Eren Can Altay | Ed. Murat Kadaş
Bölüm 1: Üst Ölçek - Galataport
Mimarlık, sadece bir binadan daha ötesini ifade eder. Bir bina, çevresiyle kurduğu fiziksel ve estetik ilişkiye ek olarak, sosyal ve ekonomik bir yapının da parçasıdır. Bu açıdan yalnızca “güzel” olup olmadığı yönündeki eleştirilerden daha derin, daha fonksiyonel unsurlar içerir. Bu durum, mimarinin ilgilendiği mekanı politize eder ve onu teknik bir mesele olmanın yanı sıra, sosyal bilimlerin de konusu yapar. Disiplinin bu geçişkenliği kent politikaları açısından da çoğu zaman tartışmalara sebep olur. Yapılan ya da yapılması planlanan projeler, çeşitli mecralarda eleştirilir, problemli yönleri ortaya konur ve sakıncaları hakkında kamuoyu oluşturulmaya çalışılır. Galataport projesi de tam olarak böyle bir proje olmuş ve inşaat sürecinden günümüzdeki kullanımına kadar mimari, kent planlama ve politik açılardan çok uzun ve geniş bir tartışmanın göbeğine oturmuştur.
Benim gibi 2015-20 arası mezun olan ve mimarlık gündemini az çok takip eden mimarlar için,tüm eleştirilere rağmen hayata geçen birçok projenin deneyimlenebileceği bir zaman dilimindeyiz. Bu açıdan eleştirilerin doğruluğunu ya da yanlışlığını kendi gözlemlerimizle test edebileceğimiz bir açıdan değerli bir açıdan da zorlu bir dönemin içerisindeyiz. Başta TMMOB olmak üzere birçok meslek grubunun eleştirilerine maruz kalan Galataport da bu projelerden biri olarak öne çıkıyor.
Galataport, proje ve inşaat aşamalarında olduğu zamanlarda, soylulaştırma, denize erişim ve kent ile bağ kurma konularında büyük eleştiriler almış ancak bu sürecin tamamlanmasına engel olamamıştı. Halkın bu proje ile beraber sahile erişiminin artacağı öngörülmüş ve eleştiriler kulak ardı edilmiştir. Bu eleştirilere birer cevap gibi duran, Galataport’un kendi sitesindeki proje açıklamasında proje hakkında “mahalle konsepti”, “tarihi dokuya uygunluk” ve “herkesi kucaklama” ibareleri yer almaktadır. Ancak gerçek bundan biraz daha farklıdır ve söylem ile pratik arasında uyumsuzluk kolay bir şekilde gözlemlenmektedir.
Öncelikle soylulaştırma eleştirisi tam yerini bulmuş bir eleştiri olarak görünüyor. Karaköy’ün değişmekte olan yüzü Galataport ile taçlandırılmıştır. Geçtiğimiz 10 yılda gördüğümüz gitgide pahalılaşan Karaköy, artık “Nişantaşıvari” bir zengin semti olmaya başlamıştır. Soylulaşmanın etkisini görmek için tramvayın geçtiği ve Galata Köprüsü’ne bağlandığı Kemeraltı Caddesi’nden geçmek yeterli olmaktadır. Caddenin iki yakasının eskiden bu kadar da görünür bir sosyoekonomik farka sahip olmadığını belirtmek gereksiz olacaktır. Çünkü mevcut fark bir uçurum yaratmıştır ve aradaki fark açılmaya da devam etmektedir. Kullanıcı ve esnaf profilleri de bu duruma göre değişiklik göstermektedir. Karaköy’ün eski hali göz önüne alındığında mevcut esnafın yerlerinde tutunmakta zorlandığı ve yerinden edildiği görülmektedir.
Kendi yereline karşı takınılmış olan agresif ve dışlayıcı tutum, İstanbul’un gitgide turist odaklı bir şehir olması ile de ilgilidir. Taksim ve Beyoğlu’nun her geçen gün daha fazla turist odaklı bir hale gelmesi, İstanbul’un içindekilerle mi yoksa içindekilere karşı mı büyüdüğü sorusunu akıllara getirir. Galataport da bu sürecin tartışılmaz bir parçasıdır. Cruise gemilerinin buraya yanaşması ve Galataport'u deniz yolundan İstanbul’un kapısı haline getirmesi, tarihsel bir izlek içerisinde absürd değildir. Zira Galata, çok uzun yıllardır bu işlevi gerçekleştirmektedir. Ancak bu özelliğin etrafındaki işletmeleri “havaalanı tarifesi” uygulamaya itmesi ve ekonomik olarak dışarıdan gelen insanlara odaklı kılması büyük bir sorundur. Her ne kadar havaalanlarındaki ekonomi de tartışılması gerekse de, kent merkezinden uzak konumları kendi içlerinde bir mikro ekonomi yaratmalarına imkan sağlar. Bu mikro ekonomiyi Galataport gibi hem kentlinin kullanımında hem de belleğinde yer etmiş bir bölgede yaratmak, “Bu şehir kimin için?” sorusunu gündeme getirir.
Projeyi meşrulaştırmak için seçilen bir diğer söylem de “mahalle konsepti”dir. Bu söylem artık alışageldiğimiz açık AVM sisteminin altlığını oluşturur. Özellikle ılıman iklimli coğrafyalarda açık alanın ferah kullanımı, bu tasarımı fonksiyonel bir pozisyona yerleştirir. Ancak mevzu bahis mahalle konsepti, içi boş bir söylemden başka birşey değildir. Galataport, neoliberal ekonominin şehir mekandaki simgesi iken, kapitalist öncesi yaşama ve geleneklere bir referans vermeye çalışır.
Tüm bu meşrulaşma süreçleri, Galataport'un arazisinde bulunan Türkiye’nin en prestijli sanat galerileri ile devam eder. Mimari özgünlükleri ve yıldız mimarlardan oluşan tasarımcıları ile İstanbul Resim ve Heykel Müzesi (IRHM) ve İstanbul Modern Müzesi, Galataport projesine getirilen sert eleştirileri yumuşatmak için fonksiyonel bir işlev sunarlar.
Sanatın günümüz ekonomik sistemdeki -ve belki de tüm tarihteki- meşrulaştırıcı fonksiyonunu ve mimari kalitenin, tüm bu yerinden etme, soylulaştırma ve yabancılaştırma süreçlerinde nasıl bir konumda yer aldığını ise mimari analizleri ile birlikte serinin bir sonraki yazısında inceleyeceğim...
Görseller: https://www.galataport.com/tr/gorseller