12 Mart 2025 Çarşamba

Béjart: Ballet For “Wallet?”

Hakkı Yüksel  |  Ed. Seda İstifciel

Sanat, tarih boyunca iktidara karşı en güçlü başkaldırı araçlarından biri olmuştur. En büyük mücadelesiyse “zamanın iktidarına” karşıdır. Gılgamış’tan bu yana ölümle hesaplaşmış, zamansızlığı aramış ve çoğunlukla hakikaten ölümün yok ediş gerçeğini yenmeyi başararak zamanı aşıp kalıcılığı yakalamıştır. Nihayetinde gerçek sanat eserleri, insanlığın unutma bahçelerindeki solgun bir çiçek değil, zamanlar içinde kök salan bahar kokulu bir orman olmuştur. 2025 baharının ilk hafta sonu İstanbul Volkswagen Arena’da gerçekleşen, Maurice Béjart’ın ölüme, yaşama sevincine ve kayıplarına adadığı “Béjart Ballet For Life” gösterisi, tıpkı Gılgamış gibi ölümlere karşı bir baş kaldırı niyeti taşırken ticarileşmenin ve gereksiz lüksün içinde sıkışıp seyirciyi bir ikilemde bırakmıştır: Ballet For Life, adı gibi hayatı yücelten bir kutlama mı, yoksa dört bin küsur liraya satılan biletleriyle organizasyon şirketi kasasını dolduran ticari bir etkinlik mi? Gelin, birlikte bakalım.

Klasik bale formunu daha performatif ve modern bir çizgiye taşıyan Fransız bale efsanesi Maurice Béjart’ın koreografisi ile sunulan Ballet For Life gösterisinin temel motivasyonu AIDS’ten hayatını kaybeden iki büyük sanatçıyı anmak: Ekibin baş dansçısı Jorge Donn ve Queen grubunun efsane ismi Freddie Mercury. Gösteri, sahneleme boyunca çalınan Quenn şarkılarıyla ve “I want to break free” parçasında sahneye inen barkovizyona yansıtılan Jorge Donn’un görüntüleriyle bu önemli isimlere karşı sanat aracılığıyla bir saygı duruşunda bulunmayı amaçlıyor. Ancak bunu yaparken AIDS’in toplumsal, politik ve biyolojik gerçekliğine değil, ölümün estetikleştirilmiş bir anlatısına odaklanıyor. Gösteriye büyük meblağlar ödeyerek gelen seyirci, kendisine katharsis yaşatan bu seyirden bir şekilde memnun kalıyor. Ancak AIDS’i romantize etmek, onu bir trajedi ya da yüceltilmiş bir kurban anlatısına dönüştürmek, hastalığın gerçekliğini ve ona karşı verilen mücadelenin önemini tamamen gölgede bırakıyor. Bilindiği gibi AIDS’e maruz kalmış bireyler yalnızca hastalıkla değil ne yazık ki aynı zamanda içinde bulundukları toplumla da bir mücadeleye girmek zorunda. Ancak Ballet For Life, hastalığın toplumda nasıl algılandığını ve bu algının ne gibi sonuçlara yol açtığını tartışmayı es geçiyor. 


AIDS ve modern hastalık metaforları üzerine önemli eserler vermiş bir düşünür olarak Susan Sontag, özellikle “Bir Metafor Olarak Hastalık” adlı eserinde hastalıkların toplum tarafından nasıl algılandığını ve bu algının hastaları nasıl etkilediğini incelemektedir. Sontag’a göre AIDS, 20. yüzyılın vebası olarak görülmüş ve ahlaki, cinsel ve toplumsal damgalamalarla yüklü bir hastalık haline getirilmiştir. Toplum, AIDS'i yalnızca tıbbi bir gerçeklik olarak değil, aynı zamanda bir metafor olarak kullanarak belirli grupları dışlamış ve suçlamıştır. Sontag’ın çalışmaları bağlamında düşündüğümüzde, Ballet For Life’ın AIDS gibi bir hastalığı ticari bir pazarlama unsuruymuşçasına bu şekilde temsil etmesi; hastalığı gerçekte olduğu gibi acı, dışlanma ve toplumsal mücadele ile dolu bir süreçten uzaklaştırıp lüks ve dramatik bir ölüm miti haline getirmektedir. Gösteri AIDS’e sanatsal bir estetik kazandırırken onun gerçek dünyadaki yankılarını ve mücadele alanlarını perdelemektedir. Elbette gösterinin sanatı, baleyi ölüme karşı bir direniş biçimi olarak kullanması, ölüm karşısında sanatın rolünü tartışmaya açması güzel. Ancak ele aldığı hastalığı politik ve toplumsal bağlamından koparmadan yansıtabilseydi seyircisini daha derin bir entelektüel sorgulamaya davet edebilmeyi başaracaktı.

