24 Ağustos 2024 Cumartesi

6. Kez Hep Birlikte: LET’S FRINGE İSTANBUL!

Kumru Yaren Cengiz  |  Ed. Murat Kadaş

2024 Eylül'de 6. edisyonu ile karşımıza çıkacak olan İstanbul Fringe Festivali'nin Kültür Politikaları Direktörü Zeynep Uğur ile bir röportaj gerçekleştirdik. 2014’ten beri Paris’te yaşayan Zeynep Uğur’dan, İstanbul’da Fringe’in doğuş hikayesini, hedeflerini, bu yılki programı ve altı yıllık sürecin değerlendirmelerini öğrendiğimiz bu röportajda, önümüzdeki 6. edisyona dair hangi performansları kesinlikle kaçırmamamız gerektiğine yönelik tavsiyeler aldık. Keyifli okumalar dilerim.

Kumru Yaren Cengiz: Fringe nedir? Dünya çapında çeşitli yerlerde düzenlenen bu festivali İstanbul’da düzenleyen sizsiniz. Sizin için Fringe nedir, bunu öğrenmek istiyorum. Özellikle de hiç bilmeyen okuyucularımız için soruyorum.

Zeynep Uğur: Yurtdışındaki sanatçıları İstanbul'da izleme imkanı giderek azalıyordu ve biz özellikle bu duruma alan açmak istedik. Bunu görünür kılmak istedik ve aynı şekilde Türkiye'deki sanatçıların da yurt dışına açılacak şekilde işlerini göstermelerine alan açmak istedik.

Bu noktada da özellikle geçen sene bu vizyonumuzu daha görünür kıldığımızı düşünüyorum. O zamana kadar İstanbul'da bir Fringe yaparken hep Fringe’in ne olduğunu, Edinburgh'da kurulduğunu, Edinburgh'un tarihini anlatmak ve benzeri açıklamalar yapmak gerekiyordu. Ama aslında biz bunu kendimize göre yapıyoruz, kendimize göre yorumluyoruz.

Özellikle geçen sene Claire Marin diye Fransız bir filozofun bir kitabını okuyordum. "Kendi Yerinde Olmak" diye çevrilebilir. Herhalde Türkçeye çevrilir. Çevrilmedi henüz ama Fransızca bir kitap. Onu okurken "Fringere" diye bir fiile rastladım. Ve bu çok hoşuma gitti. Çünkü bizim yaptığımız şey de aslında sabit bir isimden ziyade, Fringe budur demektense, bir eylem, sürekli bir hareket yaratmaya çalışmak.

Ben diyemem ki Fringe sadece kenarda kalanları ya da marjinalleri gösterir ya da ana akım festivallerde kendine yer bulamayan işleri gösterir... Biz aslında genel olarak ana akım ve alternatif kavramlarını sorguluyoruz ve ikisi arasında bir geçişkenlik yaratmaya çalışıyoruz. "Fringere" fiili de aslında Fringe’in kökeniyle aynı. Latince’de “içinde kapalı bulunduğumuz bir şeyi dışarıya doğru açmak için bir hareket yaratmak” anlamına gelir.

O nedenle de bazen şehrin en ana akım sahnelerinde de gösterilerimiz oluyor. Tiyatro mekanı olmayan, çok küçük, çok daha underground yerlerde de gösterilerimiz oluyor. Ekipler de aynı şekilde. Yurt dışında çok fazla fon almış, birçok festivalde gösterilmiş işler de geliyor; çok küçük ölçekle, daha yeni başlayan işler de oluyor. Türkiye'den özellikle daha çok böyle işleri görünür kılmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla da bizim için Fringe, o ikisi arasında bir geçişkenlik yaratma, bir hareket hali diyebilirim.

Kumru Yaren Cengiz: Evet, çok güzel özetlediniz. Benim de zaten hem eleştirmen olarak hem de normal bir seyirci olarak gözlemim bu şekilde. Öncelikle bizim kendi tiyatromuzda, dediğiniz gibi yani alternatifi olabilecek bir şey henüz pek yok. Öyle bir çizgiyi tam olarak Türkiye tiyatrosunda oluşturabilmiş değiliz. Öyle bir festival kültürümüz tiyatro için zaten yok. İstanbul Tiyatro Festivali yapılıyor. Destinasyon festivallerimiz oluyor. Ama bir şeyin alternatifi olarak ortaya çıkabilecek bir festival kültürümüz maalesef yok. Öyle bir tiyatro çizgimiz de yok. Üretim aşamasında yer alan biri olarak özeleştiri olarak bunu söylüyorum aslında bir yandan da. Henüz orada değiliz. Umarım bir gün oraya geliriz.

