BLOG

/ Blog
25 Mart, 2024

İhtimallerin Heyecanı

İhtimallerin Heyecanı

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

20. Akbank Kısa Film Festivali Başlıyor!

25 Mart - 4 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek olan 20. Akbank Kısa Film Festivali, bu sene 41 ülkeden 96 kısa ve 2 uzun metraj filmi sinemaseverlerle buluşturacak.

74 ülkeden toplam 2.421 kısa filmin başvurduğu Akbank Kısa Film Festivali, Festival Kısaları, Dünyadan Kısalar, Genç Bakışlar, Kısadan Uzuna, Deneyimler, Belgesel Sinema, Perspektif, Özel Gösterim ve Forum başlıklı 9 farklı bölümden oluşuyor. Akbank Kısa Film Festivali, dünya festivallerinde gösterilen birçok filmin yanı sıra, Türkiye prömiyeri yapacak yeni filmleri izleyicilerle buluşturuyor.

Festivalin 20. yıl özel konuğu ise yönetmen Nuri Bilge Ceylan oluyor. Son olarak 76. Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandıran Kuru Otlar Üstüne filmine imza atan yönetmen, 20. Akbank Kısa Film Festivali kapsamında genç sinemacılarla ve sinemaseverlerle bir araya geliyor. Buluşmada Ceylan’ın ilk kısa filmi Koza gösteriliyor ve ardından filme ve sinemasal yolculuğuna dair deneyimlerini aktaracağı bir söyleşi gerçekleşiyor.

İran sinemasının önemli isimlerinden usta yönetmen Ali Asgari’nin Sessizlik, Tanık ve Benim Hakkımda adlı kısa filmleri festival programında yer alıyor. Ayrıca yönetmen gerçekleştireceği söyleşide bilgi birikimlerini festival katılımcıları ile paylaşmayı planlıyor. Belgesel Sinema bölümüne, Lübnanlı yönetmen Sarah Francis konuk oluyor. Yönetmenin çok sayıda ödüllü belgeseli Birds of September filmi festivalde gösteriliyor. Francis’in yapacağı söyleşide, belgesel film deneyimlerini festival takipçileri ile paylaşıyor. Kısadan Uzuna’da bu yıl uluslararası alanda başarılı yapımlara imza atan yönetmen Ozan Açıktan yer alıyor. Yönetmenin deneyimlerini aktardığı bir söyleşi ve uzun metraj filmi Silsile ve ödüllü kısa filmi Marlis festival programında sahne alıyor.

Festival programı için: https://www.akbanksanat.com/kisa-film-festivali/20-akbank-kisa-film-festivali/program


Fotoğraf Akbank Sanat resmi web sitesinden alınmıştır.

Tekil İhtimaller

Simbart Projects, LÜTFÜ, Özge Akdeniz, Ufuk Aydın ve Emre Tura’nın eserlerini bir araya getirerek “Tekil İhtimaller” adlı yeni bir grup sergisine ev sahipliği yapıyor.

“Tekil İhtimaller” sergisi, bilinçdışı ve sınırların oluşturduğu katmanların belirsiz olan tekillik hâlini görsel ifade biçimleri üzerinden değerlendiriyor. Sergide, farklı sanatçıların eserleri, bireysel bilinç akışının toplumsal bilinçle ilişki kurduğu bir perspektif sunuyor. Bu eserler, tekil olanı nesne bazında ele alırken aynı zamanda bireysellik kavramını bağlantılı formlar üzerinden yorumluyor. Sergi, hafızanın farklı ifade biçimlerini keşfederken doluluk ve boşluk arasında tanımlanmamış bir alan ihtimaline odaklanıyor.

LÜTFÜ, günlük hayatta kullanılan nesnelere farklı bir bakış açısı getirerek seyircilere yeni perspektifler sunmayı hedefliyor. Sergideki çalışmaları, genellikle fark edilmeyen detaylara odaklanarak sarı mutfak bezi gibi yaygın nesnelerin doluluk ve boşluk ilişkisini inceliyor.

Özge Akdeniz, algılamanın, tanımlamanın ve ilişkilenme biçimlerinin dönüşüm olanaklarını araştırırken imgeyi merkeze alıyor. Üretim sürecinde sosyoloji, edebiyat ve sinema gibi farklı disiplinlerden de etkileniyor. Sergideki Aksamalar serisi, düzen içerisinde gerçekleşen aksama anlarını keşfederken izleyicileri düşündürmeyi amaçlıyor.

Ufuk Aydın’ın heykelleri, gündelik yaşamın imgelerinden esinlenirken bireysellik ve topluluk kavramlarını ele alıyor. Sergideki geometrik formlar, kent yaşamının görsel imgelerinden ilham alarak izleyicilere tanıdık ve aynı zamanda farklı bir bakış açısı sunuyor.

Emre Tura, detaylardan arınmış mekânlar ve zamansızlık kavramları üzerinden insanın büyük yalnızlığını ifade ediyor. Eserleri, izleyiciyi sonsuzluk ve uzak bir evrene davet ediyor.


Fotoğraf simbart project resmi instagram hesabından alınmıştır.

Light Metal

Seydi Murat Koç’un Ferda Art Platform’da gerçekleşecek olan 19. solo sergisi ’’Hafif Metal’’, 27 Mart’ta Ana Salon’da sanat severler ile buluşacak. Prof. Dr. Marcus Graf’ın küratörlüğünü üstlendiği sergi 27 Nisan tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

Sergi, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi merkezine alarak, bizlerin doğanın bir parçası mı yoksa üzerinde mi olduğumuzu sorgulatan, düşündürücü bir bakış açısı sunacak. Sanatçı, metal plakalar üzerindeki resimler ve üç boyutlu heykeller aracılığıyla, kültürel ve ontolojik soruları ele alırken, izleyiciyi çevremizdeki yaşam formları ve insan uygarlığı arasındaki bağlantıları düşünmeye davet ediyor.


Fotoğraf ferdaartplatform resmi instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

21 Mart, 2024

Gerçekliğin Düşüşü

Gerçekliğin Düşüşü

Hakkı Yüksel  |  Ed. Murat Kadaş

2024 Oscar’ında 5 önemli dalda adaylığı olan, senaryosu ve yönetmenliği Justine Triet’e ait, Bir Düşüşün Anatomisi filmini yakın zamanda izledim. Filmin başlamasını beklerken vakit geçirmek niyetiyle bir kitapçıya girmiştim. Kitapçının “bestseller” bölümünde gözüme ilişen, her anlamda klişe olduğu belli bir kişisel gelişim kitabının sayfalarını karıştırırken büyük harflerle yazılmış ve kitabın ilk sayfasını tamamen kaplayan şu yazıyla karşılaşmıştım: “Ne olduğun değil ne gösterdiğin önemlidir!” Kitabın, önemli bir mottoymuşçasına okuyucusuna sunduğu bu cümle, film boyu kulaklarımda yankılandı durdu.

Sosyal medyanın tüm hayatımıza hükmettiği, takipçi sayısının bir güç olarak kullanıldığı devirde bu cümleyi küçümseyip yok sayamayız sanırım. Günümüzde insanların ederi, sosyal medya profillerindeki görünürlükleri ve gösterdikleri kadar değil mi sahiden?

Kitaptaki cümlenin doğru olduğunu kabul edersek de karşımıza başka bir problem çıkıyor: Gerçek nedir? Gösterdiklerimizle karşımızdakini manipüle etme olasılığımız hayli yüksek. O hâlde gerçeği eğip bükmek elimizde. Bu kaçınılmaz paradoks bizi günümüzde yüksek bir geçerlilik kazanmış olan post-truth evreninin içine itiyor. İtildiğimiz evrende ayakta kalmak için de gerçek ile aramızdaki ilişkiyi yeniden düzenlemek mecburiyetindeyiz.

Bir Düşüşün Anatomisi, Fransız Alpleri’nde bir kulübede, kocası Samuel ve oğlu Daniel’la izole bir yaşam süren Sandra’yı merkeze alarak meta-kurmaca düzlemde bir “gerçeklik” tartışması açmaya çalışıyor.


Filmde, Samuel yüksekten düşerek ölür; fakat soruşturma sonucunda ölüm nedeni kesinleşmeyince Sandra cinayet suçlamasıyla tutuklanır. Samuel’in ölümünün sorgulandığı mahkeme süreci, çiftin ilişkilerini deşen tatsız bir psikolojik yolculuğa dönüşür. Filmin görünen bu olay örgüsünde Sandra yalnızca gerçekleri anlatır. Üstelik üç kere öteki olduğu bir toplumsal düzenin içinde: Bulunduğu ülkenin dilini bilmemektedir, biseksüeldir ve kadındır. Savcı bu üç aygıtı da jürinin önünde ustaca kullanarak Sandra’yı sürekli baskılar.

Gerçeklikten ayrılmamak teoride Sandra’nın işini kolaylaştıracak gibi görünse de bu tercihi her şeyi onun aleyhine çevirir. Kuru gerçeklik öylesine katı ve düzensizdir ki bir nevi jüri olan biz izleyicilerin de kafası karışır. Filmin kurgusuyla manipüle olan bizler de Sandra’nın haklılığını sorgularız. Bu davada gerçek, “olan” değil “görünen”dir. Sandra’nın avukatı Maitre, Sandra’ya gerçeğin bazen bükülebileceğini söyler. Ancak dürüst Sandra, hakikati anlatmaya devam edecektir.

Karakterleri yazar olan bir film, en baştan alımlayıcısına bir meta-kurmaca düzlemi açtığını ilan eder. Sandra da, eşi de bir roman yazarıdır. İnsanlar neden roman okur, kurmaca metinlere neden ihtiyaç duyar? Prof. Dr. Beliz Güçbilmez, “Kurmacalara neden muhtacız?” sorusunun cevabını güçlü argümanlarla aramaya çalışmaktadır. Güçbilmez’e göre artık tartışmasız bir hakikat belgesi yoktur. Görünür olanı birebir yansıtan fotoğrafın bile artık grafik tasarım programlarıyla iz bırakmadan değiştirilebileceğinden hakikatinin tartışılabilirliğine dikkat çekmektedir. Yazara göre gerçek, gündeliğin içinde bulunamaz.

“Gerçek, ‘olan’ değil ‘üretilen’dir: dille, yazıyla, ifadeyle, imgeyle. Öyleyse dili, düşünceyi ve imgeyi bir araya getiren, kendini bunlardan kuran, gerçeklik iddiasından geri çekilmiş kurmacalar pekâlâ aradığımız hakikatin adresi olabilir.” (Anne Ben Düştüm mü, s.33)

Yaşamın gerçekliğiyle kurmacaların gerçek dışılığını teraziye koysak rasyonel akıl yaşamın gerçekliğinin ağır basacağını söyler. Oysa yanılır. Çünkü kurmaca metinlerdeki gerçek dışılık bir sebepten ötürü yaşamın gerçekliğinin önünden gider. Yaşam düzensizdir, rastgeledir, öngörülemezdir. Kurmacalardaysa her şey belli bir nedenselliğe dayanır. Bu sebeple aklın kavrayabileceği bir gerçekliği yaşamda değil, kurmaca metinlerde buluruz. Ranciere, Kurmacanın Kıyıları kitabında “kurmacayı olağan deneyimden ayıran şey, gerçekliğin eksik değil rasyonelliğin fazla oluşudur.” der. Bu bağlamlarda, Sandra’nın izleyici üzerinde gerilim yaratan çıkmazından kurtuluş yolu salt gerçeğe tutunmak olamayacaktır.

Sandra, hakikat için kurmacaya muhtaçtır. Bu iki karşıt kavram mahkeme salonunda çözülecek, zıtlıklar çökecek, çözüme ancak öyle ulaşılabilecektir. Başta dramatik tiyatro olmak üzere kurmaca dünyasının neredeyse İncil’i kabul edilebilecek Aristoteles’in Poetika’sında şöyle bir kuraldan bahsedilir: “Ozanın işi, gerçekten olmuş şeyleri değil olabilecekleri, olabilirlik ve zorunluluk gereği meydana gelebilecekleri söylemektir.” Sandra da Aristoteles’in ideal ozanı gibi davranmalıdır. Belki gerçekliği olduğu şekilde anlatmaktan vazgeçmeyerek; ama onu olabilirlik ve zorundalık ilkesiyle yeniden kurgulayarak...

Yapay zekânın hükmündeki zamanımızda gerçeğin peşinde koşmak yorucu. Bu koşuya bir mola vererek şahane kurgusuyla gerçek üzerine gerçek bir tartışma yapan bu filmi hâlâ vizyondayken kaçırmamalı. 

Devamını Oku

18 Mart, 2024

Miras Kalanlar

Miras Kalanlar

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Glossolalala

Johanna Gustafsson Fürst ve Dilek Winchester'ın bireysel üretimlerini bir araya getiren "GLOSSOLALALA" sergisi, farklı mecraları ve üretim yöntemlerini kullanarak sanatçıların eserlerini Arter’de buluşturuyor. Sergi, iki sanatçının farklı yerlerde ürettikleri eserlerini karşılaştırma ve tartışma yollarıyla aynı zeminde bir araya getiriyor.

"GLOSSOLALALA" adını, "glossolali" teriminden esinlenerek oluşturuyor. Bu terim, bilinmeyen ve uydurmaca dillerde konuşma yetisi etrafında tanımlanırken, sergi dilin farklı yönlerini ve kullanımlarını ele alıyor. Sanatçıların dil meselesi etrafında kurguladıkları eserler, dilin ses, yazı, beden ve mekânla ilişkilendirilmesini inceliyor.

Sergi, dilin sınırlarını ve olanaklarını keşfederken, dilin bizi hem bölen hem de birleştiren farklılıklar üzerine düşünmeyi sağlıyor. Eserler, dilin gücünü ve çeşitliliğini vurgularken, dilin egemenliği ve dilsel şiddet gibi konuları da ele alıyor. Kekeleyen cümleler, ham seslere dönüşen yazılar, mekâna düşen kelimelerin yeniden bir araya getirilmesi, Divan Edebiyatı'ndan ritme dönüştürülen parçalar ve çok dilli bir topluluğun cisimleştirilmesi gibi çeşitli temaları işliyor.

Johanna Gustafsson Fürst ve Dilek Winchester'ın sanatsal diyalogunu yansıtan "GLOSSOLALALA" sergisi, izleyicilere dilin ve iletişimin çeşitli yönlerini keşfetme fırsatı sunuyor. Sergi, 4 Ağustos 2024 tarihine kadar görülebilir.


Fotoğraf Arter resmi web sitesinden alınmıştır.

Çubuklu Silolar: İstanbul'un Yeni Kültür ve Sanat Merkezi

İstanbul'un endüstri mirasının önemli yapılarından biri olan Çubuklu Silolar, şehre kazandırılan yeni bir kültür, sanat ve yaşam alanı olarak kapılarını açtı. Kaderine terk edilmiş bir miras alanı olan Çubuklu Silolar, İBB Miras tarafından dünya çapında örnek teşkil edecek devasa bir kültür sanat alanına dönüştürüldü. Yenilenen mekanda, Dijital Sanatlar Müzesi, Doğa ve Bilim Müzesi, kütüphane, atölye, karşılama merkezi, sahne, kafe, restoran, çocuk ve sanat merkezi gibi çok çeşitli alanlar bulunuyor.

Çubuklu Silolar'daki Dijital Sanatlar Müzesi, Ars Electronica'nın küratörlüğünde oluşturulan bir seçkiyi sergiliyor. İBB Miras ve İBB Kültür'ün katkılarıyla gerçekleştirilen açılış sergisi olan "Bilinci Yeniden Kurmak: Gerçek Nedir?", medya sanatının perspektifinden gerçeklik kavramına yeni ve alternatif bir bakış sunuyor.

Sergi, uluslararası ve yerel dokuz farklı sanat pratiğini bir araya getirerek görünmez olanı görünür kılmayı hedefliyor. Sanat ve teknoloji ekseninde bir düşünce alanı açmayı amaçlayan sergi, izleyicileri somut olanın sınırlarının ötesine taşıyarak algılanabilir gerçekliklere temas etmeye davet ediyor. “Bilinci Yeniden Kurmak: Gerçek Nedir?” sergisi, 10 Mart – 10 Haziran 2024 tarihleri arasında Çubuklu Silolar Dijital Sanatlar Müzesi’nde ziyaret edilebilir.


Fotoğraf Arkitera resmi web sitesinden alınmıştır.

Görüntü Tarihinin Şahidi: Ozan Sağdıç'ın Fotoğrafçılık Serüveni

İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, belgesel fotoğrafın usta ismi Ozan Sağdıç'ın gözlerinden Türkiye'nin tarihine yolculuk sunan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Burgan Bank'ın sponsorluğunda düzenlenen "Ozan Sağdıç: Fotoğrafçının Tanıklığı" sergisi, 20 Ekim'e kadar ziyaretçilere açık olacak.

Sergi, fotoğraf sanatının en önemli temsilcilerinden biri olan Ozan Sağdıç'ın 1950'lerden bu yana ürettiği kapsamlı eserlerini bir araya getiriyor. İstanbul Modern Fotoğraf Küratörü ve Bölüm Yöneticisi Demet Yıldız Dinçer ile fotoğraf sanatçısı Merih Akoğul'un küratörlüğünü üstlendiği sergide, 127 eser, Türkiye'nin sosyal, politik, ekonomik ve kültürel tarihine ışık tutuyor.

Ozan Sağdıç'ın karanlık odasından çıkan baskılarla birlikte sergide yer alan eserler, Türkiye'nin fotoğraf tarihine dair benzersiz bir panoramayı sunuyor. Fotoğrafçının çalışmaları, belgesel fotoğrafın altın çağı olarak kabul edilen döneme ışık tutarken, ülkenin geçmişine ve döneminin ruhuna dair önemli bir tanıklık sunuyor.


Fotoğraf fotografya resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

14 Mart, 2024

Kent, İmge, Algı

Kent, İmge, Algı

Eren Can Altay  |  Ed. Murat Kadaş

Geleneksel olana algımız, hafıza üzerinden değil imgeler üzerinden oluşur. Geçmişin izleri ya o dönemin gözüyle çizilen, yazılan, üretilen eserlerle ya da o dönem hakkında sonradan üretilen ikinci dereceden imgeler ile sağlanır. Sanatın ya da entelektüel üretimin pratik yararlarından biridir bu. Bize belirli bir dönemin tanıklığını yaptırırlar. Daha da önemli olansa arşiv ya da dokümanın aksine, sanat içeriği zamanın mantığını anlamamıza ve onu bir açıdan hissetmemize de yardımcı olur.

Ancak bu hisler en iyi ihtimalle ikinci el hislerdir. Çünkü durumu bizzat deneyimlememişizdir. “Gerçek” olan, bir başkasının -sanatçı, düşünür, gezgin- filtresinden geçerek bize ulaşır. Tarih hakkındaki hafızalarımız imgelerden meydana gelir. Bu açıdan tam olarak güvenilmezdirler ve değişime müsaittirler. Belkide bu yüzden gerçek ile arasındaki bu boşluk nostalji ile doldurulur.

Bu algı ile geliştirilen nostaljik duygular belki de en çok şehirlerde karşımıza çıkar. Çünkü herhangi bir eserde tasvir edilen yer, bir şekilde kişisel olarak da deneyimlenebilir. Eğer mevzubahis şehir korunmuş ya da dönüşüm süreçlerinin dışında kalmış bir yerse, geçmiş tasvire yakın bir manzara hala mevcut olabilir. Eğer durum bunun tersi ise de bir zamanlar o mekanın neye benzediği düşünülür. Deneyimlenen yer her ne kadar aynı olmasa da, mekanın devamlılığının sağladığı bir bağ dokunur izleyiciye/dinleyiciye. Bu sayede fiziksel bağın ötesinde, duygusal bir bağ da kurulmuş olur ve sanki o geçmiş zaman, artık bizim “hatırladığımız” bir anıya evrilir.

Bu ne kadar bize ait olduğu tartışmaya açık anı, bir başkasının filtresinden geçip bize ulaşmıştır. Bu durumda sanatçı, gezgin ya da yazar ürettiği şey ne olursa olsun bir anlatıcı rolündedir ve bizim “hafızamız” üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Bir şehri ya da mekanı önemli kılan unsurlardan biri de bu üretimdir zaten. Çünkü sevdiğimiz ya da bağ kurduğumuz şehirler sadece fiziksel ögelerden oluşamaz. Yeni kurulmuş bir yerleşkenin ya da şehrin eksiği biraz da bu durumdur.


İstanbul örneğinden ilerleyecek olursak, bir Orhan Veli, Süleymaniye ya da Kapalıçarşı kadar önemlidir İstanbul için. Çünkü gözlerimiz kapalı dinlemezsek şehri herkesin bildiği mısralarda, eksik kalır İstanbul. Oysaki hiçbirimiz görmemişizdir o yosmanın elinden düşen gülü. Ancak artık bu mısralar bildiğimiz kentin bir parçası, bizim de hafızamızdır. Ya da Orhan Pamuk’un kaleminden bir İstanbul anlatısı okunursa, hüzünden bir çarşaf iner şehre. Kişisel olarak bu duygu ile şehri birleştirmemiş olsak da artık bu ikiliyi ayıramayız kolay kolay. Şehir bizim için de hüzne bürünür bir anlamda. Tarihsel verilerle desteklenen bu anlatım ne kadar gerçekçi ve tutarlı anlatılırsa, şehir algısına işlenmesi ve kalıcılığı da bir o kadar sağlam olur.


“İstanbul ve Hatıralar" kitabında Orhan Pamuk’un da bahsettiği gibi bu anlatılar, yabancı gözler tarafından da yapılır. Bu durumda taktığımız gözlük bambaşka bir zihinden çıkar ve aslında 'tam da İstanbul gibi olmayan bir İstanbul' anlatır bize. Melling, Gautier, Nerval ya da Gide gibi yazarlar/ressamlar/mimarlar, İstanbul hakkında üretimleri ile farklı bir pencere açar ancak dönemleri gereği oryantalist bir eser oluşturmaktan kaçamazlar. Sanki mistik bir altlığı olan bu ürünler masalsı bir İstanbul’un gözlüğünü yaparlar. Artık kent biraz 1001 Gece Masalları'ndan fırlamış gibidir. Gerçek olmayan bir masal katmanı da eklenir kente. Bu örneklere Ayvazovski’nin gece manzaraları da eklenecek olursa, iyiden iyiye mitik bir kent canlanır gözümüzde. Ancak herkes kendi bildiğinden üretmektedir gördüğü manzarayı. Sonuçta Ayvazovsky, Rusya Deniz Kuvvetleri'nin baş ressamlığını yapmış biriydi ve etrafını biraz da bu perspektiften görüyordu.


Tüm bu katmanlar birer imge olarak algımızda kocaman bir İstanbul’a dönüşür. Hangi gözlüğü taktığımıza göre farklı bir şehir olur. Çoğu zamanda “gerçekten” sapan ve inanmak istediğimiz bir manzaradır bu. Nostalji tam da burada girer devreye çünkü eskinin müdahale edilebilir hafızası her zaman daha iyi, daha güzel ve daha yaşanılası bir şehir çıkartır karşımıza. Oysa ki o günler de bizim gerçekliğimiz kadar rutin ve bizimki kadar sıkıcıydılar. Onlar da aynı şehrin farklı sorunlarıyla mücadele ettiler ve aynı bizim algılarımızdaki dönüşmüş şehir gibi kendi algılarında meydana gelmiş, daha eski bir İstanbul özlemiyle yaşadılar belki de.


Melling’in İstanbul Gravürü  https://tr.travelogues.gr/collection.php?view=221


Ivan Ayvazovski: Ay Işığı Ortaköy'den Istanbul ihttps://www.gzt.com/skyroad/ivan-ayvazovskinin-gozunden-istanbul-3548951

Devamını Oku

11 Mart, 2024

Var Olabilme Sanatı

Var Olabilme Sanatı

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Gülmekten Kendine Dön

The Stay Boulevard Nişantaşı, Galeri 77'nin düzenlediği "Gülmekten Kendine Dön" isimli karma sergiye ev sahipliği yapıyor. 5 Nisan tarihine kadar açık olan bu sergide, Narek Arzumanyan, Gago, Sedat Girgin, Evgenia Saré ve Arthur Tonakanyan gibi beş genç ve köklü sanatçının özenle seçilmiş eserleri bir araya geliyor.

Galeri 77, "Galeri 77 Shows" projesi kapsamında düzenlenen bu sergiyle, sanatseverleri çeşitli duygusal ve düşünsel deneyimlere davet ediyor. Sergideki eserler, çocuksu hayal gücünden başlayarak kimlik arayışına, toplumsal eleştiriye, hicve ve aidiyet duygusuna kadar geniş bir konsept yelpazesi sunuyor. "Gülmekten Kendine Dön," mizahın gücünü vurgulayarak ziyaretçilere keyifli bir deneyim sunmayı hedefliyor.

Bu sergi, kimlik, toplumsal eleştiri ve aidiyet gibi derin konuları cesur bir şekilde ele alarak sanatın sınırlarını zorluyor. "Gülmekten Kendine Dön," ziyaretçilere hem eğlenceli bir serüven yaşatmayı, hem de tabu konuları cesaretle ele alarak düşündürmeyi amaçlıyor. Sanat dolu bir atmosferde geçecek olan sergi, The Stay Boulevard Nişantaşı'nda sanatseverlerle buluşuyor.


Fotoğraf galeri77 resmi instagram sitesinden alınmıştır.


"On Adımda Unutmak": Şahika Tekand'ın Çağdaş İnsanın Traji-Komik Öyküsü

Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği "On Adımda Unutmak," bireysel küçük dünyasına sıkışmış bir çağdaş insanın traji-komik öyküsünü ele alıyor. Bu oyun, hayata müdahale etme yeteneğini, büyük umutları ve uzun vadeli projeleri küçük kazanımlar ve kısa vadeli konforlara feda eden, çevresine duyarsızlaşan ve bilgi bombardımanına maruz kalarak farklı bir anlamda bilgisizleşen çağdaş insanın trajik durumunu konu ediniyor.

Oyun, dünyaya müdahale etme yeteneğini terk eden ve umudu çağdaş hayat sisteminin vadettikleriyle sınırlayan çağdaş insanın trajik durumunu ışık, ses, dekor gibi temel sahne elemanları ile oyuncu arasındaki zorlu mücadele aracılığıyla ifade ediyor. Var olma mücadelesini ve var olabilme yarışını anlatan oyun, seyirciyi eğlendirirken düşündüren bir seyir süreci sunuyor.

"On Adımda Unutmak," Prometheus'un ateşi insanlığa armağan edişine karşı çıkarak kendini feda edenleri değil, gönüllüce teslim olanları merkeze alarak trajik varoluşları ironik bir metin ve performans diliyle sergiliyor. Oyun, oyuncuları zorlu oyun koşullarına maruz bırakarak müzikal bir dil ve yüksek enerjili hareket düzeni ile seyirciye gerçek bir paylaşım ve performans deneyimi sunuyor. "On Adımda Unutmak," 13 Mart'ta Caddebostan Kültür Merkezi'nde, kaçırmayın.


Fotoğraf tiyatrolar.com resmi web sitesinden alınmıştır.


Öteki Taraf

PİLEVNELİ Dolapdere, sanatçı Hüseyin Çağlayan’ın “Öteki Taraf (The Other Side)” adlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Çağlayan'ın sergisi, tasarımlarıyla olduğu kadar resimsel ifade biçimiyle de tanınan bir sanatçının, kağıt üzerine akrilik, kalem ve karışık malzeme kullanarak gerçekleştirdiği resimlerini içeriyor.

Sanatçının kendi geçmişi, deneyimleri ve gözlemlerinden ilham alan eserleri, izleyicilere insan doğası ve çevresine dair düşünce ve duyguları yansıtan manzaralar sunuyor. Sergi, gözetlenme ve gözetleme kavramlarına odaklanarak izleyicilere bir gözlemci gibi konumlanma şansı veriyor. Belirsiz manzaralar, silüetler ve canlı renklerle ifade edilen sahneler, izleyicileri çeşitli yorumlama biçimlerine açık, esnek bir dünya içine çekiyor.

Hüseyin Çağlayan’ın “Öteki Taraf (The Other Side)” adlı sergisi, 6 Mart - 6 Nisan 2024 tarihleri arasında PİLEVNELİ Dolapdere’de sanatseverlerle buluşacak.


Fotoğraf pilevneligaleri resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

04 Mart, 2024

Baharı Karşılarken

Baharı Karşılarken

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

İstanbul’un Hafızası Bulgur Palas, Kültür ve Sanatın Yeni Merkezi Oluyor

İstanbul'un simgelerinden biri olan Bulgur Palas, uzun yıllar kaderine terk edilmiş durumdaydı. Restorasyonun tamamlanmasının ardından 28 Şubat'ta kapılarını sanatseverlere açan Bulgur Palas, şimdi şehre nefes aldıran bir mekan haline geldi.

Bulgur Palas'ın kültür sanat alanındaki ilk etkinliği ise "Magnum İstanbul’da" sergisi oldu. Dünyanın önde gelen fotoğraf ajanslarından biri olan Magnum Photos’un 77. yıl sergisi olan "Magnum İstanbul’da", 70 sanatçının 200’ü aşkın fotoğrafından oluşuyor. Sergide, 2017 yılında ajansa katılan ve savaş muhabirliği alanında ödüller kazanan Emin Özmen’in 30 eseri de yer alıyor. Magnum Photos’un zengin arşivine bir bakış sunan sergide, ajansın kuruluşu ve gelişiminin izleri sürülüyor. Sergi, Jonas Bendiksen, Henri Cartier-Bresson, Cornell ve Robert Capa, Ara Güler, David Seymour, Olivia Arthur, Raymond Depardon, Bieke Depoorter, Elliott Erwitt gibi ünlü fotoğrafçıların eserlerine de ev sahipliği yapıyor.

Bulgur Palas, İstanbul'un kültür sanat hayatına yeni bir soluk getirirken, "Magnum İstanbul’da" sergisi 29 Şubat - 31 Ağustos tarihleri arasında pazartesi hariç her gün 10.00-19.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor.


Fotoğraf kültür.istanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Nilüfer Tiyatro Festivali: Baharın Tiyatro Ziyafeti

Nilüfer Kent Tiyatrosu, 2-16 Mart tarihleri arasında gerçekleştireceği bahar tiyatro festivali ile sanatseverleri buluşturacak. Festival kapsamında, 14 değerli tiyatro oyunu Nilüfer'de sahnelenecek, böylece tiyatro tutkunları unutulmaz anlar yaşayacaklar.

Festivalin açılışı, Nilüfer Kent Tiyatrosu'nun bol ödüllü oyunu "1984" ile yapılacak. Festivalin kapanışını ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın "Deli Dumrul" oyunu ile gerçekleştirecek. Festival programında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın "Cadı Kazanı", Moda Sahnesi'nin "Şirreti Evcilleştirmek", Oyun Atölyesi'nin "Kel Diva", Bakırköy Belediye Tiyatroları'nın "Flu Lysistrata", Kundura Sahne'nin "Geçen Gün", Tiyatrokare'nin "Veda", Kadıköy Emek Tiyatrosu'nun "Ölümün Tersi Arzudur", Tiyatro.İN'in "Kim Bu Ben", Dostlar Tiyatrosu'nun "Bir Delinin Hatıra Defteri", Kumbaracı50'nin "Öteki Venedik Taciri" oyunları yer alacak.

Bursalılar ayrıca festival kapsamında dans gösterileri de izleme şansı bulacaklar. 9 Mart Cumartesi günü, Tork Dans Topluluğu'nun "Sır" ve Taldans'ın "Andan Daha Kısa" isimli gösterileri seyircilerle buluşacak. Nazım Hikmet Kültürevi sahnesinde sahnelenecek oyunların ardından ise seyirci sohbetleri düzenlenecek.


Fotoğraf passo resmi web sitesinden alınmıştır. 

Çift Başlı

Ünlü sanatçı İhsan Oturmak'ın beş yıl aradan sonra gerçekleştirdiği ilk kişisel sergisi olan "Çift Başlı", sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.

Sanatçının diline özgü kara mizahı ve derin sorgulamaları eserlerinde buluşturan sergi, Oturmak'ın sanat anlayışının yeni açılımlarını sunuyor. "Çift Başlı" serisi, özellikle devlet araçlarına dair sorgulamaları ve iktidarın verimsizliğini ele alan güçlü bir vurguya sahip. Serginin ana parçası olan "Otonom Taksi" isimli yerleştirme, izleyicilere stresli ve verimsiz varoluşu abartılı bir yorumla sunuyor.

Sergide ayrıca, daha önce Çanakkale Bienali'nde gösterilen "Patinaj" ve "İstif" gibi video eserler de yer alıyor. "Patinaj"da son model bir makam aracının çamura saplanmasıyla iktidarın verimsizliği gözler önüne serilirken, "İstif" ise izleyicilere insan toplulukları üzerinden toplumsal eleştiriler sunuyor.


Fotoğraf kolekta resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

26 Şubat, 2024

İstanbul'un Sergi Haritasında Üç Özel Durak

İstanbul'un Sergi Haritasında Üç Özel Durak

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Farz Et Ki Sen Yoksun

Arter, Selen Ansen'in küratörlüğünü üstlendiği "Farz Et Ki Sen Yoksun" adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi, bir koleksiyonerin hayalleri ve hayata geçirdikleriyle oluşturulan nesneler arasındaki yakınlıkları ve oluşturulan gövdenin ev içinden müzeye taşınmasının imkânlarını keşfediyor.

Sergide, 400'e yakın sanatçının yapıtları yanı sıra anonim eserler, seri üretimler ve çeşitli öğeler yer alıyor. Özel bir alanda tekil bir yaşama eşlik etmek üzere düzenlenmişken, bir sanat kurumunun aracılığı ve küratoryal bir bakışla kişisel bir koleksiyondan kamuya açılan seçki, tasnif mantığına meydan okuyan zamanlar ve formlar arası bir dünya yaratıyor.

"Farz Et Ki Sen Yoksun", koleksiyonu çok yönlü ve yaşayan bir beden olarak ele alarak, alelade olanın olağanüstü olanla yakınlıklarının yanı sıra toplama/koleksiyon yapma pratiği ve gündelik yaşamımızı çevreleyen nesneler üzerine düşünmeye teşvik ediyor.

Ömer Koç Koleksiyonu’ndan seçilen eserlerle oluşturulan sergi, faniliğin hüküm sürdüğü canlılar evreninde dünyeviliğin ötesinde yükseliş ve kaçış alanlarını araştırıyor. Serginin ismini aldığı dizelerde şair Ömer Hayyam’ın (1048–1131) kendi benliğimizin sınırlarını aşarak yaşamı özgürce kucaklamamızı anımsatmasından ilham alarak, ziyaretçileri kronolojinin ve hiyerarşinin olmadığı bir mekânsal kurgu içerisinde bir araya getirilen nesnelere dair yeni anlam arayışlarına davet ediyor.

"Farz Et Ki Sen Yoksun", koleksiyonerin oyuncul yorumunu yansıtan bir birikim yoluyla insanî zevkleri, arzuları, geçmiş hayatların heveslerini ve düşlerini bize taşıyan kitapları, koltukları, resimleri, heykelleri ve fotoğrafları bir araya getirerek insan olmanın tüm hallerini koruma altına alma fikrine tutkuyla yaklaşıyor. Sergide bir araya gelen binbir yapıt ve nesne, mekânda kurdukları yakınlıklar yoluyla yeni çağrışımlar için yaşama tutunan bir görüş alanı açıyor.


Fotoğraf Arter resmi web sitesinden alınmıştır.

Yerin Ekseni

Sanatçı Enis Malik Duran'ın "Yerin Ekseni/Axis of the Ground" adlı kişisel sergisi, 2 Mart tarihine kadar Art On İstanbul'da ziyaretçilerini ağırlıyor. Sergi, insanın anlam arayışını yerküreyle olan bağlantısı üzerinden ele almayı hedefliyor.

Sergi adını, birçok kültürde ve coğrafyada karşılaşılan; Latince'de "Dünyanın Ekseni" anlamına gelen "Axis Mundi" kavramından alıyor. Sanatçı, geçmiş uygarlıkların izlerini, kültür ve iktidar metaforları olarak yorumladığı çalışmalarında sıklıkla kullandığı çukur imgesini, iktidar mekanizmasını yaratan boşluklara; insanın yeryüzünün kaynaklarıyla beslediği tanrısal tahakküme dair arzusunun bir alegorisi olarak izleyici karşısına çıkarıyor.

Enis Malik Duran'ın on yılı aşkın süredir manzara imgesi üzerinden gerçekleştirdiği üretimlerinde post-hümanist bir bakış açısını benimsemesi, sergideki resim, desen, heykel gibi medyumları farklı materyaller üzerinden kullanarak insanın yeryüzüyle ilişkisindeki uyumsuzluğun imgesini araştırmasının göstergelerine dönüşüyor. "Yerin Ekseni" sergisinde, insanın yerküredeki anomali olarak var oluşunun yarattığı ikilik, negatif pozitif ilişkisi ve ters yüz edilen formlarla kavramsallaşıyor.

Sanatçı, özellikle ironi ve manipülasyon yöntemlerine başvurarak; coğrafyayı özne olarak ele aldığı yapıtları, ortak kültürün izleri üzerinden bugünün kaygı çağını getiren ontolojiyi sorgulamayı amaçlıyor. Sergi, güçten çok gücün bıraktığı izlere odaklanarak, iktidarların yarattığı çukurları derinleştirerek, "Yerin Ekseni" kavramını bugünün perspektifinden değerlendiriyor.


Fotoğraf artonistanbul resmi instagram hesabından alınmıştır.

Solo Botter: Selma Gürbüz

Levent Çalıkoğlu küratörlüğünde ve İrem Büşra Çoşkun’un asistan küratörlüğünde düzenlenen “Botter Sergileri” serisinin ilk etkinliği olan “Solo Botter: Selma Gürbüz” sergisi, 14 Nisan’a kadar Casa Botter’de sanatseverlerle buluşuyor.

Bu sergi, Selma Gürbüz’ün vefatının üçüncü yılında sanatçının farklı dönemlerinden seçilmiş karakteristik çalışmalarını bir araya getirerek onun eşsiz dünyasını ve sanatını hatırlatmayı amaçlıyor. Gürbüz, 1986 yılında henüz 26 yaşındayken düzenlediği ilk kişisel sergisinden itibaren, kadın, doğa ve canlıları merkeze alan bir imge dünyası inşa etti.

Sanatçı, özgün resim dilini gereksiz öğeleri ve fazlalıkları ayıklayarak yalınlaştırma yöntemiyle geliştirmiş ve zaman içinde bu dilini görsel sanatların farklı disiplinlerinde kullanarak çeşitlendirmiştir. Selma Gürbüz, insanlık tarihinin ortak kültürel belleğine yerleşmiş mitleri, masalları ve görsel ifadeleri çağdaş bir dille yorumlayarak Doğu ve Batı sanatlarının kadına, doğaya ve canlılara ait sembol, arketip ve anlamlarını bilinçaltının referanslarıyla yeni baştan tanımlar.

Sonsuz bir iştah ve merakla kültürel tarihin belleklerde yer etmiş örneklerini inceleyen Gürbüz, izleyicisinin bakar bakmaz yakınlık kurabileceği bir imge atlası oluşturur. "Solo Botter: Selma Gürbüz" sergisi, sanatseverleri sanatçının benzersiz evrenine davet ediyor ve Gürbüz'ün yaratıcılığını, derin düşünceyi ve zamansız estetiğiyle buluşturuyor.


Fotoğraf artfulliving resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

19 Şubat, 2024

Farklı Eserlere Ortak Zeminler

Farklı Eserlere Ortak Zeminler

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Art Show: Galeriler Buluşması

İstanbul'un sanat dünyası, 24 önemli çağdaş sanat galerisinin bir araya gelerek düzenlediği "Art Show: Galeriler Buluşması" etkinliğiyle buluşuyor. 20-25 Şubat 2024 tarihleri arasında The Ritz-Carlton Residences, B Blok’ta gerçekleşecek bu etkinlik, Türkiye'nin çeşitli şehirlerinden gelen galeri temsilcilerini bir araya getirerek sanatseverlere zengin bir deneyim sunuyor.

Bilgili Holding'in gurur sponsorluğunda düzenlenecek olan etkinlikte, çeşitli sanat akımlarını bir araya getiren galeriler, iş birliği ve dayanışma içinde bir sergileme modeli benimsiyor. Emre Arolat ve Murat Tabanlıoğlu'nun mimari tasarımı ile şekillenen etkinlik, TBWA'nın iletişim ve kurumsal kimlik desteği ile sanatseverleri ağırlıyor.

Sergiye katılacak galeriler arasında Ambidexter, Anna Laudel, Art On İstanbul, artSümer, Bosfor, BüroSARIGEDİK, C.A.M Galeri, Ferda Art Platform, Galeri 77, Galeri Nev İstanbul, GALERIST, KAIROS, Martch Art Project, MERKUR, Öktem Aykut, PG Art Gallery, Pilot, Pi Artworks, PILEVNELI, Rıdvan Kuday Gallery, Sanatorium, THE PILL, Versus Art Project, x-ist gibi adını sıkça duyduğumuz isimler yer alıyor.

Etkinlik, herkesin ücretsiz olarak ziyaret edebileceği bir platform sunuyor. Ayrıca, dinamik bir program ve konuşma serileriyle, izleyiciler, sanat profesyonelleri ve kültür sanat aktörleri arasında etkileşim ve diyalog kurma fırsatı sağlıyor.

Art Show: Galeriler Buluşması, sanatseverlere Türkiye'nin çağdaş sanat sahnesini keşfetme şansı sunuyor. Katılımcı galerilerin çeşitliliği ve iş birliği ruhu, etkinliği kapsamlı ve etkileyici kılıyor.


Fotoğraf artshowgaleriler buluşması resmi Instagram sayfasından alınmıştır.

Paylaşılan Bellek

Ankara'nın önde gelen çağdaş sanat galerisi CerModern, Türkiye'nin en özgün sanat etkinliklerinden biri olan Çanakkale Bienali'nin 20 yıla yayılan sanatsal deneyimini yansıtan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. "Paylaşılan Bellek / Shared Memory" isimli sergi, 2024 sonbaharında düzenlenecek 9. edisyon öncesi, bienalin kolektif hafızasını sanatseverlerle buluşturmayı amaçlıyor.

CerModern'un 25 Şubat - 14 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek olan sergisi, Çanakkale'nin kadim anlatıları, kültür ekosistemi ve jeo-stratejik konumunu sanatın dilinde buluşturarak izleyicilere eşsiz bir deneyim sunacak. "Paylaşılan Bellek" adını bilgisayar bilimlerinden alan sergi, bienalin geçmişini estetik, kavramsal ve şiirsel bir bakış açısıyla ele alarak müzeleşme sürecine yeni bir boyut kazandırmayı hedefliyor.

Çanakkale Bienali İnisiyatifi (CABININ) tarafından organize edilen bienal, farklı disiplinlerden ve toplum kesimlerinden sanatseverlere çağdaş sanat ve kültürü bir araya getirme fırsatı sunuyor. CABININ’in 20 yıla yaklaşan faaliyetleri, süreli bir çağdaş sanat etkinliğinin deneyimler belleğinin kalıcı bir yapıda paylaşıma açılması arzusunu yansıtıyor.


