15 Nisan 2025 Salı

Çağlar Fidan ile Karcığar Faslı Üzerine

Kumru Yaren Cengiz  |  Ed. Seda İstifciel

İstanbul’un çok katmanlı müzik hafızası, bazen bir melodide, bazen de bir mekânda yeniden yankılanır. Bu kez yankı, neredeyse iki yüzyıllık geçmişiyle Büyük Zarifi Apartmanı’nın taş duvarlarında yükseliyor. Çağlar Fidan, Nikos Papageorgiou ve Erhan Bayram’ın icrasıyla karcığar makamında şekillenen bu fasıl, yalnızca bir konser değil; aynı zamanda İstanbul’un çok dilli, çok kimlikli müzikal mirasına saygı duruşu olarak gerçekleşiyor. 


Önce Çağlar Fidan’ı Sonra da Karcığar Faslı ekibini tanıyabilir miyiz?

Çağlar Fidan: Şarkı söylüyor ve kanun çalıyorum. Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi İstanbul’unun müziğiyle ilgileniyorum. Nikos Papageorgiou 7 yıldır İstanbul’da yaşayan bir Peloponnesoslu. O da 22 yıldır İstanbul’un müziğiyle ilgileniyor. Tanbur ve lavta çalıyor, ayrıca kilisede mugannilik yapıyor. Erhan Bayram da uzun zamandır İstanbul kemençesi ve bu enstrümanın müziği ile ilgileniyor.

Bu proje ilk kez kimin aklında filizlendi? Bir akşam yemeğinde mi çıktı, uzun süredir konuşulan bir fikir miydi?

Çağlar Fidan: Birkaç yıl önce verdiğimiz bir konserin ikinci yarısını bestenigar makamında bir fasıla ayırmıştık. Her şey orada başladı diye hatırlıyorum. Daha sonra 2024 Nisan ayında Atina’da verdiğimiz bir konserde de rast makamında bir fasıl çaldık. Atina konserinin ardından bir fasıl daha çalma fikri ara ara gündemimize geliyordu ama konser mekanının anlamlı bir yer olması gerektiğini düşünüyorduk. Başka bir konser için Büyük Zarifi Apartmanı istos sahne’de aldığımız bir provadan sonra aradığımız yeri bulduğumuza inandık. Sevgili Anna Maria (Aslanoğlu) ilgiyle yaklaştı ve konserimizi verdik. Anna Maria ve istos sahne ekibine büyük teşekkür borçluyuz, bilhassa konser süreci boyunca sağladıkları kolaylıklar için. 

Karcığar Faslı 2. kez sahnede? Çok sıkı bir prova takviminiz olduğunu söylediler. Bu bir konser mi? Yoksa burada bir performans mı izliyoruz? Okuyucularımız için siz açıklayabilir misiniz?

Çağlar Fidan: Evet 12 Nisan’da ikinci performansımızı gerçekleştirdik. Provalarımıza ise 22 Mart’taki ilk performansın 1 ay öncesinden başladık. Aslında fasıl, içinde çeşitli Osmanlı müziği formlarından örnekler barındıran yekpare bir bütün; birbirine bağlanan sözlü ve enstrümantal müzikler bütünü. Bir fasılda hangi sözlü ve enstrümantal müziklerin yer alacağı, fasılı seslendirecek müzisyen/müzisyenler tarafından kararlaştırılır. Bizim hazırladığımız fasıl yaklaşık 45-50 dakika sürüyor. Bu 45-50 dakika boyunca müzik hiç susmadan devam ediyor; bir an olsun sessizlik söz konusu değil. Dolayısıyla bir kondisyon seviyesi gerektiriyor. Bu yüzden provalarımız uzun sürüyor. 45-50 dakika süren bir fasıl performansına hazırlanıyoruz. 