Bu noktada da aslında biraz yerli yapımlardan da bahsetmek istiyorum Fringe'deki. Fringe'in benim için en önemli anlamı, dünya çapında alternatif olan işlere maruz kalabildiğim bir festival olması. Bu benim için çok değerli çünkü yurtdışına gittiğinizde ya da o ana akım festivaller gibi festivallere katıldığınızda ya da kendiniz araştırdığınızda, gerçekten kendi ülkelerinde de kıyıda köşede kalmış işlerle haşır neşir olabilmek çok değerli bir şey.

Ben buradan çok besleniyorum Fringe’i izlerken. Bunun dışında şöyle de bir şey var benim gözlemim içerisinde: Ne olursa olsun bir ağırlık olarak baktığımızda yerli yapımlar çok daha az kalıyor ve bunun sebeplerini zaten hepimiz biliyoruz. Çünkü bizim ülkemizde, az önce de dediğim gibi, oraya gelebilmemiz için belli bir şeye ihtiyacımız var. Daha ana akımımız oluşmadı ki tam olarak alternatifimiz oluşsun.

Yerli performansların kalitesi ya da yaratıcılığı açısından, bu konuda da biraz düşüncelerinizi merak ediyorum. Nasıl bir yol izliyorsunuz? Ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

Zeynep Uğur: Aslında bizim kendimiz özellikle seçtiğimiz bir şey değildi yabancı işler ağırlıkta olsun, yerli işleri daha az bir sayıda alalım durumu. Ama yabancı başvuru sayımız daha fazla oluyor her sene. Yerli başvuru sayımız daha az, bu aslında başvuru sayısıyla alakalı bir durum. Yabancılardan da, yerlilerden de her sene 250 kadar başvuru alıyoruz. 250 tane iş gösteremeyeceğimize göre ve bazıları da gerçekten “Biz bunu İstanbul Fringe olarak gösteriyoruz” demek güvenini bize vermeyen işler olabiliyor tabii ki. Bu da normal bir şey festival seçkisi yaratma sürecinde bence.

Orada da olabildiği kadar çok paydaşın içinde olduğu ve şeffaf bir danışma kurulumuz var bizim. Her sene de yenileniyor, farklı insanlar oluyor.

Yerli işlerle ilgili şöyle bir şey gözlemliyorum: Yurt dışı festivallerinde genellikle artık standart gibi olan başvuru sürecinde, o başvuruyla alakalı metin yazmak, sinopsisini yazmak, oyunların özellikle de iyi kalitede çekilmiş video göndermek gibi aşamalar var. Bunlar yurtdışı festivallerine başvuran Türkiye'den işlerde bir eksiklik olabiliyor. Önemli değil, çok profesyonel bir kamerayla çekilmesine gerek yok, prova kaydı da olabilir ama ellerinin altında işlerinin tamamen çekilmiş bir videosu olmasını ve bunu festivallere göndermelerini ya da kendilerini tanıtırken kullanmalarını tavsiye ederim.

Kumru Yaren Cengiz: Evet, haklısınız. Konvansiyonel anlayıştan uzakta şeyler yapmaya çalışıyoruz. Özellikle bu dönem mekansal yeniliklere gidilmeye çalışılıyor yapılan işlerde. Ama bu yeterli değil. Bunu bence biz anlayamıyoruz. Tüm göstergeler bir bütün aslında. Ve o kalite farkı bence anlaşılıyor. Bunu da özeleştiri olarak söylüyorum, altını da çiziyorum. Bunun üstüne düşüp konuşup çözmemiz gerekiyor. Ve bizi bir takım olarak görüyorum aslında. Üreticiler, eleştirmenler, festivalciler; tamamen bir takım olarak görüyorum ve üzerine konuşmalıyız ki bunu çözebilelim diyorum.

Queer kuram ve bu doğrultuda yapılan işler, baskın sanatsal anlayışlardan biri günümüzde. Fringe’deki işlerde de özellikle queer işlerin çok ağırlıklı olduğunu görüyoruz diyebilir miyiz?

Zeynep Uğur: Bence evet. Çünkü zaten bizim seçkimizdeki işler genellikle kariyerinin başındaki, bugünün meseleleriyle ilgilenen sanatçıların işleri olduğu için ya da hemen bir şeylere daha hızlı belki refleks gösteren işler olduğu için, yeni zamanlarda ortaya çıkan, tüm dünyanın gündeminde olan meselelerle alakalı işler oluyor. Queer sanatçılar ve özellikle queer görünürlük üzerine ya da queer anlatılar üzerine otobiyografik şeylerden yola çıkıp bu konuya dair anlatıları olan işler de oluyor mutlaka. Bu zaten biraz zamanın ruhuyla alakalı bir şey.