Fotoğraf cermodern resmi Instagram sayfasından alınmıştır.

Zamansız Meraklar

İstanbul Modern, güncel teknolojilerin ve dijital kültürün sanatçıların düşünce ve üretim biçimlerine nasıl yön verdiğini ele alan yeni sergisi "Zamansız Meraklar" ile sanatseverleri ağırlıyor. 15 Şubat’ta kapılarını açan sergi, 11 Ağustos 2024 tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

"Zamansız Meraklar" sergisi, sanatçıların farklı temalara ilişkin bakış açılarındaki dönüşümleri kayıt altına almayı amaçlıyor. Sanat üretiminin ilk örneklerinden bu yana, sanatçıların ağırlık verdiği konuları dijital araçların olanak tanıdığı ifade teknikleriyle günümüz penceresinden ele alan yapıtlar, bugünü geleceğe taşıyacak yaratımlar olarak inceleniyor.

Doğa, tarih, mimarlık, kent, kimlik ve toplum gibi başlıklara odaklanan "Zamansız Meraklar", tarih boyunca sanatın farklı alanlarında öne çıkan meraklara yeni açılımlar getiriyor. Böylece, sergideki çalışmalar İstanbul Modern’in sergi ve koleksiyonlarıyla da ortak bir zeminde anlam kazanıyor. Sanatçıların düşünce yöntemleri ve anlatımlarındaki özgün unsurları görünür kılmayı önceliklendiren sergi, yeni üretimlerle birlikte serginin incelediği kavramlara yanıt vermek üzere uyarlanan araştırmaları sanatseverlerle buluşturuyor.

"Zamansız Meraklar" sergisi, Türkiye ve dünyanın farklı köşelerinde çalışmalarını sürdüren sanatçıları bir araya getirerek, coğrafyalar arası sınırların nasıl esneklik kazandığını görünür kılarken, sanatçıların üretim alışkanlıklarındaki değişimler üzerine düşündürüyor. Dijital kültürün ve çevrimiçi ağların etkilediği ifade biçimlerini yansıtan yapıtlar, yenilikçi ve yaratıcı iş birliklerini somutlaştırmanın yanı sıra, mutlak sonuçlara ulaşmak yerine sorgulamaya, soru sormaya veyeni diyaloglar geliştirmeye önem veriyor.


Fotoğraf İstanbul Modern resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

15 Şubat, 2024

Bölüm 3: Galataport / İstanbul Modern Müze

Bölüm 3: Galataport / İstanbul Modern Müze

Eren Can Altay  |  Ed. Murat Kadaş  |  Fotoğraflar: Merve Nur Ocaklı

Dosyanın son metni niteliğini taşıyan bu bölümde, bir önceki yazıda da olduğu gibi tekil bir yapı üzerine eğileceğiz. IRHM gibi Galataport alanında yer alan ve İstanbul için olduğu kadar Türkiye için de bir o kadar önemli olan Türkiye’nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi: İstanbul Modern Müze. Daha çok İstanbul Modern olarak anılan yapı uluslararası bir mimar olan Renzo Piano’nun (Renzo Piano Building Workshop / RPBW) imzasını taşıyor. İtalya, Amerika, Fransa, Japonya gibi birçok ülkede eserleri bulunan İtalyan mimarın İstanbul’da da bir yapıya imza atması, Türkiye için önemli olduğu kadar Galataport’un uluslararası reklamı için de bir o kadar önemli. Galataport’un, bu denli ünlü bir mimarın imzasını kendi alanında taşıması, belki de projeye dünya çapında bir tanınırlık kazandırarak, yerel eleştirilerden uzaklaşma olanağı sağlar.

IRHM ile biraz daha farklı bir hikayeye sahip olan İstanbul Modern, bu yeni binasından önce de aynı arazinin farklı bir bölümünde yer alıyordu. Bu açıdan mekansal bir devamlılıktan söz edilebilir. Müze 2004 ile 2018 yılları arasında Mimar Sedat Hakkı Eldem’in imzasını taşıyan 4 no’lu Antrepo binasında yer alıyordu. Ancak Galataport Projesi dahilinde yıkılan bu yapı İstanbul Modern’in 4 yıl sürecek Beyoğlu/Taksim macerasını başlattı. Burada bir kez daha görülebildiği gibi, “tarihi çevreyi koruma” söylemine tutunmaya çalışan Galataport, sahip olduğu alan içerisinde birçok önemli mimari eserin yıkılmasına ya da büyük oranda tahrip edilmesine sebep oldu. Bu yıkımları da yeni oluşturulacak olan sanat merkezleri ve muhtemelen asıl amaç olan AVM-vari steril alışveriş alanlarıyla meşrulaştırmaya çalıştı ve bir ölçüde de başarılı oldu.

Yapı bazında, RPBW tarafından tasarlanan İstanbul Modern Müze’ye odaklanacak olursak, IRHM ile benzer bir izlek görürüz. Yapının bireysel kalitesi ve alan için önerdikleri, Galataport projesinin geneline yayılamayan bir unsurlar bütünü olarak kalmaya mahkum olur. Alt katlarında oluşturulmaya çalışılan geçirgen yüzeyler, yapının kütleselliğinin insan ölçeğinde algılanmasını önlemeye çalışır ve meydan ile deniz arasında görsel bir bağlantı yaratır. Ne yazık ki aynı bağlantının Galataport’un diğer bölgelerinde de mevcut olduğu söylenemez.


Cephe hareketleri bakımından dinamik bir çizgi izleyen yapının aynı dinamizmi plan düzleminde de takip ettiği söylenemez. Sirkülasyonun ana unsurunu oluşturan merkezi merdiven dışında plan düzleminde öne çıkan bir hareket ile karşılaşılmaz. Sergi alanlarının açık sistemde çözülmesi ve kişinin yapı içerisindeki dolaşımını minimum düzeyde engellenmesi bile iç mekanın monotonluk hissini yıkmaya yetmez. Yine de hem yol tarafında hem de deniz tarafında yaratılmış açıklıklar, ansızın karşılaşılan ve çerçevelenmiş manzaraları kullanıcısına sunarak görsel bir hareketlilik sağlar.


İç mekandaki bu monotonluk ve belkide beklenen mekansal zenginliğin bulunamaması, terasa çıkıldığında müthiş bir tezatlık gösterir ve adeta tüm yapıya yeni bir anlam katar. Zira yapının alameti farikasının terası olduğu rahatlıkla söylenebilir. Tarihi yarımadaya ve boğaza bakan teras, çevresinde yer alan bu coğrafyayı, yapının bir parçası haline getirebilmek ve görsel bir devamlılık sağlayabilmek amacıyla sığ bir havuz ile çepeçevre sarılır. Bu havuza yansıyan İstanbul da, Modern Müzenin sınırlarını muğlaklaştırarak onu görsel olarak kentin bir parçası haline getirir. Bir anlamda yapı kendisini manzaranın bir parçasına dönüştürür. İstanbul anlatısının ve ikonik görsellerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş martıların da bu havuzun üzerinde tünemeleri, romantik bir söylem ile kentin yapıyı kabullendiği bir senaryo oluşturur. Mimari tasarım süreçlerinde çokça karşılaşılan bu tarz söylemler, çoğu zaman inşaat sürecinin katı pratiğinde kaybolur ya da tavizler verir. Ancak İstanbul Modern’in terası, mimari söylemin pratiğe bu denli etkileyici bir şekilde aktarılmasının özel bir örneğini sunar.


Tüm bu mekansal değerler ve mimari kalite, yalnız başına değerlendirildiğinde olumlu bir algı yaratır ve gerek mimari cenahın gerekse kentlinin projeye karşı daha az eleştirel olmasına ve onun sorunlarını göz ardı etmesine yardımcı olur. Ancak bu sanatsal değerlerin asıl işlevi, kentin merkezinde AVM vari bir proje yaratarak rant odaklı bir üretim sürecini meşrulaştırmaktır. Mimari ürüne atılan ve tek ölçeğe odaklanan bakışlar, tüm hikayenin doğru şekilde okunmasını engeller.  Ölçekler arası bir bakış, tekil mimari eserlerin, kent ölçeğinden bakılınca aslında ne anlama geldiğini ve neleri meşrulaştırdığını daha net gösterir. Aslında olan kenti, kentliye rağmen inşa etmektir.

Devamını Oku

12 Şubat, 2024

Mitoloji ve Kadın

Mitoloji ve Kadın

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Vuslat

İstanbul'un önde gelen sanat galerilerinden .artSümer, ünlü sanatçı CANAN'ın son çalışmalarını içeren "Vuslat" adlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. CANAN'ın geniş bir yelpazeye yayılan sanatsal pratiği, resim, fotoğraf, minyatür, video, performans ve yerleştirmeyi kapsayan eserlerinden oluşuyor.

Sergi, kişisel ve kolektif hikayelerden ilham alarak halk masalları ve mitolojik anlatılar diyarında geziniyor. CANAN, görüntüler aracılığıyla doğadan ilham alan çalışmalarında zaman zaman rahatsız edici, zaman zaman da güzellik tanımını sorgulayan bir bakış açısı sunuyor. Sanatçı, eserlerinde semboller, malzemeler, sesler, mitler ve masallardan oluşan katmanları bir araya getirerek izleyiciyi bilişsel, sezgisel ve yaratıcı bir yolculuğa çıkarıyor.

Serginin adı olan "Vuslat"; kavuşmanın, birliğin, bir araya gelmenin özünü yansıtıyor. Bu terim, sadece sevilen biriyle yeniden bir araya gelmeyi değil, aynı zamanda özgürlüğe, mutluluğa ve tasasız bir dinginliğe ulaşma hallerini de içeriyor. Her bir eser, izleyiciye farklı arzu ve özlemleri özetleyen incelikli yorumlar sunuyor.

"Vuslat" sergisi, fantastik ve mitolojik unsurların yer aldığı büyük ölçekli enstalasyonlar ve heykellerle dolu hayali bir dünyayı yansıtıyor. Özellikle, Şehretün'nar adlı eser, CANAN'ın önceki çalışmalarını anımsatan büyüleyici bir heykel enstalasyonu olarak dikkat çekiyor. Şehretün'nar, İslam mitolojisindeki nurdan yaratılan, cinlerin annesi olarak tasvir edilen bir figürdür. Binlerce yüzün bir araya geldiği bu eser, doğanın oluşumu, ilahi olanın varlığı ve yaşam arayışını etkileyici bir hikayeyle izleyiciye sunuyor.

CANAN'ın yazıp seslendirdiği "Şehretün'nar" öyküsü, esere işitsel bir katkı sağlıyor. Serginin ismini taşıyan diğer önemli eser ise "Vuslat" adlı kaligrafi heykel. İslam mitolojisindeki "Burak" figüründen esinlenen bu eser, sevinç, mutluluk ve şükran dolu bir kavuşmayı simgeliyor.

"Vuslat", masallar ve mitolojiyle örülü benzersiz bir evrende olağanüstü karakterleri, doğal yaratıkları ve sanatçının zamansız anlatımını birleştirerek ziyaretçilere büyüleyici bir görsel deneyim sunuyor. Sergi, .artSümer'de 16 Mart’a kadar sanatseverlerle buluşmaya devam ediyor.


Fotoğraf artsumergallery resmi Instagram sayfasından alınmıştır.

4. Kadın Oyunları Festivali

Türkiye'nin ve Avrupa'nın tek kadın temalı tiyatro festivali olan Kadın Oyunları Festivali, 2024 programını açıkladı. Bu yıl altı farklı şehirde gerçekleştirilecek olan festival, her kentte farklı programlar sunacak ve beşer gün sürecek etkinliklerle izleyiciyle buluşuyor.

Festival programında yer alacak oyunlar şunlar: "Ben Rosa Luxemburg", "Mavi Müzikhol", "Şatonun Altında", "Mutlu Bir Romanın Aşk Hikayesi", "Disko Topu", "Bir Tatlı Kaşığı Çamur" ve "Uysal Kadın". Ankara'da 19-22 Şubat, Aydın'da 24-29 Şubat, Bandırma'da 1-5 Mart, Konyaaltı'nda 6-10 Mart, Çanakkale'de 11-15 Mart ve Ayvalık'ta 23-27 Mart tarihlerinde gerçekleştirilecek festivalin, her şehirde yoğun ilgiyle karşılanması bekleniyor.

Geçtiğimiz yıl festival gelirinin bir bölümünü depremden etkilenen kız çocuklarının eğitim masrafları için bağışlayan Kadın Oyunları Festivali, kültür-sanat projeleri alanında Türkiye'nin önemli sosyal sorumluluk faaliyetleri arasında gösteriliyor.


Fotoğraf atolyekultursanat resmi Instagram sayfasından alınmıştır.

Dijital Mitolojiler

Necmi Sönmez küratörlüğünde gerçekleşen “Dijital Mitolojiler” sergisi, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu'ndan seçilmiş 61 yapıtı bir araya getirerek, yeni medya sanatının farklı üretim olanaklarına odaklanıyor. Sergi, dijital teknolojilerin ve yeni medya sanatının evrimini yansıtan 61 eseri izleyicilerle buluşturmanın yanı sıra, daha önce sergilenmemiş dört yeni eseri de sergileme fırsatı sunuyor.

2000'li yıllardan itibaren yaratıcı sanatçılar için benzersiz araştırma ve ifade yöntemleri sunan dijital tecrübeler, günümüz sanat sahnesinde önemli bir yer edinmiştir. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu, dijital imge üretiminin öncülerinden biri olarak, "Dijital Mitolojiler" sergisiyle bu alandaki önemli eserlere odaklanıyor.

Sergi, dijital görselliğin yarattığı imgeleri karşılaştırmalı bir perspektifle ele alarak, yeni medya sanatının sunduğu çeşitli üretim tekniklerini öne çıkarıyor. Neon heykeller, video yerleştirmeler, manipüle edilmiş fotoğraflar, klasik üretim teknikleriyle oluşturulmuş kolajlar ve tuval üzerine yapılmış çalışmalar, "hareketli imge" ile "duran imge" arasındaki farklılıkları eşzamanlı olarak gözler önüne seriyor.


Fotoğraf Borusan Contemporary resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

05 Şubat, 2024

Denizden Semt Pazarlarına

Denizden Semt Pazarlarına

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Yarısı Gümüş Yarısı Köpük

İstanbul'un zengin kültür mirası ve sanat sahnesine katkı sağlayan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Taviloğlu Koleksiyonu'ndan seçili eserlerle düzenlenen "Yarısı Gümüş, Yarısı Köpük" sergisine ev sahipliği yapıyor. Türkiye'nin ilk ve en büyük plastik sanatlar müzesinde gerçekleşen bu özel sergi, balık ve balıkçılık temalarını işleyen eserleri bir araya getirerek sanatseverlere benzersiz bir deneyim sunuyor.

Serginin küratörlüğünü üstlenen Neslihan Muratbeyoğlu, Taviloğlu Koleksiyonu'nda yer alan 52 parça eseri özenle seçerek izleyicilere sunuyor. Sanatseverler, bu eserler aracılığıyla Türk resminin önemli dönemlerinde, farklı üsluplarda ve tekniklerde gerçekleşen balık ve balıkçı temalı çalışmaları keşfetme fırsatı bulacaklar.

Mustafa Taviloğlu'nun 1972 yılından bu yana süregelen koleksiyonculuğu, deniz temalarına ve özellikle balıkçılık kültürüne duyduğu ilgiyi yansıtan bu eserleri bir araya getiriyor. Sanatseverleri İstanbul'un sokaklarından pazar yerlerine, semt ara sokaklarından Boğaziçi'nin manzaralarına götürecek olan sergi, Türk resminin farklı dönemlerinden önemli sanatçıların eserlerini bir araya getiriyor.

Sergi, Adil Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu, Fikret Mualla, Hale Asaf, İbrahim Safi ve daha birçok usta sanatçının imzasını taşıyan eserleri içeriyor. Türk resminin büyük ustalarının yanı sıra genç ve yetenekli sanatçıların da eserlerine ev sahipliği yapmasıyla dikkat çeken sergi, sanatın zaman içindeki evrimini ve balık ve balıkçılık temalarının Türk kültüründeki önemini vurguluyor.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ndeki "Yarısı Gümüş, Yarısı Köpük" sergisi, 20 Şubat 2024 tarihine kadar ziyaretçilere açık olacak. Sanatseverler, bu tarihe kadar müzeyi ziyaret ederek Türk resminin bu benzersiz koleksiyonunu keşfetme fırsatını yakalayabilirler.


Fotoğraf İstanbul Resim ve Heykel Müzesi resmi web sitesinden alınmıştır.

Bana Kimse Ne Olduğunu Anlatmadı

2016 Afife Tiyatro Ödülleri'nde "Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu" ödülünü kazanan İbrahim Selim, Dave karakteriyle unutulmaz bir performans sergilediği oyunu "Bana Kimse Ne Olduğunu Anlatmadı" ile tiyatro sahnelerine geri dönüyor. Şubat ayında izleyiciyle buluşacak olan tek kişilik oyun, sanat galerisinde geçen sıra dışı bir hikayeyi anlatıyor.

Dave, 44 yaşında, evli ve çocuklu, gece kulüplerinde bodyguardlık yapan bir karakterdir. Yeni bir hayal peşinde koşarak iş değişikliği arayışına giren Dave, bir sanat galerisinde güvenlik görevlisi olarak iş bulur. Galerideki görevi, arka tarafta özel bir odayı korumaktır. Ancak perdenin ardındaki sert içerikli sergi, Dave'i beklenmedik bir şekilde etkiler. Perdenin ardındaki gizemli dünya, Dave'in hayatında yeni bir kapı aralar.

Oyun, izleyicilere sıradan bir güvenlik görevlisinin karşılaştığı olağanüstü bir durumu ve bu durumun onun iç dünyasında nasıl bir değişime neden olduğunu keşfetme fırsatı sunuyor. Dave'in gözünden sanat, güvenlik, ve kimlik üzerine dokunaklı bir hikaye olan "Bana Kimse Ne Olduğunu Anlatmadı", izleyicilere duygusal bir yolculuk vadediyor.


Fotoğraf Zorlu PSM resmi web sitesinden alınmıştır.

Başka Gör

Anna Laudel İstanbul, sanatçı Serpil Yeter’in semt pazarlarına dair gözlemlerinden ilham alan ve daha önce sergilenmemiş eserlerini bir araya getiren “Başka Gör” isimli fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor. 23 Şubat tarihine kadar kapısı ziyaretçilere olan sergi, semt pazarlarını renkli fotoğraflarla değil, aynı zamanda duygular, gerçeklikler ve hayatın karmaşıklığı üzerinden ele alarak izleyicilere farklı bir perspektif sunuyor.

Serpil Yeter, 2000 yılında İstanbul semt pazarlarında gerçekleştirdiği gözlemler ve edindiği deneyimlerden beslenen eserleriyle “Başka Gör” sergisinde ses yerleştirmesiyle bir araya getiriyor. Sanatçı, her bir tezgahı bir enstalasyon gibi düzenleyerek pazarcıların titizliğiyle oluşturduğu bu gündelik mekânları fotoğraf karelerine taşıyor. İzleyiciyi milenyumun başında kurulmuş bir semt pazarında nostaljik bir yolculuğa çıkaran Yeter, pazarcıların yaşam mücadelesini, farklı kültürleri, karakterleri, imkansızlıkları ve arzularını içeren zengin bir panorama sunuyor.

“Başka Gör” sergisi, pazarcıların günlük yaşam mücadelesini, ekonomik sıkıntıları ve hayatın içindeki güzellikleri fotoğraflar üzerinden izleyiciye aktarıyor. Sanatçının özgün ve rafine dilinde, detaylar arasında yarının endişelerini ve semt pazarlarının kendine özgü atmosferini yakalamak mümkün. Yeter, izleyicilere sıradan hayatın içindeki olağanüstü anları ve zorlukları dengeli bir sanatsal bakış açısıyla sunuyor.


Fotoğraf Anna Laudel resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

29 Ocak, 2024

İstanbul'un Sanat Haritasında Üç Eşsiz Durak

İstanbul'un Sanat Haritasında Üç Eşsiz Durak

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Kimlik Göstergeleri

İstanbul'un kültür ve sanat hayatına önemli katkılar sunan Taksim Sanat,  Kültür AŞ'nin ev sahipliğinde Beral Madra küratörlüğünde düzenlenen "Kimlik Göstergeleri" sergisine ev sahipliği yapıyor. 26 Ocak - 25 Şubat tarihleri arasında ziyaretçilere açık olacak olan sergi, 25 sanatçının çeşitli tekniklerdeki eserlerini bir araya getiriyor.

Kültürel çeşitliliği ve sanatın farklı disiplinlerini bir araya getiren Taksim Sanat, Beral Madra'nın küratörlüğünde gerçekleşen "Kimlik Göstergeleri" sergisinde resim, fotoğraf, video, heykel ve çeşitli teknikte yerleştirmelerle sanatseverlere görsel bir şölen sunuyor. Sanatçıların günümüzdeki görsel, ilişkisel anlatım ve estetikle hakikat arayışını yansıttığı sergi, izleyicilere farklı bir sanat deneyimi yaşatmayı hedefliyor.

Sergide yer alan sanatçılar arasında Adil Öksüz, Ahmet Berkay Koçak, Elif Karagöz, Metin Katırcılar gibi isimler bulunuyor. Geleneksel resim ve imge üretme tekniklerini kullanarak eserlerini ortaya koyan sanatçılar, günümüzdeki siyasal, ekonomik ve kültürel ideolojilere karşı bir duruş sergileyerek kimlik olgusunu sanatseverlere aktarıyor.

"Kimlik Göstergeleri" sergisi, Taksim metro istasyonunun -1. katındaki Taksim Sanat mekanında ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor.


Fotoğraf kültür.istanbul resmi web sitesinden alınmıştır.


Çiniler ve Hikayeler

İstanbul'un kültür ve sanat sahnesinde öne çıkan Pera Müzesi, 1 Şubat'ta düzenlenecek çarpıcı bir etkinlikle sanatseverleri ağırlıyor. "Gelecek Hatıraları" sergisi kapsamında gerçekleşecek "Çiniler ve Hikayeler" adlı konuşma, seramik sanatının büyüleyici dünyasına dair ilginç bir keşfe davet ediyor.

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, bu etkinliği İstanbul İsveç Araştırma Enstitüsü ile işbirliği içinde düzenliyor. Konuşma, sanatçı Burçak Bingöl ve mimar, araştırmacı Gertrud Olsson'un katılımıyla gerçekleşecek. İki uzman, seramik, gelenekler ve kimlik bağlamında kültürel mirasa odaklanarak izleyicilere ilham verici bir sohbet sunacak.

Burçak Bingöl, sanatında Doğu ve Batı geleneklerini görsel bir dil aracılığıyla birleştirirken, Gertrud Olsson ise Osmanlı duvar çinilerinin tarihini ele alan bir kitaba imza atmış bir araştırmacı ve mimar. Konuşmada, Bingöl'ün "Gelecek Hatıraları" sergisinde yer alan eserleri ve Osmanlı duvar çinilerinin zengin geçmişi ele alınarak izleyicilere sanat ve kültür üzerine düşündürücü bir deneyim sunulacak.


Fotoğraf Pera Müzesi resmi web sitesinden alınmıştır.


Mega Kentin Kaotik Büyüsü

İstanbul'un sanat dünyasına önemli katkılar sağlayan Yapı Kredi Bomontiada, 2-28 Şubat 2024 tarihleri arasında ünlü ressam Resul Aytemür'ün “Mega Kentin Kaotik Büyüsü” adlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Mimar Erhan İşözen’in küratörlüğünü üstlendiği bu özel sergi, Aytemür'ün hümanist bakış açısıyla ele aldığı eserleri sanatseverlerle buluşuyor.

Sergide, taraftarlar, sokak müzisyenleri, seyyar satıcılar, semt pazarları, parklar ve Beyoğlu'nun ara sokakları gibi mega kentin çeşitli yönlerini konu alan eserlerin yanı sıra, içsel değerler, doğa manzaraları ve yaz mevsimindeki deniz manzaralarını işleyen resimler de yer alıyor. Resul Aytemür, “Mega Kentin Kaotik Büyüsü” sergisini şu sözlerle tanımlıyor: “Sergide, kendi arşivimden seçtiğim, son dönem çalışmalarımı kapsayan resimlerimi göreceksiniz. Yağlı boya ve büyük ebatlı tuvaller üzerine teknik olarak ürettiğim resimlerimde belgeci bir anlayış benimsemekteyim. Yaşadığım şehri, semti ve zamanın ruhunu resimlerime aktarıyorum. Beyoğlu’nun mahalleleri, sokakları, insanları resimlerimdeki ilham kaynağımdır.”

Resul Aytemür'ün sanat kariyerinin yarım asrı aşan bu özel sergisi, 2 - 28 Şubat tarihleri arasında her gün 11.00 - 20.00 saatleri arasında Yapı Kredi Bomontiada GALERİ’de ziyaret edilebilecek.


Fotoğraf Resul Aytemür resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

22 Ocak, 2024

Farklı Disiplinlerde Yeni Sergiler

Farklı Disiplinlerde Yeni Sergiler

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

3. Sayfa Masalları

Sanatçı Serhat Akavcı'nın "3. Sayfa Masalları" başlıklı kişisel sergisi, Labirent Sanat galerisinde sanatseverleri ağırlamaya devam ediyor. Sergi, hepimizin bildiği arketipsel motifler ve semboller aracılığıyla masallardaki patolojik unsurları inceleyerek, izleyicileri karanlık benliklerine doğru bir keşfe davet ediyor.

"3. Sayfa Masalları" başlıklı sergi; Hansel ve Gretel, Pamuk Prenses, Kibritçi Kız, Rapunzel, Bin Derili, Kırmızı Başlıklı Kız ve Sindirella gibi bilindik masallardan alınan arketipsel motifler ve sembollerle şekillenmiştir. Grimm Kardeşlerin 19. yüzyılda derlediği masalların dipnotlarını ve orijinal varyasyonlarını içeren kitaptan esinlenen sanatçı, masallardaki değişim ve dönüşümü gözler önüne sererek izleyicilere katmanlı bir okuma deneyimi sunmayı amaçlıyor.

Sergi, adını gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden ve masallardaki patolojik unsurların benzerliklerinden alarak, masalların içsel karanlıklarını ve gerçek hayatla olan bağlantılarını vurgulamaktadır. Masalların zamanın ve mekanın belirsizliği, doğaüstü güçler, karakterlerin gizemli görünüşleri gibi unsurları ele alan sergi, izleyicilere klasik masalları farklı bir bakış açısıyla deneyimleme fırsatı sunuyor.

Serhat Akavcı'nın "3. Sayfa Masalları" başlıklı kişisel sergisi, 3 Şubat 2024 tarihine kadar Labirent Sanat'ta ziyaret edilebilir. Sanatseverler, masalların büyülü dünyasında unutulmaz bir keşfe çıkmaya davet ediliyor.


Fotoğraf Serhat Akavcı resmi instagram hesabından alınmıştır.

Ağaçlar Konuşunca

Cendere Sanat Müzesi, doğayla iç içe bir sergi deneyimi sunan "Ağaçlar Konuşunca" başlıklı sergisini 21 Nisan tarihine kadar sanatseverlere açıyor. Sergi, müzenin bahçesindeki 395 yaşındaki tarihi çınar ağacından esinlenerek, kentsel müşterekler ve doğal yaşamın önemine dikkat çekiyor.

Serginin küratörlüğünü Derya Yücel, Ebru Yetişkin, Esra Aliçavuşoğlu ve Marcus Graf üstlenmiş. "Ağaçlar Konuşunca", Ekim 2022'de kapılarını açan Cendere Sanat Müzesi'nin zengin ve çeşitli bir sanat koleksiyonunu sunuyor. Sergide, Alican Okan'dan Ardan Özmenoğlu'na, Ayşegül Karakaş'tan Azade Köker'e kadar birçok sanatçının eserleri yer alıyor.

Bu sergi, insanlar, ağaçlar, hayvanlar, bitkiler ve kültürel miraslar arasındaki etkileşim ve bağları vurgulayarak, bu unsurların birbiriyle olan ilişkilerinin sadece insanlarla sınırlı kalmadığını ortaya koyuyor. Donna Haraway'in "yoldaş türler" kavramı üzerinden ilerleyen sergi, farklı türler arasındaki hayati ilişkileri ve ortak kaderleri keşfetmeye davet ediyor.

"Ağaçlar Konuşunca", farklı disiplinlerden ve ifade biçimlerinden eserleri bir araya getirerek, izleyicileri tanıdık olmayan yüzlerle, tuhaflıklarla ve spekülatif kurgularla ilişki kurmaya teşvik ediyor. Sergi, daha demokratik bir toplum inşasına yönelik, müşterekler lehine uzlaşma yollarını araştırıyor ve bu çerçevede sanatın rolünü ön plana çıkarıyor. Bu benzersiz sergi, sanatseverlere doğayla ve toplumla ilişkilerimizi yeniden değerlendirmek için eşsiz bir fırsat sunuyor.


Fotoğraf İBB Kültür resmi instagram hesabından alınmıştır.

Dışarıda Yakınlık

Berk Kır'ın "Dışarıda Yakınlık" başlıklı ilk kişisel sergisi, Nazlı Pektaş'ın küratörlüğünde, 31 Ocak 2024'e kadar Merdiven Art Space'te sanatseverlerle buluşuyor. Dışarıda Yakınlık, fotoğraf sanatını ve onun cismaniliğini temel alan ontolojik bir tartışma alanını keşfetmeyi amaçlıyor.

Sergi, Jacques Lacan'ın "extimacy" yani "dışarıda yakınlık" kavramından esinlenerek, kişisel sınırların ötesindeki, ancak içsel dünyamıza ait hissedilen ögeleri araştırıyor. Berk Kır, bu sergisinde, bedenlerin ve nesnelerin birbirleriyle olan etkileşimlerini, görmek, işitmek ve dokunmak yoluyla izleyicinin deneyimine taşıyor. Sanatçının "Başımın Üstünde Yerin Var" adlı fotoğraf dizisi, bu temasın devamı niteliğinde.

Sergide, Berk Kır, kadın ve ev eşyası ile özdeşleştirilen nesneleri sokak ortamında farklı bedenlerle bir araya getiriyor, bu sayede yeni varoluş biçimleri yaratıyor. Kentsel buluntu nesneler ve bu nesnelerle poz veren bedenler arasındaki kimlik ve cinsiyet ilişkilerini sorguluyor. Sergi, tekil algıları çoklu deneyim alanında birleştiren bir yaklaşımla, fotoğrafın, nesnenin ve sesin birbirine nasıl dönüşebileceğini gösteriyor. Bu özgün sergi, izleyicilere, varoluş ve kimlik kavramları üzerine düşünmeye davet eden zengin bir deneyim sunuyor.


Fotoğraf Merdiven Art Space resmi instagram sayfasından alınmıştır.

Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde

Dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Tate'in özel koleksiyonu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve İBB Miras'ın katkılarıyla Türkiye'ye getiriliyor. "The Dynamic Eye: Beyond Op and Kinetic Art / Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde" sergisi, 23 Ocak-19 Mayıs tarihleri arasında Artİstanbul Feshane'de sanatseverleri ağırlayacak.

Bu özel sergi, Alexander Calder, Frank Stella, Victor Vasarely, Lygia Clark, Liliane Lijn, Julio Le Parc, Jesus Rafael Soto, Kenneth Noland, Helio Oiticica gibi dünyaca ünlü sanatçıların eserlerini içeren çok disiplinli bir seçki sunacak. Toplamda 21 ülkeden 57 sanatçının 95 eserine ev sahipliği yapacak serginin küratörlüğünü, Tate Modern’in Sergiler ve Uluslararası Sanat Küratörü Valentina Ravaglia üstleniyor.

"Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde" sergisi, optik ve kinetik sanatı küresel bir perspektifle ele alarak, bu akımın modernist öncüleri ve çağdaş sanatçılarıyla bir yolculuğa çıkarıyor. Porto'da Atkinson Müzesi ve Şangay'da Pudong Sanat Müzesi'nde sergilenen bu özel koleksiyon, şimdi Türkiye'deki sanatseverleri Artİstanbul Feshane'de bekliyor. 23 Ocak-19 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek sergi, sanatseverler için kaçırılmayacak bir deneyim sunuyor.


Fotoğraf İBB Miras resmi instagram sayfasından alınmıştır.

Devamını Oku

18 Ocak, 2024

Bölüm 2: Galataport / İstanbul Resim Heykel Müzesi

Bölüm 2: Galataport / İstanbul Resim Heykel Müzesi

Eren Can Altay  |  Ed. Murat Kadaş  |  Fotoğraflar: Merve Nur Ocaklı

”Bölüm 1: Üst Ölçek: Galataport” isimli bir önceki yazıda, üst ölçekten bakıldığında Galataport projesinin nasıl bir zemine oturduğu ve dayandığı söylemlerin doğruluğu ele almıştık. Bu perspektiften bakıldığında sosyoekonomik bir dil üreten mekansal analiz, ölçek değişince daha farklı bir dile bürünür. Bu sefer ölçeği biraz daha büyütecek ve Galataport arazisinde yer alan tekil yapılara odaklanacağız. Projenin kefareti gibi duran birkaç yapıdan ilki olarak, İstanbul Resim Heykel Müzesi'ni (IRHM) ele alacağız.

IRHM projesi (yeniden işlevlendirme), günümüz yıldız mimarlarından olan Emre Arolat tarafından tasarlanıp hayata geçiriliyor. Kabaca 2012 yılında başlayan süreç, 2021 yılında IRHM’nin kapılarını ziyaretçilerine açmasıyla sonlanıyor. Eski adıyla 5 no’lu Antrepo olarak bilinen binanın mimarı da Türkiye mimarisinin en önemli figürlerinden birisi olan Sedad Hakkı Eldem. Emre Arolat ve Sedad Hakkı Eldem gibi önemli mimarların elinin değdiği proje, inşası bitmeden önce de merakla beklenen bir yapı olarak öne çıkıyor.



Yapının sahip olduğu bu mimari değer, tasarım programında da kendisini ele veriyor. 5 No’lu Antreponun ön cephesi (Meclis-i Mebusan Caddesi'ne bakan cephe) eski yapıdan esinlenerek, kentlinin kent hafızasında devamlılık oluşturma adına eski yapıya referansla tasarlanıyor. Tekil bir mimari tercih olarak, kentin hafızasına değer veren bu yaklaşım, Galataport’un kent hafızasını koruma söylemi ile uyum içerisinde de gözüküyor. Ayrıca 5 no’lu antreponun, EA Mimarlık'ın savunduğu şekliyle döneminin belirleyici özelliklerinden olan 3 boyutlu ızgara sisteminin korunması ve yeni müze işlevlerinin bu boşluklarda çözülmeye çalışılması da, bu kent hafızası savunmasını mekansal bir düzleme taşıyıp, yüzeysel bir koruma anlayışının da ötesine geçmeye çalışıyor. IRHM ile yapılmaya çalışılan bu tarihi ve mekansal duyarlılık, ne yazık ki alandaki diğer tarihi yapıların yüzeysel “korunmaları” için bir altlık oluşturuyor.
Buna örnek olarak tarihi yolcu salonunun sadece kulesi ve dış cephesi korunarak diğer bölümlerinin yıkılması, Galataport’un IRHM’nden aldığı meşruluğu ucuz bir biçimde taklit edip bölgeye yaydığını gösteriyor. Ayrıca Yolcu Salonunun lüks bir otel olarak tekrar hizmete girmesi de IRHM’nin sahip olduğu kamusal olma halini de yitirerek, daha da tartışmalı bir konumda yer alıyor.



Tekrardan IRHM’ye dönecek olursak, mimari açıdan heyecan verici özelliklere sahip bir yapı olduğu söylenebilir. Geleneksel yapılarda mevcut olan katlar ile sınırlı kalan mekansal deneyim, IRHM’de katların yarılması, boşlukların daha görünür kılınması, katlarda açıklıklar oluşturulması veya daha doğrudan kat sisteminin yok edilmesi ile farklı bir anlayışa evrilir. Bu yeni durum, sade görsel veya formal bir durumdan öte, hissedilen mekanı da genişletir. Genişleyen mekan kağıt üzerinde algılanamayan diğer mimari girdileri de doğrudan etkiler. İçerisinde bulunduğumuz alanın ölçeksel değişimi alanda hiçbir ek çalışma yapılmaksızın mekanın akustiğini, iklimlendirmesini ve atmosferini değiştirir. Postmodern mimaride sıkça karşılaşabileceğimiz bu durum ile, İstanbul çağdaş bir mimari eser kazanmış olur.



IRHM’nin sahip olduğu mimari kalite ve içerisinde bulundurduğu serginin önemi, Galataport projesinin soylulaştırma tartışmaları içerisinde bir can simidi olarak yer alır. Projenin savunduğu kamusal olma özelliği ve tarihi dokuyu koruma söyleminin, IRHM gibi bir mimari yapıda can bulması, AVM vari bir sonuca ulaşan Galataport’un halk düzeyinde meşruluğunu sağlamasına katkı sağlar. Kent mekanını yozlaştıran ve sermayenin rant arayışına bir cevap olarak ortaya çıkan bu tartışmalı proje, sanatın entellektüel gölgesinin ardına sığınmaya çalışır. İnanmak istediğimizin aksine belki de hep bu işleve sahip olmuş olan sanatta erk için yapılmış olur. Zamane monarklarını ölümsüzleştirip onlara meşruluk zemini sağlayan sanat, bu sefer de modern erk olan sermayenin meşruluğuna basamak olur.
Galataport alanında bu işleve sahip tek yapı olmayan IRHM yapısı, mimari değere sahip olup, kentsel rantın talan edilmesine meşruluk sağlamakta İstanbul Modern Sanat Müzesi ile benzer bir yolu izler. Sanat ve mimari kaliteyi bünyesinde birleştiren İstanbul Modern Sanat Müzesi, dünya çapında bir yıldız mimar olarak anılan Renzo Piano tarafından inşa edilir. Serinin son yazısı olan bir sonraki metinde de bu yapıyı inceleyeceğiz.

Devamını Oku

15 Ocak, 2024

Potansiyeller ve Kişisel Keşifler

Potansiyeller ve Kişisel Keşifler

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Öteki

Dostoyevski'nin unutulmaz eseri "Öteki", ünlü yönetmen Emin Alper tarafından tiyatro sahnesine taşınıyor. 12 Ocak'ta Maximum Uniq Hall'da prömiyerini yapan oyun, Cem Yiğit Üzümoğlu, Erdem Şenocak, Derya Karadaş ve Gökhan Yıkılkan gibi başarılı oyuncuların yer aldığı güçlü bir kadroyla seyirciyle buluşuyor.

Emin Alper'in ilk tiyatro yönetmenliği deneyimi olan "Öteki", sahne tasarımı Deniz Göktürk Kobanbay, ışık tasarımı Ahmet Sesigürgil ve ses tasarımı Okan Kaya tarafından hayata geçiriliyor. Nisan Ceren Özerten'in yapımcılığında, Luz Yapım prodüksiyonuyla sahneye taşınan oyun, seyircilere sarsıcı bir kara komedi deneyimi sunmayı hedefliyor.

"Öteki"nin merak uyandıran sorusu ise şu: Fiziksel olarak sizinle aynı özelliklere sahip, ancak karakteri tamamen zıttınız olan birisi karşınıza çıksa ne yapardınız? Nefret ettiğiniz özelliklere sahip olmasına rağmen sizin hedeflerinize sizden daha kolay ulaşabilen birisiyle karşılaşmak, ne gibi çatışmalara yol açabilir?

Oyun, yaratıcı uyarlaması ve sahne deneyimiyle dikkat çekiyor. Sezon boyunca Maximum Uniq Hall, Zorlu PSM, CKM ve DasDas gibi prestijli mekanlarda sahnelenecek olan "Öteki", izleyicilere çarpıcı bir tiyatro deneyimi sunmayı vaat ediyor.


Fotoğraf Biletix resmi web sitesinden alınmıştır.

Olimpos Sergileri III: Enteriyör

Ünlü sanatçı Taner Ceylan, "Olimpos Sergileri" serisinin üçüncüsü olan ve "Enteriyör" temasına odaklanan grup sergisini küratörlüğünde Karaköy'deki tarihi un değirmeni binasında sunuyor. 21 Ocak'a kadar devam edecek olan bu sergi, sanatçının kendisi gibi sanatçıları ve onların üretim süreçlerini sanatın temel kavramlarıyla buluşturma deneyimine dayanıyor.

2019 yılında başlayan ve beş sergi olarak planlanan "Olimpos Sergileri" serisinin ilk iki edisyonunda "Portre" ve "Peyzaj" temaları işlenmişti. Üçüncü sergisi "Enteriyör"de ise Pelda Aytaş, Mert Acar, Vildan Hoşbak, Studio Pinprick, Sinan Çınar, Sinan Tuncay, Serdar Eğer, Kaan Fıçıcı, Enes Alba ve Can İncekara gibi sanatçıların resim, heykel, fotoğraf, desen, video ve yerleştirme çalışmaları sergileniyor. Sergideki tüm eserler, yeni üretimler olup ilk kez ziyaretçilere sunuluyor.

Serginin gerçekleştiği tarihi un değirmeni binası, geçmişi 19. yüzyıla dayanıyor ve 2011–2014 yılları arasında Galeri Manâ'ya, 2018'den itibaren ise Ali Raif Dinçkök'ün koleksiyonuna ev sahipliği yapmış önemli bir kültür mekanıdır. "Olimpos Sergileri III: Enteriyör", Karaköy'de bulunan bu tarihi mekanda her gün 12.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Bu sergi, sanatseverlere modern sanatın çeşitli yönlerini ve sanatçıların yaratıcı süreçlerini keşfetme fırsatı sunuyor.


Fotoğraf Olimpos Sergileri resmi web sitesinden alınmıştır.

Sen Potansiyellerle Doğdun

Neyzen, besteci, yapımcı ve dj Mercan Dede'nin 30 yıllık görsel sanat çalışmalarının bir seçkisini bir araya getiren "Sen Potansiyellerle Doğdun" başlıklı kişisel sergisi, Casa Botter'de sanatseverlerle buluşuyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Miras ve İBB Kültür ev sahipliğinde gerçekleştirilen serginin küratörlüğünü Nurhak Kaya üstleniyor. Sergi, 4 Şubat'a kadar ziyaret edilebilir.

"Sen Potansiyellerle Doğdun" sergisi, izleyicilere kendi potansiyellerini keşfetme çağrısı yaparak, varoluş sebeplerini ve sayısız potansiyellerini hatırlatmayı amaçlıyor. Mercan Dede'nin görsel sanat dünyasındaki 30 yıllık deneyimini içeren sergi, olması gereken, gizli tutulan, arzu edilen ve içimizde ukde kalan anların peşine düşüyor.