Ballet For Life’ın Mercury ve Jorge Donn’dan başka önemli isimlerinden biri de Versace. Gianni Versace’nin bu gösteri için hazırladığı kostümler, görkemli ve teatral bir estetik sunuyor. Freddie Mercury’nin sahne stiline gönderme yapan parlak renkler, metalik kumaşlar ve vücuda oturan formlar, Queen’in sahne şovlarının enerjisini sahneye taşıyor. Aynı zamanda Versace’nin yüksek moda anlayışı, balenin geleneksel kostüm anlayışından farklı olarak modern, cesur ve dikkat çekici bir stil sunuyor. Ancak bu tasarımların, gösterinin temel temalarına hizmet etmek yerine, bazen onları gölgede bıraktığı söylenebilir. Balede kostümler genellikle dansçının hareketini desteklemeli, onun beden dilini ön plana çıkarmalıdır. Ancak Versace’nin bazı tasarımları, bu hareketleri kısıtlayarak sahnedeki anlatıyı daha çok bir görsel gösteriye dönüştürüyor. Bu da Béjart’ın koreografisinin saf anlatı gücünü zayıflatabiliyor. Versace’nin estetiği, Béjart Ballet for Life’ı bir sanat gösterisinden çok, bir moda defilesine dönüştürebiliyor. Versace imzası, gösteriyi sadece sanatsal bir performans olmaktan çıkarıp moda dünyasının ve tüketim kültürünün sembolüne dönüştürüyor.


Gösterinin müzikal yapısı, iki farklı dünyayı bir araya getiriyor: 18. yüzyılın klasik dehası Mozart ve 20. yüzyılın rock efsanesi Queen. Kâğıt üzerinde oldukça iddialı ve yaratıcı bir konsept olsa da pratikte bu iki müziğin ne ölçüde uyum sağladığı tartışmalı. Mozart’ın besteleri, dramatik anlatıyı derinleştirirken, Queen’in müziği gösteriye patlayıcı bir enerji katıyor. Ancak bu iki müzik türünün bir araya gelişinde tam anlamıyla organik bir bütünlükten söz etmek zor. Queen’in rock şarkıları, sahnedeki hareketleri desteklemek yerine zaman zaman baskın hale gelip gösterinin merkezine yerleşiyor. Bu da Béjart’ın koreografisinin sanatsal gücünü azaltıyor. Özellikle The Show Must Go On gibi parçalar, gösterinin anlatısal ve duygusal doruk noktaları haline geliyor. Ancak bu şarkıların zaten güçlü dramatik yapıları olduğu düşünüldüğünde, Béjart’ın koreografisinin anlatıyı ileriye taşımaktan çok, mevcut duyguyu vurgulamaya çalıştığını söylemek mümkün. Bu noktada dans, sanatsal bir ifade olmaktan çıkıp müziğin bir uzantısı haline geliyor.


Maurice Béjart, modern dansın en etkileyici figürlerinden biri olarak, her zaman bedenin anlatı gücüne inanan ve klasik baleyi farklı forma sokan bir sanatçı. Ballet for Life’ta da bu inancını sürdürüyor. Dansçılar, Queen’in enerjik ritimleriyle bazen vahşi ve coşkulu, Mozart’ın hüzünlü melodileriyle ise zarif ve melankolik bir estetik sergiliyor. Ancak bu hareketlerin gerçekten ne anlattığı konusunda bazı belirsizlikler var. Ballet for Life, belirli bir olay örgüsüne ya da karakter gelişimine sahip değil. İzleyici, sahnede beliren imgeler ve sahne geçişleri arasında bir bütünlük aramaya çalışsa da gösteri çoğu zaman birbiriyle bağlantısız sekanslardan oluşan bir dans kolajına dönüşüyor. Bazen bu anlatısızlık büyüleyici bir şiirsellik yaratıyor; ancak bazen de gösteriyi tekrara düşüren, yorucu bir performansa çeviriyor. Özellikle Queen’in şarkılarıyla yapılan koreografiler, zaman zaman bir bale gösterisinden çok, büyük ölçekli bir müzik videosu hissi yaratıyor. Béjart’ın sanatsal dehası, müziği dansla iç içe geçirme becerisi inkâr edilemez; ancak burada dansın müziğe hizmet ettiği ve onun gerisinde kaldığı anlar da var. Bu noktada gösteri, bir dans gösterisi mi yoksa bir rock konserinin bale versiyonu mu olduğu sorusunu akla getiriyor.


Ballet for Life, tartışmasız güçlü ve etkileyici bir gösteri. Sanatın, ölüm karşısında nasıl bir direnç gösterebileceğini sorgulayan, enerjik, dramatik ve teatral bir deneyim sunuyor. Ancak bu deneyim, bazen fazla hesaplı, bazen fazla yüzeysel ve bazen de fazla stilize… Gösteri son derece temiz ve sarih niyetlerle hazırlanmış olsa da ticari stratejileri fazlaca hesaplanmış. Bu sebeple de sanatsal bir doyumdan ziyade duygusal bir manipülasyon amacı taşıyor. Gösteriden uzunca bir müzik klibi kolajı izliyormuş hissiyle ayrılıyorsunuz. Toplumsallaşmayan ve ideolojik bağlamından koparılan anlatıların güzel bir örneği. 

Not: Fotoğraflar bejart.ch sitesinden alıntıdır.


Yorumunuzu bırakın