Türkiye'de de bence aslında bir eksiklik var. Çok aktif bir queer sanat alanı var bir yandan ama özellikle biraz daha gece hayatına sıkışmış bir yerde bu alan. Bazen görsel sanatlarla işbirlikleri oluyor. Ama sanki gösteri sanatlarında bu alanı drag şovları ya da performatif bazı etkinlikleri gösteri sanatları kategorisine dahil etmekte biraz snobluk yaptığını düşünüyorum. Daha çok bağlantıda olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca Fringe kapsamında konuşuyorduk, kamusal alanda görünür olan nedir, görünmez olan nedir? Şu anda da Türkiye'nin en zor hayatlarından bahsediyoruz bir yandan da aslında.

Fringe'in bir parçası olarak çoğu işten sonra bir parti düzenleniyor. "Let's Fringe İstanbul" ruhu asla bırakılmıyor Fringe Festival'de. Bu çok güzel bir şey. Dediğiniz gibi, bizim ülkemizde düzenlenen drag showlarımız ve böyle bir işbirliği çok kolay bir şekilde yürütülebilir aslında ama sadece orada biraz daha o işe dair algıların dönüşüp, biraz daha disipline edilmesi gerekiyor olabilir bence.

Kumru Yaren Cengiz: Evet, partilerden konuşalım istiyorum biraz da. Çünkü İstanbul Fringe Festivali'nin önemli bir parçası. Hem o kapalı partiler hem de performansların peşinden gelen açık olan partiler hakkında konuşalım. Sizin için nasıl ilerliyor bu süreç?

Zeynep Uğur: Bizim için partiler hep çok önemliydi. Başlarken de “Fringe partilerine gidilir.” gibi bir algı yaratmak istiyorduk genel olarak.

Bunun çok organik bir sebebi var. Biz kendimiz eğlenmeyi çok seven insanlarız. Kurucu ekip için söylüyorum. Özellikle İstanbul'da da giderek eğlence hayatı da daralıp daha küçük alanlara kaydığı için aslında kendimiz eğlenmek isteyeceğimiz, kendimiz gitmek isteyeceğimiz partiler yapmak gibi bir ihtiyacımız vardı en başta.

Sadece gidip bir oyun izleyip çıkmak değil de, oraya yurt dışından da bir sürü insan geliyor. Normalde bir araya gelmeyecek insanlar bunlar. Farklı karşılaşma alanları yaratmak, insanların birbirleriyle etkileşime geçmesini sağlamak bu partilerin bir amacı. Buradan o dönüştürücü deneyimlerin geldiğini düşünüyorum.

Bir yandan da artık 2024 yılında da -kamusal alan benim çok kullandığım ve zaten doktora tezimde de üzerine çalıştığım bir konu- kamusal alanda ilişkiler artık böyle bir kafede oturup edebiyat üzerinde konuşarak olmaktan ziyade daha fiziksel olana, daha performatif olana yönelik ve partilerde insanlar daha çok birbiriyle tanışıp etkileşime geçiyor aslında. Bunun için de bence çok önemli ve o beraber eğlenme durumu da bizim çok sevdiğimiz bir şey. Genelde de çok fazla dansçı olduğu için özellikle festivalde bir anda çemberler oluşuyor, insanlar inanılmaz dans ediyorlar. Dolayısıyla böyle çok keyifli ve enerjik bir tarafı oluyor partilerin. Bizim de hep devam etmek istediğimiz bir şey bu.

Kumru Yaren Cengiz: Ben o partilerde özellikle birçok yabancı sanatçıyla tanıştım ve hala Instagram'dan takipleşiyoruz, konuşuyoruz onlarla. O hedeflediğiniz karşılaşma alanları çok güzel yaratılıyor diyebilirim.

Hem dünyada hem ülkemizde giderek daha da yoğunlaşan performans-tiyatro-dans kavramlarının tanımı açısından bazı tartışmalar mevcut. Ben bu konuda çoğu şeyin çok daha gri alanda kaldığını, gösteri ve performans sanatlarının aslında birbirine giren şeyler olduğunu, bu kadar siyah/beyaz ya da keskin çizgiler olmadığını düşünüyorum aralarında. Mesela İstanbul Fringe Festivali’ni tanımlarken performans sanatları festivali ya da tiyatro festivallerinden biri gibi adlandırıldığı oluyor. Ama ben dediğim gibi daha gri bakıyorum bu işe. Siz ne düşünüyorsunuz dans, tiyatro, performans konusunda? Kendi tanımlarınız ve bakış açınız nasıl bu mevzuya dair?