Sergi, İstiklal Caddesi'nde yer alan ve art nouveau akımının İstanbul'daki ilk örneği olan Casa Botter'de gerçekleşiyor. İBB Miras'ın restorasyon çalışmaları sonucunda zemin katı sergi salonu olarak kullanılan Casa Botter, birinci katında Cumhuriyet'in 100. Yıl coşkusunu yansıtan çalışma alanlarına ev sahipliği yapıyor. Tarihi bir dokuya sahip olan bu bina, Casa Botter, "Düşler, Hakikâtler" sergisi ile 14 Nisan 2023 tarihinde kapılarını açmıştı. Şimdi ise "Sen Potansiyellerle Doğdun" sergisiyle izleyicilerini ağırlıyor.


Fotoğraf İBB Kültür resmi instagram sayfasından alınmıştır.

Devamını Oku

08 Ocak, 2024

Modern Diyaloglar mı Geleneksel Motifler mi?

Modern Diyaloglar mı Geleneksel Motifler mi?

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Sonsuz Yankı

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun eşsiz dünyasını keşfetmeye hazır mısınız? Dirimart Dolapdere ve Pera'da üç ayrı mekânda sergilenen "Sonsuz Yankı" başlıklı sergi, Eyüboğlu'nun sanatının zengin evrenine bir kapı aralıyor. Sergide yer alan seçki, Eyüboğlu'nun kariyerinin başlangıcından itibaren geleneksel motifleri modernist etkilerle uyumlu bir biç imde harmanladığı eserlerinden, soyut ve deneysel dönemine kadar uzanan bir panoramik manzara sunuyor. Sergi, sanatçının en bilinen başyapıtlarının yanı sıra daha önce gün yüzüne çıkmamış eserlerine de yer vererek izleyicilere benzersiz bir keşif deneyimi sunuyor. Eyüboğlu'nun duygularını başyapıtlara dönüştüren bir sanat simyacısı olduğunu vurgulayarak, izleyicileri yaratıcılığının hala atmaya devam eden kalbini dinlemeye ve dünyayı onun gözlerinden görmeye davet ediyor.


Fotoğraf Dirimart resmi web sitesinden alınmıştır.


Kaçınılmaz Koreografi

Zilberman Galeri, İstanbul'un tarihi Mısır Apartmanı'ndaki ana galeri mekânında, Sena Başöz'ün kapsamlı kişisel sergisi "Kaçınılmaz Koreografi"yi 24 Şubat tarihine kadar sanatseverlere sunuyor. Sergi, Başöz'ün sanat yolculuğunun erken yıllarından günümüze uzanan çalışmalarını bir araya getirerek, sanatçının nesneler, canlılar ve bireylerle kurduğu diyalogu keşfe davet ediyor.

Başöz'ün eserleri, sergideki ana galeri mekânında zengin bir içerik sunuyor. Sanatçının geçmişten günümüze uzanan üretimini gözler önüne seren sergi, farklı zaman dilimlerinde sanatçının yaşamına girmiş nesnelerin, canlıların ve bireylerin izini sürüyor. Başöz'ün "Kaçınılmaz Koreografi" adlı sergisi, seyircilere sanatın evrimini ve sanatçının kendi dünyasındaki değişimi deneyimleme fırsatı sunuyor.

Zilberman Galeri, Mısır Apartmanı'ndaki ana galeri mekânında sergilenen "Kaçınılmaz Koreografi" ile sanatseverleri, Başöz'ün eserlerindeki derin anlamları ve sanat ile nesne, canlı ve birey arasındaki etkileşimi keşfetmeye davet ediyor. Sergi, 24 Şubat tarihine kadar ziyaret edilebilecek.


Fotoğraf Zilberman Gallery Instagram sayfasından alınmıştır.


Noise_Media Art: Türkiye'nin İlk Uluslararası Medya Sanatı Fuarı

Noise_Media Art, Türkiye'nin ilk uluslararası medya sanatı fuarı olarak Ocak 2024'te sanatseverlere merhaba diyor. Bu yıl ilk kez düzenlenecek olan bu heyecan verici etkinlik, 12-14 Ocak tarihleri arasında İstanbul Alan Kadıköy'de sanatın en yenilikçi yüzünü sergilemeye hazırlanıyor. German Legend'ın sponsorluğunda gerçekleşecek olan bu özel fuar, medya sanatının çeşitli yönlerini keşfetmek isteyen sanatçılar, kurumlar ve sanat tutkunları için bir araya gelme fırsatı sunuyor.

Noise_Media Art, medya sanatının geniş spektrumunu kapsayan bir programla kapılarını açacak. Fuar, özellikle OI Music programı ile dikkat çekiyor. Bu program, elektronik müziğin ve görsel sanatların kesişim noktasında, yerli ve uluslararası alanda tanınmış sanatçıların eserlerini bir araya getiriyor. Müziğin farklı alt türlerinden seçkin örnekler sunan OI_Music, Kod Müzik'in kürasyonu altında, “ambient/drone”dan “deneysel tekno”ya, “elektronik dub”dan “proto electronica”ya kadar geniş bir yelpazede sanatı ve müziği buluşturuyor.

OI_Music programında sahne alacak isimler arasında Andy Stott, The Bug Ft. Flowdan, Michael Rother, Wolfgang Voigt, İpek Görgün, Taha Kiremitçi, Granül ve Human Scum gibi önemli sanatçılar yer alıyor. Görsel anlamda ise, 70mt2'lik dev bir ekranda Markus Heckmann ve Ali Demirel gibi isimlerin çalışmaları sergilenecek. Etkinlik, her gün saat 11.00’den itibaren başlayacak ve uluslararası tanınmış sanatçıların atölye çalışmaları, elektronik müzik kültürüne dair paneller, belgesel gösterimleri ve Alman sokak yemekleri gibi çeşitli aktivitelerle zenginleştirilecek. Ayrıca, plak ve ikinci el elektronik ekipman tezgahları ile onlarca DJ'in performansları, Alan Kadıköy'ü müzik ve sanatın buluşma noktasına dönüştürecek.


Fotoğraf Noise Instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

01 Ocak, 2024

Sanatın Çeşitli Yüzleri

Sanatın Çeşitli Yüzleri

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş


Aile Yalanları


Nermin Yıldırım’ın "Bavula Sığmayan" adlı öykü kitabındaki aynı adlı novelladan uyarlanan "Aile Yalanları," Hakan Emre Ünal'ın yönetmenliğinde, Melisa Sözen, Ülkü Duru ve Müfit Kayacan'ın başrollerini üstlendiği etkileyici bir tiyatro oyunu olarak seyirci karşısına çıkıyor.

Oyun, Belgin adlı genç bir kadının annesinden aldığı beklenmedik telefonla başlıyor. Memlekete hızla dönen Belgin, burada üç kişilik bir aile sırrının içine düşer. Belgin'in, aile içinde kendi yolunu bulma çabasını ve aynı zamanda Kamuran ve Müzeyyen'in hayat mücadelesini konu alan bu oyun, seyirciyi duygusal bir yolculuğa davet ediyor.

"Aile Yalanları" küçük bir aile trajedisini üç kahramanın perspektifinden anlatarak, aynı olayın farklı şekillerde nasıl algılandığını ve yaşandığını gözler önüne seriyor. Belgin, Kamuran ve Müzeyyen'in karakterleri, seyirciye kendi aile hikayelerini düşünmeye teşvik ederken, insanın en yakınlarını anlamaktan aciz, onlar tarafından anlaşılmaktan mahrum olma durumunu vurguluyor.

"Aile Yalanları" söylenen ve söylenemeyenleriyle dolu bir aile hikayesini sahneye taşıyor. Oyun, seyirciyi kendi ailesine dair düşüncelere sürüklerken, aynı zamanda herkesin ortak hikayesi olan insan ilişkilerinin karmaşıklığına ve duygusal zenginliğine odaklanıyor.




Fotoğraf Zorlu PSM resmi web sitesinden alınmıştır. 

 

Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını


Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, Türkiye resim sanatının önemli figürlerinden biri olan Melek Celâl'e adanmış olan "Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını: Bütün Yönleriyle Melek Celâl" başlıklı monografik sergiyi sanatseverlerle buluşturuyor. 28 Nisan 2024 tarihine kadar devam edecek olan sergi, Sabancı Holding’in ana sponsorluğunda ve Gilan’ın katkılarıyla gerçekleşiyor.

Melek Celâl, geç Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarına doğan ve Cumhuriyet döneminde etkisini sürdüren ilk modern sanatçı kuşağının öncü kadın temsilcilerinden biridir. Sanatçının hayatına ve eserlerine odaklanan sergi, 1924 yılında Galatasaray Sergileri'nde ilk nü eserlerini sergileyerek dikkat çeken, 1935 yılında ise ilk kişisel sergisini açan Melek Celâl'in sanatının çeşitli yönlerini gözler önüne seriyor.

Sergide, sanatçının tablo ve eskizleri, Anadolu motiflerinden esinlenerek çizdiği desenler, şehir planlama, hat sanatı ve Türk işlemeleriyle ilgili yazdığı makaleleri, eleştirileri, kitapları ve özel yaşamına dair fotoğraflar, kartpostallar, hatıra yazıları ve mektuplardan oluşan zengin bir arşiv bulunuyor. Melek Celâl'in tekniği, eserlerinin restorasyon süreçleri, kullandığı malzemelerin yapısı ve dokusu gibi detaylar, "Görünenin Ötesinde Melek Celâl" adlı bilimsel analiz çalışmasıyla da ele alınıyor.

Sergi, Melek Celâl'in hayatını ve sanatını farklı açılardan inceleyen bir katalog ile destekleniyor. Namık Sinan Turan, Gizem Tongo, Ahu Antmen, Nazan Bekiroğlu, Mehmet Samsakçı ve Ömer Faruk Şerifoğlu gibi uzmanların katkılarıyla hazırlanan katalog, akademik bir kaynak niteliği taşıyor.

Ayrıca, sergi kapsamında 26 Ocak 2024'te gerçekleşecek olan "Müzede An’da" atölyesi, sanat terapisi ve farkındalık ilkelerinden ilham alarak 5-7 yaş aralığındaki çocuklar ve ebeveynleri için Melek Celâl’in natürmort eserlerini keşfetme fırsatı sunacak.




Fotoğraf Mimarizm resmi web sitesinden alınmıştır.

 

Zamanlar ve Katmanlar Arasında


Metrohan, Türk resim sanatının öncü isimlerinden Gülseren Südor’un 60 yıllık sanat yolculuğuna odaklanan "Gülseren Südor: Zamanlar ve Katmanlar Arasında" adlı retrospektif sergiye ev sahipliği yapıyor. 18 Şubat 2024 tarihine kadar ziyaret edilebilecek olan bu sergi, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin Cumhuriyet'in kuruluşunun 100. yılını kutlama etkinlikleri çerçevesinde düzenleniyor ve Türk resim sanatının öncü kadın sanatçılarından birine saygı duruşunda bulunuyor.

Sergi, Telga Südor Mendi'nin küratörlüğünde hazırlanmış olup, Gülseren Südor'un kişisel ve özel koleksiyonlardan derlenen 170'e yakın eserini sanatseverlerle buluşturuyor. Serginin küratöryel kurgusu, sanatçının kariyerini 1965'ten 2023'e kadar yedi ayrı döneme ayırarak izleyicilere sunuyor. Bu dönemler, sanatçının sanat yolculuğunda önemli dönemeçleri ve kişisel gelişimini temsil ediyor.

Sergide, Gülseren Südor’un sanatını ve hayatını etkileyen temalar detaylı bir şekilde işleniyor. Sanatçının Devlet Güzel Sanatlar Akademisi öğrencilik yıllarından, İtalya’da geçirdiği yıllara, kişisel ve toplumsal katmanları keşfetmesinden, kadınlık ve varoluş temalarını sanatında işlemesine kadar geniş bir yelpazede eserler sergileniyor.

Bu özel sergi, aynı zamanda Türkiye'nin Cumhuriyet dönemi boyunca geçirdiği sosyal ve kültürel değişimleri de gözler önüne seriyor. Gülseren Südor’un eserleri, sanatseverlere, Türkiye'nin son altmış yılında yaşanan değişimleri sanatsal bir perspektiften görmeleri için eşsiz bir fırsat sunuyor.




Fotoğraf İstanbul Kültür Sanat resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

25 Aralık, 2023

Yeni Yıla Büyülü Bir Başlangıç

Yeni Yıla Büyülü Bir Başlangıç

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

İstanbul'da Bir Kış Masalı: Fındıkkıran Balesi Sahneye Çıkıyor

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, P. İ. Çaykovski'nin efsanevi eseri "Fındıkkıran" balesi ile yeni yıl coşkusunu sanatseverlere taşıyor. 27 Aralık 2023'te Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu'nda prömiyer yapacak olan bu iki perdelik eser, ocak ve şubat aylarında da seyirciyle buluşmaya devam edecek.

Eserin koreografisi, Mehmet Balkan tarafından, Marius Petipa ve Lev Ivanov’un özgün koreografilerinden esinlenerek hazırlandı. Sahne yönetimi ise Lale Balkan'ın üstleniyor. Bu yılki prodüksiyon, dekor tasarımında Tayfun Çebi, kostüm tasarımında Sevtaç Demirer, ışık tasarımında Taner Aydın ve video prodüksiyonunda Ahmet Şeren'in imzasını taşıyor.

"Fındıkkıran", Clara'nın yeni yıl hediyesi olan fındıkkıran oyuncağı ile yaşadığı büyülü rüyaları konu alıyor. Alman yazar E. T. A. Hoffmann'ın orijinal öyküsünden Alexandre Dumas tarafından uyarlanan bu masal, Çaykovski'nin müziğiyle bale sahnesinde hayat buluyor.

İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin bu özel prodüksiyonu, klasik bale severler için vazgeçilmez bir deneyim sunuyor. Fındıkkıran'ın büyüleyici dünyası, göz kamaştırıcı kostümler, etkileyici dekorlar ve zarif danslarla seyircileri yeni yılın sihirli atmosferine davet ediyor.


Fotoğraf AKM resmi web sitesinden alınmıştır.

ENKA Sanat, Yılın Sonunu Aydınlatan İki Özel Konserle Taçlandırıyor

ENKA Sanat, 2023 yılını müzik dolu bir finalle kapatıyor. Uluslararası alanda adını duyuran piyanist Ayşe Deniz Gökçin'i 25 Aralık'ta ağırlayacak olan ENKA Sanat, Türkiye'nin önde gelen oda müziği topluluklarından Borusan Quartet'i ise 26 Aralık'ta dinleyicilerle buluşturuyor.

ENKA Sanat'ın sahnesine ilk kez 10 yaşında çıkan Ayşe Deniz Gökçin, 25 Aralık'ta İstanbul'daki dinleyicilerle bir araya gelecek. Hollywood Bağımsız Müzik Ödülleri'nde En İyi Modern Beste Ödülü'nü kazandığı "Patterns" albümünden "Kelton" ve diğer kendi besteleri gibi repertuvarının yanı sıra dünya çapında ses getiren Pink Floyd aranjmanlarını da seslendirecek. Gecenin finalinde ise Cumhuriyetimizin 100. yılına özel hazırladığı bestesini çalacak.

26 Aralık'ta sahne alacak olan Borusan Quartet ise dinleyicilere Arjantinli tango bestecisi Astor Piazzola'nın en sevilen yapıtlarından özel bir seçki sunacak. Nuevo Tango'nun yaratıcısı Piazzola'nın tangolarından konçertolara, oda müziği yapıtlarına ve film müziklerine kadar geniş bir repertuarı bulunuyor. Borusan Quartet, bu özel konserde Piazzola'nın eşsiz eserleriyle dinleyicilere unutulmaz bir müzik ziyafeti sunacak.

ENKA Sanat, her iki konserle de müzikseverleri etkileyici bir sanat deneyimine davet ediyor. Yılın sonunu muazzam performanslarla süslemeye hazırlanan ENKA Sanat, sanatseverlere unutulmaz anlar yaşatmayı amaçlıyor.


Fotoğraf ENKA resmi web sitesinden alınmıştır.

İDOB, Coşku Dolu Yeni Yıl Konserleriyle 2024'e Merhaba Diyor

İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB), 2024 yılına "Yeni Yıl Konserleri" serisiyle giriş yapıyor. İDOB'un yaptığı açıklamaya göre, bu özel konserlerde orkestra, koro ve başarılı solistler sahne alacak. Konserler, 29 ve 30 Aralık tarihlerinde Kadıköy Belediyesi Süreyya Opera Sahnesi'nde, 2 Ocak'ta ise Atatürk Kültür Merkezi Tiyatro Sahnesi'nde gerçekleştirilecek.

Konserlerde, dünya opera repertuvarının en sevilen eserlerinden opera ve operet parçaları, marşlar ve polkalar seslendirilecek. Bu müzik ziyafetinde İDOB Orkestrası'nı deneyimli şef İbrahim Yazıcı yönetecek. Ayrıca, İDOB Korosu'nun başarılı şefi Volkan Akkoç'un yönetiminde, koronun etkileyici performansı da dinleyicileri büyüleyecek.

Solist kadrosunda Esra Abacioğlu Akcan, Nazlı Deniz Süren, Barbora Hitay, Asude Karayavuz, Burak Dabakoğlu ve Burak Kul gibi isimlerin yer alacağı konserler, opera ve bale severler için unutulmaz bir deneyim vadediyor. İDOB'un Yeni Yıl Konserleri, sanatseverlere yeni yılın ilk günlerinde büyülü bir başlangıç sunmayı hedefliyor.


Fotoğraf Devlet Opera ve Bale resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

18 Aralık, 2023

2023'e Veda Ederken

2023'e Veda Ederken

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş


İstanbul’un Yeni Yıl Kasabası WonderVillage


Türkiye'nin en özel ve kapsamlı yeni yıl etkinliği "WonderVillage" ile dolup taşacak. Atlı karıncadan buz pateni pistine, kış lezzetleriyle dolu yeme içme alanlarından hediyelik alışveriş standlarına kadar pek çok sürprizi bünyesinde barındıran WonderVillage, tüm aile için gün boyu eğlence vaat ediyor.

Yediden yetmişe herkesin katılımına açık olan bu büyülü yılbaşı kasabası, dostlarınızla bir araya gelip unutulmaz anlar yaşamanız için tasarlanmış. İstanbul'u saracak olan yeni yıl ruhu, WonderVillage'ın eşsiz atmosferinde doyasıya hissedilecek.

Etkinlikte en sevilen yıldızların sahne alacağı, yılbaşı aktiviteleri ve atölyelerle dopdolu bir program sizleri bekliyor. Yılbaşına özel olarak tasarlanan bu etkinlik, sıcacık bir atmosferde eğlence, lezzet ve alışverişin bir araya geldiği bir platform sunacak. İstanbullular, 1-30 Aralık tarihleri arasında KüçükÇiftlik Park'ta gerçekleşecek olan WonderVillage etkinliğini kaçırmayın!

Detaylı bilgi ve biletler için: https://www.biletix.com/etkinlik-grup/393398765/TURKIYE/tr




Fotoğraf Biletixresmi web sitesinden alınmıştır.


MUBI Fest, İstanbul Modern Sinema’da Başlıyor


Dünya çapında 15 milyondan fazla üyeye sahip olan en büyük sinemasever topluluğu Mubi, İstanbul’da ilk kez MUBI Fest etkinliği düzenliyor. 22-24 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek olan etkinliğe, İstanbul Modern Sinema ev sahipliği yapıyor. Festivalde, son iki senenin öne çıkan filmlerinden bir seçki sunuluyor.

İlkini 2022 yılında São Paulo’da gerçekleştiren MUBI Fest, bu yıl Santiago, São Paulo, Bogota, Buenos Aires ve Meksiko şehirlerinden sonra ilk kez İstanbul’da düzenleniyor. MUBI ve İstanbul Modern Sinema arasında düzenlenen işbirliğinin ilk etkinliği olacak olan MUBI Fest, 22-24 Aralık tarihleri arasında İstanbul Modern Sinema’da sinemaseverler ile buluşacak.

Türkiye prömiyerini, yönetmen Michel Franco imzalı HATIR / MEMORY filmiyle yapacak olan festival, toplamda 6 filmin gösteriminin yapılacağı bir etkinlik takviminden oluşuyor. Festivalin açılışını da yapacak olan film, başrolü Jessica Chastain’le paylaşan Peter Sarsgaard’a Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü getirdi. Bununla birlikte Cannes’da Eleştirmenlerin Haftası bölümündeki gösteriminden sonra yılın en sevilen filmlerinden birine dönüşen Charlotte Wells imzalı Güneş Sonrası (Aftersun, 2022), prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde başrolündeki Kôji Yakusho’ya En İyi Erkek Oyuncu ödülü kazandıran ve Japonya’nın Oscar adayı olan Wim Wenders imzalı Mükemmel Günler (Perfect Days), dünya prömiyerini yaptığı Cannes’da Jüri Ödülü kazanan, Uluslararası Eleştirmenler Birliği’nin (FIPRESCI) bu yılki Büyük Ödülü’ne de layık bulunan Aki Kaurismäki imzalı Sararmış Yapraklar (Kuolleet Lehdet), Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Film ödülüne layık bulunan Molly Manning Walker imzalı Nasıl Seks Yapacağız? (How To Have Sex?) ve dünya prömiyerini yaptığı Venedik’te Cailee Spaeny’ye En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandıran Sofia Coppola imzalı Priscilla filmlerini de izlemek mümkün. Festival kapsamında film gösterimlerine ek olarak duyurulacak sürpriz etkinlikler de festival takvimine eklenecek.


Detaylı bilgi ve biletler için: https://www.mubifest.com/




Fotoğraf Mubifestresmi web sitesinden alınmıştır.


Harika Bir Gün Bekleme


Antalya'nın sanat sahnesine özgün bir dokunuş katmak amacıyla faaliyet gösteren den art galerisi, 1 Aralık itibariyle Baran Kurtoğlu'nun kişisel sergisi "Harika Bir Gün Bekleme"ye ev sahipliği yapıyor. Sanatçının bugünü algılayışını yansıtan eserleriyle dikkat çeken sergi, 6 Ocak 2024 tarihine kadar ziyaretçilere açık olacak.

Baran Kurtoğlu, "Her şey bugündür" diyerek başlıyor sergisine. Sergideki eser seçkisi, sanatçının bugünü nasıl anladığına dair derin bir bakış sunuyor. Geçmişle bugün arasındaki mesafe, karşılaşmaların içerdiği "tanıma" anları ve duygusal yükleriyle, Kurtoğlu'nun eserleri izleyicilere bugünün içindeki derinlikleri keşfetme fırsatı sunuyor.

Sanatçı, bireylerin yaşam mücadelesini duygularıyla gerekçelendirirken, politik müdahalelerin bugünü nasıl etkilediğini de ele alıyor. Sergi, izleyicilere bireyin düşünce ve davranışlarını belirli bir yöne çekerek etkileyen politik müdahalelerin ve geçmişle bugün arasındaki karşılaşmaların sanat aracılığıyla nasıl yorumlanabileceğini gösteriyor.

"Harika Bir Gün Bekleme" sergisi, Den Art Gallery Antalya şubesinde sanatseverlerle buluşuyor ve 6 Ocak 2024 tarihine kadar ziyaret edilebilecek. Baran Kurtoğlu'nun eserleriyle yapılan bu sanat yolculuğu, izleyicilere bugünü sorgulama ve anlama imkanı sunuyor. Sanatseverler, Den Art Gallery Antalya şubesinde bu derin sergiyi keşfetmeye davetli.




Fotoğraf Baran Kurtoğlu resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

14 Aralık, 2023

Bölüm 1: Üst Ölçek - Galataport

Bölüm 1: Üst Ölçek - Galataport

Eren Can Altay  |  Ed. Murat Kadaş

Bölüm 1: Üst Ölçek - Galataport

Mimarlık, sadece bir binadan daha ötesini ifade eder.  Bir bina, çevresiyle kurduğu fiziksel ve estetik ilişkiye ek olarak, sosyal ve ekonomik bir yapının da parçasıdır. Bu açıdan yalnızca “güzel” olup olmadığı yönündeki eleştirilerden daha derin, daha fonksiyonel unsurlar içerir. Bu durum, mimarinin ilgilendiği mekanı politize eder ve onu teknik bir mesele olmanın yanı sıra, sosyal bilimlerin de konusu yapar. Disiplinin bu geçişkenliği kent politikaları açısından da çoğu zaman tartışmalara sebep olur. Yapılan ya da yapılması planlanan projeler, çeşitli mecralarda eleştirilir, problemli yönleri ortaya konur ve sakıncaları hakkında kamuoyu oluşturulmaya çalışılır. Galataport projesi de tam olarak böyle bir proje olmuş ve inşaat sürecinden günümüzdeki kullanımına kadar mimari, kent planlama ve politik açılardan çok uzun ve geniş bir tartışmanın göbeğine oturmuştur.


Benim gibi 2015-20 arası mezun olan ve mimarlık gündemini az çok takip eden mimarlar için,tüm eleştirilere rağmen hayata geçen birçok projenin deneyimlenebileceği bir zaman dilimindeyiz. Bu açıdan eleştirilerin doğruluğunu ya da yanlışlığını kendi gözlemlerimizle test edebileceğimiz bir açıdan değerli bir açıdan da zorlu bir dönemin içerisindeyiz. Başta TMMOB olmak üzere birçok meslek grubunun eleştirilerine maruz kalan Galataport da bu projelerden biri olarak öne çıkıyor.

Galataport, proje ve inşaat aşamalarında olduğu zamanlarda, soylulaştırma, denize erişim ve kent ile bağ kurma konularında büyük eleştiriler almış ancak bu sürecin tamamlanmasına engel olamamıştı. Halkın bu proje ile beraber sahile erişiminin artacağı öngörülmüş ve eleştiriler kulak ardı edilmiştir. Bu eleştirilere birer cevap gibi duran, Galataport’un kendi sitesindeki proje açıklamasında proje hakkında “mahalle konsepti”, “tarihi dokuya uygunluk” ve “herkesi kucaklama” ibareleri yer almaktadır. Ancak gerçek bundan biraz daha farklıdır ve söylem ile pratik arasında uyumsuzluk kolay bir şekilde gözlemlenmektedir.


Öncelikle soylulaştırma eleştirisi tam yerini bulmuş bir eleştiri olarak görünüyor. Karaköy’ün değişmekte olan yüzü Galataport ile taçlandırılmıştır. Geçtiğimiz 10 yılda gördüğümüz gitgide pahalılaşan Karaköy, artık “Nişantaşıvari” bir zengin semti olmaya başlamıştır. Soylulaşmanın etkisini görmek için tramvayın geçtiği ve Galata Köprüsü’ne bağlandığı Kemeraltı Caddesi’nden geçmek yeterli olmaktadır. Caddenin iki yakasının eskiden bu kadar da görünür bir sosyoekonomik  farka sahip olmadığını belirtmek gereksiz olacaktır. Çünkü mevcut fark bir uçurum yaratmıştır ve aradaki fark açılmaya da devam etmektedir. Kullanıcı ve esnaf profilleri de bu duruma göre değişiklik göstermektedir. Karaköy’ün eski hali göz önüne alındığında mevcut esnafın yerlerinde tutunmakta zorlandığı ve yerinden edildiği görülmektedir.

Kendi yereline karşı takınılmış olan agresif ve dışlayıcı tutum, İstanbul’un gitgide turist odaklı bir şehir olması ile de ilgilidir. Taksim ve Beyoğlu’nun her geçen gün daha fazla turist odaklı bir hale gelmesi, İstanbul’un içindekilerle mi yoksa içindekilere karşı mı büyüdüğü sorusunu akıllara getirir. Galataport da bu sürecin tartışılmaz bir parçasıdır. Cruise gemilerinin buraya yanaşması ve Galataport'u deniz yolundan İstanbul’un kapısı haline getirmesi, tarihsel bir izlek içerisinde absürd değildir. Zira Galata, çok uzun yıllardır bu işlevi gerçekleştirmektedir. Ancak bu özelliğin etrafındaki işletmeleri “havaalanı tarifesi” uygulamaya itmesi ve ekonomik olarak dışarıdan gelen insanlara odaklı kılması büyük bir sorundur. Her ne kadar havaalanlarındaki ekonomi de tartışılması gerekse de, kent merkezinden uzak konumları kendi içlerinde bir mikro ekonomi yaratmalarına imkan sağlar. Bu mikro ekonomiyi Galataport gibi hem kentlinin kullanımında hem de belleğinde yer etmiş bir bölgede yaratmak, “Bu şehir kimin için?” sorusunu gündeme getirir.


Projeyi meşrulaştırmak için seçilen bir diğer söylem de “mahalle konsepti”dir. Bu söylem artık alışageldiğimiz açık AVM sisteminin altlığını oluşturur. Özellikle ılıman iklimli coğrafyalarda açık alanın ferah kullanımı, bu tasarımı fonksiyonel bir pozisyona yerleştirir. Ancak mevzu bahis mahalle konsepti, içi boş bir söylemden başka birşey değildir. Galataport, neoliberal ekonominin şehir mekandaki simgesi iken, kapitalist öncesi yaşama ve geleneklere bir referans vermeye çalışır.

Tüm bu meşrulaşma süreçleri, Galataport'un arazisinde bulunan Türkiye’nin en prestijli sanat galerileri ile devam eder. Mimari özgünlükleri ve yıldız mimarlardan oluşan tasarımcıları  ile İstanbul Resim ve Heykel Müzesi (IRHM) ve İstanbul Modern Müzesi, Galataport projesine getirilen sert eleştirileri yumuşatmak için fonksiyonel bir işlev sunarlar.

Sanatın günümüz ekonomik sistemdeki -ve belki de tüm tarihteki- meşrulaştırıcı fonksiyonunu ve mimari kalitenin, tüm bu yerinden etme, soylulaştırma ve yabancılaştırma süreçlerinde nasıl bir konumda yer aldığını ise mimari analizleri ile birlikte serinin bir sonraki yazısında inceleyeceğim...

Görseller: https://www.galataport.com/tr/gorseller

Devamını Oku

11 Aralık, 2023

Yıl Sonu Konserleri Başlıyor!

Yıl Sonu Konserleri Başlıyor!

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Bach İstanbul’da!

İstanbul, müzikseverleri bir araya getirerek unutulmaz bir yıl sonu etkinliğine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

İlk konser, viyolonselci Ivan Skanavi ve piyanist Dina Ivanova'nın eşsiz performansıyla 15 Aralık'ta Deniz Müzesi'nde gerçekleşecek. Bu olağanüstü müzisyenler, geçmişte birçok yarışmayı kazanarak adlarını duyurmuş ve oda müziğinin en iyilerinden kabul edilmiş isimler arasında yer alıyor. Deniz Müzesi'nde düzenlenecek bu konserde, beklentilerinizi en yüksek seviyede tutabilirsiniz. İki müzisyenin muazzam yetenekleri, müzikseverlere unutulmaz bir oda müziği deneyimi yaşatmaya hazırlanıyor.  

Peter Sarik Trio'nun büyüleyici jazz performansı ise 17 Aralık'ta Atatürk Kültür Merkezi'nde gerçekleşiyor. Geçtiğimiz yıl aynı salonda büyük ilgi gören konserleri, seyircinin dakikalarca ayakta alkışlamasıyla hatırlanıyor. Bu yılın konseri, J.S. Bach aranjmanları ve Bela Bartok'un müziğini cazla buluşturarak izleyicilere harika bir müzik ziyafeti sunuyor.

Barock Moscow Ensemble ise Deniz Müzesi'nin büyülü atmosferinde bir Barok konseriyle sahne alıyor. Bu topluluk, barok müziğin zarafetini ve ihtişamını İstanbul'a taşıyarak, seyircilere unutulmaz bir deneyim sunuyor.

Piyanist Dina Ivanova'nın solo resitali ise 24 Aralık'ta gerçekleşecek. Çok ödüllü bu harika piyanist, Stravinski'nin Petruchka ve Franz Listz'in ünlü si minör sonatı gibi önemli eserlerle dolu repertuarıyla dinleyicilere unutulmaz anlar yaşatmayı planlıyor.


Fotoğraf Passo resmi web sitesinden alınmıştır.

Akbank Sanat'ın 30. Yılı "Bir İçgörü Mekânı" Sergisi ile Kutlanıyor

İstanbul'un kültür ve sanat sahnesinde önemli bir konuma sahip olan Akbank Sanat, 30. yılını özel bir sergi ile kutluyor. 6 Aralık'ta ziyarete açılan "Bir İçgörü Mekânı: Akbank Sanat ve 30 Yıl" adlı sergi, geçmiş 30 yılda düzenlenmiş 31 farklı sergiyi ve bu sergilerin ardındaki hikayeleri günümüze taşıyor. Serginin küratörlüğünü Hasan Bülent Kahraman, konsept ve tasarımını ise Bülent Erkmen üstleniyor. 

Erol Akyavaş'tan Nil Yalter'e, Tomur Atagök'ten Adnan Çoker'e birçok önemli sanatçının eserlerinin yer aldığı sergi, Akbank Sanat'ın belleğini ve birikimini gözler önüne seriyor. Hasan Bülent Kahraman, serginin sadece Akbank Sanat'ın değil aynı zamanda Türkiye'deki görsel sanatların evrimini de takip etme imkanı sunduğunu belirtiyor. 

Belleğin tarih olmadığını vurgulayan Kahraman, tarihin zaman içinde oluştuğunu ve tarihselliğin kendisini gerçekleyebilmek için en soyut anlamda belleğe başvurduğunu ifade ediyor. Bu sergi, Akbank Sanat'ın son otuz yılda oluşturduğu belleği ve Türkiye'nin geçirdiği derin dönüşümleri gözler önüne sererek ziyaretçilere benzersiz bir zaman yolculuğu sunuyor. 

Akbank Sanat'ın güncel sanata olan öncülük rolünü vurgulayan sergi, Türkiye'de üretilen eleştirel ve sorgulayıcı güncel sanatı ön plana çıkarırken, dünya genelinde bu niteliği taşıyan sanatın da tanıtımını yapmış bir mekân olduğunu hatırlatıyor. Sergi, ziyaretçilere Akbank Sanat'ın 30 yıllık zengin geçmişi ve sanat dünyasındaki etkisi hakkında görsel ve düşünsel bir şölen sunuyor.


Fotoğraf Akbank Sanat resmi web sitesinden alınmıştır.

Tarçın Kokan Etkinlik: Christmas Market

Six Senses Koçataş Mansions, Christmas Market etkinliği ile misafirlerini sıcak ve samimi bir atmosferde karşılamaya hazırlanıyor. Bu benzersiz etkinlik, orijinal konseptleri, dünyaca ünlü sanatçı performansları ve lezzetli tatları bir araya getirerek ziyaretçilere unutulmaz bir deneyim vaat ediyor.

Christmas Market İstanbul, Fransız kruvasanları ve zencefilli kurabiyeler eşliğinde yılbaşı atmosferini doyasıya yaşama fırsatı sunuyor. Etkinlik boyunca, yılbaşı temalı hediyelik eşya tezgahları, ünlü markaların göz alıcı alışveriş stantları, kendin yap atölyeleri ve eğlenceli etkinlikler ziyaretçilere keyifli anlar yaşatacak.

Dönme dolap, atlı karınca, buz pateni gibi eğlenceli aktivitelerin yanı sıra sürpriz konserler de gün boyunca katılımcılara unutulmaz anlar sunacak. Christmas Market, aileleri, çiftleri ve arkadaş gruplarını bir araya getirerek İstanbul'un büyüleyici atmosferinde yeni yıl heyecanını bir adım öteye taşıyor.

Etkinlik takvimi için: https://www.passo.com.tr/tr/etkinlik-grubu/christmas-market-istanbul-six-senses-kocatas-mansions-istanbul/116613


Fotoğraf Passo resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

04 Aralık, 2023

Mekanla Birlikte Var Olma Sanatı

Mekanla Birlikte Var Olma Sanatı

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Sarkis'in "SONSUZ" Sergisi Arter'de!

Sanatçı Sarkis'in Arter Koleksiyonu'ndan seçilen yapıtlarını bir araya getiren ve "SONSUZ" başlıklı sergi, Emre Baykal'ın küratörlüğünde Arter'de ziyarete açıldı. Sarkis'in eserlerini değişime ve yorumlamaya açık bir şekilde tasarladığı bu kişisel sergi, sanatçının geniş zaman dilimini kapsayan üretimini Arter'in 2. kat galerisinde bir araya getiriyor.

Sergide, 1980'li yıllardan başlayarak, sanatçının 2015 yılında Venedik Bienali Türkiye Pavyonu için gerçekleştirdiği "Respiro" isimli yerleştirmesinden Arter Koleksiyonu'na bağışladığı neon ve aynalar da dahil olmak üzere çeşitli yapıtlar yer alıyor. Sarkis'in mekânla birlikte var olma, mekânsal referanslar veya çağrışımlar üstlenme ve yeni mekânlar kurgulama amacıyla tasarladığı eserleri, her sergilenişte değişime ve yorumlamaya açık bir şekilde sunuluyor.

"SONSUZ" sergisi, Sarkis'in farklı mecralarda ürettiği yapıtların belleklerini birbirleriyle kurdukları ilişkiler aracılığıyla genişletirken, onları içine yerleştikleri mekânda yeni bir yolculuğa çıkarıyor. Sergide İstanbul İkonaları (1986–2013), Elle Danse (1990), Transflammation (1996–2001), Karışık Retrospektif (2001), (Arılara) Çağrı I (2013) adlı işleri ve 2017 yılında Arter Koleksiyonu’na bağışladığı Respiro’nun ayna ve neonları, farklı zaman ve mekânlara dair hafızalarıyla bir araya gelerek izleyicilere benzersiz bir deneyim sunuyor.

Serginin küratörü Emre Baykal, sergi ile paralel olarak 2019'da yayımlanan "Çaylak Sokak" adlı kitabında, Sarkis'in Türkiye çağdaş sanatı tarihinde önemli bir dönemeç olan Çaylak Sokak yerleştirmesine odaklanarak, sanatçının çalışmalarını farklı bağlamlarda ve kültürel tarihle iç içe geçen perspektiflerle ele alıyor.

Sarkis'in "SONSUZ" başlıklı kişisel sergisi, 4 Şubat 2024 tarihine kadar Arter’in 2. kat galerisinde sanatseverleri ağırlıyor.


Fotoğraf Arter resmi web sitesinden alınmıştır.

İstanbul Bebek Sarnıcı'nda "Plastik Dalgalar" Sergisi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından restore edilerek 2021 yılının Eylül ayında sanat dünyasına kazandırılan Bebek Sarnıcı, çağdaş sanatın önemli mekanlarından biri olmaya devam ediyor. Tarihi sarnıç, İyilik İçin Sanat Derneği tarafından gerçekleştirilen "Plastik Dalgalar" sergisi ile sanatseverleri ağırlamaya hazırlanıyor.

Plastik Dalgalar projesi, deniz kirliliğine dikkat çekmeyi ve bu önemli soruna kamuoyunda farkındalık oluşturmayı hedefliyor. Küratörlüğünü Hicran Aksöz'ün üstlendiği sergi, Bebek sakinlerinden Mehmet Sinan Soner'in imzasını taşıyan 24 fotoğrafın yanı sıra "Açık Çağrı" ve "Denizin Sesi" isimlerinde iki enstalasyon çalışması ile bir video yerleştirmesine ev sahipliği yapıyor.

İstanbul Boğazı'nı tehdit eden kirlilikle mücadele için 2022 yılının Temmuz ayında Bebekliler tarafından denizden karaya çıkarılan atıkların görsel kaydını sunan sergi, deniz yatağındaki plastik atıklar, şişeler ve diğer çöplerle dünyanın en özel ekosistemlerinden birini barındıran Boğaz'ın, uğradığı insan kaynaklı kirlilik istilasına dikkat çekiyor. "Plastik Dalgalar" sergisi Jacques-Yves Cousteau'nun, "Denizler yaşadıkça insanlık yok olmayacaktır." sözleriyle insanlığın denizlerle olan bağını vurguluyor. Ancak günümüzde İstanbul Boğazı gibi büyülü bir su yolunda çevresel tehditlerin giderek artması, doğanın ve insanlığın iç içe geçmiş sembiyotik ilişkisine dikkat çekiyor. Sergi, 31 Ocak 2024 tarihine kadar ziyaretçilerini ağırlayacak ve denizlerimizin geleceğine ışık tutmaya devam edecek.


Fotoğraf İBB Kültür Sanat resmi web sitesinden alınmıştır.

"Piaf ! The Show" Zorlu PSM Turkcell Sahnesi'nde!

Uluslararası üne sahip sanatçı Nathalie Lermitte'nin başrolünde yer aldığı unutulmaz prodüksiyon "Piaf ! The Show", 60. Yıl Dünya Turnesi kapsamında heyecan verici bir performans sergilemek üzere 6 Aralık akşamı Zorlu PSM Turkcell Sahnesi'nde sahne alıyor!

Dünya genelinde 50'den fazla ülkede 400'ten fazla performans ve bir milyon bilet satışı ile büyük bir başarı elde eden "Piaf ! The Show", 2015'ten bu yana dünyanın en büyük Fransız prodüksiyonları arasında öne çıkıyor. Tasarım ve yönetimini Gil Marsalla'nın üstlendiği gösteri, Edith Piaf'ın yakın arkadaşları tarafından "Edith Piaf'ın kariyeri üzerine üretilen en güzel övgü..." olarak kabul ediliyor.

Piaf ! The Show, 45 dakikalık iki bölümden oluşan özel bir sahne düzenlemesi ile Edith Piaf'ın unutulmaz şarkıları aracılığıyla sanatçının kariyerini anlatıyor. Ayrıca, daha önce hiç yayımlanmamış Edith Piaf görüntülerinin projeksiyonları, izleyicilere unutulmaz bir görsel deneyim sunuyor.


Fotoğraf Passo resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

27 Kasım, 2023

Tiyatroda Sezonun Yenileri

Tiyatroda Sezonun Yenileri

Eda Çamlı  |  Ed. Murat Kadaş

Çirkin

Firuze Engin'in yazdığı, Güray Dinçol'un yönettiği ve Nihal Yalçın ile Onur Berk Arslanoğlu'nun başrollerini paylaştığı "Çirkin" oyunu, tiyatro ve dijital enstalasyonun birleştiği özgün bir deneyim sunuyor. Prömiyerini 27. İstanbul Tiyatro Festivali'nde gerçekleştiren ve Hollanda Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu tarafından desteklenen oyun, 10 Kasım'daki prömiyerinin ardından Aralık ayında da cuma ve cumartesi günleri seyirci karşısına çıkmaya devam ediyor.

Oyun, Anadolu masallarından ilham alan gerçeküstü bir ihanet hikayesini anlatıyor. Bin yıllardır yaşayan ve çirkin bir mahluk olan Şiva ile onunla birlikte lanetlenerek ölümsüzlük cezasına çarptırılan tavuk karakteri, geçmiş ve bugün arasında gezinerek izleyicilere benzersiz bir deneyim sunuyor. Oyunun sahnesindeki anlatı evreni ile duvarlardaki etkileşimli görüntü evreni bir araya gelerek seyirciyi masalsı bir atmosfere taşıyor.

Hollanda Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu tarafından desteklenen ve Kaleidoscope Fonu Dönüşüm Geliştirme Ödülü alan "Çirkin", kreatif stüdyo xtopia tarafından özel bir "immersive" (kapsayıcı) sekans tasarımıyla her sahnesini özel kılıyor. Farklı teatral stilleri çağdaş tiyatro enstrümanlarıyla birleştiren oyun, teknolojinin sunduğu olanaklarla masalsı ve mitik bir evrenin kapılarını aralıyor.

