26 Ağustos 2025 Salı

Cazın ve Adanın Kesişim Noktası: Murat Sezgi ile Bozcaada Üzerine

Kumru Yaren Cengiz  |  Ed. Seda İstifciel

Bozcaada Caz Festivali, dokuzuncu edisyonuyla katılımcılarla buluşmaya hazırlanıyor. 5-6-7 Eylül tarihlerinde Paribu ana sponsorluğunda, Kendine Has, Jack Lives Here ve Tchibo’nun katkılarıyla gerçekleşecek olan Bozcaada Caz Festivali, bu yıl “Bedenlenme/Embodiment” temasıyla katılımcılarını yalnızca zihinde kalan fikirlerle değil, onları yaşayarak anlam bulan bir yaklaşımı keşfe çıkmaya davet ediyor.

Bozcaada Caz Festivali kurucu ortağı Murat Sezgi ile bu seneki festival programı ve festivalin yolculuğu üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dileriz. 


1- Festivalin bir caz etkinliğinden öte, ada hafızasına ve kolektif kültüre dokunan bir tarafı da var. Bu bilinçli bir tercih miydi, yoksa süreç içinde mi oluştu?

Aslında ikisi de diyebilirim. Başlangıçta güzel, açık ve güncel müzikleri harika bir coğrafyayla buluşturma hayali vardı. Türkiye’de bu tip bir işin, bir caz festivalinin henüz açık hava formatında, tek bir alanda herkesin bir arada olduğu şekilde yapılmadığını biliyorduk. Bozcaada o kadar güçlü bir karaktere sahip ki, onu yalnızca bir fon olarak kullanamayacağınızı ilk andan itibaren anlıyorsunuz. 

Ayrıca kültür üreticileri olarak bizler için mekanı ana belirleyici olarak almadan iş yapamazsınız. Mekan, bulunduğunuz yer, fiziksel ve sosyal dokusu çoğu zaman her şeyin önüne geçiyor. Bunu Bergama’da da, Berlin’de de hep yaşadık.

KEŞİF programının doğuşu, temalar belirlememiz, adanın yerel dinamiklerine daha fazla kafa yormamız hep bu organik sürecin bilinçli adımlara dönüşmesiyle oldu. 

Festival canlı bir organizma gibi; biz onu şekillendirdiğimizi sanarken, aslında ada ve katılımcılar da onu şekillendiriyor. O yüzden başlangıçtaki sezgisel yönelim, zamanla bilinçli bir felsefeye evrildi diyebiliriz.

2- Bozcaada, festivalin yalnızca fiziksel mekânı değil, aynı zamanda katılımcısı gibi. Sizce bu coğrafyanın cazla kurduğu bağ neden bu kadar güçlü?

Çok doğru bir tespit. Biz de adayı her zaman bir ana paydaş, hatta bir küratör olarak görüyoruz. Bu bağın gücü, bence ikisinin de doğasındaki benzerlikten geliyor. Caz, yapısı gereği an'a ve mekâna duyarlıdır; doğaçlamaya, beklenmedik anlara, farklı seslerin bir araya gelerek yeni bir armoni oluşturmasına dayanır. Bozcaada da tam olarak böyle bir yer. Tarih boyunca farklı kültürlerin katmanlaştığı, rüzgârın her an yön değiştirebildiği, sakinliğiyle gürültüyü, köklü tarihiyle anlık güzellikleri bir arada barındıran bir yapısı var. Adanın o öngörülemez ama bir o kadar da ahenkli ritmi, cazın ruhuyla müthiş bir etkileşim yaratıyor. Bir müzisyenin Manastır’ın avlusunda rüzgârın hissini yaşayarak çalmasıyla, bir dinleyicinin feribottan iner inmez ada hissi yaşamasında benzerlikler var. İkisi de bir tür doğaçlama ve mekânla kurulan samimi bir bağ içeriyor.