Zeynep Uğur: Dünyada zaten bu disiplinler arasındaki keskin çizgiler ortadan kalkmış durumda. Ve bence zaten “Bu şimdi tiyatro mu, performans mı?” falan sorusu yanlış bir yaklaşım. Buna çok takılıyoruz Türkiye'de. Buradan bakmak yerine, orada teatral olan nedir, performatif olan nedir gibi daha farklı tartışmalar olabilir bunun etrafında. Ama ben şeyi çok duyuyorum: “Yani güzeldi ama ne şimdi bu? İşte tiyatro mu, performans mı?”

Bunun disiplin olarak adını koymaya çalışmak bizi ileriye götürecek ya da bu tartışmayı ileriye götürecek bir şey değil. Çünkü bugün artık dünyada bu kabul edilen bir şey. Bu alanlar çok fazla birbirinin içine girdi. Performans, yani tiyatral öğeler kullanan performanslar var; performatif tarafı daha kuvvetli olan ya da danstan çok beslenen tiyatro oyunları var.

Biz bu yüzden aslında tiyatro, dans ve performans diyoruz İstanbul Fringe Festivali’ni tanımlarken. O performans, kendini tiyatro oyunu olarak tanımlamayan, bu kalıbın içinde görmeyen ya da dans gösterisi olmayan ama performatif bir şeyler yapan insanların işlerinin kapsanabileceği bir alan olsun diye performans diyoruz.

Performans sanatı tabii ki ayrı bir disiplin. O da ayrı bir sanat dalı ve o da festivalde kendine yer bulabilen bir sanat dalı. Ama daha bu konularda, bu iç içe geçişlerin farkında olmak lazım diye düşünüyorum. Bu artık dünyanın gerçekliği ve buna çok da direnmememiz lazım bence genel olarak.

Kumru Yaren Cengiz: Bence de öyle. Fringe’in Türkiye'deki doğuşunu, tam olarak o hikayeyi dinlemek istiyorum sizden. Biraz anlatabilir misiniz?

Zeynep Uğur: Galatasaray Üniversitesi tiyatro topluluğunda beraber tiyatro yapmış bir ekibiz. Aslında orada tiyatro yaptıktan sonra herkes biraz farklı alanlara gitti. Aramızdan tiyatro okuyanlar oldu. Başka alanlarda yurt dışında eğitim alanlar oldu. Aslında bizim bu Galatasaray Tiyatro Topluluğumuz, daha geniş bir çember içinde Nezaket Erden'in de olduğu, İlyas Özçakır’ın da olduğu, Çağdaş Ekin Şişman, Ziya Demirel, Doğa Nalbantoğlu, Ozan Küren gibi alanda başka başka işlerle de bilinen insanların da olduğu bir dönemdi o. Mezun olduktan sonra da o arkadaş grubu durumumuz devam etti. Aynı zamanda ekibin bir kısmı başka işler yaptı. Sarı Sandalye diye bir ekip kuruldu ve orada başka oyunlar yapıldı.

Kumru Yaren Cengiz: Bahsettiğiniz isimler, hepiniz Galatasaray Üniversitesi gerçekten şu an ele geçirmiş durumda sektörü. Hepinizi tanıyoruz cidden.

Zeynep Uğur: Evet, benim üniversite yıllarıma denk gelen, ondan biraz sonrasında, biraz öncesinde olan dönemde hakikaten bu alanda çalışmak isteyen çok fazla insan oldu. Hepimiz bambaşka bölümlerde okusak da -sanat bölümleri yok zaten Galatasaray'da- öyle bir şeye denk geldi gerçekten. Yapmaya devam etme isteğimiz vardı. Onlar zaten ekibin bir kısmı, Emre Denizhan Emir, onlar Sarı Sandalye’de devam ediyorlardı bir yandan. Ama Emre Galatasaray'ı bitirdikten sonra Brüksel'de École LASSAAD bünyesinde fiziksel tiyatro eğitimi aldı ve orada bazı kumpanyalar kurdu. Onlarla kendi işleriyle başka festivallere katıldı ve bazı Fringe festivallerine katıldı.