Beyoğlu Hope Alkazar'da seyircisiyle buluşacak olan "Çirkin", izleyicilere Anadolu masallarından esinlenen ve çağdaş sanatın sınırlarını zorlayan bir deneyim sunmayı amaçlıyor.


Fotoğraf Hope Alkazar resmi web sitesinden alınmıştır.

Küçük Prens

Sahne sanatları dünyasının önde gelen mekanlarından DasDas Sahnesi, zamansız başyapıt "Küçük Prens" ile izleyicilerini büyülemeye hazırlanıyor. Dünya yorgunu ve umudunu kaybetmiş bir pilotun Sahara Çölü'nde bozulan uçağını tamir etmeye çalışırken karşılaştığı gizemli Küçük Prens'in öyküsü, sahneye özgün bir yorumla taşınıyor.

Yazar Antoine de Saint-Exupéry'nin eserini sahneye taşıyan usta yönetmen Kayhan Berkin, dramaturg Ferdi Çetin ve birbirinden yetenekli oyuncu kadrosuyla "Küçük Prens", DasDas Sahnesi'nde can buluyor. Dekor tasarımından ışık ve ses tasarımına kadar birçok detayın özenle ele alındığı bu prodüksiyon, seyircilere hayal güçlerini zorlayan bir deneyim vadederken, görsel estetikle de dikkat çekiyor.

Oyunun başarılı oyuncu kadrosunda Deniz Işın, Doruk Şengün, Kenan Ece ve Taha Tegin Özdemir gibi isimler yer alırken, kostüm tasarımından afiş tasarımına kadar birçok aşamada emeği geçen sanatçılar, izleyicilere unutulmaz bir tiyatro deneyimi sunmayı amaçlıyor.

Seyirciler, bu büyülü masalın içinde kaybolmak ve gökyüzündeki yıldızlarla dostluk kurmak için 3, 10 ve 17 Aralık tarihlerini not etmeyi unutmasınlar. Unutmayın, "Esas olan şey gözle görülemez."


Fotoğraf DasDas resmi web sitesinden alınmıştır.

Balina

Zorlu PSM, Craft Tiyatro ve Free Stage işbirliğiyle sahnelenen "Balina", Samuel D. Hunter'ın aynı adlı oyunundan uyarlanarak seyirciyle buluşuyor. Akademi Ödülleri'nde 3 adaylık alan ve Brendan Fraser'a "En İyi Erkek Oyuncu" Oscar'ını kazandıran "Balina", Türkiye tiyatro sahnesindeki yerini alıyor. İbrahim Çiçek'in yönetmenliğini üstlendiği oyunda, Enis Arıkan, Şebnem Bozoklu, Yağız Can Konyalı, Helin Kandemir ve Emine Evirgen gibi başarılı oyuncular rol alıyor. Oyun, aile, veda, bencillik, yalnızlık, özlemek, Moby Dick, utanmak ve affetmek gibi temaları işleyerek seyirciyi düşündürmeye ve duygusal bir yolculuğa çıkarmaya hazırlanıyor.

"Balina", Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi'nde tiyatroseverlerle buluşmaya devam ediyor.


Fotoğraf Zorlu PSM resmi web sitesinden alınmıştır.

Terörizm

Bahçe Galata, sahneye koyduğu üçüncü oyun olan "Terörizm" ile Presnyakov Kardeşler'in en sevilen metinlerinden birini tiyatro severlerle buluşturuyor. Oyun, 27. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 15-16 Kasım tarihlerinde CKM'de prömiyerini yaparak seyirciyle buluştu.

Bu etkileyici yapının yönetmenliğini ise Saim Güveloğlu üstleniyor. "Terörizm", toplumsal olaylara ve bireysel çatışmalara kara mizah ile yaklaşan bir yapıya sahip. Bilgesu Akın, Defne Koldaş, Derya Şahan, Fatih Sevdi, Semih Ali Aksoy, Sezer Arıçay, Tansu Biçer, Tülin Özen, Tolga Güneş ve Zeynep Çötelioğlu gibi deneyimli oyunculardan oluşan bir kadroyla izleyicileri karşılıyor.

Oyun, sıradan insanların yaşadığı günlük zorluklar ve toplumsal gerginlikler üzerinden ilerlerken, Presnyakov Kardeşler'in kaleminden çıkan özgün bir bakış açısını sahneye taşıyor. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında prömiyerini yapan "Terörizm", seyircilere yeni bir tiyatro deneyimi sunmaya hazır.


Fotoğraf Bahçe Galata resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

23 Kasım, 2023

Seks, Mekan, Kimlik: İyi Şanslar Leo Grande

Seks, Mekan, Kimlik: İyi Şanslar Leo Grande

Eren Can Altay  |  Ed. Eray Uygun

İyi Şanslar Leo Grande (Good Luck to You Leo Grande) yönetmenliğini Sophie Hide’ın yaptığı ve başrollerini Emma Thompson ile Daryl McCormack’ın üstlendiği 2022 yapımı bir komedi/dram filmi. Film, hayatı boyunca monoton bir evlilik hayatı geçirmiş olan Nancy’nin (Emma Thompson) cinsel deneyimsizliğini ve meraklarını giderebilmek için, para karşılığı seks yapan Leo Grande’yi (Daryl McCormack) tutması çevresinde gelişen olayları konu edinir.

Film, ilk bakışta seyirciyi çekmek için cinselliği kullanan orta karar bir yapım izlenimi verir. Filmin afişi belki de bu izlenimi kuvvetlendirmek için tasarlanmıştır. İki karakterin bir araya gelme sebebinin seks oluşu ve bu durumun filmin başında açıkça belli edilmesi, sığ bir cinselliğin filmin ana konusu olma ihtimalini artırır. Ancak cinselliği ön plana koyan bir film olma beklentisi, filmin ilk yarısında boşa çıkar. Beklentinin aksine diyalog üzerinden ilerleyen akış, filmin farklı bir yoldan ilerleyeceğini gösterir. Öyle ki filmin son sahnelerine doğru bunun bilinçli ve güzelce işlenmiş bir seçim olduğu ortaya çıkar.


Filmin ana mekanı olarak belirlenen mekan bir otel odasıdır. Bu seçim elbette tesadüf değildir. İki karakter de bu mekana gerçek kimliklerinden soyunarak girerler. Öyle ki birbirlerine seslendikleri isimleri bile gerçek değildir (bunu seyirci de geç öğrenir) ve içinde bulundukları mekan ikisi tarafından da özelleştirilemez. Bu açıdan kimse birbiri hakkında dışsal bir veriye ulaşamaz. Odada hiç kimseye ait bir resim ya da anı kalıntısı bulunmaz. Böylece kişiler, kendilerinden soyutlanmış mekanın içerisinde anonim kalabilirler.

Ancak karakterler birbirlerini tanıdıkça ve aynı otel odasında tekrar tekrar buluştukça anonimliklerini korumakta zorlanmaya başlarlar. Gerilim Nancy’nin, Leo’nun gerçek ismini bildiğini açık etmesiyle doruk noktasına ulaşır. İlk defa karakterlerden biri kendi kurduğu dünyadan dışarı çıkmaya zorlanmaktadır. Bu durum Leo’nun profesyonel olarak takındığı kibarlık maskesini çıkartıp duygusal ve kendine ait tepkileri vermesine sebep olur. Leo’nun, otel odasının duvarlarını yumruklaması anonim mekanın çeperlerinin zorlandığı ve içerisinde koruduğu kimliksizliği artık tutamayacağını göstermektedir. Farkına varılan ve teşhir edilen kimlik, mekanı da dış etkilere karşı edilgen bir konuma dönüştürür. Zira şikayet sonucu resepsiyondan aranan Nancy ‘ her şey[1] [2] [3] [4] in yolunda’ olduğunu, mekana sızmaya başlayan topluma açıklamak durumunda kalır.


Aslında bu mekanın mimarlık teorisinde bir ismi bile vardır. “Yok yer” olarak Türkçeleştirilen kavram Marc Auge tarafından orjinal olarak “non-place” olarak adlandırılır. Auge’ye göre modern zamanın hızlı ve mobil karakteri, özdeşleşmeyi mümkün kılmayan mekanlar yaratır. Bu bağlamda oteller, havaalanları ve bunlara benzer modern mekanlar hem birey özelinde özümsenmeyi zorlaştırırken, küreselleşme ile beraber yerelliklerini de kaybederler. İşte İyi Şanslar Leo Grande’deki otel odası, hem bireysel hem de formel açıdan kimliksizleşen mekanları tasvir eder. Zaten filmin son kısmında da bu mekandan çıkıldığında nelerle yüzleşildiği görülür. Karakterler otel odasından çıktıkları zaman, kameranın temizlenmiş ve düzenlenmiş otel odasına son bakışı önemli bir sekans yaratır. Çünkü oda yeniden eskisi gibi olur ve sanki hiçbirşey yaşanmamıştır. Cinsellik toplumdan gizlenir ve her şey “normalmiş” gibi toplum içerisine dönülür. Nancy ile Leo’nun yaşadığı geleneksel anlamda bir balayı gibidir. Çift toplumdan uzaklaşır, bekaret bırakılır ve bu ritüel sonucunda yeni ya da kabul edilen kimlikleri ile topluma tekrar dönerler. 

Neredeyse tek mekanda çekilen filmin, yegane ikinci mekanı olan otelin kafesi karakterlerin toplum ile yüzleşme alandır. Nancy’nin kendi öğrencisi ile karşılaşması, onun tarafından yargılanması ve özür dilemesi, Nancy’nin toplum karşısında tutunduğu ipleri bıraktığını gösterir. Leo’nun ise seks işçisi olduğunu itiraf etmesi Nancy ile çok da farklı bir konumda olmadığını göstermekle beraber, onun kendi yüzleşme serüvenini aynı sahnede gösterir.

Tabi ki tüm bu özgürleşme süreçleri ve keşifler, toplumun “cık cık”larından uzak bir mekanda anonim bir şekilde gerçekleşiyor. Keza ikili otelin kafesinde toplum ile bir araya geldiklerinde, keşiflerinin ve  deneyimlerinin yargılanmasına maruz kalırlar. Domestik mekanın mahremiyet sağlamadığı bu anda, kimliksiz ancak toplumdan uzak bir yok yer, geleneksel mekanın sağlayamadığı olanakları, Nancy’ye sağlamayı başarır.

Görsel Referanslar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Good_Luck_to_You,_Leo_Grande

https://www.berlinale.de/de/2022/programm/202203038.html

Devamını Oku

20 Kasım, 2023

Ben Başka Bir Sen, Sen Başka Bir Ben

Ben Başka Bir Sen, Sen Başka Bir Ben

Eda Çamlı  |  Ed. Fatih Cebeci

10. Asya-Avrupa Mediations Bienali

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Dairesi Başkanlığı'nın (İBB Miras) öncülüğünde yürütülen titiz restorasyon çalışmalarının ardından, tarihi mekanlara yeniden hayat verilen Artİstanbul Feshane, yeni sergisi ile sanatseverlerle buluşuyor. Haliç kıyısında konumlanan ve İstanbullulara çeşitli kültürel etkinlikler sunan Artİstanbul Feshane, 17 küratörün iş birliğiyle düzenlenen 10. Asya-Avrupa Mediations Bienali'ne ev sahipliği yapıyor.

2008 yılında Polonya'nın Poznan kentinde başlayan ve bu yıl Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılı bağlamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ev sahipliği yapılan bienal, 31 Ekim - 11 Aralık 2023 tarihleri arasında sanatseverleri ağırlayacak. Asya-Avrupa Mediations Bienali, 17 küratörün davetiyle bir araya gelen 154 sanatçının resim, üç boyutlu yapıt, fotoğraf, video ve dijital çalışmalarını Artİstanbul Feshane'nin benzersiz atmosferinde sergiliyor.

Bienalin temel amacı, farklı coğrafyalardan gelen sanatçıları ve küratörleri bir araya getirerek ortak bir diyalog oluşturmak ve geniş bir izleyici kitlesiyle buluşturmak. Mediations Bienali, 33 Avrupa ve 34 Asya ülkesinden sanatçıların katılımıyla kültürel çeşitliliği ve sanatsal zenginliği vurguluyor.

Sergi, modernizmden günümüze kadar uzanan çağdaş ve güncel sanat üretimlerini ele alarak, bu üretimlerin temelindeki düşünce ve kavramları izleyicilere sunuyor. Aynı zamanda, sanatın "hakikat" ve "gerçek" açısından önemli bir üretim alanı olduğunu vurgulayarak, yapıtların yansıttığı düşünsel, biçimsel ve estetik değerlere odaklanıyor.

İBB Miras ve İBB Kültür iş birliğiyle gerçekleşen 10. Asya-Avrupa Mediations Bienali, "Ben Başka Bir Sen, Sen Başka Bir Ben" temasıyla 11 Aralık 2023 tarihine kadar Artİstanbul Feshane'de ziyaretçilerini bekliyor.


Fotoğraf İBB Kültür resmi web sitesinden alınmıştır.

Üç İç Denizin Ülkesi

İstanbul'un kültür ve sanat sahnesinde önemli bir iz bırakan sanatçı Handan Börüteçene'nin kırk yılı aşkın süredir devam eden sanat pratiği, "Üç İç Denizin Ülkesi" adlı kapsamlı sergi ile meraklılarıyla buluşuyor. Salt Beyoğlu'nda 14 Nisan 2024 tarihine kadar ziyaret edilebilecek olan sergi, sanatseverlere Börüteçene'nin zengin sanat dünyasına dair derin bir bakış sunuyor.

Sergi, Handan Börüteçene'nin sanat yolculuğunu, mezuniyet projesinden ödüllü enstalasyonlarına, büyük heykellerinden terracotta serilerine kadar geniş bir yelpazede tanıtmayı amaçlıyor. Sanatçının taşı, toprağı ve maviliği kadar etkilendiği coğrafya, Anadolu ve Trakya'nın kültür mirası ve mitlerinden ilham alıyor. Serginin adı da bu derin bağlılığı simgeliyor. Börüteçene'nin eserleri, bellek yitimine meydan okuyan bir sanat pratiğinin izini sürüyor. Sergi, sanatçının tutkularını, işlediği temaları ve peşini bırakmayan meseleleri keşfetme fırsatı sunuyor. Mezuniyet projesi "Kır/Gör" (1985) enstalasyonundan, 1987'de Urart Sanat Galerisi'nde sergilediği terracotta serilere, İstanbul'un kamuya açık mekanlarına yerleştirilen büyük heykellere kadar birçok eseri bir araya getiriyor.

"Üç İç Denizin Ülkesi" sergisi, Salt Beyoğlu'nda 14 Nisan 2024 tarihine kadar sanatseverleri ağırlıyor. Handan Börüteçene'nin uzun soluklu sanat pratiğine dair bu kapsamlı retrospektif, izleyicilere sanatçının evrenine derinlemesine bir bakış sunuyor.


Fotoğraf Salt Online web sitesinden alınmıştır.

Akustik Düşler

Akustik Düşler" adlı resim sergisi, sanatseverlerle buluşmak üzere Ziba Art Galeri'de kapılarını açıyor. Serginin sahibi, sanat yönetmeni ve eski İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan, 35 eserini 30 Kasım'a kadar galeri severlerin beğenisine sunacak.

Ziba Art Galeri'nin İstanbul'daki sanat hayatına yeni bir soluk kazandırdığı sergide, Arıkan'ın İstanbul ve Kıbrıs'ta ürettiği eserler karışık bir şekilde sergileniyor. Küratör Denizhan Özer'in rehberliğinde, resimler "akustik düşler" teması etrafında bir araya getiriliyor.

Suat Arıkan, sergiyle ilgili yaptığı açıklamada, "Buradaki ilk sergim. İstanbul'da daha önce çok sergilerim oldu. Roma, Köln ve Kopenhag'da da sergilerim oldu. Şimdiki heyecanım şu, burada eserlerim karışık, hem daha önce İstanbul'da yapmış olduğum resimler hem de Kıbrıs'ta yapmış olduğum resimler var." diyor. Emekli olduktan sonra Kıbrıs'a yerleştiğini belirten Arıkan, müziğin soyut bir sanat olduğunu ifade ederek, resimlerinde müziğin renkleri ve lirizminin izlerini taşıdığını vurguluyor.

Sanatseverler, "Akustik Düşler" sergisinde, müziğin renkleri ve lirizmiyle yoğrulmuş, sanatçının duygusal zenginliğini keşfediyor. Suat Arıkan'ın 35 eserini içeren sergi, 30 Kasım tarihine kadar Ziba Art Galeri'de ziyaretçilere kapılarını açık tutuyor.


Fotoğraf Ziba Art Galeri Instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

13 Kasım, 2023

Geleneksel ve Modern Bir Arada

Geleneksel ve Modern Bir Arada

Eda Çamlı  |  Ed. Fatih Cebeci

Jisbar İstanbul’da!

Sanatın farklı kollarına ev sahipliği yapan Kalyon Kültür’ün bu seferki konuğu, modern pop-art sanatçısı Jisbar. Birçok sanat alanındaki ünlü figürlerin portrelerini kişiselleştirip, modern pop-art sanatıyla yeniden yorumlamasıyla tanınan Jisbar, bu sefer ilham kaynağı olarak merkezine İstanbul’u aldı. ‘’Jisbar İstanbul’da’’ ismiyle sanat severlerle buluşacak olan sergi, 14 Şubat’a kadar ücretsiz olarak, Kalyon Kültür Taş Konak alanında ziyarete açık olacak.

Son olarak Leonardo Da Vinci’nin ölümünün 500.yıldönümünde sergilediği performans ile adından sıkça söz ettirmeye başlayan Jisbar, tören esnasında kendi yorumuyla yeniden dekore ettiği Mona Lisa tablosunu uzaya gönderdi. Dünyanın 30 kilometre üzerinde yaklaşık olarak 2 saate yakın bir süre boyunca havada asılı kalan tablo sanat dünyasında ses getirdi.

İstanbul’un ilham kaynağı olduğu sergi toplam 20 eser ve 40 orijinal baskı eserden oluşuyor. Özellikle Türk bayraklı Mona Lisa tablosuyla dikkat çekiyor. Her eserinde çözülmeyi bekleyen bir hikaye olan Jisbar, modern pop-art motifleriyle herkes için farklı bir pencere açıyor.

Sanatsal farkındalığı yüksek olan bu sergi, toplumsal olarak da aynı vizyonu taşıyor.

Sadece geçici bir dönem İstanbul’da eserlerini sergileyip gitmiş olmak istemeyen sanatçı, sergiden elde edilecek bütün gelirleri ve sergiye özel oluşturulan fonun tamamının Türkiye’deki ihtiyaç sahibi çocuklara bağışlanacağını açıkladı.


Fotoğraf Jisbar-art web sitesinden alınmıştır.

Bir AKM Klasiği; Kahve Konserleri

Atatürk Kültür Merkezi klasiklerinden olan Kahve Konserleri serisi yeni sezonuyla başlangıç yaptı. Atatürk Kültür Merkezi’nin Kahve Konserleri serisi, birbirinden farklı temalar ve repertuvarlarla klasik müzik tutkunlarını konuk etmeye devam ederken, solo resital projelerine ve müzik topluluklarına da yer vermeye devam ediyor.

Kahve Konserleri serisi, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’e adanan “Atam’a Şarkılar” konseri ile başladı. 11 Kasım Cumartesi günü sabah 11.00’de gerçekleşen konserde, tenor Aykut Yılmaz, Atatürk’ün doğumundan Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar uzanan tarihi sürece dair ulusal ve evrensel şarkılar seslendirdi. Sanatçıya koloratur mezzo soprano Simay Yılmaz ve piyanist Senay Yılmaz eşlik ediyor.

Kahve Konserleri, Kasım ayının üçüncü haftasında Opera İstanbul’un ‘100. Yıl Konseri’ ile devam edecek. 18 Kasım Cumartesi günü Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu Alt Fuaye alanında klasik müzik severlerle buluşacak konserde; Cemal Reşit Rey, Adnan Saygun, gibi Türk Beşleri olarak bilinen Cumhuriyet dönemi bestecilerinin yanısıra Yalçın Tura, Hasan Uçarsu gibi Türk bestecilerinden de oluşan bir kadro yer alacak. Opera İstanbul solistleri Seda Kırankaya, Hazal Güvenel Konuk, Ozan Kutlar, Fevzi Çankaya’ya piyanist Ozan Zencir eşlik edecek.


Fotoğraf AKM resmi web sitesinden alınmıştır.

Teknoloji ve Gelenek Buluşuyor; Gate of Eternity

Geçtiğimiz hafta New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenmeye başlayan "Gate of Eternity/Sonsuzluk Kapıları" NFT sergisi Antalya Kültür Yolu Festivali kapsamı dahilinde Side Antik Kent’te sanat severlerle buluşuyor. Hakan Yılmaz ve Seyd Ahmet’in dünyanın farklı bölgelerinden ve zamanlarından esinlenerek ürettiği çini örnekleri, "Gate of Eternity/Sonsuzluk Kapıları" isimli NFT sergisi New York’un ardından Antalya Kültür Yolu Festivali kapsamında Side Antik Tiyatro’da sergileniyor. Sanatçıların bu eserleri Cumhuriyet’in 100. yılı kutlamaları kapsamında New York The Metropolitan Museum of Art'ta sergilenmişti.

Kökleri Anadolu ve Mezopotamya topraklarına kadar uzanan, Osmanlı tezhiplerinde ve çinilerinde rastlanan, sonsuzluğu hedef alan, sınırlandırılmamış sanat anlayışının teknoloji ile buluştuğu sentezden ortaya çıkan “Gate of Eternity,” koleksiyonu iç içe geçmiş sürekli bir döngü içinde devinen motifleri ile sonsuzluğun kapılarını aralıyor.

50 eşsiz sanat eserinden oluşan bu koleksiyon içinde çeşitli kodlamalar ile kolajlanarak, geleneksel sanatların zamansızlığını sanal dünyada gözler önüne sererken blockchain üzerinde saklanarak korunuyor.


Fotoğraf TRT haber web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

06 Kasım, 2023

#Sanat Haftası

#Sanat Haftası

Eda Çamlı  |  Ed. Seray Rakıcı


"Kendi Gölgesinde" Sergisi: Arter Koleksiyonundan İlham Veren Bir Keşif

İstanbul'un kültür ve sanat sahnesinde önemli bir yere sahip olan Arter, 7 Nisan 2024 tarihine kadar ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek olan yeni grup sergisi "Kendi Gölgesinde" ile ziyaretçilerini farklı bir deneyime davet ediyor. Emre Baykal ve Gizem Uslu Tümer tarafından kürate edilen bu sergi, Arter Koleksiyonu'ndan seçilen yapıtlarla oluşturuldu. Sergi, yapıtların birbirleriyle kurdukları yakınlıkları ve mekânla girdikleri etkileşimi keşfetme fırsatı sunuyor.

Kengi Gölgesinde, iç ve dış, kamusal ve mahrem, varlık ve yokluk, hafıza ve unutma, boşluk ve beden gibi ikilikler etrafında kurgulanmış ve bu temalar arasındaki ilişkileri araştırıyor. "Kendi Gölgesinde" başlığı, serginin ana temasını yansıtarak görünmezlik, belirsizlik, gizlenmişlik, muğlaklık gibi nitelikleri vurguluyor. Ziyaretçiler, bu sergiyi gezerken gölgede kalanı aramaya, kendi düşünsel ve duygusal katılımlarıyla zenginleşecek bir deneyime katılmaya davet ediliyor.

Sergide yer alan yapıtlar, genellikle sıradan veya gündelik malzemeler, nesneler ve durumları kullanarak sıra dışı ve beklenmedik müdahalelerle dönüştüren sanatçıların eserlerinden oluşuyor. Karartma, eksiltme, tekrarlama, yer değiştirme gibi yöntemlerle işlenen bu yapıtlar, ziyaretçilere puslu bir görüş alanı açıyor ve mekânda etkileşim yaratarak yeni anlamlar arayışına yol açıyor.

Koleksiyon sergisinde yer alan sanatçılar arasında Hüseyin Bahri Alptekin, Mirosław Bałka, Pedro Barateiro, Michał Budny, Hera Büyüktaşçıyan, Jae-Eun Choi, Cevdet Erek, Terry Fox, Hreinn Friðfinnsson, Bilge Friedlaender, Deniz Gül, Mona Hatoum, Rolf Julius, Nadia Kaabi-Linke, Šejla Kamerić, Borga Kantürk, Mohammed Kazem, Inge Mahn, Ferhat Özgür, Seza Paker, Pinaree Sanpitak, Chiharu Shiota, Yaşam Şaşmazer, Hema Upadhyay, ve Nika Zupančič gibi önemli sanatçılar bulunuyor.

"Kendi Gölgesinde" sergisi, sanatın sınırlarını zorlayan, düşündürücü ve etkileyici bir deneyim sunuyor. Arter'e gelen sanatseverler, bu benzersiz sergiyi keşfederken sanatın derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkma fırsatı buluyorlar.


Fotoğraf Arter web sitesinden alınmıştır.

Artweeks Akaretler: Sanat ve Sanatseverler İçin Bir Buluşma Noktası

İstanbul'un tarihi ve sanatsal dokusunu yaşatan Akaretler Sıraevler, sanatın büyülü dünyasını ağırlamaya hazırlanıyor. Bilgili Holding tarafından düzenlenen 8. Artweeks Akaretler, 16 Kasım tarihine kadar sanatçıları ve sanat tutkunlarını bir araya getirecek.

Bu yıl 8. kez gerçekleştirilecek olan etkinlik, Türkiye'nin önde gelen galeri ve sanatçılarını buluşturmayı hedefliyor. Dirimart, Pilevneli, PG Art Gallery, Anna Laudel, X-İst, MERKUR Galeri, Galeri Siyah Beyaz, Öktem Aykut, Ferda Art Platform, Martch, İyilik İçin Sanat, Galeri Nev İstanbul, Galeri Bosfor, Taksim Sanat, Doğançay Müzesi, Şerife Bilgili Ercantürk, Mine Sanat Galerisi, Muse Contemporary, One Arc Gallery, Gallery Kairos, Cengiz Yatağan gibi Türk sanatının önde gelen temsilcileri, Akaretler Sıraevler'de eserlerini sergileyecekler.

Bilgili Holding ve UBS ana sponsorluğunda gerçekleşen etkinliğin organizasyonunu, Bilgili Sanat ve Sabiha Kurtulmuş üstleniyor. İki haftalık etkinlik boyunca, sanatçılarla söyleşiler, paneller ve özel etkinlikler düzenlenecek.

Ayrıca, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli sanatçı Haluk Akakçe'nin Akaretler'deki evi ve atölyesi, eşi Nevzat Beyazıt Akakçe'nin isteği üzerine 16 Kasım tarihine kadar Artweeks özel ziyarete açık olacak. Bu, sanatseverlere Haluk Akakçe'nin eserlerine ve yaşamına saygı gösterme fırsatı sunuyor.


Fotoğraf Bilgili Holding web sitesinden alınmıştır. 

Çello Dâhisi Hauser, İstanbul'da Sahne Almaya Geliyor!

Klasik müziğin asi ruhu ve çello tutkusuyla tanınan 2Cellos'un kurucu üyesi Stjepan Hauser, dünya çapındaki ilk solo turnesi "Rebel with a Cello" kapsamında İstanbul'da hayranlarıyla buluşmaya hazırlanıyor. Müziğin "kötü çocuğu" olarak bilinen Hauser, Hırvatistan'ın gururu ve çello yıldızı olarak adından söz ettiriyor.

Hauser, klasik müziği dinamizmi ve enerjisiyle birleştirerek, milyonlarca dinlenme ve video görüntülemesi elde ettiği sosyal medya platformlarında büyük bir hayran kitlesi edindi. 18 Kasım akşamı Ülker Arena'da Epifoni organizasyonuyla sahne alacak olan Hauser, İstanbul'da unutulmaz bir gece vaadediyor.

Hauser, müziğin köklü geleneklerini bir araya getirerek klasik, pop ve rock müziği harmanlayan özel bir yeteneğe sahip. "Smooth Criminal" yorumuyla milyonların kalbini fethetti ve klasik müziği genç ve dinamik bir kitleye ulaştırdı. Çaykovski'den Lady Gaga'ya, Shostakovich'ten Shakira'ya kadar geniş bir repertuarla kendini ifade eden Hauser, dünya çapında konserler vererek yerleşik müzik sektörünün sınırlarını zorluyor.

Andrea Bocelli, Red Hot Chili Peppers gibi müzik dünyasının efsane isimleriyle iş birliği yapan Hauser, "Classic" albümüyle Billboard listelerinde zirveye tırmanırken, kendi çarpıcı müzik video serisi "Alone Together" ile de müzikseverlerin beğenisini kazandı.

İstanbul'da düzenlenecek olan bu konser, müziğin sınırlarını zorlayan bir dâhinin sahne performansını deneyimlemek isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat.


Fotoğraf Biletix web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

30 Ekim, 2023

Bodrum Yeni Bir Festivale Kavuşuyor!

Bodrum Yeni Bir Festivale Kavuşuyor!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

1.Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali: Sanatla Dolu 14 Gün!

Bodrum, güzellikleri ve tarihiyle ünlü bir tatil beldesi olmanın ötesinde, sanatın coşkulu bir kutlamasına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 1. Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali (BOTİF), "Başka bir Bodrum Mümkün" mottosuyla 3-16 Kasım tarihleri arasında sanatseverlerle buluşuyor.

BOTİF, çağdaş dans gösterilerinden performatif sunumlara, dans tiyatrosundan konserlere ve müzikli edebiyat okumalarına kadar uzanan geniş bir program sunuyor. Festivalin sanat yönetmenliğini Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran üstlenirken, yedisi yurtdışından yirmi üç farklı prodüksiyon, yedi farklı mekânda sahne alıyor.

Festivalin açılışı, 3 Kasım'da Bodrum Kalesi'nde İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın sahneleyeceği "Deli Dumrul" oyunuyla yapılacak. Ardından, Türkiye'den ve dünyanın dört bir yanından gelen prodüksiyonlar, Bodrumlu tiyatro severlerle buluşacak. Bu büyüleyici etkinlikler, Bodrum'un farklı mekanlarında gerçekleşecek. Ayrıca Bodrum'da bulunan Cumhuriyet tarihinin ilk okul gemisi STS Bodrum, tiyatro sanatçıları tarafından Halikarnas Balıkçısı'nın eserlerinin okunduğu ve Jehan Barbur'un müziği eşliğinde unutulmaz bir deniz yolculuğuna ev sahipliği yapacak.

Festival kapsamında gerçekleşecek olan konserler ve performanslar da göz dolduruyor. Cem Yıldız'ın "Ben Uçarım Gökler Uçar", Sema Moritz'in "Efsane Hanımlar", Renan Bilek'in "Aranjmanlar-Öyküleriyle Şarkılar" adlı konserleri Bodrumlu sanatseverlerle buluşacak. Ayrıca, Dilek Türkan ve Oğuzhan Balcı'nın Muğla Büyükşehir Belediyesi Şehir Orkestrası ile vereceği "Şarkıların Cumhuriyeti" konseri de 10 Kasım'da Bodrum Belediyesi Heredot Kültür Merkezi'nde ücretsiz olarak sahnelenecek.


Fotoğraf Biletinial resmi web sitesinden alınmıştır.

İstanbul Komedi Festivali Başlıyor!

Türkiye'nin mizah dünyasının öncülerinden olan BKM (Beşiktaş Kültür Merkezi) tarafından düzenlenen İstanbul Komedi Festivali, her yıl gelişen ve büyüyen bir programla komedi severlerle buluşuyor. 5 Kasım- 3 Aralık 2023 tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival, geniş bir katılımcı yelpazesi ve renkli içerikleriyle bu yıl da dikkat çekmeyi başarıyor.

Festivalin yıldız isimleri arasında Türk tiyatrosunun devleri Demet Akbağ, Şener Şen, Uğur Yücel, Ali Poyrazoğlu ve Güneş Berberoğlu, Behzat ve Süheyl Uygur, Kaan Sekban, Doğu Demirkol, Zafer Algöz, Can Yılmaz, Esra Dermancıoğlu, Deniz Göktaş, Ali Kerim Diler, Can Bonomo, Can Temiz, Bengi Apak, Oya Başar, Hakan Yılmaz ve Asuman Dabak gibi ünlü isimler bulunuyor. Bu isimler, kendi tarzlarıyla ve mizah anlayışlarıyla izleyicilere keyifli anlar yaşatmaya hazırlanıyor.

Festival kapsamında, İstanbul'un komedi tutkunlarına hitap eden oyunlar ve şovlar sahnelenecek. "Aydınlıkevler," "Tuz Biber 6’lı," "Zengin Mutfağı," "Ölün Bizi Ayırana Dek" ile Semaver Kumpanya'nın "Cimri" oyunu, izleyicileri güldürmeye devam edecek.

Festival, İngiliz komedyenlerin de Türk seyircisiyle buluşacağı özel bir platform sunuyor. Funny Woman Awards'ı kazanan Laura Smyth, Ricky Gervais'in turnesinin açılışını yapan Sean McLoughlin, ödüllü genç komedyen Matt Richardson ve Brennan Reece gibi isimler, İstanbul'un komedi sahnesini uluslararası bir boyuta taşıyor.

İstanbul Komedi Festivali, gülmenin iyileştirici gücünü vurguluyor ve şehirdeki her yaştan ve her tattan izleyiciye hitap ediyor.

Festival programının detayları için: https://www.istanbulkomedifestivali.com/


Fotoğraf istanbulkomedifestivali resmi web sitesinden alınmıştır.

Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk

Türkiye'nin önde gelen kadın sanatçılarından biri olan Gencay Kasapçı'nın 2017 yılında kaybından sonra ilk büyük sergisi "Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk," sanatseverlerle buluşuyor.

"Gencay: Başlangıç, Bitiş ve Sonsuzluk" sergisi, Gencay Kasapçı'nın İtalya ve Türkiye'deki sanat yaşamı boyunca ürettiği eserleri, uzun yıllar sonra ilk kez bir arada sunuyor. Serginin direktörlüğünü Döne Otyam, metin yazarlığını ise Dilek Karaaziz Şener üstleniyor.

Sergide, 1960'lı yılların Roma sanat ortamında ürettiği resimler, fotoğraflar ve açtığı sergiler gibi özellikle ZERO grubu ile olan ilişkisine dair belgeler yer alıyor. Aynı zamanda, 2019 yılında hazırlanan "Noktanın Sonsuzluğu: Gencay Kasapçı" belgeseli, sanatçının yaşamına tanıklık edenlerin anlatımlarıyla izleyicilere sunuluyor.

Bu önemli sergiyi, 25 Şubat 2024 tarihine kadar, pazartesi hariç her gün 10.00-17.00 saatleri arasında Ankara’daki Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi'nde ziyaret edebilirsiniz.


Fotoğraf Erimtan Museum Instagram hesabından alınmıştır.

Devamını Oku

25 Ekim, 2023

Kral Ölüyor, Yaşasın Kral!

Kral Ölüyor, Yaşasın Kral!

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

“Ölümsüz olmadıktan sonra niye doğdum? Anama, babama lanet olsun. Nereden akıllarına gelmiş, ne kötü bir şaka! Dünyaya daha beş dakika önce geldim, evleneli üç dakika oldu.”

-Ioneco, Kral Ölüyor 

Krallar doğar, çeşitli mücadeleler sonucunda tahta geçerler, iyi veya kötü bir dizi şey gerçekleştirdikten sonra da ölürler. Tabiatın ve medeniyetin ortak temel kanunu, şeylerin ortaya çıkması ve önünde sonunda ölmesidir. Sonucunda tarih ilerler (ya da döngüye girer), şeyler gelişir. Ionesco’nun bu oyundaki “Ya öyleyse?”si, onlarca yıl boyunca hem çok iyi hem de çok kötü şeyler yapmış Kral Berenger’in bir türlü ölememesidir. 

Otoriter rejimler altında yaşamaya alışkın, bu kişiliklerle geçmişte karşılaşmış kişiler, “ölememe” durumunun ne olduğunu az biraz günlük hayatlarından bilirler. Yaptığı iyi (!) şeylerin yanında korkunç kötülükleriyle de kendinden söz ettiren Berenger, ülkemizin siyasi atmosferi altında oldukça tanıdık bir figürdür. Oyunda geçmişte gerçekleştirdiği medeniyet kurucu yeniliklere rağmen, bugün yalnızca ismi dolayısıyla saygı gören, daha önce yaptığı şeylerin hiçbirini gerçekleştiremeyen bir kralla karşı karşıya kalırız. Berenger’in ilk eşi, Margueritte, Berenger’in artık ölmesi gerektiğini sürekli dile getirerek kralı ikna etmeye çalışır. Kralın ikinci eşi, Marie ise kendi varlığını ancak kralın varlığı üzerinden mevcut kılabildiği için kralın yaşaması için elinden geleni yapar. Sonunda, ölmek konusunda kafası karışık, ölümle yaşam arasında sürekli gidip gelen, tabiri caizse “ölüşen” bir kral ortaya çıkar. Fakat ölüme direnmek, tabiatın kurallarına terstir. Berenger’in ülkesindeki tüm sorunların ana kaynağı kendisinin bir türlü ölmemesidir. Bunu anlayacak olsa da ölümden korkusu ve kendi mutlak otoritesine sadakati bu anlayışın önüne geçer.

Tiyatro BeReZe’nin Kral Ölüyor’unu geçtiğimiz günlerde izleme fırsatı buldum. Sahnede bizi üzerinde şekillerle boşluklar açılmış bir platform karşılıyor. Oyun figürleri bu platformu zaman zaman arkasına geçip, boşluklarda oynayarak kullanıyor. Platformun arkasına geçtiklerinde oyun kişilerinin vücutlarının bazı parçaları görülebiliyor. Kral’a ölmesi gerektiğini, kaçınılmaz sonunu hatırlatmaya çalışan Margueritte ve krala boş umutlar veren Marie’nin arasında Berenger’in her geçen saniye daha perişan hale geldiğini oyun çok net bir şekilde aktarıyor. Tacını taşıyamadığı için uzunca bir şapka giydirilen kral, pijamalarının da yardımıyla oyun ilerledikçe soytarılaşıyor.

Tiyatro BeReZe’nin Kral Ölüyor’u, metnin aynı zamanda çevirmeni olan Semih Fırıncıoğlu tarafından sahneye konuldu. Oyun metnin geneline sadık bir anlayışla sahneye taşınmış. Elif Temuçin’in canlandırdığı Margueritte’a simsiyah bir elbise, Erkan Uyanıksoy’un canlandırdığı Berenger’e çizgili pijamalar ve kendisinin oynadığı Marie’nin pembe elbisesini tasarlayan isim ise Hatice Cansu Karagöz. Oyunun dekorunda Kerem Erverdi ve aynı zamanda yönetmen yardımcısı olan Özgür Doğa Görürgöz’ün de isimleri bulunuyor.

Kral Ölüyor, bu sezonda Tiyatro BeReZe’de ayda dört kez oynamaya devam edecek. 

Devamını Oku

24 Ekim, 2023

Paloma Picasso

Paloma Picasso

Ksenia Kobeleva | Çev. Melisa Şahin | Ed. Yüsra Yüce

Paris'te kimse kırmızı ruj sürmeye cesaret edemezken o sürerdi. Abartılı tarzı Yves Saint Laurent ve Karl Lagerfeld'e ilham verdi ve Tiffany & Co. için yaptığı mücevher koleksiyonları markanın diğer serileri arasında parlaklığı ve büyüklüğü ile öne çıktı. Picasso’nun kendi mirasını yaratan kızı Paloma Picasso'dan bahsedelim.

Annesi Fransız yazar Françoise Gilot, Paloma henüz dört yaşındayken Picasso’yu terk etmesine rağmen, Paloma doğduğu andan itibaren babasının şöhretinin gölgesinde kaldı. "Picasso'nun kızı" gibi meçhul bir statüye razı olmak istemeyen Paloma, aktif bir şekilde kendi mesleğini aradı: ilk resmini dokuz yaşında çizdi, ilk elbisesini 12 yaşında tasarladı ve 15 yaşında bir mücevher parçası tasarladı. "14 ya da 15 yaşındayken kendimi çok huzursuz hissediyordum. O zamanlar sadece bir şeyler yazmak için elime kalem alırdım. Bir sanatçı olacağımdan çok korkuyordum.” diye hatırlıyor o günleri Washington Life'a verdiği bir röportajda.


Paloma adı İspanyolca'da "güvercin" anlamına gelir ve Pablo Picasso'nun Guernica tablosunun resimsel bir karşıtı olarak çizdiği Dünya Barış Kongresi amblemine atıfta bulunur. Daha sonra Andy Warhol ile Interview için yaptığı bir söyleşide bunu itiraf eder: "Bu çok güzel bir isim. Şimdiye kadar aldığım en güzel hediye ve her dilde kulağa güzel gelen bir kelime."


Paloma, Nantes Üniversitesi'nde okurken avangart tiyatro prodüksiyonları için kıyafetler tasarlamaya başladı. Picasso'nun karakterlerinden biri için sahte elmaslardan oluşan bir kolye tasarladı. Onları bit pazarında bulduğu, Folies Bergère kabare dansçısına ait olan bir büstiyerden koparmak zorunda kaldı. Bu hikaye onu mücevher konusunda ciddileşmeye teşvik etti, bir mücevher kursuna kaydoldu ve daha sonra Yunan markası Zolotas için çalışarak becerilerini kanıtladı.


Her yazı Joan Miró ya da Jean Cocteau gibi ünlülerin düzenli olarak konuk olduğu Picasso'nun Fransa'nın güneyindeki evinde geçirdi. Yaratıcı atmosfere alışkın olan kendi arkadaşları da aynı imaj ve statüyü benimsedi: Paris boheminin genç ve hırslı temsilcileri. Bir gün, tesadüfen bir arkadaşı Paloma'yı Yves Saint Laurent'in atölyesine getirdi.Yves Saint Laurent, bit pazarından aldığı kocaman omuzlu 1940'lardan kalma siyah bir elbiseye, gri tüylü kocaman pembe bir türbana ve kendi tasarımı olan mücevherlere baktıktan sonra onu yeni Gloria Swenson olarak adlandırdı ve bir sonraki koleksiyon için mücevher tasarlamasını teklif etti. Bir yıl sonra, Saint Laurent onun resimlerini bir moodboard olarak kullanacak ve 1971 Skandal koleksiyonu tüy ve dudak desenli elbiseler ile renkli kürk mantolar içerecekti.


Paloma, Yves'in ölümüne kadar onunla arkadaştı. Picasso, Arjantinli oyun yazarı Rafael Lopez-Sanchez ile ilk kez evlendiğinde düğün kıyafetini tasarlayan da oydu. Törende Paloma beyaz bir pantolon takım, fırfırlı kırmızı bir bluz ve ona uygun deri eldivenler giymiş, ziyafette ise Karl Lagerfeld imzalı kırmızı bir elbise giymişti. Parti onun evinde düzenlendi. Paloma gerçek bir moda diplomatıydı: iki tasarımcının mesleki rekabetlerini unutarak flamenko dansı yaptıkları birkaç akşamdan biriydi.