*Görsel: Kokoroko / Fotoğraf: Jesse Crankson

3- Adanın dokusuna zarar vermeden kültürel üretimi sürdürebilmek kolay değil. Bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz? Festivalin ada halkıyla ilişkisi nasıl evrildi?

Bu, bizim için en hassas ve üzerinde en çok düşündüğümüz konu. Patagonia’nın hala öyle mi bilmiyorum ama internet sitesi şu şekilde açılıyordu “Biz, problemin bir parçasıyız.” Bunu kabul ederek başlıyoruz. Sonuçta adaya binlerce insan getiriyoruz ve bunun olumlu da olumsuz da etkileri var. Bu dengeyi kurmanın sihirli bir formülü yok; sürekli bir özen, dinleme ve adapte olma hali gerektiriyor. İlk yıllarda daha çok bir misafir gibi hissediyorduk. Zamanla, adada daha fazla vakit geçirdikçe, komşuluk ilişkileri kurdukça, adanın dertlerini kendi derdimiz gibi görmeye başladık. Bu ilişkiyi kişisel bağların ötesine taşıyıp daha sistematik bir hale getirmek için etki raporumuz için çalışmalar yürüttük. Bu rapor, bizim için bir ayna oldu. Neyi iyi yapıyoruz, nerede eksiğiz, olumsuz etkilerimizi nasıl azaltabiliriz? Bunları şeffafça ortaya koyduk. Artık kararlarımızı daha çok veriye, ada halkından ve paydaşlarımızdan aldığımız geri bildirimlere dayanarak alıyoruz. İlişkimiz, “festival düzenleyenler” ve “ada halkı” ikileminden çıkıp, “adanın geleceği için birlikte düşünen paydaşlar” noktasına doğru evriliyor. Bu, bitmeyen bir öğrenme süreci.

4- Bozcaada Caz Festivali, bağımsız duruşunu ve yaratıcı ruhunu korumayı nasıl başarıyor? Sizce bu duruş Türkiye’de nasıl bir karşılık buluyor? Bu noktada destekçilerinizden söz etmek ister misiniz?

Bu çapta bir festivali bir arada tutmak, geliştirmek, deney yapmasına, yanılmasına alan açmak pek kolay değil. Ciddi anlamda finansal kaynak, bunun akışını yönetmek, yeni kaynakları sürekli aramak ve doğru olanlarını bulmak, satışından anlatımının geliştirilmesine kadar her anı tam bir iş geliştirme konusu. Kurucu ekibimiz, ailesel bir servete ya da finansal yatırımcılara sahip değil ancak pek tabi ki işin içindeki paydaşlarla akıllıca hareket ederek belli bir akışı yaratabiliyoruz.

Festival takipçilerinin dahiliyeti üzerinden geliştirdiğimiz bilet ve yeme içme gibi gelirlerin yanı sıra, Türkiye’de en önemli kalem sponsorluk gelirleri. Paribu başta olmak üzere Kendine Has, Volkswagen, Jack Lives Here, Tchibo ve bu sene aramıza yeni katılan Caudalie gibi firmaların festival içerisindeki katkıları olmasa bu tip işler profesyonel anlamda gerçekleşemiyor. Dolayısıyla, iyi ki varlar. Telif Hakları Genel Müdürlüğü, Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, Hollanda Kraliyeti Başkonsolosluğu gibi önemli kamu desteklerimiz var. Bunun haricinde de birlikte kürasyon yaptığımız, fikirler geliştirdiğimiz sayısız KEŞİF ortağımız var. 

Bugüne kadar hem kürasyonumuzda hem de yaratıcılık açısından bakabileceğimiz denemelerimizde, cesur hareketlerimizde festivalin kendi ayakları üstünde durabilen bu yapısı çok belirleyici ve faydalı oldu. Yine de çok ince bir çizgide ilerliyoruz. Sürekli doğru iş birliklerini aramaya devam etmemiz, dikkatli riskler alarak geliştirmeler yapmamız gerekiyor.