Orada aklına “Niye İstanbul'da bir Fringe yok?” şeklinde bir fikir geliyor ve o dönem onlar Denizhan'la ev arkadaşı. İstanbul’a geldiğinde Denizhan'la bundan bahsediyor. “Ya bu yapılmamış biz yapsak mı? Nasıl olur?” falan diye konuşurken ben de tam o sırada Paris'te Nilüfer Hoca'nın bir projesinde çalışıyordum, Kamusal Alan Demokrasisi diye. Ve sanatçılarla akademisyenleri bir araya getirdiğimiz gruplar yapıyorduk. Konferanslar düzenliyorduk.

Ben de şey düşünmeye başlamıştım: Aslında Türkiye'de böyle bir şey yapsam, alandan insanlarla çalışsam, tiyatro üzerine kimle yaparım?

Benim de tabii ki arkadaşlarım ve zaten kendileri tiyatro yapan insanlar olan Emre, Denizhan, Emir aklıma gelmişti. “Böyle bir şey mi yapsak beraber?” diye ben de tam onlara bunu söylemek istiyordum. Emre dedi ki “Fringe yapıyoruz, İstanbul Fringe yapıyoruz. Sen de bu işin içindesin.”

Ben o şekilde dahil olmuş oldum. Sonra ben de dedim ki yani bu işin bir iletişiminin yürütülmesi gerekecek. Eda da bu şekilde dahil oldu. Zeynep Demir kendisi Prague Fringe'de daha önce çalışmış. Biz ilk başladığımızda “Ben yapacaktım İstanbul'da Fringe'i. Siz kimsiniz, beraber çalışalım tanışalım.” dedi. O direkt zaten ekibe dahil oldu, çok da yakın arkadaş olduk hemen. Daha sonra da Gizay Akdoğan vardı başında, Denizhan'ın tanıştığı. Biz de böyle cemaat gibi kendi içimizde olmayalım, dışarıdan da birileri olsun ve onlar da farklı şeyler getirsin bir yandan diye başka ekip arkadaşlarımız oldu; işin görsel kısmıyla ilgilenen.

Ondan sonra da bu şekilde başladık aslında. Festivalin ilk yılında gönüllü olan dört arkadaşımız var ki onların da zaten üçü gene Galatasaray'dan tiyatrodan, onlar da devamında direkt organizasyon ekibine dahil oldular ve organizasyonla ilgili sorumluluklar üstlendiler. O şekilde başladık.

Bu böyle anlatırken çok kolay olsa da, ülkemizde sıfırdan bir festival oluşturmak ve yapmak çok zor bir şey. Yepyeni bir şey yaratıyorsunuz. Onun bağlantılarını kurmanız lazım hem dünyada hem ülkede. Onun organizasyonu vesaire bu kadar basit değil tabii ki.

Zeynep Uğur: Evet, çok çalışma tabii ki gerektirdi, gerektiriyordu ama bizim için hakikaten böyle bir ortak tutku projesi bu. Festival haftası inanılmaz yoruluyoruz ama aşırı keyif alıyoruz ve bize hiçbir şey de o kadar hayatta hissettirmiyor büyük ihtimalle. Çok canlı hissettiren ve çok mutlu eden bir şey bizi. Onun için severek yapıyoruz.

Kumru Yaren Cengiz: Biz seyircilere de o şekilde geçiyor gerçekten. Zaten erişilebilirliği de bence çok değerli bir noktası Fringe'in. Özellikle bilet fiyatları öğrenciler ve gençler için olan. Çünkü bir festivalin parçası olmak, öğrenci olan ya da genç olan ya da yaşı ilerlemiş bile olsa sanat piyasasında olan biri için -ünlü değilse, çok yüksek bir noktaya gelemediyse, kendi yağında kavrulan biriyse- bütçesi o kadar fazla olamıyor. Çünkü öyle bir geliri olmuyor. O yüzden de Fringe ekibi inşallah çok daha güzel, çok daha büyük destekler alarak ilerler ve bu erişilebilirliğini daha da genişletir. Benim temennim bu yönde.

Bu senenin programını biraz performanslar üzerinden inceledim. Sayıca bir artma durumu var mı geçtiğimiz seneye göre? Hem sayıca bir artma var hem de performansların içeriklerine baktığımda kapsamının da daha genişlemiş olduğunu görüyorum. Çünkü seçilen sahneler bile bunu gösteriyor bence, o performansların sergileneceği sahneleri dahi incelediğimde. Bu senenin program içeriği hakkında konuşalım istiyorum röportajın sonuna yaklaşırken.