Bu performans elbette temelde bir konser fakat onu konserden ayıran bir faktör olduğunu düşünüyorum. Bu, performansın gerçekleştiği mekan. Büyük Zarifi Apartmanı 1800’lerin ortalarında inşa edilen bir apartman. Bu fasılı hazırlarken şu gerçek daima aklımın bir köşesindeydi: Bir zaman yolculuğu yapabilsek ve Büyük Zarifi Apartmanı’nın inşa edildiği yıllarda bir İstanbul apartmanında/konağında/köşkünde/yalısında veya kahvehane/meyhane gibi bir kamusal alanda bulunabilsek, hiç şüphesiz bu mekanların en az birinde fasıl yapan bir müzisyen grubuna denk gelecektik. En nihayetinde bugün şehrin birçok konser salonunda hala fasıl konserleri verilebiliyor fakat Karcığar Faslı bir konser salonunda değil yaklaşık 200 yıllık bir apartman dairesinde seslendiriliyor. Bu durumun Karcığar Faslı’nı bir konserden ziyade tarihi bir deneyime ve bir zaman yolculuğuna yaklaştırdığını düşünüyorum. Hatta şöyle söyleyeyim, son konserimizde dairenin kapı zili çaldı. Zilin pillerini çıkarmayı unutmuşuz. Keşke ilk konserde de çıkarmasaymışız diye düşündüm. Bu tip performansları konser formatından olabildiğince uzaklaştırmaya çalışıyorum. 

Ekip nasıl bir araya geldi. Daha önce gerçekleştirdiğiniz projeler neler?

Çağlar Fidan: Yaklaşık 3 yıldır birlikte müzik yapıyoruz. Niko ile ilk olarak 2022 yılında İKSV 50. Müzik Festivali’nde çalışmıştık. Şerefiye Sarnıcı’nda yine İstanbul’un geleneksel müziğine odaklanan bir repertuvar seslendirdik. Erhan ile de ilk olarak, TRT2’de yayımlanan İstanbul’un Müziği adlı televizyon programına konuk olduğumda çalıştığımızı hatırlıyorum. İstanbul Ansiklopedisi’nin Müziği konser serisinin ilki olan SALT Galata’da verdiğimiz konserde de üçümüz beraberdik. Bu serinin Akbank Sanat sahnesinde yaptığımız konserinde de birlikteydik. Bunun dışında, geçen yıl Atina’da rast makamında bir fasıl seslendirdik. Albümüm Intra Muros Istanbul’daki “Letafet Apartmanı” ve “Kumkapılı Udi Afet” adlı şarkılarda da enstrümanlarıyla yer aldılar. Ayrıca bu albümün konserlerini de yine Niko ve Erhan ile beraber gerçekleştiriyoruz. Önümüzdeki Haziran ayında İKSV 53. İstanbul Müzik Festivali kapsamında Niko’nun da dahil olduğu bir quartet ile Kınalıada Hristos Rum Ortodoks Manastırı’nda bir konser vereceğiz. Onlarla müzik yapmayı seviyorum. 


Karcığar makamı seçimi bilinçli bir tercih mi? Neden Karcığar? Bu makamın sizdeki karşılığı neydi?

Çağlar Fidan: Yaptığımız müzik türünde bazı makamlar fasıl yapmaya çok uygun; karcığar, hüzzam, nihavend, kürdilihicazkar, hicaz, rast, mahur gibi... Bunu sağlayan faktörlerden biri, her makamın kendine has olan hissiyatı. Özellikle karcığar, hüzzam, mahur, rast gibi makamlarla bestelenmiş eserler, bir faslın sahip olması gereken dinamizmi kolayca sunuyor. 

Fasıl dediğimizde yemeli-içmeli bir akşam canlanıyor zihinde çoğu kişide. Sizin için fasıl ruhu ve olmazsa olmazları nelerdir?  

Çağlar Fidan: Evet, fasıl da tıpkı “meşk” gibi bugün anlam kaybına veya değişikliğine uğrayan bir kelime. Meşk de aslında Osmanlı müzik geleneğinde hafızaya dayalı bir eğitim metodunu niteleyen bir kelime olmasına rağmen bugün bağlamından koparılarak kullanılabiliyor. 