5- Türkiye’de kültürel alan her geçen yıl daralırken, siz adada yeni alanlar açmayı sürdürebiliyorsunuz. Bunun ardındaki motivasyon ve direnci neye borçlusunuz?

Kendimizi bildik bileli bir şeyler yaratıyoruz. Hayatla kurduğumuz ilişki bu yapabilme ve becerememe hali üzerine kurulu neredeyse. Her zaman her şey öyle kalacak diye bir şey yok ancak kendi adıma söyleyebilirim ki ben bu yaratma halini çok seviyorum. Ekibin bir çoğunda da benzer durum görüyorum. Dönemsel olarak ya da kalıtsal olarak konular ne kadar zorlayıcı olursa olsun bizler üretmeye devam edeceğiz. İnsanları bir araya getirmek, yeni konular öğrenmek, bir şeyler aramak, ihtimaller ve fırsatlar yaratmak çok eğlenceli. Her türlü zor koşula rağmen dünyanın en zor alanlarında bile bu üretimler tam olarak durmuyor. Daha fazla iletişim, buluşmaya ihtiyacımız var. Bizim de işimiz bunu yapmak, devam edeceğiz.


Görsel: Mohini Day

6- Bu yılki seçkiyi oluştururken sizi en çok ne yönlendirdi? Tematik bir izlek mi kurdunuz, yoksa sezgisel bir akış mı hâkimdi?

Her ikisinin bir karışımı aslında. Yılın temasını (Bu sene: bedenlenme) belirlediğimizde, bu tema bizim için bir gözlük, bir lens işlevi görüyor. Dünyadaki ve Türkiye’deki müzik sahnesine o lensle bakmaya başlıyoruz. Bu, bize bir çerçeve sunuyor. Ancak bu çerçeve asla katı bir kural listesi değil. Sonrasında işin içine sezgisel akış giriyor. Yıl içinde dinlediğimiz, bizi heyecanlandıran, hikâyesiyle bize dokunan, samimi bulduğumuz projeleri bu çerçevenin içine nasıl yerleştirebileceğimize bakıyoruz. Örneğin bu sene Salhane sahnesi için yaptığımız açık çağrı, bu sezgisel akışın en somut örneklerinden biriydi. Oradan gelen başvuruları dinlerken, temanın ruhuyla örtüşen, kendi hikâyesini yaşayan, taptaze sesler keşfettik. Yani, önce tematik bir niyet belirliyoruz, sonra o niyetin içini sezgilerimizle, keşiflerimizle ve bizi heyecanlandıran müziklerle dolduruyoruz.

7- Festivalde sahne alan isimlerle nasıl bir iletişim kuruluyor? Onlara adayı ve festivalin ruhunu nasıl aktarıyorsunuz?

Bu önemli bir nokta. Sanatçılara profesyonel bir kurguları varsa menajerleri ya da programlama ekipleri üzerinden veya duruma göre direkt sanatçının kendisine ulaşacak şekilde temas ediyoruz. Uzun süredir bu işleri yapan bir ekibimiz var ve kendilerine niyetimizi, yapabileceğimiz şeyleri aktarıyoruz ve bu noktada bir anlaşma gerçekleşiyor.

Festivalin ruhunu, adayı aktarmak iletişim ekibimizin işi. İletişim materyallerimiz, tasarımlarımız, internet sitemiz, hepsi bu konuda bir işlev görüyor. Daha önce adaya veya festivale gelenler birbirlerine anlatıyorlar. Yine de bazıları için sürpriz oluyor. Genel olarak ekibimiz dahiliyet konusuna çok önem veriyor. Festivale geldiğinde veya adadan ayrıldıklarında sanatçılarımızdan büyük oranlar - büyük bir hata yapmadıysak - çok iyi geri dönüşler alıyoruz. Bozcaada yalnızca deniz kum güneş de değil. Kendilerine bol bol burasının ön plana çıkarmak istediği değerlerini de anlatıyoruz. Biraz vakit geçirdiklerinde, işin dinamiklerini anladıklarında kalanını Bozcaada yapıyor.