Paloma kendi bedenine ve çıplaklığına karşı rahat tavrıyla ünlendi. İlk kez 1974 yılında Polonyalı yönetmen Valerian Borowczyk'in "Ahlaksız Hikayeler" filmindeki dört bölümden birinde oynadı. Erzsebet Bathory karakteriyle neredeyse tek kelime etmeden tarihin en zalim konteslerinden birinin mizacını somutlaştırmayı başardı. Film eleştirmenlerinden çok iyi tepkiler alan Paloma oyunculuk kariyerine devam etmeyi bile düşündü. Babasının Diaghilev balesi için kostümler üzerinde çalıştığı Coco Chanel'i oynamayı hayal ediyordu. Ancak bilinmeyen nedenlerden dolayı filmin çekimlerine başlanmadı.



Paloma çıplaklık konusunda hiç utangaç değildi Sadece sinema perdesinde değil, Helmut Newton için üstsüz ve bir göğsü açık bir Lagerfeld elbisesiyle poz verdi ve Antonio Lopez bir ceketle poz verdiği bir dizi fotoğrafını da çekti. Kırk yıl öncesine ait bu hikaye o kadar modern görünüyor ki, günümüz Balenciaga'sı için bir lookbook olabilir.

Kendini sunma becerisi dillere destandır: babasının miras paylaşımı davasında, eşarpla bağlanmış açık pembe bir elbise giymiş ve Venedik'te arkadaşları için düzenlenen bir baloda hiç ayakkabı giymemiş, sadece çorap giymiştir. Madame Grès ve Georges Rech'e komşu geçen yüzyıldan kalma vintage parçalardan oluşan gardırobunda, henüz ana akım değilken topazlı kadife gerdanlıklar bulunuyordu. Yaşı ilerledikçe, tarzı giderek bilinçli bir kadınsılık ile umutsuz bir erkeksilik arasında gidip gelmeye başladı: Paloma partilerde genellikle göğsü açık, omzu açık bir ceket ve sade bir pantolonla görünürdü. Dışarıdan yardım almadan parlak bir kariyer inşa eden özgürleşmiş genç bir kadın imajı yaratmayı başardı. Studio 54'ü dolduran eksantrik kişilikler arasında bile, etnik desenli kıyafetleri, kürklü şapkaları ve büyük mücevherleri sayesinde öne çıkıyordu.


Ancak mücevherler her zaman onun asıl tutkusu olmuştur. Diğer kızlar Tiffany & Co.'dan hediye olarak bir şey almayı hayal ederken, Paloma onu yaratmayı hayal ediyordu. Şirkete ancak ikinci denemesinde girebildi - ilk seferinde onun yerine Elsa Peretti işe alınmıştı. Bir sonraki sefer daha şanslıydı: markanın kreatif direktörünü zaten Peggy Guggenheim sayesinde tanıdığı John Loring’ti. Loring, Paloma'ya zekice üstesinden geldiği bir deneme görevi teklif etti ve 1980'de bir sözleşme imzaladı. İlk Graffity koleksiyonu, New York'a taşınmasından ve buradaki boyalı binalardan esinlenmiştir. Sonraki tüm koleksiyonları bir şekilde kişisel tarihiyle bağlantılıdır: Venezia, büyüdüğü ve kendisini ailesinden ayrı bir kişi olarak gördüğü şehirle ilgilidir, Marrakesh Fas'taki eviyle ilgilidir ve Dove, Pablo Picasso'ya bir övgüdür. Daha sonra güvercinlerin babasının yarattığı logoya benzememesi için 200'den fazla eskiz çizdi.


Tiffany & Co. şirketinde mücevher tasarımcısı olarak çalışmanın yanı sıra Paloma ilk kocasıyla birlikte kendi markasını kurdu. 1984 yılında çanta, kemer, nevresim üretti ve bu çalışmalarıyla Amerikan Moda Tasarımcıları Konseyi Paloma'ya yılın en iyi aksesuar tasarımcısı unvanını verdi. Aynı yıl, üç koku yaratmak için L'Oréal ile bir sözleşme imzaladı. İlki olan Paloma Picasso için sadece şişeye adını yazmakla kalmadı, aynı zamanda Richard Avedon tarafından hazırlanan bir kampanyada da rol aldı. Alametifarikası olan kırmızı rujundan para kazanmamanın aptallık olacağını fark ederek 1987'de L'Oréal için Mon Rouge'u yarattı. Kendi rengi piyasaya sürülmeden önce Picasso, Revlon'un sadece iki seçeneğini tercih ediyordu: Certainly Red veya Love That Red. İmzası haline gelen kırmızı rujunu çoktan terk etmiş olsa da, hala kendi kuşağının en renkli kadınlarından biri. Ve belki de bizimkinin de.

Devamını Oku

23 Ekim, 2023

Yaşasın Cumhuriyet!

Yaşasın Cumhuriyet!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Atatürk Kültür Merkezi, Cumhuriyet'in 100. Yılını Konserlerle Karşılıyor!

İstanbul'un önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olan Atatürk Kültür Merkezi (AKM), Cumhuriyet'in 100. yıl dönümünü etkileyici konserlerle karşılamaya hazırlanıyor. Türkiye'nin bu özel dönemine adanmış bir dizi konser, müzikseverleri büyüleyici performanslarla coşkulu bir atmosferin içine çekiyor.

Cumhuriyet'in 100. yıl dönümünü anlamlandıran bir özel konserle sahneye çıkacak olan Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş döneminin müziğini gün yüzüne çıkarıyor. "1923’ten Sonsuza: İkinci Yüzyıla Merhaba" adlı bu özel konserde, Cumhuriyet'in ilanının yüzüncü yılına özel bestelenen eserler de seslendirilecek.

27 Ekim'de gerçekleşecek olan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) konseri, piyanist Can Çakmur'un,  Dmitri Shostakovich'in "İkinci Piyano Konçertosu"nu yorumlayacağı unutulmaz bir an olacak. İDSO, Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin ve Ferit Tüzün gibi Türk bestecilerin eserlerini seslendirecek.

İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu, Cumhuriyet'in 100. yılına özel bir repertuvarla sahneye çıkıyor.  27 Ekim tarihindeki bu konserde, Cumhuriyet ile ilgili özel şarkılar ve türküler seslendiriliyor. Konser, Elif İnce ve Gediz Çoroğlu'nun solist performanslarına ev sahipliği yapıyor.

Tekfen Filarmoni, 28 Ekim'de İstiklal Marşı'nın yazılış hikayesini unutulmaz bir performansla anlatmaya hazırlanıyor. Mehmet Altun'un araştırmaları sonucunda ortaya çıkan bu özel konser, İstiklal Marşı'nın yazılma hikayesini tiyatral bir yaklaşımla sunuyor. Konserde, Ceyda Düvenci, Mert Fırat ve Yiğit Sertdemir önemli rolleri seslendiriyor.

Türk Telekom Opera Salonu'nda 29 Ekim tarihinde gerçekleşecek olan "Cumhuriyet'in 100. Yıl Konseri" programı, Cumhuriyet'in yetiştirdiği önemli bestecilerin eserlerine odaklanıyor. İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) Orkestrası ve Korosu, muhteşem bir performans sergileyecek. Konserde Ceren Aydın, Elif Tuğba Tekışık, Serkan Bodur, Emre Güngör ve İlke Kodal solist olarak sahnede yer alıyor olacak.


Fotoğraf AKM İstanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Türkiye'nin Kitap Şöleni: 40. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Başlıyor!

40. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, 28 Ekim - 5 Kasım tarihleri arasında Beylikdüzü TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde kitap severleri ağırlamaya hazırlanıyor. Her yıl farklı bir tema etrafında okurla yazarları buluşturan fuarın bu yılki teması, "Yaşasın Cumhuriyet" olarak belirlendi.

Fuarın ev sahipliği yapacağı dokuz yüz doksan sekiz yayınevi ve sivil toplum kuruluşu, ziyaretçilere geniş bir kitap yelpazesi sunuyor. Ayrıca, dört yüzden fazla kültür etkinliği ve iki binden fazla yazar imza günü, katılımcılara edebiyat dünyasının zenginliğini yaşama fırsatı veriyor. Nermin Abadan Unat, fuarda Onur Yazarı olarak yer alıyor. Fuar süresince Unat'ın yaşamı ve eserleri hakkında düzenlenecek paneller ve söyleşiler, edebiyatseverlere önemli bir deneyim sunuyor. Ayrıca, yazarın yaşamına ve eserlerine odaklanan bir anı kitabı da fuar süresince okurlarla buluşuyor.

Fuar kapsamında "Yaşasın Cumhuriyet" teması doğrultusunda, Cumhuriyetin yüzyılı edebiyatı hakkında çeşitli söyleşiler de düzenleniyor. Yüzyılın şiiri, öyküsü, çocuk ve gençlik edebiyatı, romanı, denemesi-eleştirisi ve yayıncılığı gibi farklı konu başlıkları, yazarlarla bir araya gelerek edebiyatın derinliklerine inme fırsatı sunuyor.

Detaylı bilgi ve imza günleri için: https://istanbulkitapfuari.com/


Fotoğraf Tüyap resmi web sitesinden alınmıştır.

11. Engelsiz Filmler Festivali: Sinema Herkes İçin!

Engelsiz Filmler Festivali, bu yıl da duygusal ve etkileyici hikayelerle dolu bir programla sinemaseverleri bekliyor. 20-26 Ekim tarihleri arasında Ankara'da, 4-5 Kasım tarihlerinde Eskişehir'de gerçekleşecek olan festival, her yıl olduğu gibi engellilere erişilebilir sinema deneyimi sunmayı amaçlıyor. Bu yılki teması ise net: "Bir Arada Film İzlemek Mümkün."

Türkiye ve dünya sinemasının önde gelen kırk iki filmi, festival kapsamında özel olarak erişilebilir hale getirilecek. Ankara'daki Paribu Cineverse ANKAmall, Goethe-Institut, ve Eskişehir'deki Cinema Pink Kanatlı AVM salonları, bu etkileyici filmlere ev sahipliği yapıyor.

Ayrıca, "Kısa Film Yarışması" kapsamında gösterilecek on dört kısa film, 20-26 Ekim tarihleri arasında Türkiye genelinde çevrimiçi olarak izleyicilerle buluşuyor. Festival, bu yarışma sayesinde kısa film yapımcılarına erişilebilirlik konusundaki yeteneklerini sergileme fırsatı sunuyor.

Festivalin detayları için: https://engelsizfestival.com/tr


Fotoğraf Engelsiz Filmler Festivali Youtube kanalından alınmıştır.

Devamını Oku

19 Ekim, 2023

Zaaflarında Yükselen Yapı: Hamburg Elbphilharmonie

Zaaflarında Yükselen Yapı: Hamburg Elbphilharmonie

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

Elbphilharmonie Binası, Hamburg’da Elbe nehrine hakim bir konumda yer alan bir konser salonudur. Yapı ünlü mimarlık firması Herzog & de Mauren tarafından 2017 yılında tamamlanmış ve izleyici ile buluşmuştur. Her nasıl Frank Gehry’nin Gugenheim’ı Bilbao’nun, Zaha Hadid’in Haydar Aliyev Kültür Merkezi Bakü’nün silüetini değiştirip, bulundukları şehirlerin ikonik yapıları haline geldilerse, Elphi’de (Elbphilharmonie’nin halk arasındaki takma adı) Hamburg için benzer bir işlevi görmüştür. Tüm bunlara rağmen, yapının inşa süreci birçok açıdan eleştirilere odak olmuş ve mimari bir kabusa dönmüştür.


2007’de başlayan inşa sürecinin 2010 yılında bitirilmesi planlansa da, bu öngörü yapının gerçek bitirilme tarihi yanında çok iyi niyetli bir tarihlendirme olarak karşımıza çıkar. Sürecin bu türden bir sürüncemeye girmesi, zamanla beraber yapının maliyetinin de katlanmasına sebep olur ve toplum kaynaklarının kullanımı konusunda birçok tartışmanın altlığını hazırlar. Mimari tasarımın makyajlı dizayn altlığı altında gerçekleşen bu serüven, bir mimari eserin yalnızca bir sonuç üründen odaklı olmadığını hatırlatır. Ancak yine de uzun vadede yapım süreçleri unutulur ve eserin fiziksel varlığının rutinliği, kentli üzerinde daha devamlı bir etki bırakır.

Yapının fiziksel olarak en bariz özelliği dikeyde yarattığı iki farklı kimliktir. Alt kısımları Hamburg ve çevresinde sıklıkla kullanılan kırmızı tuğladan oluşurken, yapının daha yüksek katları cam malzeme ile bitirilmiştir. Bunun sebebi, yapının üzerinde bulunduğu alanın tarihsel devamlılığına duyduğu saygıdır. Elphi’nin tuğla bölümlerini oluşturan kısmı, konser salonuna dönüştürülmeden önce alanda mevcut olan ancak yıllarca işlevsiz kalmış Kaispeicher A  yapısına aittir. Kent belleğinde yer etmiş bir yapının izleri yeni Elbphilharmonie yapısında da kendini devam ettirmektedir.

Üst kısımlara çıkıldıkça dramatik bir şekilde değişen malzeme, katı ve kapalı tuğlanın aksine geçirgen bir cama dönüşür. Malzeme geçişinin arasında halka açık bir teras olarak kullanılan bir kat ile, yapı şerit halinde kesilir ve bina kütlesinin ikiliği daha da vurgulanır. Bulunduğu adacığın tam köşesinde yer alırken üçgenvari plan şeması ile Elbe’nin içine saplanır gibi konumlanan yapı, Hamburg için ikonik bir kompozisyon oluşturur.

Alphi’nin cephesi kadar iç mekanı de konuşulmaya değer bir tasarıma sahiptir. Özellikle konserlerin sahnelendiği büyük salonu mekansal kurgu açısından etkileyicidir. Sahne “Bağ Stili” (Vineyard Style) olarak adlandırılan sahne sistemine göre tasarlanmıştır. Bu tasarım düşüncesi sahneyi alanın tam ortasına yerleştirirken, izleyicilerin yer aldığı koltukları sahne etrafında 360 derece dönecek şekilde kurgular. Bu sayede sahne seyirciler tarafından çepeçevre sarılmış olur. Daha yaygın kullanılan tek taraflı sahne kurgusuna nazaran, Bağ Stili izleyiciye daha farklı bir deneyim yaşatır.

Salondaki koltuklar, mekanın kurgusuna farklı bir değer katan karışık bir katmanlaşma yaratacak şekilde tasarlanmıştır. Kat algısını yok edecek şekilde yükselen izleyici koltukları, iç içe geçen, üst üst binen ancak birbirinin önünü kapatmayan bir oturma düzeni yaratır. Bu kurguyu sağlamak için küçük bölümlere ayrılan oturma alanları, salonun büyük ölçeğini daha domestik bir algılayışa çeker. Algıda yaratılan bu oynama 2100 kişi kapasiteli bu büyük salonun, odak çevresinde konumlanmış “samimi” bir atmosfere bürünmesine yardımcı olur. Kat sisteminin muğlaklaşması ile mekanda yüzer biçimde kalan izleyici, domestik algının da etkisiyle odak noktası olan sahneden asla yeterince uzaklaşamaz. Fiziksel olarak da çevreye yayılmaktan ziyade dikey kotlara dağılan koltuklar, izleyicinin sahneden uzaklaşmasını engeller. Tüm bu etmenler, seyircinin yalnızca dinletiden beslenmesini değil aynı zamanda mekanın zenginliğini de hissetmesini sağlar.

Her ne kadar mekansal zenginliği görsel kalitesiyle birleşse de, fonksiyonda kusur bulunan bir mimari eser yeterince başarılı olamaz. Mimarlığı diğer sanat türlerinden ayıran en büyük etmenlerden biri olan belirli bir fonksiyona yönelik inşa edilmesi, eserin ayaklarını yere bağlar. Hamburg Elbphilharmonie Büyük Salonu da işte bu ikilemde puan kaybeder. Konser salonu her ne kadar mekansal bir deneyim sunsa da, salondaki akustiğin kusurlu yapısı, yapının birçok kez eleştirilmesine sebep olmuştur. Ses dağılımında yapılan hatalar sonucunda ses sadece odaktan yayılmaz. Seyirciler arasında çıkacak küçük bir ses, neredeyse tüm salondan duyulur. Bu da sahnenin tek odaklılığına zarar verir.

Fonksiyonel anlamdaki zaafına rağmen Elbphilharmony, Hamburg’un ikonik yüzü ve önemli bir konser salonu olmaya devam eder. Kent peyzajına kattığı değer ve tanınırlık konusundaki küreselliği, yapıyı önemli mimari eserler arasına koymuştur. Herşeye rağmen yapım sürecindeki çalkantısı ve sonuç üründeki sorunlarıyla, mimari anlamda mükemmel bir eser olmaktan uzaktır. Ancak bu bile ekonomi-mimarlık ve estetik-fonksiyon kavramları üzerinde gelişecek tartışmalara güzel bir örnek oluşturmaktadır.

Devamını Oku

16 Ekim, 2023

Tiyatro ve Sergi Ziyafeti

Tiyatro ve Sergi Ziyafeti

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

27. İstanbul Tiyatro Festivali Başlıyor!

25 Ekim-25 Kasım tarihleri arasında, İstanbul Tiyatro Festivali, Işıl Kasapoğlu küratörlüğünde büyük bir heyecanla kapılarını aralıyor. Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanından yirmi tiyatro oyunu, performans ve dans gösterisi şehrin dört bir yanında sanatseverlerle buluşuyor.

27. İstanbul Tiyatro Festivali, sahneleme türlerinin ve sanat biçimlerinin büyük bir çeşitlilik içinde sergilendiği özel bir etkinlik. Festivalin programı belgesel tiyatrodan klasik sahnelemelere, çağdaş tiyatrodan mask tiyatrosuna, kukla sinemasından mekâna özgü performanslara kadar uzanıyor. Sanatseverler, bu etkinlik sayesinde farklı sanat disiplinleriyle tanışma fırsatı buluyor.

Festivalin açılışı, Pina Bausch'un unutulmaz eseri "Café Müller" ile yapılıyor. Dansın güzellik algısını sorgulayan ve sahneye özgü bir ifade biçimi bulan bu performans, festivalin açılışında izleyicilere heyecan verici bir deneyim sunacak.

Ayrıca, festivalin temalarından biri olan "Bu İşte Bir Kadın Var", bu yıl da etkinlik programına alınmış. Program kapsamında kadın hikayelerini konu edinen oyunlar ve kadınların yaratıcılığını öne çıkaran yapımlar sahnelenecek. Wajdi Mouawad'ın Kız Kardeşler oyunundan Flu Lysistrata ve Sen Hamlet Değilsin'e kadar birçok eser, kadın üretiminin ve kadın bakış açısının daha görünür hale gelmesini hedefliyor.

İstanbul Tiyatro Festivali, sadece yetişkin izleyicileri değil, çocukları da unutmuyor. Festival programı içinde yer alan ödüllü yapım "Büyük Patlama (The Big Bang)" ve Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü'nün desteğiyle üretilen "Kabuk" adlı çocuk oyunları, minik seyircileri büyülü bir dünyaya davet ediyor.

Festivalin detayları için: https://tiyatro.iksv.org/


Fotoğraf Passo web sitesinden alınmıştır.

Bir İdealin Peşinde: Atatürk ve Alaca Höyük

Yapı Kredi Müzesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılını gururla kutlamak ve bu özel dönemi anlamak amacıyla, "Bir İdealin Peşinde: Atatürk ve Alaca Höyük" sergisine ev sahipliği yapıyor. 10 Mart 2024'e kadar sürecek olan bu özel sergi, Alaca Höyük kazılarında ortaya çıkarılan eşsiz arkeolojik hazineleri İstanbul'un merkezine getiriyor.

Sergi, İstanbul Yapı Kredi Müzesi'nin üç katını dolduran geniş bir alanda ziyaretçileri ağırlıyor. Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Alaca Höyük Müzesi, Çorum Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden getirilen iki yüz otuz beş arkeolojik ve etnografik eser, tarihsel bir yolculuk sunuyor. Bu nadir ve özel eserler sergiyi dolaşan herkesi antik Anadolu'nun derinliklerine götürüyor. Sergi, ziyaretçilere kazılar sırasında çekilmiş fotoğraflar ve sanatçı Mahmut Akok'un özgün çizimleriyle Alaca Höyük'ün hikayesini anlatıyor.

Serginin ilk katında Alaca Höyük kazılarının ilk yıllarında kullanılan bir dekovil (vagon) ve sikkenin atası kabul edilen bir bronz ingot (külçe) ziyaretçileri karşılıyor. İkinci katta, Cumhuriyet Dönemi Türk arkeolojisinin gelişimini gösteren bilgi panoları ve orijinal eserler yer alıyor. Aynı katta Hatti dünyasının etkileyici ortak kültürünü, halkın ve yönetici sınıfın yaşamını, ölü gömme geleneklerini anlatan sergi alanları ziyaretçilere sunuluyor.

Üçüncü katta ise Hititlerin Alaca Höyük'te ulaştığı sanat düzeyi, doğal çevre ile kurulan bağlar, dinsel, gündelik ve sosyal yaşama dair buluntular detaylı olarak inceleniyor. Bu kat, arkeolojik ve etnografik objeler kullanarak Anadolu'nun çağlar boyunca devam eden kültürel sürekliliğini vurguluyor.


Fotoğraf Yapı Kredi Kültür Sanat web sitesinden alınmıştır.

Renkli Anadolu

Türkiye'nin ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler'in eşsiz eserlerinden oluşan "Renkli Anadolu" sergisi, Yapı Kredi bomontiada'da kapılarını ziyaretçilere açtı. Bu özel sergi, Doğuş Grubu ve Ara Güler Müzesi iş birliğiyle hayata geçiriliyor ve sanatseverlere Anadolu'nun renkli ve zengin kültürel dokusunu keşfetme fırsatı sunuyor.

Sergi, Ara Güler'in renkli fotoğrafçılığın yükseliş dönemlerine uyum sağlayarak çektiği seksen dokuz benzersiz fotoğrafı içeriyor. Bu özel koleksiyon, 1957 ve 2003 yılları arasına yayılan uzun bir zaman dilimini kapsayarak Ara Güler'in fotoğrafçılıkta zamansız bir ustalık sergilediğini gözler önüne seriyor. Fotoğraflar, Anadolu'nun farklı köylerini, manzaralarını ve günlük yaşam sahnelerini yansıtarak bölgenin çeşitliliğini vurguluyor.

Renk, serginin ana teması olarak öne çıkıyor. Ara Güler'in objektifinden yakalanan canlı ve etkileyici renkler, Anadolu'nun zenginliğini ve güzelliğini alımlayıcıya sunuyor. Sergi, sanatseverlere bu muhteşem bölgeyi yeniden keşfetme ve Güler'in gözünden Anadolu'yu deneyimleme fırsatı sunuyor.


Fotoğraf Ara Güler Müzesi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

11 Ekim, 2023

İki Korenin Birleşmesi

İki Korenin Birleşmesi

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Ekim ayının başlamasıyla birlikte, İstanbul’da tiyatro sezonu resmen açıldı diyebiliriz. Büyük imkansızlıklar, devletten görülmeyen destek, saymakla bitmeyen sayıda sahnenin kapanmasına rağmen, tıpkı geçen sezon olduğu gibi bu sezon da İstanbul’da yüzlerce oyun sahneleniyor. Moda Sahnesi’nin geçtiğimiz haftalarda prömiyerini yaptığı İki Kore’nin Birleşmesi, bu oyunlardan biri.

Kore’nin bölünmesi, II. Dünya Savaşı’nın sonucu ve Soğuk Savaş’ın başlangıcı olarak, XX. Yüzyıl tarihinde anahtar bir yerde konumlanmaktadır. Günümüzde liberal Güney Kore ve otoriter Kuzey Kore, birbirlerine tamamen karşıt konumdalar. Öyle ki, birkaç yıl önceye kadar iki ülke birbirlerini yasal düzeyde tanımıyorlardı bile. Çoğu Koreli tarafından iki ülkenin birleşmesi, bir bütün hale gelmesi isteği dillendirilse de de bu oldukça uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Moda Sahnesi’nin İki Kore’nin birleşmesi oyunu, isminin aksine ne Kore ile ne savaş ile ne de ülke sınırlarıyla ilgili. Joël Pommerat’ın kaleme aldığı İki Kore’nin Birleşmesi, toplumda karşıt konumda bulunan kadın-erkek ilişkilerini yenilikçi bir dille ele alıyor. “Yurt”un en küçük birimi olan ev’e, aile’ye ışık tutuyor. Mutluluk, sevinç, depresyon, kaos, mizah ve yas kavramlarını eşeleyerek, evdeki problemlerin memleketteki problemlere ne kadar benzediğini gözler önüne seriyor.


Bir ilişkinin evreleri nelerdir? Neler dahildir iki insan arasındaki bir ilişkiye? Değer? Sevgi? Bekleyiş? Düğün? Hafıza? Hamilelik? Çocuklar? Temizlik? Savaş? Boşanma? Ölüm? Bu kavramların hepsi, İki Kore’nin Birleşmesi oyununun episod başlıkları. Moda Sahnesi’nin bu sezonki seçkisi sayesinde tanıştığım Pommerat’ın ele aldığı kavramlar ve derinlikle işlediği karakterleri çok sevdin. İncelikli kalemi ve zekice kurguladığı mizahı ile yüz dakika süren oyun boyunca beni neredeyse durmaksızın tebessüm ettirdi.

Moda Sahnesi’nin İki Kore’nin Birleşmesi yorumunda episod sayısı on ikiye indirilmiş. Heteroseksüel ilişkilenmelerin çoğunluğunda tanıdığımız bir ilişki geçidi sunan oyun, episodik bir yapı halinde ve her bir episod farklı bir olayı, farklı oyuncularla ele alıyor. Yüz dakika süren oyunu Kemal Aydoğan rejisiyle izliyoruz. Bengi Günay’ın sahne tasarımını üstlendiği oyunda sahnenin ortasına yerleştirilmiş bir siyah zemin, “oyun alanı” mevcut. Oyun, aksiyonu pek çok perspektiften takip edilecek şekilde kurgulanmış, seyirci sahnenin iki tarafına birden konumlanıyor.


İki Kore’nin Birleşmesi’nin kadrosunda yok yok denilebilir. Oyuncu kadrosu Neriman Uğur, Levent Tülek, Sedat Kalkavan, Asiye Dinçsoy, Reyhan Özdilek, Melek Ceylan ve Damla Pehlavan’dan oluşuyor. Oyuncuların her biri sahnede oldukça güçlü bir mevcudiyet sergiliyorlar, oyunu akışkan hale getiriyorlar. Özellikle müzisyen – oyuncu Damla Pehlavan, ilk tiyatro deneyiminde oldukça iyi bir iş çıkarıyor. Oyun boyunca canlı piyano performansı ile çalınan aşka dair, iyi bilinen şarkılar oyunun enerjisini başka bir boyuta taşıyor. Oyunun ışık tasarımını İrfan Varlı, hareket tasarımını Dilan Yoğun üstlenmiş. Bu oldukça incelikli metnin çevirisi de Mine Çerçi’ye ait.

İki Kore’nin Birleşmesi, çağımız ilişkilerini, bu ilişkilerdeki öznelerin devinimini, aşkı ve ayrılığı düşünmeye sevk eden, iyi bir iş. Ortalama yetmiş beş dakikadan fazla süren oyunlarda sıkılan, oyun sırasında -zaten hiçbir oyun 20.30’da başlamıyor- eve dönüş yolunu düşünmeye başlayan biriyim. İki Kore’nin Birleşmesi yüz dakika sürmesine rağmen bir an bile saate bakmamamı sağlayan, sahneden hiç koparmayan bir oyun oldu. 2023-2024 sezonu için tavsiyelerimden biri. 

Devamını Oku

07 Ekim, 2023

Aylardan Filmekimi

Aylardan Filmekimi

Filmekimi 2023: Sinemaseverlerin Heyecanla Beklediği Bir Sinema Şöleni

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 22. kez düzenlenecek olan Filmekimi, sinemaseverlerin uzun bir süredir beklediği anı işaret ediyor. Uluslararası festivallerde ödüller kazanan ve dünya prömiyerlerini gerçekleştiren filmleri sunma misyonuyla yola çıkan Filmekimi, bu yıl İstanbul'da 13-22 Ekim tarihleri arasında ve İzmir'de ise 20-22 Ekim tarihleri arasında gerçekleşiyor.

Filmekimi 2023 programı, sinemaseverleri büyüleyen bir dizi başyapıtla dolu. Todd Haynes'in başarılı oyuncular Julianne Moore ve Natalie Portman'ı buluşturduğu yeni filmi "May December," derin bir duygusal deneyim vadediyor. Ken Loach'un sinema dünyasına veda ettiği filmi "The Old Oak," usta yönetmenin son eseri olarak büyük ilgi çekiyor. Sofia Coppola'nın Priscilla Presley ve Elvis Presley'in aşkını anlattığı "Priscilla," unutulmaz ikonik bir hikâyeyi beyaz perdeye taşıyor.

Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan "Anatomy of A Fall" ve Lorgos Lanthimos'un Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan kazanan filmi "Poor Things" gibi büyük ödüllü yapıtları da izleyicilere sunuyor.

Zeki Demirkubuz'un uzun bir aradan sonra yönettiği yeni filmi "Hayat," Filmekimi'nde İstanbul prömiyerini yapıyor. Demirkubuz'un son filmi "Kor"dan sonra çektiği bu yapım, sinemaseverler tarafından büyük bir merakla bekleniyor.

Festival programı için: https://filmekimi.iksv.org/tr


Fotoğraf, Passo resmi web sitesinden alınmıştır.

212 Photography İstanbul Fotoğraf Festivali, İstanbul’un Farklı Rotalarında Sanatseverleri Ağırlamaya Hazırlanıyor!

Türkiye'nin en kapsamlı uluslararası fotoğraf festivali olan 212 Photography İstanbul, 5-15 Ekim 2023 tarihleri arasında fotoğrafın yanı sıra farklı sanat disiplinlerini de içeren kapsamlı bir programla İstanbul'un farklı bölgelerinde izleyicileri ağırlamaya hazırlanıyor.

Geçtiğimiz yıl yetmiş binin üzerinde ziyaretçiye ev sahipliği yapan festival, bu yıl 20'den fazla mekânda gerçekleşiyor. Sergilerin yanı sıra atölyeler, söyleşiler, film gösterimleri, konserler ve performanslar gibi farklı etkinliklere yer veren festival, İstanbul'un her iki yakasında şehrin farklı noktalarını keşfetme fırsatı sunuyor.

Yapı Kredi bomontiada'da gerçekleşecek festivalde, Daniëlle van Zadelhoff, Éva Szombat, Rob MacInnis, Floriane de Lassée ve Mous Lamrabat'ın solo sergileri görülebilecek. MSGSÜ Tophane-i Âmire Kültür ve Sanat Merkezi'nde, koruma alanlarında hayvanların ve doğanın dünyasına ışık tutan Nick Brandt'ın çekimlerini içeren bir sergi bulunuyor. St. Benoit Kilisesi'nde ise Jules Verne'in hayal dünyasından ilham alan "Neredeyiz?" sergisi ziyaretçilere kendi evrenlerini sorgulama imkânı sunuyor.

Festivalin detayları için: https://www.212photographyistanbul.com/


Fotoğraf, 212Photography resmi web sitesinden alınmıştır.

Fans of the Galaxy: Star Wars Fan Sergisi

Sinema tarihinin en çok izlenen serilerinden biri olan Star Wars'a olan sevgi ve bağlılık, İstanbul Sinema Müzesi'nde düzenlenen kapsamlı bir sergi ile kutlanıyor. "Galaksinin Fanları Sergisi," 40 yıl boyunca biriktirilen 600'den fazla özel parçayı sergileyerek Star Wars evrenini hayranlarının önüne getiriyor.

İlk serisi 1977 yılında yayınlanan Star Wars yapımı ile başlayan bu sergi, 40 yıl boyunca tutkulu hayranlar tarafından oluşturulan konstrüksiyonlar ve eşsiz objeleri içeriyor. Sergi, Star Wars evrenine özgü birçok detayı içeren çok yönlü bir anlatı sunuyor. Orijinal ürünlerin yanı sıra, yüzlerce benzersiz koleksiyon parçası, gerçek boyutlu figürler, kasklar, ışın kılıçları, imzalı maskeler, sanal gerçeklik deneyimleri sunan alanlar, set dekorları ve daha fazlası serginin önemli bileşenlerinden.

Galaksinin Fanları Sergisi, Star Wars evreninin büyüleyici dünyasını derinlemesine keşfetmek isteyenler için mükemmel bir fırsat. Bu eşsiz sergi, hem sadık hayranlarına hem de yeni nesil Star Wars tutkunlarına unutulmaz bir deneyim sunmayı amaçlıyor. İstanbul Sinema Müzesi, Star Wars evreninin büyüsüne kapılmak isteyenleri ağırlamak için hazır bekliyor.


Fotoğraf Mobilet resmi web sitesinden alınmıştır.

Kedi Müzesi: İstanbul’un İlk Hayvan Temalı Müzesi

İstanbul, doğanın hızla tahrip edildiği, kirletildiği ve tüketildiği bir dönemde, değerli sanatçı Sunay Akın'ın koleksiyonundaki objeleri paylaşmasıyla şehrin ilk hayvan temalı müzesine ev sahipliği yapıyor. Beşiktaş Belediyesi tarafından Çırağan Hizmet Binası'nda açılan Kedi Müzesi, doğa ve hayvan sevgisini ziyaretçilerine aktarırken duyarlılık kazandırmayı hedefliyor.

Müze, masal, oyuncak, oyun ve çizgi roman tarihinin kedilerini aynı çatı altında bir araya getiriyor. Doğa korumacılığının önemine vurgu yaparak içerisinde "Nuh’un Gemisi" bölümünü barındırıyor ve bir galerisinde "Kedi Kaleci" tanımından ilham alarak futbol tarihinden seçkin örnekler sunuyor. Kedilerin büyülü dünyasını bir araya getiren bu müze, kendi alanında da öncü bir rol üstleniyor.


Fotoğraf, Beşiktaş Belediyesi resmi Youtube kanalından alınmıştır.

Devamını Oku

02 Ekim, 2023

İstanbul'da Sonbahar!

İstanbul'da Sonbahar!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Andy Warhol'un İkonik Eserleri İstanbul'da!

Pop art hareketinin önde gelen temsilcilerinden olan Amerikalı ressam, film yapımcısı ve grafik tasarımcı Andy Warhol'un 125 eşsiz eseri, "Andy Warhol-İstanbul" sergisi kapsamında İstanbul'da sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Bu benzersiz sergi, 1 Ekim'de kapılarını açıyor ve 29 Şubat'a kadar İstanbul Lale Müzesi'nde ziyaret edilebiliyor.

Andy Warhol, sanat dünyasına getirdiği devrim niteliğindeki yaklaşımları ve cesur sanat anlayışıyla 20. yüzyılın en tanınmış ve etkili pop art sanatçılarından biri olarak kabul ediliyor. Sergi, Warhol'un 125 önemli eserini bir araya getirerek sanatseverlere benzersiz bir deneyim sunuyor. Warhol'un karakteristik tarzı ve cesur ifadesi, ziyaretçilere sanat dünyasının en önemli dönemlerinden birine yolculuk yapma fırsatı veriyor.

 

Fotoğraf wnycstudios resmi websitesinden alınmıştır.

İstanbul'un Beş Asırlık Seyri Gözler Önüne Seriliyor!

İstanbul'un tarihine görsel bir yolculuk yapmaya hazır mısınız? Türkiye'nin önde gelen disiplinler arası sanat mekânı Meşher, "Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar" adlı sergiyle İstanbul'un göz kamaştırıcı tarihini ziyaretçilerine sunuyor. 20 Eylül'de kapılarını açan sergi, İstanbul'un çeşitli dönemlerine ait panoramik ve geniş açılı şehir temsillerini, gravürleri, nadir kitapları, yağlıboya tabloları ve fotoğrafları içeren 100'ün üzerinde eseri bir araya getiriyor. Serginin küratörlüğünü Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı üstlenirken, Ömer Koç Koleksiyonu'ndan seçilen eserler, İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olduğu 15. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan dönemi yansıtıyor. Şehrin zengin görsel kaydını sunan sergide, geniş açılı İstanbul manzaralarını gösteren tablolardan gravürlere, nadir kitaplardan albümlere, panoramik fotoğraflardan Yadigâr-ı İstanbul objelerine kadar çok çeşitli eserler yer alıyor.

Sergideki eserlerin üreticileri de oldukça çeşitlilik gösteriyor. Gemi kaptanlarından seyyahlara, askerlerden elçilere, yazarlardan ressamlar ve fotoğrafçılara kadar birçok farklı meslekten sanatçının eserleri sergileniyor. Bu eserler, dönemin diplomatik ilişkilerine, şehirdeki dönüşümlere, çok kültürlü yapısına ve sosyal yaşamına ait izler taşıyor. Aynı zamanda, Batılı eser sahiplerinin bakış açısı ile 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl Osmanlı/Türk edebiyatı ve sanatı arasında bir diyalog oluşturan yazılı kaynaklar da sergide yer alıyor.

"Göz Alabildiğine İstanbul" sergisi, İstanbul'un tarihini ve kültürel çeşitliliğini sanat ve görsel açıdan keşfetmek isteyenleri bekliyor. Bu büyülü sergi, İstanbul'un geçmişine bir pencere açıyor ve şehrin tarihini yeniden hayata döndürüyor.


Fotoğraf Meşher resmi websitesinden alınmıştır.

'Aşık Shakespeare' İlk Defa Tiyatro Sahnesinde!

'Aşık Shakespeare', 4 Ekim'de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi'nde perdelerini açıyor. Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu, Piu Entertainment ve Zorlu PSM iş birliğiyle sahneye taşınan yapıt, seyircisine unutulmaz bir deneyim vaat ediyor.

'Aşık Shakespeare,' Türk tiyatro sahnesinin önde gelen isimlerinin iş birliğiyle sahneye taşınıyor. Oyunun yönetmenliğini Serdar Biliş üstlenirken, koreografi Beyhan Murphy tarafından, müzikler Tuluğ Tırpan tarafından, dekor ve ışık tasarımı Cem Yılmazer tarafından, kostüm tasarımı ise Gamze Kuş tarafından özenle hazırlandı.  Uraz Kaygılaroğlu ve Nezaket Erden, Shakespeare ve Viola karakterlerine hayat vererek izleyicilere unutulmaz bir deneyim sunmaya hazırlanıyor.

Aşık Shakespeare'ın kadrosunda aynı zamanda Şebnem Sönmez, Merve Polat, Kerem Arslanoğlu, Ceren Taşçı ve Ekrem Can Arslandağ gibi yetenekli isimler de yer alıyor.


Fotoğraf biletix resmi websitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

28 Eylül, 2023

Yeniden Contemporary İstanbul

Yeniden Contemporary İstanbul


Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Şehrin en büyük sanat etkinliklerinden bir olan Contemporary İstanbul, 18. edisyonuyla geçtiğimiz iki yılda olduğu gibi bu yıl da Tersane İstanbul’da kapılarını açıyor. Başta Avrupa ve Orta Doğu’dan olmak üzere yirmi iki ayrı ülkeden yetmiş beş adet galeri fuara katılım gösteriyor. Ön izlemesi 26 – 27 Eylül tarihlerinde yapılan Contemporary İstanbul, 28 Eylül – 1 Ekim tarihleri arasında genel ziyarete açılacak. Ben de bu özel etkinliğe ön izleme sırasında katılma fırsatı buldum.

Şehrin yeni kültür mekanlarından diyebileceğimiz Tersane İstanbul, benim sevgi – nefret ilişkisiyle bağlı olduğum bir yer. Haliç’in kenarında, şehrin merkezinde olan bu mekana ulaşmanın zorluğundan mı, yoksa ne zaman gitsem toz, toprak ve bitmeyen inşaatını gördüğümden mi bilmiyorum, Tersane İstanbul’a bir türlü ısınamıyorum. Contemporary İstanbul tarafından 27 Eylül – 1 Ekim tarihleri arasında Tersane İstanbul’a on dakika yürüme mesafesinde olan Hasköy İskelesi’ne Kadıköy ve Beşiktaş’tan saat başı sefer yapılacağı duyuruldu. Öğle saatlerinde Kadıköy İskelesi’ne gittiğimde ise seferin olmadığını gördüm. Hareket amiri bir karışıklık olduğunu, bu seferlerin planlanmadığını söyledi. Tek seferde vapurla gitme hayalleri kurarken önce Karaköy vapuruna, orada yarım saat bekledikten sonra Haliç vapuruna binerken buldum kendimi. Bu yıl Contemporary İstanbul’a özel deniz ulaşımı yok. Mekanla ilgili anlamadığım başka bir şey de iskelesine özel tekneler ve deniz taksilerin yanaşabilmesine rağmen motor ve vapurların yanaşmaması. Pek çok etkinlik için kullanılan Tersane İstanbul’a kara yoluyla ulaşmak deniz yoluyla ulaşmaktan daha zor. Tersanenin çevre düzenlemesi hala bitmediği için Hasköy’de yoğun bir trafik problemi var. Bununla birlikte Tersane İstanbul’un otoparkı ziyaretçi sayısına kıyasla yetersiz.

Yolculuğumdaki problemin sinirimi bozmasına izin vermeden, bu yıl ne göreceğim heyecanıyla kendimi hemen içeri atıyorum. Erken saatte gitmeme ve ön izleme olmasına rağmen oldukça yoğun bir ilgi var. Bu yıl Sevil Dolmacı Art Gallery’nin The Yard projesinde Meksikalı sanatçı Bosco Sodi’nin Türk bayrağından esinlenerek ürettiği eseri dikkat çekiyor. Peter Halley’nin Türkiye’de ilk kez sergilenen eserlerinin yanında Tony Cragg, Haluk Akakçe gibi tanınmış isimlerin eserleri de görülebiliyor. Pilevneli’de Ali Elmacı’nın bir heykeli bir de tuval üzerine yağlı boya çalışması sergileniyor. Tim Kent’in yağlı boya çalışmaları, Defne Tesal’in renklerin tonlarına doğru bir yolculuğa çıkaran tuval üzerine akrilik boya çalışmaları dikkat çekenler arasında. Sanatorium’da Kerem Ozan Bayraktar’ın fotoğraf ile ‘yapmak’ eylemi arasındaki ilişkiyi, nesne, hareket ve görüntü üretimi üzerinden ele aldığı “Stasis’’ serisi görülmeden geçilmemesi gerekenlerden.