Zeynep Uğur: Tabii, bir artış oldu aslında. Mekansal olarak biz zaten her sene daha fazla yeni mekanı dahil etmeye çalışıyoruz. O hep böyle genişlemeye çalıştığımız bir konu bizim.

Bu sene en büyük seyirci kapasitesi olan mekanlardan biriyle çalışacağız. Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahne mekanlardan bir tanesi oldu. Onun dışında Enka'yla bir işbirliği yaptık, Enka Sanat'la. O sayede "The Life of Hokusai" festivalin çok beklenen işlerinden biri oldu. Bizim de çok heyecanlandığımız bir iş. O daha bütçeli ve belki bizim kendi başımıza teknik olarak burada ağırlamakta zorlanacağımız bir iş olurdu. Onun dışında da yine farklı mekanlarda Bova Sahne var mesela. Takip ettiğimiz, normalde bizim de gitmeyi sevdiğimiz bir yer. Onların yer alması bizim için güzel bir şey.

Bir de, bütün bu Galatasaray Üniversitesi hikayemizden bahsettim az önce. Bu sene Ortaköy'de Afife Jale sahnesi var. Orası bizim için böyle yıllardır istediğimiz bir şeydi aslında. En başından beri. Çünkü biz Galatasaray'da tiyatro yaparken hep oyunlar Ortaköy'de Afife Jale sahnesinde prömiyer yapardı ve orada oynardık. Yani o bizim insanlarla buluşma sahnemizdi o zaman. Yıllardır da tadilattaydı. Oraya şimdi kendi festivalimizle gelmek bizim için çok romantik bir şey. Çok heyecanlıyız onun için.

Onun dışında başka mekanlar da var tabii. Arter’le zaten bir süredir çalışıyoruz. Yine Arter’de arka arkaya bir sürü gösterinin olacağı uzun bir gün geçireceğiz beraber, festivalin son gününde. Hep çalıştığımız bazı mekanlar var zaten. Akbank Sanat, Arter, Barış Manço Kültür Merkezi, Bereze Gösteri Evi, Dasdas… Çak Stüdyo'da daha önce atölyeler yapmıştık. Bu sene ilk defa gösterim mekanı da olacak. Enka Oditoryum’u zaten yıllardır beraber çalıştığımız bir yer. Hopa Alkazar, Kadıköy Belediyesi Alan Kadıköy aynı şekilde. Her gün Alan Kadıköy'de bir gösterimiz olacak. Bu sene yeni eklenen de BOVA, Eksibir, İstos Ortaköy Kültür Merkezi, Öktem Aykut Sahne, Kadir Has Scsb Stüdyo, Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahne yeni çalıştığımız mekanlardan.

Bu sene özel işlerden bir tanesi EFFEA, Avrupa Festivaller Birliği’nin Emerging Artists Fonu'nu aldık yazdığımız bir projeyle. "Dünya Maskara" diye bir proje. Rodos, Girit ve İstanbul arasında üç farklı festivalde sergilenen bir iş olacak. O bayağı enteresan bir iş. Türkiye'den ve Yunanistan'dan sanatçıların, dansçıların beraber çalıştığı iki dilli bir iş. Onun için epey heyecanlıyız.

Aynı zamanda da bunu henüz duyurmadık. Yakın bir zamanda duyuracağız zannediyorum ama 22 Eylül'de de aslında festival bittikten sonra hep beraber bir buluşma gibi de bir etkinliğimiz olacak. İstos’ta, Anna Maria Aslanoğlu, İlyas Özçakır'la beraber Büyük Zarifi Apartmanı'nda ve aslında Türk-Yunan ortak hafızasına gösteri sanatlarıyla bakan iki tane iş, Dünya Maskara ve Büyük Zarifi Apartmanı etrafında konuşacağımız bir buluşmamız olacak 22 Eylül'de. Sonra da hep beraber bir şeyler içip muhabbet edip festivali beraber rahat rahat kapatırız diye düşünüyorum.

Zorlu’da olacak iş "The Whisper of the Waves", yine bayağı heyecanla beklediğimiz bir performans. Tayvan'ın çok yeni yükselen bir gösteri sanatları sahnesi var, uluslararası alanda çok görünür olmaya başlayan. "The Whisper of the Waves" de farklı bir sürü yerde oynamış ve çok iyi eleştiriler almış bir iş. Edinburgh ve Prague Fringe'de bayağı beğenilmişti özellikle. Onu da merakla bekliyoruz.