8- Bir müzisyenin Bozcaada’da sahne alması sizin için yalnızca bir performans mıdır, yoksa o andan bir bağ, bir hikâye yaratmasını bekler misiniz?

Kesinlikle ikincisi. Eğer sadece bir performans olsaydı, bu işin bizim için pek bir anlamı kalmazdı. Bizim aradığımız şey, tam olarak o bağın ve hikâyenin oluştuğu o an. Müzisyenin kişisel hikâyesiyle, adanın binlerce yıllık hafızasının ve o an orada olan binlerce insanın kolektif enerjisinin kesiştiği an bizi çok heyecanlandırıyor. Bir müzisyenin sahnede gözünü kapatıp adanın sesini dinlediği, bir başkasının seyircilerle beklenmedik bir diyalog kurduğu, bir grubun enerjisinin tüm alanı sardığı anlar çok değerli. Bunlar planlanamaz. Biz sadece bu anların ortaya çıkması için gerekli koşulları, o “verimli” ortamı yaratmaya çalışıyoruz. O hikâye oluştuğunda, o performans hem sanatçı hem de dinleyici için unutulmaz bir anıya dönüşüyor. Bizim için festivalin başarısı da tam olarak bu anıların toplamı oluyor. 

Yani ortamda hem bir kurgu var hem de her şey doğalına bırakılmış durumda gibi. Herkesin doğaçlayacağı alanlar bulabildiği ortak bir havuz kurgulamaya çalışıyoruz.


*Görsel: Fungİstanbul

9- Festival programı bir konser çizelgesinden çok, bir deneyim tasarımına benziyor. Sizce bir caz festivalinde küratörlük nerede başlar, nerede biter?

Katılımcı deneyimine çok önem veriyoruz. Aklımız ve eforumuz yettiğinde bu konuya dikkat ediyor, geliştirmeye çalışıyoruz. Festivalle ilgili deneyim bir sosyal medya iletisini, senenin tasarımını ilk gördüğünüzde başlıyor. O iletişimi nasıl tasarladınız, hiyerarşik bir noktada mısınız daha mı farklı yaklaşıyorsunuz, hangi tarihte düzenlenecek, mekan seçimleri, konser saatleri, konser adedi, yeme içme alanları, bileklik tipleri, ekip mutluluğu, sayabileceğim onlarca ilginç faktör, katılımcıların deneyimini belirliyor. 

Bunlardan bazıları elimizde olmayan konular. Ulaşımın ücreti, ya da örneğin otel fiyatları veya Türkiye’deki genel ekonomik, ya da farklı kaygılar. Bunları da bir şekilde işin içine doğru şekilde bağlayıp, herkesin adadan güzel anılarla dönmesini sağlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla kürasyon dediğiniz konu siyah ve beyaz değil. Sürekli adapte olan çok ama çok bütünsel bir mesele.

10- Ziyaretçilerin festivali bir zaman-mekân deneyimi olarak yaşamasını istiyor gibisiniz. Bu bağlamda, 'dinleyici' tanımı sizin için yeterli mi?

Ben genelde katılımcı tanımını tercih ediyorum. Festivalde nasıl az önce söylediğim gibi kapıdaki ekip arkadaşlarımız, bileklik takan ya da kablo taşıyan, kuliste sanatçıların keyifli vakit geçirmesini sağlayan kişiler o deneyimin çok önemli bir parçasıysa, katılımcılar da bu işi var eden, sanatçıyla birlikte olmasının sebebi asıl kısımı oluşturuyorlar. Biz sanatçılarla, müzikle, kitleleri bir araya getiriyoruz. İşi de aslında katılımcılar için yapıyoruz. Bunun bilincinde olarak, onların da bütünsel bir deneyim yaşaması derdindeyiz.

