Eren Can Altay | Ed. Murat Kadaş
Sürdürülebilirlik teriminin geçtiğimiz 20 yılın en önemli kelimelerinden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz sanıyorum ki. İnsan etkisi yüzünden oluşan karbon salınımında hatırı sayılır bir yere sahip olan inşaat endüstrisinin ve dolayısıyla mimarlığın, elbetteki bu konuda topun ağzındaki endüstriler arasında yer aldığı aşikar. Çoğu zaman sığ bir teknik yaklaşım ile ele alınan bu kavramın sosyal ve tarihsel bir altlığını, Mısırlı mimar Hasan Fethi (Hassan Fathy) üzerinden farklı bir anlatıyla açıklamaya çalışacağım.
1900 doğumlu, modernist mimarlık geleneğince nazaran göz ardı edilmiş Hasan Fethi, sürdürülebilirlik, modernite ve kimlik mimarlığı arasında kuvvetli bir manifesto oluşturmuştur. Mimarisinin ana odağını yerel mimari (vernacular architecture) üzerinden inşa etse de, hayata geçirdiği mimarlık göz önüne alındığında, sürdürülebilirlik kavramına, bugünün reklam kokan vitrin duyarlılığıyla yıkanmış şirketlerden ya da ofislerden çok daha derin bir anlayışla yaklaştığı kolaylıkla söylenebilir.
Fethi’nin mimarlığında karşımıza çıkan sürdürülebilirliğin, sek bir çevrecilikten ziyade, ekonomik ve toplumsal bir olgu olduğunu vurgulamakta fayda var. Zira Fethi’nin “fakirlerin mimarı” lakabını almasının bu durumla doğrudan bağlantısı var. Mısırlı mimar, inşa sürecinde seçtiği ve modern mimarinin çoktandır arkasını döndüğü kerpiç kullanımı ile hem ekolojik hem de ekonomik bir çözüme ulaşmayı amaçladı.
Bir yapı malzemesi olarak kerpiç, ülkemizde de olduğu gibi daha çok taşra bölgelerinde kullanımda olan ve profesyonel mimari pratiklerinden ziyade geleneksel mimarinin bir öğesidir. Modernizasyonun da etkisi ile daha çok beton ve eğer mümkünse çelik gibi malzemelerin kullanımı Avrupa’da olduğu gibi Türkiye ve Mısır gibi çeper ülkelerde de hızlı bir yaygınlaşma yaşadı. Modernizmin, bu gibi ülkelerde kurucu ideolojiye eklemlenmesi ve entellektüel ortamında hakim söylemi olması sonucu, beton kullanımı daha “gelişmiş” bir mimarinin etmenlerinden biri olarak algılanmaya başlandı ve profesyonel mimarlık pratiğinde hakim bir konuma ulaştı. Ancak her geçen gün daha da net bir şekilde fark ettiğimiz gibi bu tarz malzemelerin neden olduğu karbon salınımı ve çevresel zararlar katastrofik bir düzeye ulaşmakta. Buna ek olarak bu malzemelerin kullanımı sonucunda yapının yaşanılabilir kılınması için gereken havalandırmalar ve ısıtma soğutma sistemleri de bu zararı devamlı kılmakta.
Yapıların iklimlendirme ve inşa maliyetlerine ek olarak, bu elemanların bakımlarının yapılması, inşaat maliyetini artırarak yapının erişilebilirliğine ağır darbeler indirir. Fethi, tüm bu sorunlara karşı öncelediği yerel mimari yöntemlerini ve materyallerini kullanarak, bu yaygın ve oturmuş yapı pratiğine karşı kürek çekmeye çalıştı.
Ancak tam da bu aşamada önemli bir ayrımın yapılması gerekir. Analizin amacının modern mimari pratiklerinin mahkum edilip romantik bir geleneksel mimari önerisi olmadığı anlaşılmalıdır. Çünkü Hasan Fethi’nin mimari yaklaşımı anti-modernist bir yaklaşımdan ziyade, farklı modernliklerin de olabileceği yönündedir. Zira Fethi’nin mimarlığı üretim pratikleri bakımından gayet modernisttir. Merkezi bir bürokrasi içerisinde modern çizim yöntemleri kullanılıyor olması, bu mimari pratiğinin “çağ dışı” olarak algılanmasını engellemelidir.
Fütursuzca övülen geleneksel yöntemler, Anadolu coğrafyasında oldugu gibi dünyanın birçok yerinde de karşılaşılan bir durumdur. Geleneksel mimarlığın zaten insan merkezli ve ekolojik olduğu düşüncesi ile yerel kimliğin öncelenmeye çalışılıp eskiden ne kadar da ileri bir medeniyet olunduğunun söylemde yaygınlaştırılmaya çalışılması çok da doğru bir söylem değildir ne yazık ki. Türkiye özelinde konuşacak olursak, yerel mimarinin zaten ekolojik ve insan merkezli olarak resmedilip modernizm ve dolayısıyla Batı karşıtı bir söylem oluşturması gerçek durumu nazaran ıskalamaktadır. Zira modern öncesi dönemin tüm mimarileri, teknolojik ve üretim ağlarının zamansallığı sebebiyle ekolojik ve kullanıcı odaklıdır. Bu durum gerek İran coğrafyasında gerek Çin coğrafyasında gerekse Bati coğrafyasında da bu şekildeydi. Bu durumu kültürel-etnik bir öncelemeden ziyade bölgelerin sanayileşmesinde aramakta çok daha büyük fayda vardır.