 PİLOT, Ece Ağırtmış’ın ‘’The Sweet Escape’’ çalışmasıyla karşılıyor sanatseverleri. İrem Tok’un ansiklopedi ve sert kapaklı kitapları dönüştürdüğü çalışmaları yine görmeye değer. İstanbul’daki sergilerde ne kadar çok abstrakt çalışma gördüğümü, Contemporary İstanbul’da da abstrakt çalışmaların yoğun olduğunu düşündüğüm bir anda Halil Altındere’nin “Art Industry Trends’’ eseriyle ise beynimden vurulmuşa dönüyorum:


Bu yıl ilk kez Contemporary İstanbul’a katılan Diyarbakır'da bulunan Rıdvan Kuday Gallery kesinlikle görülmesi gereken köşelerden. Sinan Kaplan'ın alçı kalıba döküm ile gerçekleştirdiği, lastik ayakkabılardan oluşan “Bir Garip Peri Masalı” heykeli oldukça dikkat çekiyor. Büro Sarıgedik, Erdil Yaşaroğlu’nun iki yeni heykeli ve Gülsün Karamustafa, Meriç Algün, Eda Çekil gibi isimlerin eserleriyle ilgi çekici bir yerde konumlanıyor. Art On İstanbul’da Damla Sari’ya ait “Don’t Be Late Home’’ serisi, eserlerin karşısında dakikalarca dona kalmamı sağlıyor. Ülgen Semerci’nin porselen çalışmaları da kesinlikle görülmeli. PG Art Gallery’nin köşesinde Sinem Demirci’nin ahşap üzerine karışık teknik eseri, kavanoz kapaklarına çizilmiş onlarca gözden oluşuyor. Hepsi farklı figürlere ait olan gözler, bakış açısının esnekliğini didikliyor. Galeri 77’de ise Mehmet Resul Kaçar’a ait “Derin Boşluk’’ oldukça ilgi topluyor. Ekin Keser’in KOLİ Art Space’te sergilenen “Elenmeyenler’’ eseri, sanatçının LGBTİQ+ olduğunu kabullenmeyen aile fertlerinin kesildiği fotoğrafların kevgirler üzerine yerleştirilmesiyle oluşturulmuş. Dezavantajlı kişilere uygulanan baskıyı vurgulayan eser, görülmesi gerekenlerden biri.


Her yıl olduğu gibi bu yıl da Contemporary İstanbul’a yurtdışındaki galerilerden yoğun bir ilgi var. Tahran’daki Dastan Art Gallery’nin köşesinde Reza Abedini’nin eserlerinin görülmesini öneriyorum. Fransa’dan gelen Bogena Galerie’de sergilenen Harry Morgan’ın heykelleri ve Jaume Plensa’nın çalışmaları öne çıkan eserler. Londra menşeili HOFA ise interaktif sanata önem veren, çağdaş ve gelenekseli bir araya getiren eserler ile bir seçki düzenlemiş. Zheng Lu’nun çelik heykeli ve Ilhwa Kim’in hanji kağıdı üzerine çalışmaları göze çarpıyor. Barselona’dan gelen Villa Del Arte’nin sergilediği Lluis Cera’ya ait mermer heykeller görenleri büyülüyor. Eritilen demirle bükülerek birbirine yakınlaştırılan mermerler, birbirlerine sarılan iki figürü anımsatıyor. Contemporary İstanbul’un bana göre en özel eserlerinden bazıları ise SGR Galerie’de sergilenen Nicolas Bonilla Maldonado’nun seramik taşlardan yapılan eserleri. Görmeden dönülmemeli.


Borusan Contemporary işbirliğiyle bu yıl ilk kez CI Photo Focus projesi gerçekleşiyor. Fotoğrafın bir sanat formu olarak önemini kavramak, fotoğraf sanatçılarını tanıtmak ve fotoğraf alanında çalışan galerileri bir araya getirmek amacı taşıyan bu özel projede yirmi iki ayrı sanatçıdan kırk dört eser bulunmakta.

Sergi alanının çıkışında Ayça Okay’ın kürasyonunu üstlendiği, TBWA İstanbul’un otuzuncu yılı anısına düzenlenen The School of Creativity bulunuyor. Bir bölümünün sergiye, bir bölümünün ise kolektif bir şekilde üretilen sanat eserine ayrıldığı ‘’okul’’, Contemporary İstanbul’da kesinlikle görmeniz gereken bir köşe. 

Devamını Oku

24 Eylül, 2023

Denizden Sergiye!

Denizden Sergiye!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Contemporary Istanbul: 591 Sanatçı, 1537 Eser!

Sanat dünyasının önde gelen etkinliklerinden biri olan Contemporary Istanbul'un 18. edisyonu, 27 Eylül'de Haliç'te bulunan Tersane Istanbul'da sanatseverlerle bir araya gelmek üzere başlıyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da yenilikçi bir perspektifle düzenlenen fuar, sanatın gücünü ve etkisini vurgulamayı amaçlıyor. CI Photo Focus adında çağdaş fotoğrafçılığa odaklanmış yeni bir platformla sanatseverlere özel bir deneyim sunuyor. Simone Klein'ın gözetiminde gerçekleşecek olan CI Photo Focus, 20 uluslararası sanatçının çalışmalarını sergiliyor ve Borusan Contemporary'nin özel fotoğraf koleksiyonundan eserlere ev sahipliği yapıyor.

18. edisyon, 22 farklı ülkeden gelen 67 çağdaş sanat galerisi, 4 inisiyatif ve 4 sanat kurumuna ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, 21 yeni çağdaş sanat galerisi Contemporary Istanbul'a ilk kez katılıyor. Fuarda toplamda 591 sanatçının 1537 eseri izleyicilerle buluşuyor.

Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, The Marmara Taksim'de düzenlenen bir basın toplantısında yaptığı konuşmada, Contemporary Istanbul'un uluslararası galeriler ve inisiyatiflerle güçlü ve yenilikçi bir program sunacağını belirtti. Fuarın bu yılki hedefi 30 binden fazla ziyaretçiyi ağırlamak ve özellikle deniz yoluyla ulaşımı geliştirmek. Hasköy iskelesine gelen şehir hatları motorlarıyla Beşiktaş, Kadıköy ve Üsküdar'dan gelen ziyaretçileri Tersane İstanbul’a taşıyacaklarını duyurdu.


Fotoğraf Contemporary İstanbul resmi web sitesinden alınmıştır.

Homeros Kentinde! 

Bayraklı Belediyesi, ikinci kez düzenlenen Uluslararası Homeros Edebiyat/Sanat Festivali tüm sanatseverleri davet ediyor! 29-30 Eylül ve 1 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek olan festival, bu yıl da hem yerel hem de uluslararası alanda tanınmış birçok önemli sanatçıyı misafir etmeye hazırlanıyor.

Festival kapsamında Tarihçi-Yazar İlber Ortaylı ve Sunucu-Yazar Metin Uca gibi ünlü isimlerin katılacağı bir söyleşi gerçekleşecek. Sanatın farklı dallarından örnekler de festivalin önemli bir parçasını oluşturacak. Levent Üzümcü, Orhan Aydın ve Gülcan Altan'ın yer aldığı "Unutma Bizi" adlı tiyatro oyunu sahnelenecek, Nebil Özgentürk'ün "Nazım Aramızda" belgeseli gösterimi izleyicilerle buluşacak.

Festivalde Yazar Nedim Gürsel, Oyuncular Altan Gördüm, Sevinç Erbulak, Tamer Levent, Pelin Batu, Şairler Haydar Ergülen, Turgay Kantürk, Tuğrul Tanyol, Emel İrtem, Nilay Özer gibi sanatın farklı alanlarından önemli isimler de söyleşilerle izleyicilerle buluşacaklar.

Ayrıca, festival kapsamında 40 Resim 40 Homer sergisi sanatseverlerin ilgisini çekecek ve Kardeş Türküler ile Mikail Aslan gibi müzik sanatının önemli temsilcilerinin konserleri festivalin unutulmaz anları arasında yer alacak. Bayraklı, bu kültürel buluşma ile sanat ve edebiyat tutkunlarını büyülü bir deneyime davet ediyor.


Fotoğraf Bayraklı Belediyesi resmi websitesinden alınmıştır.

Otomatik Portakal: Türkiye’nin İlk Rap Müzikali

Ünlü oyuncu Erdal Beşikçioğlu'nun Genel Sanat Yönetmeni olduğu Tatbikat Sahnesi, 28 Eylül'de büyülü bir deneyim sunmak için Anthony Burgess'in kült eseri "Otomatik Portakal"ı rap müzikali olarak sahnelemeye hazırlanıyor. Bu cesur ve yaratıcı prodüksiyon, sahnede rap ve alternatif pop müziğin önde gelen isimlerini ağırlayacak.

Elvin ve Erdal Beşikçioğlu'nun birlikte uyarladığı ve yönettiği bu benzersiz eser, Şanışer (Sarp Palaur), Sokrat St (Samet Gönüllü), Ados (Adem Oslu), Kamufle (Basri Fırat Bayraktar), Redo (Burak Kaya) ve Müjde Kızılkan gibi tanınmış rap sanatçılarını 18 kişilik bir koro ile sahnede bir araya getiriyor.

Bu müzikal, iyilik ve kötülük kavramlarını, şiddet, suç ve ceza düzleminde ele alırken suçluların devlet tarafından yeniden şekillendirilme sürecini ve sonuçlarını tartışıyor. Dansın ve rap müziğinin edebiyatla buluştuğu bu eser, tiyatro sahnesinde provokatif bir rap müziğine dönüşüyor.

Baş karakter Alex'i, Şanışer (Sarp Palaur) canlandırırken, diğer ünlü müzisyenler de oyunculuk ve dans performanslarına ek olarak "Otomatik Portakal" için özel olarak besteledikleri yeni şarkılarla seyircilere eşsiz bir rap müziği deneyimi sunuyorlar.


Fotoğraf Biletix resmi websitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

19 Eylül, 2023

Havada Caz Kokusu Var!

Havada Caz Kokusu Var!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

33. Akbank Caz Festivali: Şehrin Caz Hali

Cazın büyülü dünyası, 33. Akbank Caz Festivali ile İstanbul'u sarmaya hazırlanıyor. 23 Eylül - 8 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival, cazın önde gelen temsilcilerini ve müziğin farklı dallarından önemli isimlerini ağırlıyor.

Festivalin bu yılki özel konukları arasında gitar virtüözü Al Di Meola, cazın önemli trompetçisi ve iki kez Oscar'a aday olan Terence Blanchard feat. the E-Collective with Turtle Island Quartet, etkileyici bir quartet olan Sissoko/Segal/Parisien/Peirani'nin 'Les Egarés' projesi ve cazın geleceğinin yıldızlarından Lakecia Benjamin gibi isimler bulunuyor.

Caz dünyasının genç yeteneklerinden biri olarak kabul edilen Immanuel Wilkins ve ses paletini zenginleştiren Hidden Orchestra da festivalde sahne alıyor. Ayrıca, festivalin açılışı 23 Eylül'de Mercan Dede Live DJ Set with Secret Tribe projesi ile Müze Gazhane'de gerçekleşiyor.

Caz müziğinin efsanevi eserlerinin Türkiye caz sahnesinden kadın müzisyenler ve kadın şarkıcıların yorumlarıyla sunulacağı Ladies and New Standards projesi de festivalin dikkat çeken özel bölümlerinden biri olacağa benziyor.

Akbank Caz Festivali, klasik ve modern cazın yanı sıra elektronik müzik ve dünya müziğinin farklı projelerini bir araya getirerek müzikal yelpazesini genişletiyor.

Festival programı için: https://www.akbanksanat.com/caz/33-akbank-caz-festivali/program


Fotoğraf Akbank Sanat Youtube kanalından alınmıştır.


Antalya'da Caz Tutkunları Bir Araya Geliyor: 6. Akra Caz Festivali Başlıyor!

Akra Otel'in açık hava sahnesi, Antalya'da müziğin büyülü dünyasına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 6. Akra Caz Festivali, 20 Eylül'den itibaren müzikseverleri etkileyici bir müzik serüvenine davet ediyor.

Festival, her yıl olduğu gibi bu yıl da cazın büyüsünü ve dünya müziğinin zenginliklerini kutluyor. Gipsy Kings by Andre Reyes, Dhafer Youssef, Judi Jackson, Buika, İlhan Erşahin, Igor Butman gibi dünyaca ünlü sanatçılar, festivalin zengin programında yer alıyor. Festivalin açılışını Gipsy Kings by Andre Reyes grubu yapıyor. Flamenko, salsa, oryantal dokunuşlar ve daha birçok müzik türünün harmanlandığı bu unutulmaz açılış konseri, festivale coşku dolu bir başlangıç sunuyor.

Akra Genç Caz konserleri kapsamında ise genç yetenekler Jelly Beans, Elif Çohaz Quintet ve IWS Collective ile sahnede yer alacaklar. Bu genç yetenekler, geleceğin caz yıldızları olarak adından söz ettirmeye hazırlanıyorlar.

Akra Caz Festivali, müziğin evrensel dilini kutlayarak, farklı türlerin ve kültürlerin buluştuğu bir platform sunuyor. Festival, 6-7 Ekim tarihlerinde dünya çapında ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say'ın "Dünya Anne" adlı özel konserleriyle sona erecek. Bu etkileyici kapanış konserlerinde Fazıl Say'a Serenad Bağcan, Volkan Hürsever ve Ferit Odman gibi cazın önemli isimleri eşlik edecekler.

Festival programı için: https://akrajazz.com/2023/?lang=tr


Fotoğraf Akra Jazz resmi web sitesinden alınmıştır.

 

İstanbul Fringe Festivali: Uluslararası Performans Sanatları Festivali

Her yıl eylül ayının 3. haftasında gerçekleşen İstanbul Fringe Festivali, Türkiye ve dünya çapından tiyatro, dans ve performans sanatlarının özgün işlerini İstanbul'un dört bir yanındaki katılımcılarla buluşturmayı amaçlıyor.

İstanbul Fringe Festivali, Türkiye'nin yanı sıra İngiltere, ABD, Hindistan, Macaristan, İtalya, Yunanistan, İsrail, Hollanda ve Japonya'dan gelen 25 farklı ekip tarafından hazırlanan işlere ev sahipliği yapıyor. Açılışı 16 Eylül’de İngiltereli ekip Thick & Tight Theatre ‘A Night with Thick & Tight’ ile yapan festival, birbirinden renkli performanslar, paneller ve atölyelerle 23 Eylül’e kadar devam ediyor!

Festival programı için: https://www.fringeistanbul.com/istanbul-fringe-2023


Fotoğraf İstanbul Fringe Festival resmi web sitesinden alınmıştır.


Kıraathane Kitap Şenliği

2019 yılında, okumaya, yazmaya ve kitaplar üzerine konuşmaya odaklanan bağımsız butik yayınevlerine bir üretim ve dayanışma platformu açma hayaliyle başlayan Kıraathane Kitap Şenliği, beşinci yılını coşkuyla kutlamaya hazırlanıyor. 15-24 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan şenlik, bağımsız yayıncılığı ve edebiyatı kutlayan, yazarları okurlarla buluşturan ve kitap dünyasına ışık tutan önemli bir etkinlik olarak İstanbul'un kültürel sahnesinde yerini koruyor.

15 Eylül akşamı saat 18:00'de başlayan kutlama, kitapları ve bağımsız yayıncılığı desteklemek isteyen herkesi bekliyor. 30 yayınevinin kitaplarını sergilediği festivalde, yazarların, çevirmenlerin ve akademisyenlerin buluştuğu çeşitli etkinlikler de kitapseverleri bekliyor. Bu etkinlikler, katılımcılara edebiyatın derinliklerine inme ve yaratıcı dünyaları keşfetme fırsatı sunuyor.


Fotoğraf Kıraathane resmi web sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

14 Eylül, 2023

Mimari Temsilin Arşivi: Berlin Mimari Çizim Müzesi

Mimari Temsilin Arşivi: Berlin Mimari Çizim Müzesi

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

2013 yılında Berlin’de açılan müze, aynı zamanda Tshoban Vakfı’nın da ana merkezlerinden birini oluşturuyor. Sergei Tshoban tarafından kurulan vakıf, mimarlık pratiği ve düşününde, mimari çizimlere verdiği önemi, bu müze ile ortaya koyuyor. 17. yüzyıldan günümüze uzanan çizimlere ev sahipliği yapan müze, dört yüzyıllık bir mimari çizim pratiğini ve dolayısıyla mimarlığın bu süreçte geçirdiği düşünsel değişimleri de ortaya koyuyor.

Beş ana başlıkta toplanan çizimler, eskizlerden hayal temsillerine, ideolojik yapılardan şehir kurgularına kadar geniş bir spektruma sahip. Müze dahilindeki en eski çizim örneklerinden biri olan ve 1657-1743 yılları arasında Bologna Okulu öğrencileri tarafından çizilmiş detay eskizleri, Mies van der Rohe ve Frank O. Gehry’nin orijinal eskizleri ile aynı sergi mekanını paylaşıyor. Ziyaretçiler, mimarlığın son dört yüz yıllık serüvenini aynı oda içerisinde inceleyebilirken, bir mimar için önemli olan unsurların nasıl değiştiğini ve mimari üretim süreçlerinin hangi yönlerden farklılaştığına tanık olabiliyor.

Boris Iofan’ın “Sovyet Sarayı” (1937) tasarımı ya da Jakow Tschernicow’un “Güç Santrali” (1920-1930) çizimleri, ideolojinin mimari temsil üzerindeki dönüştürücü etkisini yansıtırken, Lebbeus Wood’un hayal ürünü çizimleri mimari potansiyelleri, Artur Skizhali-Veys’in Babil kulesi tasviri ise mimari çizimin tarihi yapıları hayal etmedeki rolünü ortaya koyuyor.

Mimari Çizim Müzesi binası da sahip olduğu fonksiyona uygun olarak tasarlanmış. Yapı, cephesine oyulmuş mimari çizimlere yer vererek, içerisinde yer alan sergiyi kent peyzajına taşıyor. Müze yapısı, içerisindeki eserlerin bir temsili gibi sergiye kabuk oluşturuyor. Sergisi ile tasarımı arasındaki bu iletişim, yapıya fonksiyonel bir şeffaflık kazandırıyor. Ancak yapı cephesinde tercih edilen kapalı kurgu, iç ve dış mekanlar arasındaki görsel bağı keserek, fonksiyonel şeffaflığa tezat oluşturuyor.

Fonksiyon ve geçirgenlik üzerinden kurulan bu tezatlık, yapının bileşenlerindeki tek tezatlık sayılmaz. Binanın “anlam” ile kurduğu ilişki de bazı tezatları bünyesinde barındırır. Neyse ki bahsettiğimiz tezatlıklar, Mimari Çizim Müzesi’nin de bir unsuru olduğu postmodern düşünce sistemi içerisinde sorun yaratmazlar. Mimari çizim, ait olduğu disiplin içerisinde bilgi transferinin gerçekleştirildiği medyumu oluşturur. Tıpkı yapının içerisinde sergilenen her bir eserin, gerek tarihsel olarak dönemlerinin bilgilerini bugüne taşıması, gerekse amaç edindikleri kişiye ya da kuruma inşası planlanan bina hakkında bilgi vermesi gibi. Ancak bu medyum Mimari Çizim Müzesi‘nde bir cephe elemanı olarak kullanılır. Bu seçim beraberinde bilgi alışverişi anlamında bir iletişim talebini de doğurur. Ancak cephedeki çizimler bu talebi karşılamaktan uzak estetik birer süslemedirler. Çünkü belirli bir mesaj verme kaygıları ve bunu oluşturacak anlamsal bir zemine sahip değillerdir. Yani yapının dili vardır ancak konuşamaz.

Victor Hugo’nun “Ceci tuera cela” (bu, onu öldürecek) olarak bahsettiği matbaanın, kilise duvarlarında ve vitraylarındaki bilgi aktarımının önüne geçeceği düşüncesi belki de bu analizde tekrar anlam kazanır. Zira Modernizmin -Adolf Loosun ağzından- süslemeyi suç sayan algısı ile yalınlaştırdığı mimari, anlam aktarımını süslemelerden, mekânsal kurguya bırakmıştı. Anlamın hiçleştiği ve içinin boşaldığı ancak aynı zamanda kabul gören kalıpların da yıkıldığı post postmodern çağda, Mimari Çizim Müzesi, hem geçmişin esteğini bağlamına bakmaksızın üzerine geçirir hem de çağdaş mimarinin mekânsal kurgularını takip eder. Çünkü yapı çevresindeki hiçbir yapıya benzememektedir ve biriciktir. Yapı kendisini şehir mekânında belli eder ve bunu kendisini oluşturan tarihsel durakların anlamlarını çiğneyerek yapar. Belki de dönemin mimarisini özel kılan şeylerden biri de budur ve Mimari Çizim Müzesi bunun güzel bir örneğidir.


Devamını Oku

11 Eylül, 2023

Sinema, Kahve ve Sonbahar!

Sinema, Kahve ve Sonbahar!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Ayvalık Uluslararası Film Festivali Başlıyor!

Seyir Derneği tarafından düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali, sinemaseverleri büyüleyici Ayvalık atmosferinde unutulmaz bir deneyime davet ediyor. 14-19 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan festival, Azize Tan direktörlüğünde yılın merakla beklenen yerli ve yabancı yapımlarını özel bir seçkiyle izleyiciye sunuyor.

2023 Cannes Film Festivali’nde ana yarışmada dünya prömiyerini yapan Todd Haynes imzalı May December ile açılışını yapacak festival, 57 farklı filmi sinemaseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. Film gösterimlerin yanı sıra; film ekiplerinin katılımıyla söyleşiler, filmlerin temalarını ele alan paneller ve sinema öğrencileri için düzenlenen atölyeler de festival kapsamında katılımcıları bekliyor olacak.

Festival programının detayları için: https://www.ayvalikff.org/


Fotoğraf Ayvalık Uluslararası Film Festivali resmi sitesinden alınmıştır.

İstanbul Coffee Festivali: Şehri Uyandıran Festival

Kahve tutkunlarının dört gözle beklediği etkinliklerden biri olan İstanbul Coffee Festival, bu yıl "Kahveye Aç Gözlerini" sloganıyla dokuzuncu kez kahve severlerle buluşuyor. Nitelikli kahveler, kahve dükkanları, artizan lezzetler, uluslararası ve ulusal büyük kahve markaları ve tüm diğer kahve endüstrisi paydaşları, kahve severler için 14-17 Eylül tarihleri arasında bir araya geliyor.

İstanbul Coffee Festival, bu yıl Tersane İstanbul'da gerçekleştirilecek. 7 bin metrekare açık ve 2 bin metrekare kapalı alanda düzenlenecek olan festival, ortalama 130 marka ile 45 bin kişinin katılımını bekliyor. Festival kapsamında 30 konser, 20 workshop ve 20 seminer gibi birçok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Gün boyunca müziğin aralıksız devam edeceği festivalde, Can Bonomo, Kolpa, Bedük, KÖFN, Göksel, Melis Karaduman, İkilem, Kamufle gibi pek çok sevilen sanatçı sahne alacak. Ayrıca, kahve severler için farklı kahve deneyimleri sunan stantlar, lezzetli atıştırmalıklar ve kahve tadımları da festivale renk katacak.


Fotoğraf İstanbul Coffee Festivali resmi sitesinden alınmıştır.

Aspendos Antik Tiyatrosu'nda 30. Uluslararası Opera ve Bale Festivali Coşkuyla Devam Ediyor!

Antalya'nın eşsiz güzelliklerinden biri olan Aspendos Antik Tiyatrosu, bu yıl 30. kez Uluslararası Opera ve Bale Festivali'ne ev sahipliği yapıyor. Festival, büyüleyici bir atmosferde sanatseverleri ağırlarken, açılış programı muhteşem bir performansla başladı.

Açılış programında, Ankara ve Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlükleri tarafından sahneye konulan Giuseppe Verdi'nin "Aida" operası, izleyicilere büyüleyici bir görsel ve işitsel şölen sundu. Ünlü İtalyan orkestra şefi Fabrizio Maria Carminati'nin yönetiminde sahnelenen eserde, solistlere Şef Mahir Seyrek tarafından yönetilen Antalya ve Ankara Devlet Opera Balesi koroları eşlik etti. Festivalin devamında, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün büyük prodüksiyonlarından biri olan "Tosca" operası 8 Eylül Cuma günü sahnelendi. Ankara Devlet Opera ve Balesi ise 13 ve 14 Eylül'de Çaykovski'nin unutulmaz eseri "Kuğu Gölü" balesini sahneye taşıyacak. İstanbul Devlet Opera ve Balesi ise 17 Eylül'de "La Bayadere" balesi ile sanatseverlerin karşısına çıkacak. Festival, 21 Eylül'de orkestra şefi Tolga Atalay Ün yönetimindeki Antalya Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşliğinde Devlet Opera ve Balesi solist sanatçılarının seslendireceği "Gala Konser" ile kapanış yapacak.


Fotoğraf Devlet Opera Bale  resmi sitesinden alınmıştır.

Bu Memleket Bizim

İBB Şehir Tiyatroları, sezonu 16 ve 17 Eylül tarihlerinde saat 20.30'da Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu'nda sahnelenecek "Bu Memleket Bizim" adlı oyunuyla açıyor.

İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşegül İşsever, geçtiğimiz gün düzenlenen basın toplantısında “Bu Memleket Bizim” eserinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılını kutlamayı hedeflediklerini belirtti.

Yeni sezonda Shakespeare'den Tolstoy'a, Turan Oflazoğlu'ndan Haldun Taner'e birçok klasik yazarın eserleri tiyatro severler ile buluşuyor.  Tolstoy'un "Savaş ve Barış" eseri Aleksender Popovski, Alison Gregory'nin "Ben Medea Değilim" eseri Hülya Karakaş, Lucy Kirkwood'un "Sivrisinekler" eseri Ali Gökmen Altuğ, Nick Whitby'nin "Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi?" eseri Hüseyin Köroğlu, Bertolt Brecht'in "Galilei'nin Yaşamı" eseri ise Nurullah Tuncer tarafından sahneye taşınıyor. Bu repertuvara daha sonraki aylarda Haldun Taner'in "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" eserinin eklenmesi de planlanıyor.


Fotoğraf İBB Şehir Tiyatroları resmi sitesinden alınmıştır.

Devamını Oku

06 Eylül, 2023

N’olacak Bu Kayıp İnsanların Hali?

N’olacak Bu Kayıp İnsanların Hali?

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Geçtiğimiz sezonun en çok konuşulan oyunlarından biri, Tiyatro Hemhal tarafından sahneye konulan N’olacak Bu Yusuf Umut’un Hali. Daha önce Sevgili Arsız Ölüm – Dirmit ve Tırnak İçinde Hizmetçiler ile fazlasıyla konuşulan ekibin yeni oyununda yönetmenlik koltuğunda Nezaket Erden ve Ayşe Draz oturuyor. Hakan Emre Ünal'ın fikriyle yola çıkılarak kolektif bir şekilde ortaya konulan oyunu Hakan Emre Ünal ile birlikte Alis Çalışkan yazmış.

Seyirci sahneye girerken bir ön oyunla karşılaşıyor. Yusuf Umut hikayesini paylaşmaya başlamadan önce seyirci onunla tanışma fırsatı buluyor. Yusuf Umut sahneye çıktığında ise oldukça tanıdık bir figürle karşılaşıyoruz. İstanbul’da belki her gün yanından geçtiğimiz, belki geçmişte yolculuğuna ortak olduğumuz kayıp erkeklerden biri Yusuf Umut. Hikayesine on altı yaşından başlıyor, şu an ise otuz iki yaşında. Babasından boşanan annesiyle beraber gittiği baskıcı dedesinin evindeki çekyattan başlıyor hikayesini anlatmaya. Yusuf Umut, aktardığı on altı yıl boyunca ‘evini’ arıyor. Ne kendini attığı sokaklarda, ne yaptığı işlerde ve arkadaşlarıyla muhabbetinde, ne çocukluk arkadaşı Miraç’ta ne de Beyoğlu’nda tanıştığı Nina’da bulabiliyor evini. Askere gittiğinde ise annesini gördüğü halüsinasyonlar tarafından gafil avlanıyor.


Pandemi sonrasında tiyatro alanında oldukça fazla kendini ve gideceği yolu arama hikayesine rastlıyorum. Tiyatro sahnesindeki figürler, gidecekleri yolu bilmeyen, hayata hazırlıksız, kayıp kişilerden oluşuyor. Ne zaman bu hikayelerle karşılaşsam oyun çıkışında üstüme bir ağırlık çöküyor, kalbim ağrımaya başlıyor. Çünkü her bir figür farklı bir ardöyküyle ve şartlarla örülse de sahnede kendimi, ailemi, arkadaşlarımı görüyorum. Sosyal ve ekonomik bakımdan hazırlanmamış olduğumuz şartlarda gideceğimiz yolu bulmaya çalışıyoruz. Ne zaman bulduğumuzu sansak, yol daha da karışıyor, labirent daha da genişliyor. Artık evimiz gibi hissetmediğimiz evimizde, şehrimizde nefes almanın yollarını bulmaya çalışıyor, kendimize yeni bir ev arıyoruz. Bu umutsuz arayış bazen bizi Beyoğlu’nda bir barda tanıştığımız Nina’nın peşine takıyor, bazen ise askere gönderiyor. Aradığımızı bir türlü bulamıyoruz ama pes etmeyi de reddediyoruz.  Şehrimizi, işimizi, ülkemizi terk ediyor, yeni bir ev bulma hevesiyle yola çıkıyoruz. Gittiğimiz yerde arayışımız sonlanır sanıyoruz. Oysa sınırı geçince, evimizi, işimizi değiştirince mücadele bitmiyor, yeni mücadeleler başlıyor. Yusuf Umut, eskinin hayaletlerinden askere gittiğinde kurtulamıyor. Fakat belki hayatın ta kendisi bu mücadelenin kendisi, evi bulma arayışıdır. Şartlarla savaşırken bu durumu görmezden geliyoruz.


N’olacak Bu Yusuf Umut’un Hali çok uzun süre boyunca üzerine çalışılmış bir oyun. Hakan Emre Ünal, Alis Çalışkan, Nezaket Erden ve Ayşe Draz kolektif bir çabayla oyunu ortaya çıkarmış. Muhammed Ali Dönmez ışık tasarımını, Ekin Tunçeli ise hareket tasarımını üstlenmiş. Oyun boyunca, çok uzun bir oyun olmasına rağmen Hakan Emre Ünal'ın enerjisi oldukça yüksek, yerinde durmuyor, yorulduğunu hiç hissetmiyoruz. Oyunla ilgili tek problemim, oldukça akıcı olmasına rağmen uzun bir oyun olması. Hızın oldukça önemli olduğu, mesaiden oyuna, oyundan son metroya koşa koşa yetişildiği İstanbul'da bu kadar uzun bir oyun seyretmek oldukça zor. 

Devamını Oku

04 Eylül, 2023

Unutulmaz Performanslara Davet!

Unutulmaz Performanslara Davet!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Bozcaada, 8-9-10 Eylül 2023 tarihlerinde cazın büyülü dünyası ile buluşmaya hazırlanıyor. Her yıl farklı temalar ile caz severleri bir araya getiren festival, bu yıl "oyun" teması ile karşımıza çıkıyor. Bozcaada Caz Festivali, oyunun insanlar ve hayvanlar için temel bir yaşam kategorisi olduğunu vurguluyor ve oyunun neşe, iyi olma hali ve iletişimi güçlendiren bir aktivite olduğuna dikkat çekiyor.

Bayazma Manastırı'nın mistik atmosferinde gerçekleşecek bu etkinlik, müziğin sınırlarını zorlayan sanatçıları ve müziğin büyülü dünyasını bir araya getirerek katılımcılara unutulmaz anlar yaşatacak. Ferit Odman Quartet, Meral Polat Trio, Nubya Garcia, Islandman, Bozcaada Ensemble, Volkan Öktem ve dünyanın dört bir yanından gelen caz sanatçıları, müzikseverlere unutulmaz performanslar sunmaya hazırlanıyor.

Festival hakkında detaylı bilgi için: https://bozcaadacazfestivali.com/


Fotoğraf Bozcaada Caz Festivali resmi websitesinden alındı.

Tonedmelisma Müzik Festivali

Besteci Ataç Sezer'in yönetmenliğinde gerçekleşen Tonedmelisma Müzik Festivali, klasik müziğin dünya çapında ünlü virtüözlerini Arter'de ağırlıyor. 8–10 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival, "Portreler – Yeni Yüzler" teması çerçevesinde dinleyicilere eşsiz bir müzik deneyimi sunuyor.

Festival kapsamında, Aaron Pilsan, Minguet Quartett, Onur Özkaya ve Senka Simonović gibi klasik müziğin tanınmış isimleri sahne alıyor. Ayrıca, Eres Holz ve Ataç Sezer tarafından bestelenen iki yeni eser de ilk kez dinleyicilerle buluşuyor. Festivalin açılışı, Aaron Pilsan'ın piyano resitali ile gerçekleşiyor.

Tonedmelisma, müziğin sanallık ve dijital dünyayla nasıl etkileşimde bulunduğunu inceleyerek "Sanallık günümüzün mistisizmi mi?" sorusuna yanıt arayacak.


Fotoğraf Arter resmi websitesinden alındı.

Seni Sevmeyen Ölsün

Anna Laudel, sanat dünyasının önde gelen isimlerinden sanat gazetecisi M. Gülben Çapan'ın küratörlüğünü üstlendiği "Seni Sevmeyen Ölsün" başlıklı karma sergiyi sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor.

Bu özel sergi, Türkiye'nin zengin kültürel miraslarından biri olan Arabesk müziğine odaklanıyor. Sergide Anıl Can, Ardan Özmenoğlu, CANAN, Cansu Yıldıran, Haluk Çobanoğlu, Rasim Aksan, Tuğberk Selçuk ve Yasemin Özcan’ın farklı teknik ve malzemelerle oluşturdukları disiplinler arası eserleri yer alıyor.

Gülben Çapan'ın Arabesk kültürünü derinlemesine incelediği bu sergi, Arabesk müziğinin son yıllarda yaşadığı dönüşümü vurguluyor. Yaz sezonunun en çok ilgi gören sergilerinden biri olan ‘Seni Sevmeyen Ölsün’, 10 Eylül’e kadar Anna Laudel’de görülebilecek. Kaçırmayın!


Fotoğraf Anna Laudel resmi websitesinden alındı.

Kar ve Ayı

Selcen Ergun'un yönettiği ve senaryosunu Yeşim Aslan ile yazdığı ilk uzun metrajlı filmi "Kar ve Ayı", dünya prömiyerini 47. Toronto Uluslararası Film Festivali'nde gerçekleştirmişti. Festivalde büyük bir ilgi ile karşılaşan  yapım, başka birçok festivalden de ödüllerle dönerek sinema dünyasında adından söz ettiriyor. Türkiye'de 8 Eylül tarihinde gösterime girecek olan "Kar ve Ayı", başarılarının ardından sinemaseverlerin heyecanla beklediği bir yapım olarak öne çıkıyor.

Filmin başrollerinde Merve Dizdar ve Saygın Soysal gibi deneyimli oyuncular yer alırken, Asiye Dinçsoy, Erkan Bektaş, Derya Pınar Ak, Onur Gürçay ve Muttalip Müjdeci gibi yetenekli isimler de kadroyu zenginleştiriyor.

"Kar ve Ayı", psikolojik gerilim öğeleri taşıyan bir hikâyeyi anlatıyor. Film, kışın bitmek bilmediği uzak bir kasabaya atanmış genç bir hemşirenin oradaki erk ilişkileri, sır ortaklıkları ve şüpheyle yüzleşme hikayesini ele alıyor.


Fotoğraf Mubi websitesinden alındı.

Devamını Oku

02 Eylül, 2023

Moda Fotoğrafçılığında Bir Devrim: Peter Lindbergh

Moda Fotoğrafçılığında Bir Devrim: Peter Lindbergh

Ksenia Kobeleva | Çev. Melisa Şahin | Ed. Yüsra Yüce

20. yüzyılın en ünlü moda fotoğrafçılarından biri olan Peter Lindbergh, 3 Eylül 2019'da hayatını kaybetti. Lindbergh, süper modellerin, film yıldızlarının fotoğraflarını çekti, birçok Vogue kapağında imzası vardı ve moda fotoğrafçılığında devrim yarattı. Çok parlak kurgulanmış fotoğrafları sevmiyordu: Resimlerinin kahramanlarını rötuşlanmış mankenler yerine gerçek insanlar olarak göstermeye çalışıyordu.

İşgal altındaki Polonya'da doğan Peter Lindbergh, hayatta kaldığı yaklaşık yetmiş beş yılda yoksulluktan gelip süper modellerin, film yıldızlarının ve haute couture'ün zengin dünyasına uzanan uç noktalar gördü. Berlin Sanat Akademisi'nden mezun olduktan sonra çok seyahat etti, resim denemeleri yaptı ve 1969'da Hans Mayer'in avangart galerisinin bir sergisine katıldı. 1970'lerin başında fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladı: iki yıl Hans Lux'ın asistanı olarak çalıştı, kendi stüdyosunu açtı ve Helmut Newton ve Guy Bourdin ile birlikte ünlü Alman dergisi Stern için çekim yapmaya başladı. Ardından Vogue, The New Yorker, Vanity Fair, Wall Street Journal, Interview ve W. gibi dergilere çalıştı.

Dergi çekimlerinin çoğu şu anda Londra'daki Victoria ve Albert Müzesi, New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi ve Paris'teki Pompidou Merkezi dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki büyük müzelerin koleksiyonlarında yer alıyor. Lindbergh, yıllık çıkan Pirelli takvimini üç kez çeken tek fotoğrafçı: 1996, 2002 ve 2017'de çekim sürecini yönetti ve ayrıyeten 2014'te Patrick Demarchelier ile birlikte takvimin yarım asırlık yıldönümüne adanmış özel bir baskı oluşturdu.

Peter Lindbergh, moda tarihinde, 1990'ların süpermodel fenomeninin yaratıcısı olarak kabul edilen kişidir. Lindbergh’ün fotoğrafları modelleri birer yıldız haline getirmekle kalmadı, aynı zamanda moda fotoğrafçılığında da devrim yarattı. Lindbergh, makyaj ve kıyafet bolluğunu bir kenara bırakıp odağı modellerin yüzlerine kaydırarak çekimleri kurgulayan ilk isimlerden biriydi. 1988 yılında American Vogue ile çalışmaya başladı: Genel yayın yönetmenliği görevini yeni devralan Anna Wintour, ilk sayının kapağını Lindbergh'e emanet etti. 1980'lerin sonunda Lindbergh, o zamanlar henüz çok genç olan Linda Evangelista, Naomi Campbell, Cindy Crawford, Christy Turlington ve Tatjana Patitz ile bir fotoğraf çekimi düzenledi. Ocak ayı Vogue UK'in kapağında yer alan çekim çığır açıcı nitelikteydi.


Naomi Campbell - Vogue

Peter Lindbergh moda tarihinde sadece bir fotoğrafçı olarak değil, aynı zamanda bir film yapımcısı olarak da yer almıştır. Filmleri arasında Lindbergh'e 2000 Toronto Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Belgesel Ödülü kazandıran Inner Voices, Pina Bausch, The Window Washer ve 2007 Cannes Film Festivali'nde gösterilen Everywhere at the Same Time sayılabilir. Peter Lindbergh, 2017 yılında İtalyan Vogue'un genel yayın yönetmeni Franca Sozzani'nin ölümünün ardından ona ithafen ‘’Walking’’ adlı bir video hazırladı.

Lindbergh'in kadrajının merkezinde - hem fotoğrafçı hem de yönetmen olarak - en son çalışmalarına kadar neredeyse her zaman kadınlar yer almıştır. En son kapakları arasında dünyayı değiştiren 15 kadının portrelerini çektiği Eylül ayı Vogue UK ve Birgit Kos ile çektiği Fransa'nın Numéro dergisi yer almaktadır. Peter Lindbergh'in süper modellerin ikonik portrelerine ve hayatı hakkındaki sözlerine bakalım:


Lara Stone , Interview, 2015


Tatjana Patitz

Çocukluğu Hakkında

"Ailemin hiç parası yoktu. Beşimiz üç odada yaşıyorduk. Şimdi büyük bir salonu, dev odaları ve yüksek tavanları olan kocaman bir dairem var. Duisburg (memleketi) kötü, sanayileşmiş, bunalımlı Almanya'nın bir parçasıydı. Ama aynı zamanda çok da güzeldi. Hiçbir şeyimiz yoktu ama özellikle hiçbir şeye ihtiyacım yoktu."

The Guardian


Kristen McMenamy Vogue, 1990

Süpermodel Çağının başlangıcı hakkında

"Herkesin 90'lardaki beş kızlı Vogue UK kapağının süpermodel döneminin başlangıcı olduğunu düşünmesi çok komik. Ama aslında ondan iki yıl önce American Vogue için beyaz gömlekli çekimi yapmıştık. İngiliz çekimi yapmak üzereyken Liz Tilberis'ten (İngiliz Vogue'u genel yayın yönetmeni) bir telefon aldım ve şöyle dedi: "Ocak sayısının kapağını bize çek. Kapakta yaklaşmakta olan 90'lar döneminin tüm ruhunu, kendi gözünüzden yakalamanızı istiyorum." Ben de beş kızı çağırdım - Linda, Christy, Tatiana, Naomi ve Cindy - ve bu çekim süper modellerin doğum belgesi oldu. Bu kapak bir tür noter onaylı belge."

Röportaj 2013

Vogue ile çalışmanın başlangıcı hakkında

"American Vogue'un editörleri bana dergi için çekim yapmamı teklif ettiklerinde, Paris'teki çan kulemden '’Hayır. Bunu yapmayacağım." dedim. Bunu söylemek korkunç ama o zamanlar Vogue hakkında böyle hissediyorduk - çünkü kahramanları tamamen farklı kadınlardı: muhteşem, mükemmel, zengin hanımlar. Sonra Bay Lieberman'dan (o zamanlar Condé Nast'ın kreatif direktörü) bir telefon aldım ve "Onunla (Anna Wintour) konuşabilir misin? Seninle New York'ta buluşmak istiyor."dedi. Ben de New York'a geldim, hiçbir şey anlamadan ofisine gittim ve bana şöyle dedi: "Editörlerim Vogue için çalışmak istemediğini söylüyor. Aklını mı kaçırdın sen? Nelerden vazgeçtiğinin farkında mısın?"dedi. Ben de "Derginin sayfalarında tanıttığınız kadın tipine katlanamıyorum" dedim. Önce şok oldu, sonra dedi ki: "Pekâlâ. Neden editörlerimizden birini almıyorsun, kimi istersen. Nereye istersen git ve ne istersen çek - işte senin kadın tipin bu."

Röportaj 2013


British Vogue için yapılan bir çekim sırasında modellerle çektirdiği fotoğraf üzerine

"Bu çekimden dolayı çok utanıyorum ama Jim'in (Racket, Lindbergh'in arkadaşı) o sırada çekmiş olmasına sevindim. Kendimi çok rahatsız hissettim, burada çok tuhaf bir yüzüm var ama yine de iyi çıktı. Bir fotoğrafçı kameranın diğer tarafına geçtiğinde çok şey öğrenir."

The Telegraph


Kate Moss Harper''s Bazaar, 1994

Kate Moss Hakkında

"Kate bir ara birkaç aylık bir tatile çıktı. Geri döndüğünde onda önemli bir değişiklik vardı - kimse fark etmese de bir kadın olmuştu. Bana genç bir kız gibi davranmaktan yorulduğunu, yeni projelere hazır olduğunu söyledi. Diğer fotoğrafçılar hep onun bu 'zamansız' imajını korumaya çalışıyorlardı ama şahsen ben bunun kesinlikle saçma ve oldukça sıkıcı olduğunu düşünüyordum."

