18 Kasım 2024 Pazartesi

Berlin Müzeler Adası: Eser-Zaman İlişkisi

Eren Can Altay  |  Ed. Seda İstifciel

Bir yapı ne zaman tamamlanmış olur. İnşaatı bittiği an mı? Kullanıcıları ile ilk kez buluştuğu an mı? Kullanımı son bulduğu anda mı? Yoksa yıkıldığı an mı? Bu sorulara yanıt vermek zor. Hatta bu sorular mimariyi diğer sanatlardan ayıran ana temalardan birine işaret ediyor: eserin zaman ile ilişkisine. 

Plastik sanatlar, eserin ortaya çıkma süreci bittiği andan itibaren, zaman ile bozunma üzerinden bir ilişkiye girer. Öyle ki artık eser zamanın ve çevrenin yıpratıcı etkilerinden korunmak zorundadır. Işık pigmentleri bozmamalı, kağıt deforme olmamalı ya da materyal bozulmamalıdır. Bu süreçteki her bir değişim eserden bir şeyler koparmaktadır (en azından Batı düşüncesi buna yatkındır. Zira Japon Kintsugi sanatı-ve belki de benim bilmediğim daha fazlası- bu düşünce tarzının tersine bir söylem üretmiştir). Ancak konu mimariye gelince, tüm bu “bozunmalar” yaşanmışlık gibi bir terimin altında birleşirler. Bu terim de bir yapının tamamlanma serüvenini muğlak bir konuma yerleştirir. 

Berlin’deki Müzeler Adası bu soruların somut bir şekilde tartışılabilmesi için çok uygun bir zemin oluşturur. Zira bu müzeler kompleksi denilebilecek alan, hem inşa edilmiş ve kullanılmış hem de yıkılmış ve terkedilmiştir. Günümüzde ise restore edilmiş ve modern eklentiler eklenmiştir. Genel olarak bahsedecek olursak 19.yüzyılda ve 20.yüzyılın başında inşa edilen 5 farklı müzeden oluşan kompleks, Almanya’nın dünya standartlarındaki en önemli müzelerini oluşturur. Eski Ulusal Galeri, Yeni Galeri (Neues Galery), Bergama Müzesi, Bode Müzesi ve Altes Müzelerinden oluşan kompleksin inşası 1920’li yıllarda tamamlanmış gibi gözükse de, eserlerin dönüşüm hikayeleri bitmekten çok uzaktır. 


Yapı adası 2.Dünya Savaşında Berlin’in bombalanmasında, tüm şehir gibi harabeye dönmüş ve büyük oranda zarar görmüştür. Bu olayları takip eden süreçte Kızıl ordu tarafından yağmalanmış (eserlerin çoğu savaş sonrasında Doğu Almanya’ya geri verilmiş) ve yapılar uzun bir süre kaderlerine terk edilmiştir. 1980’lerde başlayan restorasyon süreci de iki Almanya’nın birleşmesinden sonra sekteye uğramış ancak 1999 yılında Unesco Dünya Mirasına kabul edilmiş ve müze işlevlerini devam ettirmiştir. 

Bu dönüşüm süreçleri yetmemiş olacak ki 2018 yılında inşası tamamlanan yeni bir giriş yapısı komplekse eklenmiştir. James Simon Galerisi olarak adlandırılan bu yeni ekleme, güncel mimarlığın en prestijli ödüllerinden biri olan Pritzker ödüllü mimar David Chipperfield tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir. Bu yeni ekleme Neues Galeri ile Bergama müzelerinin kesiştiği noktada tarihsel referansları takip ederek ancak çağdaş mimariden de ödün vermeyerek ikonik bi yapıya dönüşmüştür. Hatta tüm yapı kompleksinin yeni imajı olmaya başladığını söylemek de çok absürt kaçmaz diye düşünüyorum. 


Bergama Müzesinin kolonadlı yapısını kendi cephesinde de devam ettiren James Simon Galerisi, ritim ve materyal anlamında tarihi binadan ayrılsa da, bitişiğindeki Bergama Müzesi ile kurduğu bağı ortaya koyacak kadar net referanslar ile inşa edildiğini de belli ediyor. Zaman içerisinde değişen mimarlık algısını çok net bir şekilde görünür kılan bu yeni eklenti müze kompleksinin ne zaman tamamlandığı sorusunu iyice muğlak bir konuma yerleştiriyor. Eski kompleks ile bu denli bağlanan bu yeni yapı, artık adanın ayrılmaz bir parçasına dönüşme yoluna girmiş görünüyor.  

Tüm bu dönüşümler ışığında Berlin Müzeler Adasının ne zaman tamamlandığını ya da tamamlanıp tamamlanmadığını net bir tarih ile belirtmek zor gibi duruyor. İnşa edilen, yıkılan, tekrar inşa edilen ve yeni bölümler eklenen bu eserin zamanın tek bir noktasında sonlandığını söylemek çok da adil olmaz gibi. Zamanlar arasında devamlı bir dönüşüme tabi tutulan bu mimari eser için yaşayan bir retrospektif olarak tanımlanabilir belki de. Bu perspektiften plastik sanatların yıpratıcı etmeni olan zamanın, mimari eser için taş ve tuğla kadar katı bir üretim elemanı olduğunu düşünmek bir çeşit romantizmi içerisinde barındırsa da çok da yanlış bir tanım sayılmaz. Retorik bir söylemin ötesinde yapıların algılanmasında ve imgesinde doğrudan etkisi olan zaman-eser ilişkisi, zamanın çapası gibi işleyen mekanı düşünmek için önemli bir mimari tartışma olarak önümüzde durmaktadır. 


Referanslar:

Kapak Görseli ve 2. Görsel: https://davidchipperfield.com/projects/james-simon-galerie 

1. Görsel: https://en.wikipedia.org/wiki/Museum_Island


Yorumunuzu bırakın