Orhun Atmış | Ed. Seda İstifciel
Geçmişin Belleği Geleceğe Işık Tutuyor
Beykoz mutlaka görülmesi gereken bir yer. İstanbul içinde, boğaz kenarında başka bir şehir ya da ülkeye gelmişsiniz hissini veren bir ilçe. Bunun nedeni de Osmanlı’nın son yıllarından başlayıp Cumhuriyetin ilk yıllarına uzanan ve bulunduğu bölgeyi etkisi altına almış bir fabrika: Kundura fabrikası.
Sümerbank’ın özelleştirilmesi kapsamında mülkiyeti özel bir şirkete geçerek Beykoz Kundura ismiyle yaklaşık 20 yıldır yaratıcı sektörlere hizmet veren bir mekân haline geldi. Devasa bir alana sahip fabrikada deniz kenarında etkinlikler düzenlemek isteyen şirketlerin yanı sıra yapım şirketleri de örneğin aralarında “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinin de olduğu birçok film ve dizinin setini buraya kurdular. Bugün hâlâ içine girdiğinizde zamanda yolculuk yapmış hissine kapılıyorsunuz. Üstelik son yıllarda Beykoz Kundura’da düzenlenen etkinlik sayısı da bir hayli çoğalmış durumda.

Mekânda 25 Ekim’de açılışı yapılan Kundura Hafıza Arşiv ve Araştırma Merkezi, bir fabrikanın belleğinden doğan çok katmanlı bir araştırma alanı olarak araştırmacılar tarafından kullanılacak.
2015 yılında başlatılan Sözlü Tarih Projesi ile temelleri atılan merkez; fabrika çalışanları ve ailelerinin tanıklıkları, üretim süreçlerine ait objeler, fotoğraflar, belgeler ve çizimlerden oluşan kapsamlı koleksiyonuyla Türkiye’nin endüstri, emek ve kültür tarihine ışık tutuyor. Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası’nın eski Kreş binasında konumlanan Merkez, bünyesinde bulunan Sümerbank, Etibank, Sac Ambarı ve Sözlü Tarih arşivleri ile kapsamlı koleksiyonun yanında Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası başta olmak üzere Osmanlı, Cumhuriyet dönemi sanayi tarihi ile emek çalışmaları, endüstri ve kültür mirası konularına odaklı bir ihtisas kütüphanesini de araştırmacıların kullanımına açıyor. Fabrika döneminde müdüriyet binasında yer alan teknik kütüphaneden ilhamla kurulan Kundura Hafıza Kütüphanesi ise, Cumhuriyet’in bilgi üretme, paylaşma ve ilerleme ideallerini bugüne taşıyor. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi sanayi, iktisat, emek tarihi, kadın işçilerin deneyimleri ve kültürel miras alanlarına odaklanan zengin koleksiyonuyla araştırmacılar için üretken bir buluşma alanı sunuyor.
Beykoz’a ve Beykoz Kundura’ya gidecekseniz tüm gününüzü ayırmakta fayda var. İçerideki kaliteli hizmet veren restoranı ve kafesi de bu düşünceyle hizmet veriyor. Beykoz Kundura’da geniş kapsamlı, mekânın ve Cumhuriyetin endüstri tarihine ışık tutan, kapsamlı bir sergi de bulunuyor. Yıl boyu ücretsiz olarak ziyaret edilebilen ve güncellenerek devam eden sergi fabrikadan kalan makineler, fotoğraflar, belgeler, eski çalışanlar ve ailelerinin bağışladığı birçok objenin yanı sıra 2015’ten bu yana sürdürülen sözlü tarih görüşmelerini bir araya getiriyor. Fabrika döneminde ahşap ekipmanların üretildiği Marangozhane binasında yer alan sergi, 1999 yılına kadar faaliyet göstermiş bir üretim tesisi olmanın ötesinde, fabrikayı çoklu bağların kurulduğu bir karşılaşma alanı olarak inceliyor ve döneme ait bilginin çeşitlenmesini, yerel bilgeliğin paylaşılarak geleceğe dönük modeller ve işbirliklerinin üretilmesini amaçlıyor.

Kundura Hafıza Arşiv ve Araştırma’nın açılışı kapsamında özel iki belgesel gösterimi de kasım ayında ücretsiz izleyicilerle buluşacak. 15 ve 29 Kasım’da gösterilecek “Umberto Eco - Dünyanın Kütüphanesi (A Library of the World)” kütüphaneyi bir düşüncenin evreni, hayalin mekânı ve kültürel sürekliliğin taşıyıcısı olarak ele alıyor. 8 ve 22 Kasım tarihlerinde izleyiciyle buluşacak “Bir Kütüphane Nasıl Kurulur (How to Build a Library)” ise Nairobi’deki iki kadının girişimi üzerinden, sömürge geçmişinin gölgeleriyle yüzleşerek kütüphaneyi toplumsal dönüşümün sahnesi haline getiriyor.

Ahu’nun Yeni Yolculuğu: Nesne, Mekân ve Ritüel Üzerine
Yine tarihi bir mekânda, bu kez Osmanlı’nın daha derinlerine iniliyor. Londra ve İstanbul merkezli koleksiyonluk tasarım stüdyosu Ahu, 8-16 Kasım tarihleri arasında İstanbul’da ilk kez Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda izleyiciyle buluşuyor. Kurucuları Eda Akaltun ve Mevce Çıracı, Türkiye’nin köklü zanaat geleneklerinden ve kültürel mirasından ilham alarak bu değerleri çağdaş bir dille yeniden yorumluyor. Serginin merkezinde, Osmanlı kutlama ve şenliklerinde yer alan törensel ağaç benzeri nahıllar yer alıyor. Bir zamanların bu heykelsi objeleri, bolluğu ve ihtişamı simgelerken bugün koleksiyonun ilham kaynağına dönüşüyor.
Totemik ahşap dolaplar, marküteri masalar, floral geometrilerle işlenmiş oturma birimleri ve bu motifleri yansıtan halılardan oluşan koleksiyondaki her parça, süsleme, form ve malzemeyi bir araya getirerek güncel bir mitoloji yaratıyor. Koleksiyon, İstanbul’un üçüncü kuşak zanaatkârlarıyla işbirliği içinde üretilip; ahşap oymacılığı, taş işçiliği, marküteri ve nakış gibi teknikler çağdaş bir estetikle yeniden hayat buluyor.