Vogue Italia 2017

Rötuşları reddetmek üzerine

"Bu seçim estetikle ilgili olduğu kadar etikle de ilgili. Akılsızca yapılan rötuşlar nedeniyle, hepimiz fotoğraflarda insanlıktan çıkarılmış insanlar görmeye alıştık, ancak onları gerçek olarak düşünmeye devam ediyoruz. Kadın ve erkeklerin yüzlerindeki yaş ve deneyim izleri silinmiş durumda. Gerçek güzelliğin kendini kabul etme, gerçekte kim olduğunu anlama becerisinden geldiğine inanıyorum. Bu bir öz kimlik meselesidir."

Vogue Italia 2017

Siyah beyaz fotoğrafçılık üzerine

"İnsanlar hayatı renkli görmeye alışkın olsa da, benim için siyah beyaz her zaman en derin anlamıyla otantik gerçeğin tasviriyle ilişkilendirilmiştir. Bu anlamda Büyük Buhran dönemindeki Amerikan fotoğrafçılığından etkilendim. Dorothea Lange ve Walker Evans gibi ustaların belgesel çekimleriyle ölümsüzleşen insan portrelerinin tavizsiz gerçekçiliği üzerimde kalıcı bir etki bıraktı."

Vogue Italia 2017


Amber Valleta , Harper''s Bazaar, 1993

İlham üzerine

"Pek çok şeyden ilham alıyorum - ve bunlar moda fotoğrafçılığı değil. Çocukken Van Gogh'u keşfettim ve aklım başımdan gitti. Dansı seviyorum, sanatı seviyorum. Ama genellikle sevmediğim şeylerden ilham alıyorum. Dürüst olmak gerekirse, ben de yaptığım şeyi neden yaptığımı bilmiyorum. Sanki bu fotoğrafları yaratmam gerekiyor ama neden ya da neden olmasın diyemiyorum."

Lens


Caroline Kurkova Harper’s Bazaar, 2003

Yeni nesil modeller hakkında

"Şu anda pek çok model stüdyoya giriyor ve neler olup bittiğinin farkına bile varmıyor. Elbette istisnalar da var. Ama her zaman yeni gelenlerle çalışmak çok zor. Bugünlerde, aynı modelle iki kez çalışırsanız, insanlar 'Ne kadar sıkıcı' demeye başlıyor. Ama her zaman böyle değildi. Eskiden her modelle özel bir yaratıcı bağlantı kurabiliyordunuz."

Röportaj 2017


Daria Werbowy

Paris'te yaşam üzerine

"Elimde bir gazeteyle Cafe de Flore'a (Paris'te ünlü bir kafe) gittiğim günleri hatırlıyorum çünkü o gün İtalya Vogue'da çekimim olacaktı. Dergi rafına gidip Vogue alırdım, kahvaltı sipariş ederdim ve insanlara bakardım. Kendimle gerçekten gurur duyuyordum. Bazen öğleden sonra saat bire kadar orada oyalanır, kendi adıma mutlu olur, gazete okur, gelen giden müşterileri izlerdim. Ama şimdi her şey farklı. Şimdi ilhamımı nereden alacağım?"

Röportaj 2013

Devamını Oku

28 Ağustos, 2023

Opus Müzik Festivali: Müzik ve Dayanışmanın Buluşma Noktası

Opus Müzik Festivali: Müzik ve Dayanışmanın Buluşma Noktası

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Opus Müzik Festivali, Bodrum'un eşsiz atmosferinde, müzik ve doğa sevgisini bir araya getirerek anlam ve ritim buluyor. Orman yangınlarının etkisi altında bulunan bölgeler için dayanışma ve desteği yükseltmeyi amaçlayan festival, aynı zamanda yangınları durdurabilme yeteneğine sahip olan opuntia cactus bitkisini tanıtmayı hedefliyor.

1-9 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan festivalde İsmail Lumanovski, Bekir Ünlüataer, Flört, Türk Yıldızları Senfoni Orkestrası, Murat Cem Orhan, Burcu Hancı, Jülide Özçelik, Burak Bilgili ve Şenol Talınlı sanatseverlerle buluşacak.

İki Güneş Altında

Odunpazarı Modern Müze (OMM), 24 Ağustos’ta kapılarını Erol Tabanca Koleksiyonu'ndan gelen "İki Güneş Altında" sergisiyle açtı. Sergi, gökyüzünde iki güneşin olasılığının yarattığı mitolojik öykülerden varoluşumuzun Güneş'le olan derin bağlarına uzanan etkileyici bir yolculuk sunuyor.

Erol Tabanca Koleksiyonu'nun zengin seçkisinden derlenen eserlerle oluşturulan sergi, sanatseverlere benzersiz bir deneyim vaat ediyor. Sergide Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Etel Adnan, Fikret Muallâ, Guido Casaretto, Haluk Akakçe, Hoca Ali Rıza, Hüsamettin Koçan, Ken Matsubara, Komet, Mehmet Güleryüz, Nuri İyem, Sadık Arı ve Taner Ceylan gibi yerli ve yabancı kırk beş sanatçının eserleri bulunuyor.

"İki Güneş Altında" sergisi, ziyaretçilere güneşin ve ışığın sembolizmini derinlemesine keşfetme fırsatı sunuyor. Sergide yer alan eserler, mitolojik geçmişten günümüze kadar uzanan bir perspektifle ziyaretçilerine çağdaş sanatın çeşitli yüzlerini anımsatıyor. Gökyüzünde iki güneş olasılığının yarattığı hayali senaryolar, sergiyi mistik ve düşünsel bir atmosferle dolduruyor.

Salon İKSV, Sonbahar Sezonunu Dopdolu Bir Müzik Programıyla Karşılıyor!

Beyoğlu'nun en sevilen mekanlarından biri olan Salon İKSV, sonbahar sezonunda müzikseverlere unutulmaz anlar yaşatmaya hazırlanıyor. Eylül ayının gelmesiyle birlikte, alternatif müziğin renkli dünyası Salon İKSV'nin sahnesinde can buluyor.

25 Ağustos itibariyle biletleri satışa sunulan sonbahar sezonu, 29 ve 30 Eylül tarihlerinde Fransız grubu La Femme ile açılışı yapacak. Salon'un sonbahar programında yer alacak diğer isimler arasında İngiliz indie pop ikilisi Jadu Heart, Türk-Alman grubu ENGIN, Yellow Days'in etkileyici saykedelik soul tınıları, Red Axes'in organik beat'leriyle dans dolu performansı, indie rock'un öncülerinden The Magnetic Fields, minimalist piyanist Joep Beving, güncel klasik müzik bestecisi Fabrizio Paterlini, R&B'nin duygu dolu temsilcisi Aime Simone ve Forest Swords bulunuyor.

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası Turnede

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), müzikseverleri coşku dolu bir serüvene taşımak üzere 2023 turnesine ilk adımını attı. 23 Ağustos Çarşamba günü İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde sahne alan TUGFO, enerjik performansıyla izleyicilere unutulmaz bir deneyim yaşattı.

TUGFO'nun enerjik performansları hem Türkiye hem de yurt dışındaki müzikseverleri coşkulu bir müzikal yolculuğa davet ediyor. Orkestranın genç yeteneklerinin dinamik sahne enerjisi, izleyicilere unutulmaz anlar yaşatmaya devam ediyor.

Yurt dışı turnesine 29 Ağustos’ta İtalya’nın Sicilya bölgesinde düzenlenen Palermo Classica Festivali ile başlayacak orkestra, 31 Ağustos’ta Agrigento Tapınaklar Vadisi’nde, 1 Eylül’de Selinunte’de, 2 Eylül’de yeniden Palermo Classica Festivali’nde, 3 Eylül’de ise Corleone’da sahneye çıkmaya hazırlanıyor.

Devamını Oku

25 Ağustos, 2023

Baskıyı Sanat İle İfşa Etmek: Bala Uyguner ile "Onun" Sergisi Üzerine

Baskıyı Sanat İle İfşa Etmek: Bala Uyguner ile "Onun" Sergisi Üzerine

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

1. Ne zamandan beri resim yapıyorsunuz? Resim yapmaya nasıl başladınız?

Kendimi bildiğimden beri resim yapıyorum. Küçükken alırdım elime kalemi kağıdı, evde etrafımda gördüğüm her şeyi çizerdim. İlkokul birinci sınıfta annemin pastel boya resmini yapmıştım, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde sergiye alınmıştı. Ama hiç kimse benim resme olan ilgimi fark etmedi. Üniversite çağıma gelince, babama Akademi’ye* gitmek istediğimi söyledim. O da bana “Ressamlar aç kalır kızım, ya İşletme ya da İktisat okuyacaksın” dedi. Ben de İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’ne girdim ve mezun olduktan sonra Yatırım Uzmanı olarak çalışmaya başladım. Ancak iş hayatı hiç bana göre değildi. Birkaç sene dayanabildim ve eşimin de desteği ile işi bıraktım. O dönemde Levent Sanat Galerisi vardı, sahibi de Martha Kalyoncu idi. Eşim Ümit gitmiş, kendisiyle konuşmuş; galerinin arka kısmında yapılan resim çalışmalarına beni yazdırmış. Ben de bir kış sezonu boyunca oraya gittim. Yıl sonunda galeride sergimiz oldu. İlk yağlı boya resmimi orada yaptım, yıl 1990. Daha sonra Martha bana daha iyi bir eğitim almam gerektiğini söyledi ve Akademi’den Hüsnü Koldaş ile tanıştırdı. Hüsnü Hoca resmimi ve çalışmalarımı gördükten sonra beni atölyesine kabul etti. Üç seneye yakın Hüsnü Hoca’dan desen ve yağlı boya eğitimi aldım. Bana temel desen ve resim çalışmalarımda çok katkısı olmuştur. Uygar’ın doğumuyla birlikte uzun bir aradan sonra yolumuz Mahir Güven ile kesişti. Arkadaşlarım kendisinin atölyesine gidiyorlardı, ben de orada çalışmaya başladım. Mahir Güven atölyesinde salonda kadınlar çalışır; arka odalarda da gençler üniversiteye hazırlanır. Mahir Hoca beni bir müddet gözlemledikten sonra, “Bâlâ sen arkaya geçiyorsun, seni üniversiteye hazırlayacağız” dedi. Ben de böylece, kırk iki yaşında Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girdim. Görsel Sanatlar Bölümü’nü birincilikle bitirdim. Resim okumak için girdiğim bölümde Prof. Meriç Hızal ile tanıştıktan sonra heykel projesiyle mezun oldum.



2. “Onun” ilk kişisel serginiz. Bu zamana dek gerçekleştirdiğiniz karma sergilerden ve bu sergilerde yer almış eserlerinizden bahsedebilir misiniz?

Üniversitede okurken, 2009 yılında Teşvikiye Galeri Işık’ta “Ustalar ve Çıraklar” sergisinde hocalarımızla birlikte işlerimiz sergilendi. Benim de kara kalem bir desenim sergilendi. 2011 yılında Doğuş Üniversitesi’ndeki karma sergide bir ahşap heykelim sergilendi. Bu heykel, biri erkeği, biri kadını temsil eden iki büyük küp ahşaptan oluşuyordu. Erkeği temsil eden heykelin ön yüzüne fallus yaptım ve tam karşısında kadını temsil eden küpün ön yüzüne de onun iz düşümünü yaptım. Burada kadının üzerindeki cinsel baskıyı anlatmaya çalıştım. Mezun olduktan sonra, 2012 yılında heykel çalıştayı için Datça’ya gittim. Burada Muğla mermerinden 120 cm yüksekliğinde yaptığım “Nike” heykeli sergilendi. Yine, 2012 yılında Mine Sanat Galerisi’ nde “Kadına Dair” karma sergisine katıldım. Bu sergide sevgili hocam Meriç Hızal da vardı. Bu sergiye de büyük bir ahşap rölyef ile katıldım. Rölyefimde kadın erkek ilişkilerini sorgulayan bir tavırla, kadını kelebeği andıran bir bulut formunda, erkeği de bulutun içine dalmaya çalışan bir figür olarak tasvir ettim. 2014 yılında Galeri Işık Şile’de açılan “Yolu Işık Güzel Sanatlardan Geçen Kadın Sanatçılar” sergisine birkaç işimle katıldım. Bunlardan bir tanesi, kadın sporcuları ele aldığım bronz heykelimdi. Son olarak 2019 yılında Galeri Işık Teşvikiye’deki Devinim sergisine de zafer tanrıçası Nike’yi yorumladığım bir ahşap heykelimle katıldım.

3. Sergide resimlerinizin yanı sıra iki heykeliniz de yer alıyor. Aynı zamanda ahşap da çalışıyorsunuz. Disiplinlerarası üretim yapmak üzerine ne söylemek istersiniz?

Hem resim, hem heykel yapıyorum. Disiplinlerarası üretim yapmak yaratıcılığı çok geliştiren bir durum. Aynı temayı farklı malzeme ve teknik kullanarak işliyorsunuz ve bunun sonunda çok yönlü bir üretim ortaya çıkıyor. Farklı farklı malzemeler ve teknikler öğreniyorsunuz. Bunları nasıl kullanacağınızı kurguluyorsunuz. Yaptığınız sanat çeşitleniyor, yenileniyor ve zenginleşiyor. Aynı konuda farklı anlatımlara ulaşıyorsunuz. Bu da sizi yaratıcılık anlamında daha ileriye taşıyor.



4. “Onun” sergisinde yer alan çalışmalarınızın ortak noktası nedir? İşlediğiniz temalar neler?

Yaptığım işlerde ortak tema kadının üzerindeki her türlü baskı ve şiddet. Kadına şiddet tarihsel bir olgu. Çok uzun zamandır var olan bir durum. Ben var olanı saptayıp aktarıyorum. Şiddet, cinsiyet eşitsizliğinden doğan güç ilişkilerinden kaynaklanıyor. Erkek güçlü, kadın zayıf görülüyor, söz hakkı verilmiyor. Böylece kadına psikolojik, cinsel ve manevi şiddet uygulanabiliyor.

5. Çalışmalarınızı yaparken neyden ilham alıyorsunuz?

Toplumdan ve gazetelerin üçüncü sayfalarından, diyebilirim. İlk evlendiğim yıllarda bir yardımcım vardı. Kocasından sürekli dayak yiyordu. Yakınımda olan kadın şiddetiyle ilk orada tanıştım. Bir gün hastanede bir kadın gördüm, bir gözü kördü. Hemşireler anlattı, kocası döve döve gözünü kör etmiş, 7 çocuğu vardı ve hamileydi. Yine tanıdığım bir kadın, kulağı duymadığı için kulaklık takıyor, nedeni koca dayağı. Levent Sanat Galerisi’nde çok sevdiğimiz bir sanatçı hocamız vardı. Bir gün gazetede ölüm ilanını gördüm. Kocası tarafından öldürülmüştü. Maalesef böyle bir toplumda yaşıyoruz.

6. Eserlerin ortaya çıkma sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl çalışıyorsunuz?

İşlerimi ortaya çıkartırken figürleri kurguluyorum. Sonrasında fotoğraf çekimi yapıyoruz. Tanıdığım kadınları seçiyorum, çünkü gözlerin verdiği duyguyu aynen yansıtmam gerekiyor. Gözler ve eller benim için çok önemli. Ellerle sevgi yoksunluğunu ve eril gücünü aktarmaya çalışıyorum. Bir de her yaştan kadın portrelerine yer veriyorum. Fotoğrafların çekimlerini çok sevgili arkadaşım, profesyonel fotoğrafçı ve reklamcı Kaya Sensev ile gerçekleştiriyoruz. Bu vesile ile ona da teşekkür ediyorum.

7. Sergi kadına yönelik şiddet ve baskı temaları etrafında şekilleniyor. Eserleriniz bu temalarla bireysel ve toplumsal katmanda nasıl bağ kuruyor?

Bakın, 2021 yılında 348, 2022 yılında 381, 2023 yılı ilk dört ayında 165 kadın öldürüldü. Öldürülen kadınların yanında, bir de şiddet görenleri düşünün. Ben de düşününce, buna duyarsız kalamıyorum. Benim de içinde yer aldığım topluma karşı sorumluluk hissim, beni bu işleri yapmaya yöneltiyor. Sanat yapıyorum ve kadınım. O halde sanatımı bu yönde kullanmalıyım.

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi. Bugünkü ismiyle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.

Devamını Oku

23 Ağustos, 2023

Bodrum Bale Festivali'nde Bolywood Geçidi

Bodrum Bale Festivali'nde Bolywood Geçidi

Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

Ne zaman yurtdışından bir oyun, bir müzikal ya da dans gösterisi gelse hemen biletimi alıp giderim. Oyunların önemli bir kısmından çıktıktan sonra ise benzer şeyler düşünürüm. Hem eleştirmen hem de icra edici gözüyle baktığımda kafamda birçok soru beliriyor. Kendimize haksızlık mı ediyoruz? Türkiye’de benzer bir bütçeyle yapılan benzer prodüksiyonlar daha iyi değil mi? “Tiyatro bilmediğimiz” bir yalan mı yoksa aynı avantajlara mı sahip değiliz? Bu oyunda çekici olan ne ki, dünya turnesi yapabiliyor? Benzer sorular, Bodrum Bale Festivali’nde gösterilen A Passage To Bollywood oyunundan sonra da aklımda belirdi.


Uluslararası Bodrum Bale Festivali, 5-17 Ağustos tarihleri arasında Bodrum Kalesi’nde gerçekleşti. Türkiye’nin tek bale festivali olan Bodrum Bale Festivali, Devlet Opera ve Balesi tarafından düzenleniyor. Şimdiye kadar pek çok ulusal ve uluslararası bale ve operayı ağırlamış olan festival, bu yıl yirminci yılını kutladı. Festivalin açılışı, Ankara Opera ve Balesi tarafından sahneye konulan “Harem” oyunuyla yapıldı. Harem’in reji ve koreografisi Merih Çimenciler imzası taşıyor. Oyun, Klasik Türk ve Osmanlı Müziği’ni sahneye taşıyor. Festival, İzmir Opera ve Balesi tarafından sahnelenen ve koreografisini Armağan Davran ile Volkan Ersoy’un üstlendiği Notre Dame’ın Kamburu’yla devam etti. 11 Ağustos’ta Hindistanlı bir grubun sahneye koyduğu A Passage To Bollywood, 13 Ağustos’ta ise İspanyol Flamenko Dans Topluluğu tarafından sahnelenen Woman by Aaron Vivancos ile devam eden festival, kapanışını İstanbul Opera ve Balesi tarafından sahnelenen Don Kişot ile yaptı. Oyunun koreografisini Marius Pepita üstleniyor.


A Passage To Bollywood, koreografisini Ashley Lobo’nun üstlendiği, Hindistanlı bir ekip olan Navdhara Indian Dance Theatre tarafından sahneye konulan bir müzikal. Mumbai’li ekip yirmi iki genç ve yetenekli dansçıdan oluşuyor. Ekip, Batı dansının fiziksel yöntemleri ile geleneksel Hint dansını birleştirerek yeni bir biçim araştırmasına girmiş. Sonucunda ise oldukça orantılı, melez bir biçimle oyunu sahnelemiş. Batılı tekniklerin geleneksel Hint danslarıyla yoga, meditasyon gibi araçlarla birleştirilerek sunulduğu bir şölen çıkmış ortaya. Hem klasik hem de çağdaş Bollywood şarkılarının kullanıldığı gösteride dekor oldukça minimal ve atmosfer arka plandaki projeksiyon aracılığıyla veriliyor. Dekorun projeksiyon aracılığıyla kullanılması fazlasıyla dikkat çekiyor. Turneye oldukça uygun gibi görünen bu model, bu kadar büyük bir projeksiyon için oldukça basit ve üzerine düşülmemiş görünüyor.  Kostümler, oldukça göz alıcıydı. Tamamen klasik Hint giyiminden ilhamla dikilen kostümler, renkli bir şölen gibi sunuluyordu seyirciye.


A Passage To Bollywood, alımlayıcısına klasik bir sevgi ve dostluk hikayesi sunuyor. Hayallerini gerçekleştirmek için Mumbai’ye doğru yola çıkan bir çocuğun hayalini takip etmesi hikayesi ve rüyalarındaki kadınla kurduğu ilişki ele alınıyor. Oyun, kompakt bir hikâye sunsa da klasikleşmiş romantik ve drama dayalı bir anlatıyı ele alıyor. Bu bağlamda, tam anlamıyla bir Bollywood anlatısını aktardığı söylenebilir. Hikâye, geleneksel müzikler ve danslar eşliğinde seyircisini hızla içeri çekiyor.

A Passage To Bollywood, seksen dakika süren, eğlenceli bir yapıt. Hint şarkıları farklı bir kültürün kulağını sahneye taşırken, batı danslarıyla harmanlanmış Hint dansları ise seyirciye farklı bir kapı açıyor. Fakat basit hikayesi, üzerine düşülmemiş reji ve dekoruyla Bodrum Bale Festivali gibi uzun yıllardır gerçekleşen bir festivale ve çoğu prodüksiyonu geçen bilet fiyatına yakışmayan bir oyun oluyor. 

Devamını Oku

21 Ağustos, 2023

Müziğin Sesi İstanbul'da Yükseliyor!

Müziğin Sesi İstanbul'da Yükseliyor!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce


DenizBank VoiceUp A Capella Festivali

DenizBank VoiceUp A Capella Festivali, İstanbul'da müziğin büyülü sesleriyle katılımcıları unutulmaz bir deneyime davet ediyor. DenizBank'ın ana sponsorluğunda düzenlenen festival, Vokal Akademi'nin kurucu sanat direktörü Başak Doğan'ın liderliğinde müzikseverleri ağırlamaya hazırlanıyor.

İstanbul'un farklı mekânlarında gerçekleşen festivalde yerli ve yabancı 550'den fazla müzisyen bir araya geliyor. Hollanda'dan Uruguay'a, Türkiye'den Danimarka'ya uzanan geniş bir yelpazede yüzlerce müzisyen, koro ve vokal grubu festivalde buluşuyor. Avrupa'nın tanınmış koro şefleri ve eğitmenleri yönetiminde 25 farklı atölye ve 25'ten fazla konserin yanı sıra, ‘Müzikte Kadın Liderler’ başlıklı bir panel de düzenleniyor.

Festivalin ana grubunu ise 40 yılı aşkın süredir a capella müziğin öncüsü olan İsveçli The Real Group oluşturuyor.

Festivalin detayları için: https://www.vokalakademi.co/festivals


Ormanda Işık Festivali

Dünyanın farklı ülkelerinde büyük ilgi gören "LIGHTS & DREAMS" Ormanda Işık Festivali, bu kez ilk kez Türkiye'de sahne alıyor. Işıkla dolu bir dünya, büyüleyici enstalasyonlar, etkileyici tüneller, interaktif temalar, oyun alanları, sahne performansları ve daha birçok sürprizle Türkiye'nin dört bir yanındaki ziyaretçileri bekliyor.

Türkiye'nin en büyük açık hava ışık festivali olan "LIGHTS & DREAMS", tasarımcılar, senaristler ve sanatçılardan oluşan büyük bir ekibin özverili çalışmaları sonucunda hayat buluyor. Festival, ormanın derinliklerinde ışığın büyülü dansını ve sıra dışı deneyimleri bir araya getirerek ziyaretçilerini unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor.

Festivalde tam yirmi beş bin ışıklandırma ve üç kilometre ipek kullanılarak hazırlanan büyüleyici enstalasyonlar, elli bin metrekarelik alana yayılan otuzdan fazla tematik alanı aydınlatıyor. Yirmi neş farklı tema altında tasarlanan bu alanlar, ziyaretçilere kendilerini masalsı bir dünyada hissettiriyor.


Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye: Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar

Pera Müzesi, dünyaca ünlü İspanyol fotoğrafçı Isabel Muñoz'un objektifinden Türkiye'nin önemli arkeolojik alanlarından Göbeklitepe ve çevresini gözler önüne seren bir sergiye ev sahipliği yapıyor. "Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye - Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar" başlıklı sergi, 17 Eylül 2023 tarihine kadar ziyaretçilere açık olacak. 

İspanyol sanatçı Isabel Muñoz, dünya genelinde farklı kültürleri, doğayı ve yaşam biçimlerini anlamaya çalışan etkileyici bir fotoğrafçı olarak tanınıyor. Sergi, Muñoz'un objektifinden Türkiye'nin bu önemli arkeolojik alanlarını keşfe çıkan bir yolculuğu anlatıyor. Her bir karede tarih ve doğanın birleştiği görüntüler, izleyicilere görsel bir şölen sunuyor.

Serginin küratörlüğünü ise François Cheval üstleniyor. Uluslararası arenada başarılı projelere imza atmış olan Muñoz'un eserleri, Pera Müzesi'nin dördüncü ve beşinci kat sergi salonlarında sanatseverlerle buluşuyor.

‘Amadeus’ Türkiye Turnesinde

Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment iş birliğiyle sahneye konulan "Amadeus”, çarpıcı hikayesi ve usta oyuncularıyla tiyatro severlerle İstanbul dışında buluşmaya hazırlanıyor. Bursa, Antalya ve İzmir gibi farklı şehirlerde de sahnelenecek olan oyun, 10 Ekim'de İstanbul Zorlu PSM'de beşinci sezona merhaba diyecek. Işıl Kasapoğlu'nun yönetmenliğindeki bu göz kamaştırıcı sahne performansı, müziğin büyüsünü tiyatroyla harmanlayarak izleyicilere unutulmaz anlar yaşatacak.

On sekizinci yüzyılda Viyana'da yaşayan efsanevi besteciler Wolfgang Amadeus Mozart ile Antonio Salieri'nin çatışmasına odaklanan "Amadeus", Peter Shaffer'ın kaleminden çıkma bir başyapıt olarak sahneye taşınıyor. Müzik tarihinin unutulmaz figürlerini mercek altına alan bu oyun, çarpıcı hikayesiyle seyircileri etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor.

Devamını Oku

17 Ağustos, 2023

Metruğun Peşinde: 18.Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu

Metruğun Peşinde: 18.Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu

Eren Can Altay  |  Ed. Yüsra Yüce

Venedik’in kanalları, her iki yılda bir olduğu gibi, bu yıl da Venedik Mimarlık Bienali’ne ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Lesley Lokko’nun üstlendiği bu yılki bienal, konusu “Geleceğin Laboratuvarı (The labarotuary of the Future)” ile mimarinin gelecek potansiyellerini keşfe çıkıyor. İKSV’nin öncülüğünde 2014 yılından beri mimarlık bienale katılan Türkiye’nin bu seneki pavyonunun kuratörlüğü ve tasarımı, Sevince Bayrak ve Oral Göktaş ile So Mimarlık ve Fikriyat tarafından gerçekleştiriliyor. 26 Kasım 2023’e kadar ziyarete açık olan Türkiye Pavyonu “Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”[1] projesiyle Bienalde boy gösteriyor.

Pavyon, “kahraman yapılar” olarak nitelendirdikleri, mimari söylemin ön planında yer alan yeni ve yıldız yapıların aksine, metruk bırakılmış mimari eserleri odağına alıyor. Mimarinin gelecek projeksiyonunu ise bu söylem değişikliği üzerinden okumaya çalışan proje, sürdürülebilir mimari ve ülkemizdeki deprem gerçeğine de hafif dokunuşlar gerçekleştiriyor. Projenin ana fikrinin yine SO mimarlık tarafından tasarlanan “Havuz” projesinden geldiğini belirten Bayrak ve Göktaş, İstanbul Florya’da yer alan metruk bir havuzu yıkmak yerine yeniden işlevlendirmeyi tercih ediyor[3]. Bu deneyim sayesinde mimarinin potansiyellerini pratik olarak da deneyimleyen ikili, bu düşünceyi Türkiye Pavyonunda da sergiliyor.


Metruk yapıların boş bırakılmasını ve zaman ile zayıflamasının ya da yıkılmasının mantıklı bir seçenek olmadığını savunan küratörler, hali hazırda mevcut olan bu yapı stokunun neden oluştuğu ve nasıl kullanılabileceği üzerine bir tartışma yürütüyor. Üretim ilişkilerinin değişmesi ya da ekonomik krizlerin sonucunda boş kalan fabrika binaları, kent içerisinde rant spekülasyonları sebebiyle boş bırakılmış tarihi yapılar ve yıkılması beklenen birçok boş-harabe yapı, Bienal ekibi tarafından yapılan bir açık çağrı ile belgelenmeye başlanıyor. Türkiye’nin dört bir tarafından, mimar olan ya da olmayan birçok kişinin gönderdikleri fotoğraflar ile Türkiye’nin metruk yapı stoku hakkında bir belgeleme gerçekleştiriliyor. Projenin ilk ayağını oluşturan bu açık çağrı, pavyonu interaktif bir oluşuma dönüştürürken, küratörlerin daha geniş bir coğrafyada ve spektrumda belgeleme yapmasına imkan sağlıyor. [5]

Bulut olarak nitelendirilen bu belgeleme aşamasından seçilen görseller, sergi alanının tavanından sarkıtılan perdelere yansıtılarak ziyaretçilere sunuluyor. Bu perdelerin altlarındaysa, projenin ikinci aşamasını oluşturan “tezgâh” yer alıyor. Görseller, metinler ve maketlerin yanı sıra, yapay zekâ kullanılarak oluşturulan metruk yapıların olası kullanımlarını içeren bir görsel seçki, ziyaretçilerin incelemelerine sunuluyor.[6] Bunlara ek olarak İKSV ve YEM ortak yayını ile basılan bir kitapçık da Türkiye Pavyonunun manifestosunu barındırıyor.

Türkiye Pavyonu, mimarlığın geleceğine yaptığı bakışta “kahraman yapılar”dan ziyade metruğa yönelerek, amaçladığı söylem değişikliğinin bir parçası olmayı başarıyor. Sırf bu açıdan bile proje, mimarlıkta alternatif bir tartışma yaratmaya katkı sağlıyor. Bunun Venedik Bienali gibi bir mecrada gerçekleşmesi ise projenin değerini bir kat daha arttırıyor. Ancak tüm bu söylemine karşın tasarım refleksinden uzaklaşmayı başarabilmişe benzemiyor. “Sonuç ürün” olarak ortaya konan, alternatif kullanımlar, mimari proje odaklı fiziksel değişimlerden öteye gidemiyor. Metruk yapının mülkiyet ilişkileri içerisindeki muğlak durumuna yeterli bir değinme yapamadan, metruk olanın sosyal ve politik olasılıklarını kaçırıyor.

Metruğun kent mekânında oluşturduğu mülkiyet muğlaklığı, yapıyı katı bir iç mekan olmaktan çıkartarak, “izinsiz” girişleri mümkün hale getirir. Bu sayede metruk, bir anlamda yarı kamusal bir karaktere bürünür. Metruğun sahip olduğu bu durum onu farklı gruplar tarafından kullanılabilir hale getirir. Alışılmışın dışında bir kullanım ilişkisine açılan yapı, Avrupa’nın birçok yerinde politik ya da kültürel kimliklere bürünerek sosyal bir fenomene dönüşmüştür. Türkiye için bu kullanım tarzı çok az deneyimlenmiş olsa bile, politik formda vücut bulmuş örneği 2013 sonrasında “Don Kişot” ve “Lojman” işgal evlerinde pratiğe geçirilmişti.

Belki de bilinçli bir karar ile projeye dahil edilmeyen bu konular ile ucundan değinilen, projeye tam olarak dahil edilemeyen sürdürülebilirlik ve deprem konularına rağmen Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi”, değerli bir belgeleme çalışması olmayı başarıyor. Bunun yanı sıra mimarlığın odağını “kahraman yapılar”dan uzaklaştırıp, farklı bir zemine koymaya çalışması da günümüz mimarlık algısı açısından azımsanmayacak bir önem taşıyor.

SO Mimarlık'ın tartışmaya sunduğu bu konu, her ne kadar niş bir konu olarak gözükse bile, alternatif bir konu olarak görünür olmaya çalışıyor. Berlinale film festivaliyle gösterime giren “The Architect”[7] dizisi de kullanımda olmayan mekanların kullanımı özelinde, So Mimarlığa benzer bir bakış açısı sunuyor. Popüler kültürde de seslerini duymaya başladığımız ve Türkiye Pavyonu ile de gündeme getirilen bu konuyu belki de gelecekte daha fazla duymayı umuyoruz.

İlgili Linkler:

SO Mimarlık Proje Sayfası:

https://www.soistanbul.com/Ghost-Stories

 IKSV Proje Sayfası:

https://turkiyepavyonu23.iksv.org/

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Sayfası:

https://www.labiennale.org/en/architecture/2023/turkey

Talking Architecture Podcast; Sevince Bayrak Söyleşisi:

https://open.spotify.com/episode/56OtkfIlGXSfVEsMUfwTlN?si=dCBAefM8RWiCGoE7XNm0JQ

Şelale Kadak Söyleşisi Sevince Bayrak ve Oral Göktaş:

https://www.youtube.com/watch?v=TdWvXR8D-aM

The Architect Dizisi Berlinale:

https://www.berlinale.de/en/2023/programme/202311745.html  



Devamını Oku

14 Ağustos, 2023

Açık Havada Sanat Bir Başka!

Açık Havada Sanat Bir Başka!

Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Müzede Sahne

Sakıp Sabancı Müzesi'nin organize ettiği Müzede Sahne etkinliği bu yıl 17-20 Ağustos tarihleri arasında, "Hep Yan Yana" sloganıyla sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Ayşe Draz’ın sanat yönetmenliğini üstlendiği etkinlik, yedinci yılında zengin ve çok sesli bir program sunuyor.

Sezonun başarılı oyunlarının izleyici karşısına çıkacağı etkinlikte, Dostlar Tiyatrosu tarafından sahneye konan, Genco Erkal'ın başrolde olduğu "İmparator", Talimhane Tiyatrosu tarafından yapılan ve Bora Akkaş'ın başrol oynadığı "Harika Şeyler Listesi", Hakan Emre Ünal'ın oynadığı, Tiyatro Hemhal'in "N'Olcak Bu Yusuf Umut'un Hali" oyunu ve Kadıköy Emek Tiyatrosu'nun sahnelediği, Afife ödüllü "Herkes Kocama Benziyor" oyunu sahneleniyor. Etkinlikte bu başarılı oyunların yanı sıra, ses atölyesi, çocuk oyunları, masal dinletisi ve dans performansları da yer alıyor.

Etkinliğin detayları için: https://drupal.sakipsabancimuzesi.org/sites/default/files/2023-08/MuzedeSahne2023.pdf


Bir Yaz Gecesi Festivali

Bir Yaz Gecesi Festivali, İstanbullu sinemaseverleri açık havada ve Boğaz’ın kıyısında keyifli yaz akşamlarına davet ediyor. Film ve müziğin uyumlu birlikteliğinden ilhâm alınaram hazırlanan Restore Klasikler programı bu yıl unutulmaz film müziklerinin yaratıcısı Nino Rota’ya odaklanırken; sessiz film programı da yaklaşık yüz yıl önce çekilmiş sirk temalı filmleri usta müzisyenlerin canlı performansları eşliğinde seyirciyle buluşturuyor.

Sessiz film virtüözü, Alman müzisyen ve davul sanatçısı Frank Bockius, festival kapsamında İstanbul’a geliyor ve geçtiğimiz yüzyılın başından, sirk temalı dört filme müziğiyle ses veriyor.  20 Ağustos’a kadar devam edecek festival, izleyicilere hem nostaljik bir yolculuk hem de modern müziğin büyülü dünyasıyla buluşma fırsatı sunuyor.

Festival programı için: https://beykozkundura.com/sinema/etkinlik-grup/bygf23


Alfresco Tunes Caz Konserleri

Hilton Istanbul Bosphorus, caz efsanesi Louis Armstrong'un 1959 yılında verdiği unutulmaz konserden ilhamla, yaz boyunca konserler vermeye devam ediyor.

Üçüncüsü 16 Ağustos akşamı gerçekleşecek olan konser, cazın yanı sıra R&B ve hip-hop'un izlerini taşıyan neo-soul tarzında bir repertuarla caz severleri büyülemeye hazırlanıyor. Evrim Özşuca’nın solistliğini üstlendiği gecede, tuşlu çalgılarda Can Çankaya, elektrik basta Enver Muhammedi ve davulda Burak Cihangirli’den oluşan çok değerli bir ekiple ikonik bir deneyim sizleri bekliyor.


Fata Morgana 

Ordu'nun Yason Burnu'nda, sanatçı Alper Aydın'ın "Fata Morgana" adını taşıyan açık hava sergisi, Türkiye'nin solo olarak düzenlenen en büyük açık hava sergisi olarak dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı.

Adını deniz üzerinde cisimlerin uçuyormuş gibi göründüğü optik bir hava olayından alan Fata Morgana, geçmiş, şimdi ve geleceğe dair algıları, insanın doğa karşısındaki rolünü ve anlamını mercek altına alıyor. Sanatçının heykel, enstalasyon, çizim, resim ve doğal malzemelerden oluşan çoklu pratiklerle tasarladığı eserler, jeolojik oluşumları, mitolojik hikayeleri, insanın doğa ve yaşamla etkileşimini ve insan sonrası Dünya'nın yorumunu içeriyor. Sanatseverleri doğanın güzellikleriyle buluşturan bu etkileyici sergi, görsel sanatları ve çeşitli etkinlikleri bir araya getirerek Ordu'nun sanatsal ve kültürel zenginliğini yansıtıyor.

20 Haziran- 20 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilmesi planlanan sergi gördüğü büyük ilgiden ötürü 10 Eylül’e kadar uzatılıyor.


Devamını Oku

07 Ağustos, 2023

Festival Sezonu Başladı!

Festival Sezonu Başladı!
Eda Çamlı  |  Ed. Yüsra Yüce

Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, Coşkulu Etkinliklerle On Bir Şehri Buluşturuyor!

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, sanat, kültür ve eğlence dolu etkinlikleriyle 5 Ağustos’ta başladı. Türkiye'nin uluslararası marka değerine katkıda bulunmak üzere iki yıl önce Beyoğlu Kültür Yolu Festivali ile başlayan Türkiye Kültür Yolu Festivalleri bu yıl Nevşehir, Trabzon, Erzurum, Çanakkale, Gaziantep, Ankara, Konya, Diyarbakır, İstanbul, İzmir ve Antalya olmak üzere on bir şehirde düzenlenecek.

Kapadokya Balon ve Kültür Yolu Festivali

 

Festivallerin ilk durağı, eşi benzeri bulunmayan Peri Bacaları ve renkli balonlarıyla ünlü Kapadokya oldu.  Nevşehir'de gerçekleştirilen Kapadokya Balon ve Kültür Yolu Festivali üç yüzden fazla etkinlikle 13 Ağustos’a kadar sanatseverlere unutulmaz bir deneyim vadediyor. Festival boyunca otuz farklı mekânda düzenlenecek etkinliklere, binden fazla sanatçı katılacak. Sergi, konser, söyleşi ve atölyeler ile zengin bir içerik sunan program, Kapadokya'nın eşsiz doğasında gerçekleştirilecek. Sanatseverler, görsel şölenin içinde yer alarak birbirinden farklı deneyimler yaşama fırsatı bulacak.

Festival programının tamamına ulaşmak için: https://kapadokya.kulturyolufestivalleri.com/

Night Shift: Bazilikanın Karanlığı

  

Yenilenen yüzüyle ziyaretçilerini ağırlayan Yerebatan Sarnıcı, farklı deneyimlere kapı aralamaya devam ediyor. Tarihi sarnıcı karanlıkta şifalı sesler eşliğinde deneyimleme imkânı sunan Night Shift: Bazilikanın Karanlığı etkinliği, ışık, koku ve mekân algısını bir arada yaşatıyor.

8 Ağustos günü ses terapisti Suzin Maçoro eşliğinde gerçekleşecek olan bu özel etkinlik ile katılımcılar tarihin derinliklerinden gelen sese ve ritme kulak verme şansı yakalıyor.

Bergama Tiyatro Festivali Başlıyor!

 

Bergama Tiyatro Festivali, 11-13 Ağustos tarihleri arasında farklı ve yenilikçi oyunlarla tiyatro severleri ağırlamaya hazırlanıyor. Bu sene ‘neşe’ temasıyla sanatseverleri buluşturmak için dördüncü kez kapılarını açan festival, Bergama’nın zengin tarihi dokusu ve tiyatro geleneği ile buluşuyor. Tiyatro sahnelerinde sergilenecek oyunlar ve performansların yanı sıra, farklı yaş gruplarına yönelik disiplinler arası atölye çalışmaları, paneller ve yürüyüşler de etkinlikler arasında yer alıyor. Festivalin zengin programı, tiyatro dünyasının büyülü atmosferini yaşamak isteyen herkesi Bergama'da buluşmaya çağırıyor.

Devekuşu Kabare’nin unutulmaz prodüksiyonu ile hafızalara kazınan Turgut Özakman’ın ‘Deliler’ oyununun, Metin Akpınar ve Mert Fırat’ın yönetiminde DasDas bünyesinde günümüze uyarlanmış versiyonu olan ‘Deli Bayramı’ festivalin kaçırılmaması gereken oyunlarından.

Festival programının tamamına ulaşmak için: https://bergamatiyatrofestivali.com/#

ENKA Açıkhava Tiyatrosu'nda Heyecan Verici Bir Sinema Deneyimi

 

ENKA Sanat, sinemaseverleri unutulmaz bir deneyimle buluşturuyor. 4-25 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek Başka Sinema seçkisi, yerli ve yabancı son dönemin öne çıkan filmlerini ENKA Açıkhava Tiyatrosu'nda ağırlayacak. Festival adına en ilgi çekici durumlardan biri ise izleyicilerin bu eşsiz sinema deneyimini paylaşma fırsatı bulabilmesi için bir bilet alana bir bilet bedava kampanyasının duyurulmuş olması.

Programının detayları için: https://www.enkasanat.org/

Sanatın Büyülü Buluşması: "Doğanın Yankıları" Sergisi Bodrum'da!


Galeri Bosfor'un çarpıcı karma sergisi "Doğanın Yankıları", Bodrum Demirbükü'nde yer alan Mesa Bodrum'da sanatseverlerle buluştu. 15 Eylül tarihine kadar devam edecek olan sergi, doğanın güzelliklerini ve sanatın yaratıcı enerjisini bir araya getiriyor.

Küratörlüğünü Galeri Bosfor kurucusu Gökşen Buğra’nın gerçekleştirdiği sergi, farklı disiplinlerden sanatçıların eserlerini bir araya getirerek izleyicilere zengin bir görsel deneyim sunuyor.

The Metropolitan Museum of Art'ta Budist Sanatına Odaklanan Yeni Sergi: "Tree and Serpent"

 

Dünyanın en ünlü sanat mekanlarından The Metropolitan Museum of Art, Budist sanata adanmış yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. "Tree and Serpent" adını taşıyan sergi, 13 Kasım tarihine kadar ziyaretçilerini ağırlayacak. Bu özel sergi, Hindistan'daki Budist sanatının kökenlerine ve evrimine ışık tutuyor. Yüz yirmi beş eserden oluşan bu sergi, Hindistan'daki Budist sanatının M.Ö. 200 ila M.S. 400 yılları arasındaki dönemini inceliyor.