Zaman-mekan yaklaşımında bu ikisini birbirinden ayıramıyorsunuz. O ‘andaki’ mod, enerji, hissedecekleri, festivaldeki eylemleri sebebiyle sağlayacakları katkı yine söylüyorum, eforumuz ve aklımız yettiğinde tasarlanan - en azından yönü belirlenen bir noktada. Yani biz biraz doğru mekan-zaman şartlarını oluşturmaya çalışıyoruz diyebiliriz. Katılımcılarımız da bunu gerçek yapan kişiler.

11- Festivalin takipçi kitlesi her yıl daha da çeşitleniyor. Sizce Bozcaada Caz Festivali'nin izleyici profili nasıl bir dönüşüm geçirdi?

İlk başladığımızda kitlemiz ağırlıklı olarak büyük şehirlerde yaşayan, caz müziğine hâkim, sadık bir dinleyici grubuydu. Bu çekirdek kitlemiz hâlâ bizimle ve en büyük gücümüz. Ancak yıllar içinde bu halkanın etrafında yeni katmanlar oluştu. Artık insanlar sadece müzik için değil, festivalin sunduğu bütünsel deneyim için geliyor. KEŞİF programının kendi kitlesi oluştu; tasarım, girişimcilik, teknoloji gibi alanlara ilgi duyan insanlar sırf bu buluşmalar için adaya geliyor. Adanın kendisi bir çekim merkezi olduğu için, tatilini festival zamanına denk getirip bu kültürel atmosferin bir parçası olmak isteyenler var. Dolayısıyla profil, “caz dinleyicisi” tanımından çıkıp, “merak eden, yeni deneyimlere açık, doğayla ve sanatla bağ kurmaktan keyif alan, etki arayaşındaki kişiler” gibi daha geniş bir tanıma oturdu. 

Bu çok canlı bir mesele. Tümü de bizim elimizdeki konular olmuyor bazen. Türkiye’deki ve dünyadaki genel trendler, politik ve ekonomik iklim de belirleyici oluyor. Genel anlamıyla birlikte olmaktan keyif aldığımız, herkesi mutlu eden bir grup insanla temas halindeyiz.

12- Adadaki sabit halk, mevsimlik ziyaretçiler ve caz tutkunları arasında bir denge kurmak zor oluyor mu? Üç ayrı dinleyiciye aynı anda nasıl hitap ediyorsunuz?

Bu denge, festivali tasarlarkenki en büyük meydan okumalardan biri. Hepsine aynı anda ve aynı şekilde hitap etmeye çalışmak yerine, festivalin içinde her biri için farklı giriş kapıları ve katmanlar yaratmaya çalışıyoruz. Örneğin, Salhane sahnesini bu sene herkese açık ve ücretsiz bir “radar” sahnesine dönüştürmemizin temel nedenlerinden biri buydu. Adada yaşayan bir komşumuz veya günübirlik bir ziyaretçi, bilet almadan gelip orada yeni bir grubu keşfedebilir, festival ruhuna dokunabilir. Bu, adanın gündelik hayatıyla festivali bütünleştiren bir köprü. Ayazma Manastırı’ndaki ana sahne, daha çok festivalin sadık takipçileri ve caz tutkunları için bir buluşma noktası. KEŞİF programı ise kendi meraklısını çekiyor. Dolayısıyla tek bir reçete sunmak yerine, farklı beklentilere ve ilgi alanlarına sahip insanların kendi yollarını bulabilecekleri, birbiriyle kesişen ama aynı olmak zorunda olmayan farklı deneyim alanları tasarlıyoruz. Çok güzel bir soru bu, festivalin de asıl eğlenceli kurgusal durumu burada ortaya çıkıyor. Bazen iyi bir sonuç çıkaramıyoruz, ama hep dinliyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Ne kadar dikkat edersek o kadar keyif alıyoruz.




Yorumunuzu bırakın