşık olarak görmekteyiz. Bu mekanik hareketler her ne kadar insani duygulardan uzaklaştırıyor gibi gözükse de aslında kadının ev içi ve toplumsal kadın imgesindeki emek ve görevleri sonucu insanlıktan çıkma, kendi benliğini yitirmeye başlama, düşüncelerinden sıyrılmış bir halde kendini göreve adamışlığını gösteriyor. Ama bütün bunlar, bütün bu adanmışlık kadının üzerindeki psikolojik baskıyı, karmaşayı, yorgunluğu, acıyı gizleyemiyor. Kendi benliği geri planda kalmış kadın, ne yaptığının tam bilincinde dahi olmadan oradan oraya savruluyor. Bu savruluş sırasında duyguları ve hisleri peşini bırakmıyor. Bir noktada ne yaptığının farkına varma evresine gelip her şeye meydan okumaya yelteniyor. Ütülediği her şeyi, aile fotoğrafını, kapları, ceketi alıp vileda kutusuna fırlatıyor. Tam bu kabuğumu kırsam mı anı esnasında hareketleri de daha yuvarlaklaşıyor. Mekaniklikten biraz daha uzaklaşıyor ve bir meydan okumaya dönüşüyor. Ama bu da uzun sürmüyor. Gardiyan gibi sesi ve ışığıyla kendini gösteren minik robot oyuncak birden Kaiti’yi düşünden uyandırıyor. Suçluluk ve telaş ile tekrar işlerine dönüyor Kaiti. Lakin biraz önce yaşamış olduğu kırılma anı peşini bırakmıyor. Bu sefer gerçek bir özgüven ile tüm işleri bırakıyor. İstediğini yıkıp istediğini fırlatıyor. Soyunuyor. Ve en son ateşe veriyor. Din, aile, devlet, toplum tarafından biçilen tüm temsilleri sonlandırıyor.
Performans, tamamen sesten ve hareketten oluşan sözsüz bir anlatıya sahipti. Anlatının ve Kaiti’nin yaşamının boğuculuğu sesler ve hareketlerin mekanikliği ile gözler önüne serildi. Aynı zamanda ışık da anlatıya paralel bir şekilde renk ve yoğunluk değiştirdi. Kırılma anlarında ve en son gerçek devrimin yaşandığı anda artık Kaiti’nin hareketleri dansa, ses ise bir müziğe evrilmişti. Işığın aydınlık ve tam karanlık ile sonlandığı evrede kadının esaretini sonlandırdığını görmekteydik. Tüm dünya kadınlarının temsilini taşıyan Kaiti hapsolmuş olduğu sonsuz zaman döngüsünü kırmış kendi zamanını tayin etmişti.
İstanbul Fringe Festival 2024 tarihli seçkide izlemiş olduğum bu performansın sanatçısı Katerina Foti. Kendisinin hamileliğini performans sırasında annelik temsili adına sahte bir hamilelik olarak düşünsem de sonrasında gerçekten hamile olduğunu öğrenmem bu performansın kadınlıkla ne kadar özdeş olduğunu ve kadın olmanın her halini içine alabildiğini tekrar fark etmeme sebep oldu. Dramaturjik açıdan tüm unsurların güzel bir dengeye oturtulmuş kısa bir performans olduğunu söylemek mümkün anlatı için.
Performansı yaratma sürecini Pınar Arabacı ile yaptığı söyleşide şu şekilde aktarıyor Katerina Foti:
“The Kitchen Dance projesi üzerine nerdeyse iki yıldır çalışıyorum. Evet, benim kişisel projem. Fringe İstanbul'da izlediğiniz versiyonuna gelmeden önce de oldukça uzun bir araştırma sürecinden geçtim. Şöyle başladı diyebilirim: 2022 yılında, Eleusis-2023 Avrupa Kültür Başkenti tarafından düzenlenen ve Aerites Dans Topluluğu ile iş birliği içinde gerçekleştirilen bir sanat programında misafir koreograf olarak yer aldım. URTOPIAS başlığı altında düzenlenen bu programa, Eleusis'te sanatsal araştırmamı yürütmek üzere davet edildim. Eleusis, Atina'ya çok yakın, köklü bir tarihi mirasa sahip, aynı zamanda da çok kültürlü tipik bir Yunan taşra kenti. Bu programın sonunda da Eleusis'ten ilham alarak bir eser yaratma fikri doğdu ve şehirle kişisel bağımı kurmaya, aramaya başladım. Sonunda da bu bağı Eleusis'in kültürel derneklerindeki kadınlarda buldum.
Orada bulunduğum süre boyunca röportaj yaptığım kadınlar, bu derneklere katılmalarının, mutfaktan uzaklaşmanın bir yolu olduğunu ima ediyorlardı. Dernekler onlar için sosyalleşebildikleri, güvenli ve eleştiriden uzak tek yerdi. Güçlü bir feminist bakışa sahip olduğuma inanıyorum. Bu bakış bende hep kadınların ev işlerini üstlenme zorunluluğu nedeniyle boş zamanlarının olmadığı fikrini yaratıyordu, ancak bu uzun araştırma sürecinden sonra fark ettim ki mutfak yalnızca bir kadının toplumun ona dayattığı ataerkil rolü yerine getirdiği bir yer değil. Kadınlar o alanda kendileri de olabiliyorlar, çünkü gözetlenmiyorlar oradayken. İşte bu tanıklık hem Eleusis'teki kadınlardan hem de kendi ailemin kadınlarından ilham alarak "The Kitchen Dance_ A House Trance Vocabulary" başlıklı performansımı oluşturmama sebep oldu.
Bu performans, Eleusis – Avrupa Kültür Başkenti'nde yerinde sergilendi ve geçen Kasım ayında Atina'daki Thission Tiyatrosu'nda da sahne versiyonu izleyiciyle buluştu.”
Mutfaklarımızın, evlerimizin esaret değil kutlama, yuva, keyif alanlarına dönüşmesi için mücadeleye devam. Tıpkı Kaiti gibi!
“Çitmişim ben çekirdek aileyi,
Kırmışım kendi testimi.
Bundan böyle ne bacı ne bayan,
Hayatta olmam ben adam.”