Sergi, Budizm'in erken dönemlerine ait sanat eserleriyle zenginleştirilmiş. Bu eserler aracılığıyla, Hindistan'daki Budist sanatının evrimini ve dönemin kültürel, dini ve sanatsal etkilerini keşfetme fırsatı sunuyor.

Devamını Oku

02 Ağustos, 2023

Toplumsal Bir Fenomen Olarak Barbenheimer

Toplumsal Bir Fenomen Olarak Barbenheimer


Yüsra Yüce   |   Ed. Derya Çağlağan

2023 yılının en önemli sinema olayı Barbenheimer. Duyuruldukları günden beri yalnızca sinemayı değil; moda, güzel sanatlar, müzik gibi pek çok kültür alanını da bu iki büyük film domine ediyor. Barbenheimer hikayesi, Warner Bros’un filmleri perdeyle birlikte dijitalde de gösterme kararına kadar geriliyor. 2021 yılında sinema devi Warner Bros, değişen ve gelişen dijital yayın atmosferinden ötürü filmlerini perdeyle aynı anda dijitalde de gösterme kararı almış, ünlü yönetmen Christopher Nolan bu karara tepki göstermişti. Bu büyük tartışma da Nolan’ın bir daha Warner Bros’la çalışmama kararı almasına sebep olmuştu. Bu yılın başında, şubat ayında Nolan’ın filmi Oppenheimer’ın 21 Temmuz’da vizyona gireceği belli olduğunda ise, Warner Bros yılın en büyük yapımı olan Barbie’yi Nolan’ın filmiyle aynı güne koyma kararı aldı. Son düzlükte, Barbenheimer yalnızca izleyicinin örgütlenerek ürettiği bir husumet değil, en başından beri sinema devlerinin tartışma alanıydı. 


İki filmin aynı gün yayınlanıyor olması, filmler için büyük bir reklam alanı yarattı. Bu durum, biçim ve içerik bakımından oldukça farklı olan filmlerin, Barbenheimer isimli bir internet fenomenine dönüşmesini sağladı. Sinemaseverleri ortak bir heyecan etrafında toplarken, aynı zamanda ikiye böldü. Bir tarafta özellikle kız çocuklarına hitap eden bir oyuncağın hikayesi varken, diğer tarafta geçen yüzyılın en önemli isimlerinden birinin ve en önemli olayının hikayesi vardı. 

Greta Gerwig, Barbie filmi ile çocuklar üzerinde etkili çeşitli toplumsal normları ifşa ediyor. Barbie’nin yarattığı mükemmel beden algısı, çok çaba sarf etmeden bir şeylere sahip olması, dikte ettiği yaşam biçimi filmde didikleniyor; Barbie fenomeninin kadınların üzerinde yarattığı algı ifşa ediliyor. Öte yandan, Barbie hikayesiyle ve figürlerinin yoğunluğu ile tam anlamıyla kadın dünyasına açılan bir kapı haline gelmiş bir film. Oppenheimer ise bunun tam tersi, konu aldığı olay ve dönem itibariyle erkekler tarafından erkekler için yönetilen bir dünyadan kesitler sunuyor. Bu farklılık da Barbie ve Oppenheimerın kitlesinin ayrılmasının sebeplerinden biri. Fakat iki filmin bir ortak noktası var ki, o da çeşitli politik normları inceliyor olmaları.
  


Greta Gerwig, Barbie ile dünyanın en büyük oyuncaklarından birini feminist bir bağlamda ele almaya çalışıyor. Barbie Dünyası’nda her şey iyi giderken, basmakalıp bir Barbie olan Margot Robbie’nin bebeğiyle oynayan kişinin etkisiyle Barbie bozuluyor, selülit üretmeye ve ayağı düz bir şekilde yere basmaya başlıyor. Bu bozulmayı onarmak için de gerçek dünyaya gidip, onunla oynayan kişiyi bulması gerekiyor. Basmakalıp Barbie, Ken ile gerçek dünyaya doğru bir yola çıkıyor. Barbie Gerçek Dünya’ya gittiğinde, sandığı gibi Barbie bebeğin dünyayı değiştirmediğini, o dünyanın hala erkek egemen bir evren olduğunu öğreniyor. Gerçek Dünya’ya gittiğinde, daha öncesinde selülitten ve yaşlanmaktan korkan Barbie’nin yaşlı bir kadına güzel olduğunu söylemesi ise bu etkileyici sahne dizelerinin başında geliyor. Karakterimizin dönüşümü o sahnede başlıyor. Barbie, o andan itibaren gerçek dünyada kadın olmanın ne demek olduğunu keşfediyor. Elbette Barbie filmi, reklamı yapıldığı gibi feminist bir film değil. Günün sonunda, Hollywood için yapılan bir oyuncak bebek hikayesi ne kadar kadın deneyimiyle ilintili olabilirse, o kadar ilintili bir şekilde ele alınıyor.


Öbür yandan Oppenheimer, konu edindiği olaydan da hareketle oldukça politik bir film olarak konumlanıyor. Robert Oppenheimer’ın bir bilim insanı ve duyarlı bir insan olarak iki kimliğinin çatışmasını yakından ele alıyor. Atom bombası, insanlık tarihinin en önemli olaylarından biri. II. Dünya Savaşı’nın bitmesini sağlamasıyla bir kurtarıcı, etkisiyle bir çeşit cehennem, yeni savaşlarda kullanılma ihtimalinden ötürü bir tehdit. Atom bombası Hiroşima ve Nagasaki’de kullanıldıktan sonra, Oppenheimer, kendi yarattığı şeye karşı bir yerde konumlandı. Aynı dönemde, Oppenheimer’ın sola yakın görüşlerinin olduğu, ABD Komünist Partisi’ne yakınlığı ortaya çıkarıldı. Nolan’ın Oppenheimer’ı, bir bilim adamının kendi yarattığı şeyle çatışmasını ve hükümetlerin iki yüzlülüğünü, yarattığınız şeyi kullandıktan sonra sizi nasıl kenara attıklarını ve düşünce özgürlüğünün otoriteler için nasıl bir yalan olduğunu ele alıyor.

Barbie ve Oppenheimer, çoktan çözüldüğünü sandığımız güncel sorunları başka perspektiflerden ele alıyor. İki filmin ana karakterinin de ortak noktası, çözüldüğünü sandıkları problemlerle, sonlandığını sandıkları otoritelerle çatışmaya girmeleri. Bunu bambaşka yollarla yapan iki film, yazar ve yönetmenlerinin sektördeki konumu ve biçim konusundaki farklılıkları gibi sebeplerle sinemaseverleri ikiye bölüyor. Barbie’nin renkli dünyası ve komik altyapısını yeterince ciddi bulmayanlar ve Oppenheimer’ı erkeklikle itham edenlerin eşliğinde iki dev film, gişe rekorları kırmaya devam ediyor.


Devamını Oku

27 Temmuz, 2023

Odunpazarı Modern Müze

Odunpazarı Modern Müze

Eren Can Altay   |   Ed. Yüsra Yüce

Tarihi çevre içerisinde modern yaklaşımlı yapı çözümleri; mimarlar, kent plancıları, korumacılar ve öznesi kent-yapı olan tüm disiplinlerde tartışma konusu olmuş ve olmaya devam edecek bir başlıktır. Kent dokusuna uyumluluk, eski ile yeninin bir aradalığı ve estetik kaygılar gibi alt başlıklar, bu tartışmaların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu tartışmaları devamlı kılan durum ise, farklı disiplinlerin farklı bakış açılarıyla konuya yaklaşabilmeleri ve bu sayede konunun tek bir kesin çözümden azade oluşudur. Bu sebeptendir ki her bir disiplin, ürettiği çözümde ya da yaptığı müdahalede, kendi eylemlerini meşrulaştırma gereği duyar.   Mimari anlamda bu, yapının bir anlamda formuna bir mazeret bulmaya çalışmaktır. Bu meşrulaştırma çevreye uyum, mimari yeterlilik ve kalite, yerel ile bağ gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bu sürecin alt yapısı ise mimari üretim sürecinin konsept aşamasında belirmeye başlar.


Kengo Kuma and Associates (KKAA) tarafından tasarlanan Odunpazarı Modern Müze de tüm bu tartışmalar ışığında meydana gelmiştir. Kentin tarihi dokusunun merkezinde yer alan yapı 2019 yılında inşa sürecinin tamamlanması ile ziyarete açılmıştır. Yapının vaat ettiği çevre ile uyumlu olma ve kentsel dokunun devamlılığını sağlama, söylemsel bir zeminde kendisine yer bulsa da, pratikte çağdaş ile gelenekselin çatışması rahatça hissedilebilir. Odunpazarı’nın geleneksel yapı malzemesi olan ahşabın, OMMda da tekrarlanması yerel bir jest gibi gözükse bile, mevcut olan formal farklılığın önüne geçebilecek bir güce sahip değil. Burada yerel dediğimiz geleneksel yapı stoğunun da turistik bir fanus içerisine yerleştirilmiş, makyajvari bir geleneksel Türk evi olduğunu da belirtmekte yarar var. Gece vakti, birkaç sokak hariç, terkedilmiş bir plato görünümü veren sokaklar, gün ışığı ile birlikte hediyelik eşya dükkânları ve turist yoğunluğu ile meşguliyet sağlarlar. OMMun referans olarak seçtiği alanın da bu yönde gelişmekte oluşu mimarlık literatürünün farklı bir tartışma konusunu oluşturur.

OMM söz konusu olduğunda kabul etmemiz gereken bir durum da, ölçeksel uyumdur. Parçalanmış yüzeylerin oluşturduğu devamsız cepheler yapının zaten büyük olmayan ölçeğini, görselde daha da kırıyor. Yükseklik olarak çevresindekilerle yarışa girmeyen yapı, formal olmasa bile mekânsal ve kütlesel bir devamlılığa olanak sağlıyor.


İç mekân, çağdaş mimarinin olmazsa olmazlarından, kesitteki devamlılığı ve katlar arasında görsel/deneyimsel bağları ikonlaştıran ahşap çerçeveli, kapalı bir atrium ile sağlıyor. Bu da mekân algımızda temel bir değişimi gösteriyor. Geleneksel mimaride katlar ile sınırlı kalan mekânsal deneyim, katların yarılması, boşlukların daha görünür kılınması veya daha doğrudan kat sisteminin yok edilmesi ile farklı bir anlayışa evriliyor. Bu sayede kullanıcı içerisinde bulunduğu yapıyı keşfederken sadece yatay doğrultuda bir keşiften ziyade, dikey kafa hareketine de ihtiyaç duyuyor. Farklı kat planlarına sahip yapının her katında yol bulmayı kolaylaştıran bu dikey eleman, tüm katlarda domestik bir landmark yaratıyor. Ana odağı üzerinde toplayan bu merkezi eleman, içe dönük bir mimariye göz kırpsa da, şehre dönük ve onu çerçeveleyecek şekilde açılan açıklıklar bu içe dönüklüğün etkisini hafifletici bir rol oynuyor. Bir sergi mekânı olarak tasarlanan iç mekân, klasik bir beyaz kutu”(white box) özelliğini taşıyor. Ahşap doku bu tekdüze beyazlığı hafifleten bir işlev görürken sade olan iç mekânı tamamlayıcı bir rol oynuyor. Çoğu zaman pahalı ve şatafatlı malzeme ile oluşturulmaya çalışılan zarif ve zengin iç mekânın, farklı ve daha mütevazı malzemelerle de oluşturulabileceğini kanıtlıyor. Bu da mekanın algılanması bakımından doğrudan ve göz kamaştırmayan bir biçim veriyor. Kalabalık ve şatafattan uzak bu minimalist oluşum, odağın detaydan ziyade mekanda kalmasına olanak sağlıyor. OMM’un bu özelliği, yapının iç mekanının kullanıcı tarafından daha özümsenmesine yardımcı oluyor denebilir. Beyaz sıvalı duvarlar ve ahşap elemanların yanısıra, metal mesh ve taş gibi malzemelerde kullanılmış olsa da, onların da beyaz renkte ya da tonlarında kullanılışı, malzeme çeşitliliğini sanki iki baskın malzemede sınırlı tutuyor. Bu da yapının minimal doğasını ön plana çıkartan bir detay olarak göze çarpıyor.


Sonuç olarak yapı, çağdaş bir yapının barındırdığı özellikleri içerisinde toplamayı başarmış ve Eskişehir’e yeni bir kimlik kazandırmıştır. Söyleminin ardında, metinde de bahsettiğim tezatlıklar yer alsa da, gerek yapım tekniği gerek ise gerek ise mekansal zenginliği olsun, bu tezatlıkları göz ardı etmemize yetiyor. Herşeyden öte, ilk paragrafta da belirttiğim gibi, yapının kendisine meşruluk yaratma kaygısından kaynaklanan bu söylemler, zaten Eskişehir’in tarihi alanının “kisch” liği göz önüne alındığında gayet de masum tezatlar olarak gözükebilir sanıyorum ki.

Devamını Oku

29 Haziran, 2023

Fleabag’ler

Fleabag’ler

Yüsra Yüce    

        Zeki, cazibeli, kederli ve seks bağımlısı bir kadının Londra’da hayatta kalma hikayesi… Fleabag, 2016’dan 2019’a yayınlandığı süre boyunca, özellikle kadın seyirci kitlesi tarafından fenomen haline getirilmiş bir dizi. En yakın arkadaşının ölümünün ardından yas sürecinde olan, ailesiyle olan çalkantılı ilişkisi etrafında bir kafe işletmeye çalışan Fleabag’in hikayesini anlatan dizinin en çarpıcı yönü, Fleabag’in sürekli olarak dördüncü duvarı kırıp, olayların kendi üzerinde etkisini doğrudan seyirciyle paylaşmasıydı. Dizi, yine Phoebe Waller-Bridge tarafından yazılmış aynı isimli bir monodramadan uyarlama. Bu güzide oyunu, National Theatre Live ve Başka Sinema işbirliğiyle, 22 Haziran akşamı Kadıköy Sineması’nda izleme fırsatı elde ettim.

        Şehrin kalabalığında kaybolduğumuz, o kalabalık içinde küçücük bir noktaymış gibi hissettiğimiz, her şeyin bizim suçumuz olduğunu düşündüğümüz dönemler vardır. Hayat bizi oradan oraya savururken, var olabilmek için çıkış noktaları ararız. Fleabag, isminden de anlaşılacağı üzere böyle bir durum içerisindeki bir kadının hikayesini anlatıyor. Dizide de olduğu gibi oyun boyunca kimse Fleabag’e ismiyle seslenmiyor, ‘’Fleabag’’ ismi ise ingilizcede beğenilmeyen, çirkin anlamına gelen bir hakaret. Hem dizinin hem de oyunun dünyasında diğer figürlerin Fleabag’e bakış açısı söz konusu olduğunda ise bu duruma pek şaşırmıyoruz, etrafındaki herkes Fleabag’i acınası ve seks düşkünü biri olarak görüyor. Fakat hikayenin can alıcı kısmı şu ki, Fleabag bu kimliği sahipleniyor, kucaklıyor ve zorluklarına rağmen kendini olduğu gibi kabul ediyor. Sonucu her iki sezonda da felaketle sonuçlansa bile.

        Monodramalar, 90’lı yıllardan beri Türkiye’de olduğu gibi batıda da oldukça yaygın bir tiyatro formu. Geçtiğimiz otuz yıl boyunca, dünyanın her yerinde binlerce tek kişilik oyun yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Peki nedir monodramanın bu kadar sevilmesinin sebebi? Niçin tiyatro, çok figürlü oyunlardan solo performanslara doğru bir ‘daralma’ yaşıyor? Bu sorunun cevabı, monodramanın çok çeşitli kumpanyalar ve coğrafyalar tarafından kullanılmasından ötürü, ekonomik sebeplerle açıklanabilmenin ötesinde bana göre. Ekonomik sebeplerdense, monodramaların anlattığı hikayeler bizlere bu soruya cevap verebilmek için bir yol gösteriyor. Bu yol ise gün geçtikçe yalnızlaşan, içe kapanan ‘öteki’nin yolu.

        Monodramada tek bir figür üzerinden belleğe doğru yola çıktığımız bir form söz konusudur. Sahnedeki figür, başından geçen olayları kendi perspektifinden hareketle seyirciye aktarır. Oyun kişisiyle seyirci doğrudan bağ kurar. Dolayısıyla oyun kişisi ve seyirci arasındaki bağ kuvvetlenmiş olur. Oyun kişisi, olaylar dizinini kendi perspektifinden ele alır. Monodrama formunda yazılan oyunların ortak noktalarından bir diğeri ise, kenarda köşede kalmış, dışlanmış hikayeleri konu edinmesidir. Kadınların, LGBTİ+’ların, göçmenlerin, savaş mağdurlarının ve daha nice öteki’nin hikayesini ele alırlar. Fleabag’in hikayesinin de tam olarak böyle bir hikaye olduğunu söyleyebiliriz.

        Fleabag, romantik ilişkileri sürekli sarpa saran, ailesiyle ilişkileri bozuk olan yalnız bir kadının hikayesini anlatan bir komedi. En yakın arkadaşından kalan kafeyi işletmeye çalışan Fleabag, hikayesi boyunca hayattaki ‘konumunu’ bulmaya çalışıyor, bu arayış sırasında ise toplumsal bütün kurumlarla çatışıyor. Çünkü onun ne aşkla, ne parayla ne de ailesiyle arası iyi değil. Arasının iyi olduğu tek şey seks, bu da toplumsal kurumların onu aşağılamasını sağlıyor. Arayışı boyunca aşkla, parayla ve ailesiyle ilişkilerini düzeltmek için elinden geleni yapsa da bu kimseler Fleabag’i sürekli itiyor. O ise bu üçgenin arasında, hem kendisi olup hem de nasıl hayatta kalabileceğini bulmaya çalışırken savruluyor.

        Oyun, dizinin birinci sezonuyla neredeyse paralel ilerliyor. Olayların sırası, Fleabag’in replikleri ve hatta tonlaması bile değişmiyor. Birkaç repliğin kimin tarafından söylendiği ve bazı sahnelerin ritmi dışında, oyunun ve dizinin hikayeleri arasında somut farklılıklar yok. Tek ve çok önemli bir şey dışında: Fleabag’in seyirciyle kurduğu ilişki biçimi. Oyun anlatı formunda olduğundan Fleabag doğrudan seyirciyle iletişime giriyor. Oysa dizide olaylar esnasında Fleabag dördüncü duvarı kırarak kendi perspektifini seyirciye aktarıyordu. Dolayısıyla seyirci, tabiri caizse kendisi Fleabag’in ‘’sırdaşı’’ gibi hissediyordu. Oyunda Fleabag’in sizin kulağınıza bir şeyler fısıldadığı hissi, doğal olarak ortadan kalkmış durumda. Fakat oyunda kurulan ilişkinin, daha yakın bir ilişki olduğunu söyleyebilirim.

        Hem oyunun hem de dizinin değişmeyen en önemli yönü, Fleabag’in eşsiz bir kadın hikayesi oluşu. Phoebe Waller-Bridge; yalnızlaşmış, yalnızlaştırılmış, yargılanmış ve kendi haline terk edilmiş milyonlarca ruhun, Fleabag’lerin hikayesini her iki formda da oldukça sarsıcı bir biçimde ele alıyor.


Devamını Oku

18 Mayıs, 2023

Müdahale, Temsiliyet, Grafiti

Müdahale, Temsiliyet, Grafiti

Eren Can Altay    |    Ed. Derya Çağlağan

Grafiti sanatı, modern anlamdaki ilk figürü olan Cornbread’den (Darryl McCray: Modern anlamda ilk grafiti sanatçısı) sonra farklı dönüşümler geçirmiş olsa da temellerini ve arkasındaki düşünceyi hala korumaya devam ediyor. Öyle ki vandalizm ile ilişkilendirilen ismini sanat camiâsına kabul ettirmeyi çoktan başardı. 1960-70’li yılların hip-hop kültürü ile doğan ve kamusal alanlara özel adlar ve rumuz yazıları ile başlayan akım günümüzde şehir mekânını, bir tuvalin yerine koyarak mural sanatını öncülemiş ve sanatın beyaz duvarlar arasındaki fildişi kulesine meydan okumaya cüret etmiştir. Şüphesiz ki, bu başkaldırının ana sahnesini, sanatın ardındaki güçlü ekonomik bağları inceltebilecek alternatif mekânlar ve kent peyzajı oluşturmuştur.


Geleneksel resim sanatı, mekânı yaratılan görselin bir kompozisyonu olarak resmetmeye alışmıştı. Mekân, perspektif ile derinleşen ve tuval üzerin objelerin birbirleri arasındaki hiyerarşisini belirleyen bir altlık olarak ele alınıyordu. Ressamın mekânı ise doğal olarak atölyesiydi. Ancak empresyonistlerin tuvallerini alıp kent sokaklarını atölyelerine dönüştürmeleri geleneksel resim sanatında dönüştürücü bir rol oynadı. Yalnızca üretim alanındaki bu değişimin eser üzerindeki yansıması bile resim sanatının yeniden ele alınmasına yetmişti. Şehir atölyeye dönüşmüş, sanatın gözü farklı bakmayı öğrenmişti. Peki ya atölye gibi tuval de şehrin kendisi olursa neler olurdu?

Tuvaldeki bu değişim, yalnızca sanat anlamında bir değişim yerine daha temel anlamda, sanata içkin olan kavramların değişmesine sebep oldu. Kent mekânının kullanılabileceğinin farkına varılması artık galeri-sergi-küratör diktasına karşı ekonomik bir özgürlük yaratıyordu. Kamusal mekânın alternatifliği, elitist yaklaşımların ekonomik temellerini tersine çevirebilmekte ve farklı temsiliyetlerin oluşmasına ön ayak olmaktadır. Kent mekânında yapılan ve herhangi bir izin ya da ekonomik birikim gerektirmeyen grafiti sayesinde, kentte sanatçının görünürlük kazanması ve kendisine bir temsil sahnesi kurması olanaklı hale geldi. Galerilerin sanat anlayışını benimsemek istemeyen ve sanatın özgürlükçü tarafında kalmak isteyen sanatçılar için kamusal alan mükemmel bir zemin oluşturur. Bu mekânlar, yarattıkları niş bölgeler ile “normal” olan sanat tarzına alternatif formlar üretebilirler. Dönemince kabul görmeyen farklı çizim tarzlar ya da görsel üretimler, kamusal alanın özgürlüğü ve anonimliği içerisinde temsiliyet hakkı kazanırlar.                    

Grafiti sanatı şehirde bir yer edinmek ve bu mekâna tutunmak anlamına gelir. Kent toprağının rant üreten mekânizması, bir mekâna sahip olmayı veya orayı kullanabilmeyi maddi açıdan güçlü olmayan bireyler ve gruplar açısından imkansız hale getirir. Bu maddi imkânsızlıklar karşısında sanat üretimine erişimini yitiren sanatçılar, kent mekânını dönüştürmeye cüret ederek grafitiyi bir taktik olarak kullanırlar. Bu yüzden grafiti doğası gereği sistem eleştirisini de beraberinde getirir. Sanatın dönüştürücü etkisi kent mekânında görünür kılınır ve sanatçı kent mekânında bir hak iddia etmiş olur.  Bu hak iddia ediş, sadece sanatsal bir aktivite ile sınırlı kalmaktan öte, bir kentlilik olgusunu da içinde barındırır. Grafiti sanatçısı, çevresindeki mekâna pasif kalmayan katılımcı bir sanatçıdır. Bu açıdan grafiti, vatandaş (citizen) kimliği yaratan bir sanat dalına dönüşür. Kent mekânına müdahale eden grafitici çevresindeki mekanı değiştirebilen bir konuma gelir.

Karışma-araya girme anlamına gelen müdahale kelimesi, şehir üzerinden okunduğu zaman, bireyin kendi çevresini dönüştürebilme hakkına denk gelmektedir. Bireyin nasıl bir çevrede yaşamak istediğini seçme hakkına sahip olduğunu düşünecek olursak, kendisine dayatılan ya da hali hazırda mevcut olan kurulu çevre ile bir çeşit etkileşime girmesi gerekir. Bahsi geçen etkileşim ona uyum sağlamak ya da alışmak gibi pasif etmenler olabilse de onu değiştirici ve dönüştürücü aktif eylemler de olabilir.                    

Grafitinin bir diğer alametifarikası da geçiciliğini kabul etmesidir. Kamusal alandaki müdahalesini sanatın dokunulmaz kutsallığı ile süslemeden, silinebilir ya da üzerine yazılabilir bir halde bırakır. Bu sayede kent mekânında asla bir tahakküm oluşturamaz; oluşturmak da istemez. Kent mekânı ile kurduğu bu ilişki, grafitiyi geleneksel sanat pratiklerinden ayırır ve ona manifest bir ceket giydirir.

Malevich’in siyah tablosu her nasıl resmin biricikliğine meydan okumuşsa, grafiti de benzer şekilde resim sanatının kutsallığını sarsmıştır. Sanat artık steril camekanların ardında dokunulmaz yuvalarında değil, kentin ıslak ve pis sokaklarındadır. Özel alanın korumasında belirli kişilerin tekelinden çıkmakta ve kamusal alanın anonimliğinde her gün yeniden silinmek için  tekrar tekrar üretilmektedir.

Devamını Oku

10 Aralık, 2022

Promesse Sergisi Sanatçılarıyla Röportaj

Promesse Sergisi Sanatçılarıyla Röportaj
Burcu Dimili    |    Ed. Yüsra Yüce

    "Promesse" sergisi kapsamında yer alan çalışmalarınızın ortak noktası nedir?

    Emine Şenses: İçinde bulunduğumuz muhteşem kent İstanbul ve dönemin ruhu…

    Sayat Uşaklıgil: Resimlerimde mekânsal ve zamansal zıtlıkları, birbirleriyle alakasız olan formları uyum içerisinde sunmaya çalışıyorum. Kendi zamanlarında donup kalmış figürleri devinim hâlindeki sonsuz evren içinde, zamanlar üstü bir boyuta taşımak istiyorum. Bundaki amacım absürt birlikteliklerle izleyiciyi şaşırtmak, zamansal gelgitler yaratmaktır. Eski kitap illüstrasyonları estetiğini kullanıp, kompozisyonlarımda bir çeşit kolaj mantığı uyguluyorum.

    Melike Kılıç: Sevgi ve sevgi ile birleşme, umutla sarmalanma diyebilirim.

    Üretim pratiğinizi nasıl tanımlarsınız?

    Melike Kılıç: Görsel hikâye anlatıcısıyım, bir nevi masalcı. Kâğıdın kırılgan yapısı ile kelimelerimi, görünümlere çeviririm. Her orman, her bahçe biraz düş görme ve daha çoğu hafıza için… Kağıtları keserek oyarak ve en önemlisi çizerek insan olmayı anlatıyorum. Bir zamanlar doğanın çocuğu olan, şimdi ona ve tüm geçmişine ihanet eden insanı...

    Sayat Uşaklıgil: Resim yapma sürecinde son derece geleneksel bir üretim pratiğim var; kurguluyorum ve boyuyorum. Bunun yanı sıra resimleri oluşturma aşamalarımda çeşitli fotoğraflardan, dijital programlardan yararlanıyorum. Resim yapmayı bir proje gibi algılamıyorum. Ürettikçe resmin de kendini inşa etmesine ve değişmesine izin veriyorum.

    Yağmur Yılan: İşe başlamadan önce kağıda eskiz olarak çalışıyorum ve kağıdın üzerinde ne yapacağımı belirliyorum.  Tuvalin üzerinde çalışıyorsam çizdiğim şey aslında eskiz olarak kalmıyor ve  tuvalin üzerinde de değişiklikler gösteriyor, yapım aşamasında da değişiyor. Cam, hem kırılgan hem şeffaf bir malzeme. Çizimlerde arkaya yansıyan gölgeleri de kullanıyorum. Cam, resmi gölgelerle birlikte daha 3 boyutlu bir hale taşıyor, resme derinlik katıyor. Aslında üretime başlama süreci oldukça sıkıntılı ve kasvetli geçiyor diyebilirim. Hiç uzaktan görüldüğü gibi şey değil. Bu işi profesyonel yapıyorsanız bu tamamen sizin derdiniz haline geliyor ve gerçekten klişe ve çok doğru biz benzetme olarak  bir çocuk doğurmak gibi bir sancıya benziyor.

    Pelin Bayçelebi: Resim ve heykel çalışmalarımda beni bir eseri yaratma aşamasına getiren bir dolu süreçten bahsedebilirim. Duyguya dönüşen her düşünce üretim için bir basamak olarak karşıma çıkıyor. Sonrasında o basamaklardan; kimi zaman yağlı boya, kimi zaman kömür, pastel veya çamur eşliğinde yukarı tırmanmaya başlıyorum. Bu merak dolu bir tırmanış çünkü bir esere başladığım anda sonunun nasıl olacağını; nerede biteceğini bilmiyorum. Çoğu kez masalsı kahramanlarla, zamansız mekânlarda ütopik dünyalar yaratma isteğiyle yol alıyorum. Fırçanın ya da çamurun beni yönlendirmesine izin veriyorum. Üretim süreci sancılı geçebiliyor ama sona geldiğimde aldığım haz buna değiyor. Körü körüne hayran olduğum bir akım veya sanatçı hiç olmadı. Yine tekrarlıyorum; duygularıma hitap eden her eser benim için iyi bir eserdir ve kendi üretim pratiğimde de izleyicinin duygularını uyandırmaya çabalıyorum.

    İlham noktalarınız neler?

    Pelin Bayçelebi: İlham noktalarımı tanımlamak bana zor geliyor çünkü sınırlayıcı olabilir. Meraklı bir insanım ve şaşırmaya meyilli bir yapım var. Doğanın tüyler ürperten ihtişamı, dengesi, varoluş, yok oluş, tam bitti derken yeniden diriliş bana mucizevi geliyor. Tüm bu kurgu içinde insanoğlunun zamana karşı nasıl da kırılgan olduğunu unutup var olma çabası, hayata başkaldırışı, direnişi, kimlik arayışı, bulduğu kimliğin içinde hapsoluşu, dibe vuruşu ve sonra bir bebeğin doğumuyla ya da bir çiçeğin tomurcuğuyla yeniden hayata sımsıkı bağlanışı. Sizce de çok şiirsel değil mi bu yaşadıklarımız?

    Emine Şenses: Şehrin sosyal yaşamı ve tarihi dokusu.

    Melike Kılıç: Doğadan, masallardan, insanlık tarihinden, mitolojilerden ve rüyalardan, ezoterik bilgiden ve şifadan ilham alıyorum diyebilirim.

    Yağmur Yılan: İlham almak için aslında özellikle bir noktaya ya da bir şeye bakmak bakmanın çok faydalı olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta izlediğimiz bir filmden, okuduğumuz kitaptan ya da yürüdüğünüz  yoldan bile ilham alabilirsiniz. aslında ben bunu daha çok işi yapma amacıyla yaşamakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Zaten günlük hayatımızda kafanızda her zaman iş oluyor, bunu düşünüyor oluyorsunuz ve dolayısıyla da televizyonda bir kamu spotu bile izleseniz aslında bir noktada bambaşka bir dünya size ilham kaynağı olabiliyor.

    Sergi “umut” temasını vurguluyor. Sizin umut kaynağınız ne?

    Pelin Bayçelebi: Umut kaynağım gözümü açtığımda içimde hissettiğim enerji olsa gerek. Enerjim iyiyse, her şey mümkün değil mi? Pozitif ruhlu biri olarak çabucak umutlanmaya müsait bir yapım var. Evrendeki işaretleri okumayı çok severim ve o işaretler de benim için umut kaynağı olabilir.

    Sayat Uşaklıgil: En basit anlamda benim umut kaynağım “devam etmek”. Her koşulda, her durumda çalışmaya, üretmeye devam etmek… En çok kendine inanarak, kendi yolunda yürümek diyebilirim.

    Yağmur Yılan: Kendiyle bence. İnsanlar kendilerine umut bağlamalı diye düşünüyorum. Dolayısıyla da umut kaynağım aslında kendimim ve kendi yapmak istediklerim.

    Emine Şenses: Tek umudumun sanat olduğunu söyleyebilirim. Sanat evrenseldir ve iyileştirici gücü tartışılamaz…

Devamını Oku

07 Eylül, 2022

Burcu Dimili Röportajı: Oya Akman’ın 50 Yıllık Tasarım Yolculuğu

Burcu Dimili Röportajı: Oya Akman’ın 50 Yıllık Tasarım Yolculuğu

Oya Akman’ın tasarımda 50 yılına odaklanan “Yarını Bugün Seç / Oya Akman ile Tasarımda 50 Yıl” adlı sergi, 14 Eylül’de Decollage Art Space’de açıldı. Yeni sezonda dopdolu bir program ile karşımıza çıkan Decollage Art Space, sezonun ilk sergisinde tasarım konusuna mercek tutuyor. 2022 Dünya Cam Yılı’na paralel gerçekleşen sergi, sanatçının üretimine kapsamlı bir bakış sunan eserlerin yanı sıra ilk kez gösterilecek çalışmalarına da yer veriyor. Cam Çağı olarak adlandırılan günümüzde cam ile ilişkisi, üretim pratiği ve ilham noktalarını tasarımcı Oya Akman’dan dinledik.

Seramikten plastiğe, tekstilden cama birçok alanda çalışmalarınız mevcut. Ancak sizi ağırlıklı olarak cam üzerine üretimlerinizle tanıyoruz. Cam ile çalışmayı nasıl tanımlarsınız?

Cam çok keyifli bir malzeme. Şeffaf olması önünüzü çok açıyor. Teknik olarak çok fazla oynamanıza imkân tanıyor. Sonsuz bir karışım. Bu malzeme ile her şeyi yapabilir, her hayalinizi gerçekleştirebilir, her türlü tekniği kullanabilir ve yeni teknikler geliştirebilirsiniz.

Sanatçıların geliştirdiği teknikler otomatik teknolojisine de yön verebiliyor. Benim Paşabahçe’de çalıştığım yıllarda bir tasarım yaptığınızda el imalatıyla üretilirdi. Satış aşamasında çok talep gelirse o ürün otomatik üretime çevrilirdi. El imalatında ustanın becerisi, geliştirdiği tekniği, eklentileri, tasarımcı ve ustanın birlikte çalışması sonucunda ortaya çıkan farklılıklar… Bunlar aslında otomatik teknolojisini de geliştiren etmenler. Yani iş sanattan seri üretim ve otomatik teknolojisine yeniliklere dek uzanıyor. Camda çok küçük bir düşünce müthiş bir sanat olayına evrilebildiği gibi bunun yanında o düşünce tümüyle otomatik teknolojilerinin gelişimine de katkı sağlayabiliyor.

Sanat hayatınızın 50. yılındasınız. Bu 50 yılda teknolojik anlamda da birçok değişim oldu. Bunca yılda kullanılan malzemeler, disiplinler ve teknolojik gelişmeler üretimlerinizi etkiledi mi? Örneğin üretimlerinizi zamanla otomatikleşmeye teslim ettiniz mi?

Eskiden ustalara, bir prototip oluşturmak için benzer boyutlarda kalınca cam üfletip, kristal dekorculara kestirerek, yontturarak istediğimiz tasarımı kalıp yaptırmadan, cam olarak elde edebiliyorduk. Daha sonra bu ustalar cam heykel bile yapmaya başladılar.

Otomatik teknolojisi bambaşka bir dünya diyebiliriz. Otomatik makineleri, kalıp sistemlerini çok iyi bilmeniz gerekiyor. Tasarımınızdan ödün vermeden çok yüksek randımanla üretilmesi gerekiyor. Bir cam ürüne baktığınızda özellikle yansımalar çok önemli, yansıma kurallarını ürününüze iyi yerleştirirseniz farklı etkiler elde edersiniz. Örneğin benim çoğu tasarımımda karşıdan bakılan ile içine bakıldığında görülen farklıdır ve bambaşka etkiler yaratır. Yansımalar, optik etkiler, fizik kuralları, oyunlu tasarımları çalışmalarımda sıklıkla kullanırım. Yani tekniği iyi anlayıp öğrenip bu tekniği nasıl etkili kullanabilir veya geliştirebilirim diye düşünmek gerekiyor. Rahatlığı, ergonomisi, tasarımı, kapladığı alan, kendi içindeki dengesi, kullarken verdiği keyif gibi birçok önemli unsur söz konusu.

Geri dönüşüm ve sıfır atık günümüzde hepimizin öncelikleri arasında yer alıyor. Cam plastiğe nazaran tercih edilen ve çevreye zararı doğada çözümü plastiğe oranla çok daha az olan bir malzeme. Peki cam üretiminden artan atıkların dönüştürülmesi bu alanda sıfır atık ve ileri dönüşüm prensibini uygulayabilmek mümkün mü?

Her fabrikanın, ürün tipinin kendine göre farklı cam formülleri olabiliyor. Soda camı, kristal, borosilikat cam gibi. Cam üretiminden artan atıklar, kırıklar kendi fabrikalarında alıp toplanıp direkt üretime katılabiliyor. Ama farklı formüllü atıklar ile zor. Atık camların formüllerinin birbirine uygun olması da gerekiyor.

Bu duruma ekonomik sürdürülebilirlik açısından da yaklaşmak lazım. Ürünün uzun süreçlerde üretilip çok satılabilmesi de önemli. Otomatik üretimde kalıp maliyeti özellikle çok kollu makinelerde çok yüksek. Ürünün bu masrafları çıkartması, çok kâr getirmesi, bunların yeniliklere ve yatırımlara dönüşmesi önemli. Geri dönüşüm malzeme açısından mümkün ancak üretim ve satış aşamasında farklı faktörler devreye giriyor.

Üretilen ürünün uzun süre satılması, yani tasarımların zamansızlığı da çok değerli. Benim 83’de tasarladığım bira bardakları şu an hâlâ satılıyor örneğin.

Tasarım yolculuğunuzda 50. yılınızdasınız. Üretimleriniz ilk defa bu kadar kapsamlı ve geniş bir seçkiyle izleyiciyle buluşuyor. Bu size ne hissettiriyor?

Tabii bu sergi çalışmaları kapsamında çok geçmişe gittim. Geçmiş çalışmalarımı görüp mutlu olduğum gibi psikolojik olarak stres yaşadığım anlar da oldu. Tasarladığım binlerce tasarımı görünce sevinip, şaşırıp birden kendimi yorgun hissettiğim anlar oldu. Haftada 70 tasarım ürettiğimiz zamanlar oluyordu. Dokuz sene tam zamanlı çalıştım, bu dönemde çıkan tasarımlarımın miktarı çok fazla. Her sene yurt dışı fuarlara katılırdık. Frankfurt Ambiente bunlardan en önemlileriydi. Dönüşte nerdeyse ansiklopedi kalınlığında raporlar hazırlardık. O yılın yenilikleri, gelecek öngörüleri, rakipler vs.

Dereceleri farklı iki fırınım var. Bütün malzemelerimi, eksiklerimi alıp yeniden üretim aşamasına geçtim. Bu da çok heyecan vericiydi. Pandemi döneminde bir süre onlarla çalışmaya, üretmeye ara vermiştim, yeniden aktif üretime dönmek çok keyifliydi. Geçmişten sakladığım çok özel kataloglar ve eski üretimlerim de ortaya çıktı.

Ambiente’de 2003’ten 2012’ye kadar Oya Design markamla kendi standım vardı. Bu fuarda size yer vermeden önce sizden yaptığınız işleri istiyorlardı. Önden ürün fotoğraflarınızı gönderiyorsunuz, ondan sonra sizi fuara kabul edip etmeyeceklerine karar veriyorlar. İkinci aşamada ise sizin ürünlerinizin seviyesine uygun alandan yer veriyorlar. Mesela bana hep Orrefors, Kosta Boda, Ittala, Alessi gibi en önemli firmaların olduğu kattan yer verdiler.

Bir dönem yurt dışında yaşamışsınız. Bunun üretimlerinize etkisi nasıl oldu?

Kanada’ya ilk gittiğimde cam konusunda ne bilmiyorum, ne öğrenmeliyim üzerine yoğunlaştım. Mesela “pate de verre” tekniğini çok iyi bilmiyordum. Bununla ilgili çok yayın da yoktu zamanında. Pate de verre ve füzyon teknikleri üzerine dersler aldım. Bu bilgiler çerçevesinde öğrendiklerim, bana her şeyi kendimin yapabileceğime dair çok büyük bir cesaret verdi. Üretimlerime ünlü mağazalarda, ünlü isimlerin yanında yer verilme önerisi bambaşka güven verdi. Ders aldığım cam okulu bana otomatik üzerine ders vermemi teklif etti. Orda firmam vardı, bir süre de gidip gelerek çalışmayı sürdürdüm. Global pazarı ne kadar iyi bildiğimi gördüm.

Aldığınız birçok ödül var. Bu ödüller çalışma motivasyonunuzu nasıl etkiliyor?

Bu ödülleri aldığınızda bundan sonra sıradan bir şey yapmamanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Çok büyük mutluluk olmasının yanı sıra bu durum bir stres de yaratıyor. Bir sonrakinde hep daha iyisini yapmanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Bir yol çiziyorsunuz, hedefinizi de tekrar oluşturuyorsunuz. Tüm bunlar büyük tanınırlıkları sağlıyor. Tahmin edemeyeceğiniz davetler, mailler alıyorsunuz. Özellikle Pentawards’dan sonra bana ulaşan yabancı sürpriz markalar oldu.

Ankara Kavaklıdere’de geçen çocukluğunuz ve ailenizin bağcılık ile uğraşması, geçmiş anılarınız tasarımınıza ilham veren süreçlerdir diye tahmin ediyorum. Size nasıl etkileri oldu?

O zamanlardan hayatıma etki eden çok önemli iki figür var. Biri büyüteç, diğeri uçurtma. Ailem çok eski İstanbullu. Karaköy Salı Pazarı’nda Sandıkçızadeler olarak anılırlarmış. Anneannem ve dedem bir görev nedeniyle Ankara’da bulunup üzüm bağı satın almışlar. Dedem de aynı zamanda ressamdı. Bana çocukken bir büyüteç vermişti. Kendisi tablolarını resmederken bana da büyüteçten gördüklerimi çizmemi, detayları görmeyi öğretti. Bu bana detaycılık yeteneğini kazandırdı.

Yine o dönemlerde kendi uçurtmalarımızı yapardık. Hangisi daha iyi uçuyor, hangi malzeme, büyüklük daha uygun, hangi renk daha güzel görünüyor diye incelerdik. Hayatıma çok özel bakış açıları katan anılardı.

Genç tasarımcılara ya da tasarımcı olmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Öncelikle işin mutfağına girmeliler. Tasarladıkları şeyi üretebilmeliler. O bambaşka bir deneyim. Şu anki şartlar da çok müsait, kendi satışınızı kolayca yapmanız da mümkün. İTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü’nde hocalık yaptım. Şimdi de Medipol Üniversitesi’nde Endüstriyel Tasarım Bölüm Başkanı’yım, birlikte çalıştığım gençlere de deneyimlerimi aktarmaya çalışıyorum. Bazıları kazandıkları burslarla yurt dışında çok güzel yerlerde eğitimlerine, kariyerlerine devam ediyor.

Devamını Oku