Atölye ve buluşma programımızı da yakında duyuracağız. Oralarda da özellikle buluşmalarda bazı yeniliklere gittik. Akademik bir formatta herkesin teker teker konuştuğu bir şeyden ziyade daha geniş kapsamlı buluşma gibi organize etmeye karar verdik onları. Onları da zaten önümüzdeki günlerde duyuracağız.

Kumru Yaren Cengiz: Evet, sizin üç tavsiyenizi, üç favorinizi alabilir miyim bu performanslardan bu seneki programda?

Zeynep Uğur: Tabii, bahsettiğim gibi "The Life of Hokusai"yi çok tavsiye ederim ve çok merakla beklediğimiz bir iş. "The Whisper of the Waves" aynı şekilde Zorlu’da olacak. O bence çok net tavsiyelerimden bir tanesi. "The Kitchen Dance" Yunanistan'dan bir iş, açılış performansımız olacak. O da özellikle açılışa da çok yakışacağını düşündüğümüz, ilk başvuru geldiği andan itibaren "Bunu kesin alalım, harika duruyor." dediğimiz bir işti. Onu çok tavsiye ederim. Bir tane de bonus tavsiye olarak Türkiye'den ekleyeyim: Dicle Doğan, benim yıllardır çok severek takip ettiğim biri ve onun yönettiği "Heybesini Çiğneyen Katır" performansı, festivalde olmasından çok mutluluk duyduğum bir iş. Bonus olarak onu söyleyeyim.


Kumru Yaren Cengiz: Fringe'in şimdi geçen seneki açılış konuşmasını hatırlıyorum. Geçen sene 5. yılıydı ve bu çok önemli bir şey bir festival için. İstatistik olarak sizde nasıl bilmiyorum ama seyirci olarak ben öyle gördüm. Önceki senelerdeki normal akışın dışında bir kalabalık vardı. Bu sene daha da fazla olacak diye düşünüyorum ben. Çünkü Fringe'e gözler daha çok yoğunlaştı.

İstanbul Fringe'in hedefi ne aslında? Bir hedef muhakkak var çünkü her yerde, her ekipte olduğu gibi. Hem de bu evrildiği yön hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zeynep Uğur: Çok teşekkürler yine söyledikleriniz için. Bunları duymak çok güzel öncelikle tabii ki. Orada olup da insanları gördüğümüzde böyle bir değişim olduğunu, bir seviyeden başka bir seviyeye geçildiğini biz de hissettik hakikaten. Mutlu ediyor tabii ki bunlar. Giderek daha fazla karşılık bulması emeğimizin... Bir de şu çok duyduğumuz bir şey ki, genelde festivale bir kere gelen arkadaşlarını da getiriyor. Bu deneyimi çevresiyle de paylaşmak istiyor. Yani tekrar daha kalabalıklaşarak geliyor ve bu çok organik ve güzel bir büyüme bizim için.

Hedeflerden bahsederken, genel olarak bu yola çıkarken sahip olduğumuz bazı hedefler vardı. Yurtdışı alanıyla Türkiye arasında bir ortak alan yaratmaktı aslında. Hem yurt dışından işlerin Türkiye'ye gelebileceği hem de Türkiye'den işlerin İstanbul Fringe'de oynadığı için başka yurtdışı festivallerine başvururken de bunun referansını alabileceği ya da bizim başka festivallere yönlendirebileceğimiz, aracı olabileceğimiz Türkiye'den işlerin yurtdışına çıkmasına bir alan yaratmaktı. Bu konuda hedeflerimize ulaştığımızı düşünüyoruz. Şu anda da bunu nasıl daha çok yapabiliriz üzerine düşünüyoruz.

Bunun parçalarından bir tanesi de mesela dünyanın en büyük dans ağı Aerowaves’e üye olduk. Türkiye'deki sanatçıların bu ağa dahil olmasını sağlamak üzere adımlar attık. Onun dışında kentle ilişkimiz açısından, kentin farklı yerlerine yayılmak, festival boyunca böyle bir farklı zaman-mekan yaratmak hedeflerimiz arasında yer alıyordu. Bunu her sene yapmaya çalışıyoruz. Erişilebilir tutmak vardı. Bu ekonomik dönemde bu bizim için de zor. Çünkü biraz kendimizden vererek fiyatları bu şekilde tutmaya çalışıyoruz aslında. Ama gene de bunu yapıyoruz çünkü bizim için çok önemli.

