Eren Can Altay | Ed. Murat Kadaş | Fotoğraflar: Merve Nur Ocaklı
”Bölüm 1: Üst Ölçek: Galataport” isimli bir önceki yazıda, üst ölçekten bakıldığında Galataport projesinin nasıl bir zemine oturduğu ve dayandığı söylemlerin doğruluğu ele almıştık. Bu perspektiften bakıldığında sosyoekonomik bir dil üreten mekansal analiz, ölçek değişince daha farklı bir dile bürünür. Bu sefer ölçeği biraz daha büyütecek ve Galataport arazisinde yer alan tekil yapılara odaklanacağız. Projenin kefareti gibi duran birkaç yapıdan ilki olarak, İstanbul Resim Heykel Müzesi'ni (IRHM) ele alacağız.
IRHM projesi (yeniden işlevlendirme), günümüz yıldız mimarlarından olan Emre Arolat tarafından tasarlanıp hayata geçiriliyor. Kabaca 2012 yılında başlayan süreç, 2021 yılında IRHM’nin kapılarını ziyaretçilerine açmasıyla sonlanıyor. Eski adıyla 5 no’lu Antrepo olarak bilinen binanın mimarı da Türkiye mimarisinin en önemli figürlerinden birisi olan Sedad Hakkı Eldem. Emre Arolat ve Sedad Hakkı Eldem gibi önemli mimarların elinin değdiği proje, inşası bitmeden önce de merakla beklenen bir yapı olarak öne çıkıyor.
Yapının sahip olduğu bu mimari değer, tasarım programında da kendisini ele veriyor. 5 No’lu Antreponun ön cephesi (Meclis-i Mebusan Caddesi'ne bakan cephe) eski yapıdan esinlenerek, kentlinin kent hafızasında devamlılık oluşturma adına eski yapıya referansla tasarlanıyor. Tekil bir mimari tercih olarak, kentin hafızasına değer veren bu yaklaşım, Galataport’un kent hafızasını koruma söylemi ile uyum içerisinde de gözüküyor. Ayrıca 5 no’lu antreponun, EA Mimarlık'ın savunduğu şekliyle döneminin belirleyici özelliklerinden olan 3 boyutlu ızgara sisteminin korunması ve yeni müze işlevlerinin bu boşluklarda çözülmeye çalışılması da, bu kent hafızası savunmasını mekansal bir düzleme taşıyıp, yüzeysel bir koruma anlayışının da ötesine geçmeye çalışıyor. IRHM ile yapılmaya çalışılan bu tarihi ve mekansal duyarlılık, ne yazık ki alandaki diğer tarihi yapıların yüzeysel “korunmaları” için bir altlık oluşturuyor.
Buna örnek olarak tarihi yolcu salonunun sadece kulesi ve dış cephesi korunarak diğer bölümlerinin yıkılması, Galataport’un IRHM’nden aldığı meşruluğu ucuz bir biçimde taklit edip bölgeye yaydığını gösteriyor. Ayrıca Yolcu Salonunun lüks bir otel olarak tekrar hizmete girmesi de IRHM’nin sahip olduğu kamusal olma halini de yitirerek, daha da tartışmalı bir konumda yer alıyor.
Tekrardan IRHM’ye dönecek olursak, mimari açıdan heyecan verici özelliklere sahip bir yapı olduğu söylenebilir. Geleneksel yapılarda mevcut olan katlar ile sınırlı kalan mekansal deneyim, IRHM’de katların yarılması, boşlukların daha görünür kılınması, katlarda açıklıklar oluşturulması veya daha doğrudan kat sisteminin yok edilmesi ile farklı bir anlayışa evrilir. Bu yeni durum, sade görsel veya formal bir durumdan öte, hissedilen mekanı da genişletir. Genişleyen mekan kağıt üzerinde algılanamayan diğer mimari girdileri de doğrudan etkiler. İçerisinde bulunduğumuz alanın ölçeksel değişimi alanda hiçbir ek çalışma yapılmaksızın mekanın akustiğini, iklimlendirmesini ve atmosferini değiştirir. Postmodern mimaride sıkça karşılaşabileceğimiz bu durum ile, İstanbul çağdaş bir mimari eser kazanmış olur.
IRHM’nin sahip olduğu mimari kalite ve içerisinde bulundurduğu serginin önemi, Galataport projesinin soylulaştırma tartışmaları içerisinde bir can simidi olarak yer alır. Projenin savunduğu kamusal olma özelliği ve tarihi dokuyu koruma söyleminin, IRHM gibi bir mimari yapıda can bulması, AVM vari bir sonuca ulaşan Galataport’un halk düzeyinde meşruluğunu sağlamasına katkı sağlar. Kent mekanını yozlaştıran ve sermayenin rant arayışına bir cevap olarak ortaya çıkan bu tartışmalı proje, sanatın entellektüel gölgesinin ardına sığınmaya çalışır. İnanmak istediğimizin aksine belki de hep bu işleve sahip olmuş olan sanatta erk için yapılmış olur. Zamane monarklarını ölümsüzleştirip onlara meşruluk zemini sağlayan sanat, bu sefer de modern erk olan sermayenin meşruluğuna basamak olur.
Galataport alanında bu işleve sahip tek yapı olmayan IRHM yapısı, mimari değere sahip olup, kentsel rantın talan edilmesine meşruluk sağlamakta İstanbul Modern Sanat Müzesi ile benzer bir yolu izler. Sanat ve mimari kaliteyi bünyesinde birleştiren İstanbul Modern Sanat Müzesi, dünya çapında bir yıldız mimar olarak anılan Renzo Piano tarafından inşa edilir. Serinin son yazısı olan bir sonraki metinde de bu yapıyı inceleyeceğiz.