Fasıl elbette bugün olduğu gibi daha önce de sizin ifadenizle “yemeli-içmeli bir akşam” getiriyor olabilirdi akıllara. 20. yüzyıl gazinolarında nihayetinde masalar da kuruluyor, alkol de alınıyordu ve o esnada sahnedeki müzisyen grubu hiç şüphesiz bir fasıl seslendiriyordu. Ancak fasıl dendiğinde zihinde sadece “yemeli-içmeli bir akşam”ın canlanmasının tarihi 2 yüzyıl öncesine gitmeyebilir. Yazar Ahmet Rasim Bey, 1800’lerin sonlarında tarihî yarımadanın en şöhretli fasıl mekanlarından olan Fevziye Kıraathanesi’nde çalınan bir faslı, dinleyicilerin “eller dizde, hareketsiz, en ufak fısıltı olmadan” dinlediğini yazıyor. Hatta buradaki garsonlar performans esnasında ses çıkarmasın diye alt tarafı keçeyle kaplanmış ayakkabılar giyermiş. Bunun tam tersi anlatılar da var: Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi Mehtapları kitabında 19. yüzyılın sonlarında İstanbul boğazında kayıklarla çıkılan dolunay eğlencelerinde verilen fasıl dinletilerinde mezelerin yanı sıra Erdek ve Umurca rakılarının servis edildiğini de yazıyor.

Ben Karcığar Faslı için seyircinin “saygın sessizlik” pozisyonunda kalmasını istemezdim. Tarihi anlatılarda sözü edilen veya erken dönem plak kayıtlarında duyduğumuz, performans esnasında dinleyicilerden gelen bazı beğeni nidaları var, “Yaşa!”, “Var ol!” gibi. Fasıl esnasında beğenisini dile getirmek isteyen seyirci birden “Yaşa!” diye bağırsa ne güzel olur! Nitekim hem 22 Mart’taki hem de 12 Nisan’daki konserlerin bir yerinde seyircilerden bu nidaları seslendirenler oldu, çok güzel bir andı. 

Bu dinleti programı değişiyor mu? Yoksa hep aynı repertuarı mı çalıyorsunuz?

Çağlar Fidan: Yaptığımız iki fasılda da içerik aynıydı. Daha sonraki performanslarda değiştirmeyi düşünüyoruz. Farklı makamlarda da yapacağız. Bunun yanı sıra halihazırda oynanan bir tiyatro oyunuyla işbirliği teklifi aldık. Aynı sahneyi paylaşarak yeni bir edisyon yaratacağız. Benim çok sevdiğim ve defalarca izlediğim bir oyun, dolayısıyla bu fikir için heyecanlıyız. 

Oluşturduğunuz akışı, programı planlarken nelere dikkat ettiniz? Şarkılar neye göre seçildi? 

Çağlar Fidan: Daha önce çok seslendirilmemiş müzikler seçmeye çalıştım. Bunun yanı sıra repertuvarda İstanbul’un “ayak takımı” da denilen kesiminin müzik zevkine hitap eden formlar da var: Semai kahvehanelerinde söylenen semai ve mani formu gibi. Bu kahvehaneler şehrin tulumbacıları başta olmak üzere, hamallar, sokak satıcıları, hamamlarda çalışan külhancılar gibi sosyoekonomik anlamda dezavantajlı insanların vakit geçirdiği kahvehanelerdi. Bu meslek gruplarında çalışanlar çoğunlukla Anadolu ve Rumeli taşrasından göç eden insanlar olduğu için semai kahvehanelerinde sergilenen müziğin kökeni âşık müziği ve âşık edebiyatına yani halk kültürüne dayanıyordu. Karcığar Faslı’nda seslendirdiğim semai de tulumbacı dünyasından biri olan Tophaneli Mestane Aziz için yazılmış bir semai. Aziz’in hikayesiyle Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nde “Aziz (Tophaneli, Mestane)” maddesinde karşılaşmıştım. İstanbul Ansiklopedisi’nin Müziği konserlerini izleyenler, bu semaiyi hatırlayacaklardır. Okuduğum mani de bir İstanbul manisi. Sözleri şöyle:

Binbir derde şifadır İstanbul’un havası

Hep beraber çalalım bir İstanbul havası

Mani formunda her dize sonundaki kafiyelerin tamamen veya kısmen cinaslı olması gerekir. İlk dizede “hava” akla ilk gelen anlamıyla yazılmış. İkinci dizede ise “hava”, “şarkı, türkü” anlamına geliyor ve bu maninin hemen ardından bir İstanbul türküsü seslendiriyoruz: 