İleride prodüksiyona belki yönelebiliriz. Ortak prodüksiyonlar yapmaya. Özellikle de daha çok beraber üretim yapılabilecek, yurtdışından sanatçıların gelip Türkiye'de performans yapıp Türkiye'deki sanatçılarla bir şeyler üretebileceği ya da Türkiye'den sanatçıların giderek aynı şeyi yapabileceği işler yapmaya çalışıyoruz. Bunlarla alakalı projelerimiz oluyor. Gerçekleştirdiklerimiz var, haber beklediklerimiz var. Gereken şartları olgunlaştırmaya çalıştığımız işler var. Olabildiğince de üyesi olduğumuz uluslararası platformlarda aktif rol almaya çalışıyoruz. Bu aktif rolün içinde hem sanatçıların gelmesi var, hem bizim kültür profesyonelleri olarak eğitimlere katılmamız, başka festivallere katılmamız, hem de kültür politikası konuşulan alanlarda söz söylememiz var. Türkiye'den bir bakışın da uluslararası alanda değeri olduğunu, katkısı olduğunu göstermeye çalışmamız var. Böyle özetleyebilirim herhalde.

Kumru Yaren Cengiz: İstanbul Fringe Festivali’nin kendine has bir enerjisi var. Her yıl çok ciddi bir şekilde büyüyen de bir kitlesi var, konuştuğumuz gibi. Bu noktada o enerjiyi, ruhu korumak gerek diye düşünüyorum. Sizce o kalabalıklaşma halinin tehlikesi var mı? Bunun için nelere dikkat ediyorsunuz?

Zeynep Uğur: İletişim kanallarını açık tutmaya önem veriyoruz öncelikle. Olası bir beklentiyle gerçeklik arasında bir kopma olmaya başlarsa bunu fark edebilelim diye. Bahsettiğiniz gibi, geçen sene platform üstünde o açılış konuşmasını yapıyoruz ama gecenin sonunda da hepimiz ağzımızda tornavidalarla o sahnenin altına girip o platformu biz söktük. Bu bizim zaten beraber tiyatro yapmaktan bir alışkanlığımız ve işin o tarafını da seviyoruz.

Hep “beraber olma” halini tutmaya çalışıyoruz. Ama onun dışında çok ana akım bir yerde bir iş göstermenin bu işin ruhunu zedelediğini düşünmüyorum ya da çok fazla insanın katılmasının o ruha zarar verdiğini düşünmüyorum. Zaten kapsayıcılık da bence biraz böyle bir şey olmalı. Yaşayan ve dönüşen bir şey olması gerekiyor bunun günün sonunda.

Kumru Yaren Cengiz: Evet. Benim gözlemim de bu şekilde en azından. Burada bir zarar vermektense aslında evrilen bir şey var ve o da çok doğal gelişen bir şey. O verilen şey de seyircinin deneyimiyle aslında görünür oluyor. Yani benim üçüncü yılındaki deneyimimle beşinci yılındaki deneyimim, hatta daha peş peşe olsun, dördüncü yıldaki deneyimimle beşinci yılındaki deneyimim arasında uçurum var. Ama ikisi de kendi özgünlüğünde çok güzel. Birbirinden daha güzel değil, ikisi de çok farklı ve ikisi de çok güzel benim için o deneyim.

Son sorumu da sorayım. “Let's Fringe İstanbul” sloganı kimden çıktı? Çünkü nokta atışı bir slogan olduğunu düşünüyorum.

Zeynep Uğur: Eda, iletişim direktörümüz. İlk sene çıkarken öyle bir hashtagle çıktı ve sonra da sevdik bunu ve yıllardır da kullanıyoruz. “Hadi başlıyoruz!” gibi bir şey veriyor bize.

Kumru Yaren Cengiz: Evet, ben de çok seviyorum gerçekten. Dördüncü yıl, Kadıköy'de Emek’ten çıktık. 10 dakika sonra Alan Kadıköy’de başka bir performans var, oraya yetişmeye çalışıyoruz. Oradan insanlarla hep beraber taksi arıyoruz. Bir arabaya 7-8 kişi bindik. Hani o “Let's Fringe İstanbul” bu dedik o anda. Çok güzeldi benim için. Çok güzel oluyor. Bu sene için de çok sabırsızlanıyorum.

Zeynep Uğur: Sizin son söz olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Röportajı böyle sonlandıralım istiyoruz.

Çok teşekkür ederim. Çok keyifli bir röportajdı. Teşekkürler sabrınıza da, benim internetimle epey sınandık ama umarım tekrar görüşürüz Eylül'de herkesle beraber. Tiyatrolar.com'da biletler satışta. Özel bazı etkinlikler kendi platformlarında satışta. Herkesi bekliyoruz.


Yorumunuzu bırakın