“Bu kış hanım İstanbul’a taşın da 

Eğlenelim, zevk edelim Kalpakçılarbaşı’nda”

Bir külhanbeyinin ağzından yazılmış olan ve külhanbeylerini anlatan bir kanto da repertuvarda. Sözleri şöyle:

Külhanbeylik omuzdaşlık bize pek şandır

Kadeh kırmak, belin sarmak, hovardaya nişandır

Küplü’ye de girmeyenler içmeyenler bilmeyenler pişmandır

Girip bir tek çakmalı, gamı dilden atmalı

Veresiye vermezse tezgahtara çatmalı

Bu gençlikte haylaz haylaz gezmek bize pek şandır

Demhanede nara nara atmak bize pek şandır

Sarhoş olup meyhanede sızmak bize pek şandır

Aman polis ne istersin bizler külhanbeyiyiz

Ayrıca bu repertuvarı düzenlerken keşfettiğim şarkılar da oldu. Onlardan biri karcığar makamının çok bilinen şarkılarından biri olan “Benli” şarkısının farklı bir versiyonu. Sözleri aynı zamanda İstanbul’un gündelik hayatına referansta da bulunan şu cümlelerle başlıyor: “Başından fesi kaparım, varıp mezatta satarım”. 


Şarkıların hikayesini anlatıyorsunuz. Bu hikayeleri nasıl topladınız?

Çağlar Fidan:  Yaklaşık 5 yıldır yaptığım müziğin tarihi ve sosyoekonomik arka planıyla da ilgilenmeye çalışıyorum. Bu arka planı çoğunlukla yaptığım okumalarla ediniyorum. Ahmet Rasim Bey, Reşat Ekrem Koçu (ve özellikle Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi), Sermet Muhtar Alus gibi dönem yazarları veya yakın dönemde yapılan birçok akademik çalışma hem bu müziğin hem de İstanbul’un kültürel ve gündelik hayatından yaşanmışlıklarla dolu. Bugün Divanyolu’nda yürüdüğünüzü düşünün, 1800’lerin sonlarında Kemâni Tatyos’un çaldığı Arif’in Kıraathanesi bu yol üzerindeydi. Galata’da eski adı Voyvoda Caddesi olan Bankalar Caddesi’nden geçiyorsunuz, 1900’lerin başlarında perşembe, cuma ve cumartesi akşamları bir incesaz heyetinin sahne aldığı Tulumbacı Palabıyık Artin Ağa’nın kahvehanesi bu caddedeydi. Büyükada’da Nizam caddesinde yürüyorsunuz, caddenin Müjde sokak ile kesiştiği yerde bulunan Çam Apartmanı’nda 1900’lerin en meşhur ûdîsi Yorgo Bacanos yaşadı. Yaptığımız müzik, bu hikayelerle daha fazla anlam kazanıyor ve şehir bu açıdan verimli bir kaynak sunuyor. 

Gösteri sonrası gelen tepkiler nasıldı? Beklediğiniz gibi bir bağ kuruldu mu seyirciyle?

Çağlar Fidan:  Aslında derinlemesine bir cevap verebilmek için bu soruyu seyircilere sormak gerekli. Fakat yukarıda sözünü ettiğim, performans esnasında gelen “Yaşa!” nidası, yolculuğumuza küçük bir anlığına da olsa seyirciyi de dahil edebildiğimizin kanıtı gibi geliyor bana. Ve bu açıdan baktığımda onları salt seyirci gibi görmüyorum. Onlar da performansın etkin bir parçası olmuş oluyorlar.

Bu işin dijital bir uzantısı düşünülüyor mu? (Kayıt, albüm, video-seri gibi)

Çağlar Fidan: 22 Mart’taki performansımızın Bilal Alirıza ve Çağlar Turhan tarafından video kaydı yapıldı. Bu kaydı sosyal medya platformlarında yayımlamayı düşünüyoruz.


Yorumunuzu bırakın