Artist: Erdem Çakmacık | Ed. Seda İstifciel
Decollage Art Space olarak başlattığımız ‘Bir Sanatçı Bir Hikaye’ temalı Artist Spotlight yazı serisinde, her hafta bir sanatçının üretim pratiğine ve sanatsal yaklaşımına odaklanacağız. Bu yazı serisi ile sanatçıların üretim pratiğini ve sanatsal yaklaşımını odağa alarak görünürlüklerini artırmayı amaçlıyor, aynı zamanda farklı disiplinlerden bireysel sanatçıların daha fazla duyulmasına destek olmak, onları sanat profesyonellerine ve sanat dünyasında etkili kişilere ulaşmalarına aracı olmak istiyoruz.
Kurum olarak sanatçılarla sanat ekosistemi arasında sürdürülebilir ve nitelikli bağlar kurmayı önemsiyor, bu röportajlar ile sanatçıların profesyonel sanat süreçlerini geniş kitlelerle buluşturmayı arzuluyoruz. Artist Spotlight serisinin, güncel sanat ortamında karşılaşmalara alan açarak güçlü bir ağ kurmanın da zeminini hazırlayacak bir platform olmasını hedefliyoruz.
Artist Spotlight ‘Bir sanatçı bir hikaye’ projemizin bu serisinde “ODAK” sergimizde yer alan sanatçılarımız ile konuştuk.
Bu haftaki konuğumuz Erdem Çakmacık
Keyifli okumalar.
Öncelikle sizi kısaca bir tanımak isteriz. Bize kendinizden biraz bahseder misin?
1967 yılında Ankara’da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Ayaş’ta tamamladım. 1992 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. 32 yıl boyunca görsel sanatlar eğitimcisi olarak görev yaptım, 2025 yılında emekli oldum.
Sanatsal çalışmalarımı İstanbul Beykoz’daki atölyemde sürdürüyorum. “Günümüzden Fabllar” ve “Platoni ve Kaybolan Masumiyet” başlıklı uzun soluklu iki seri üzerine yoğunlaşıyorum. Bugüne kadar sekiz kişisel sergi açtım, çok sayıda karma sergi ve sanat fuarında yer aldım.
Sanat sizin için ne ifade ediyor?
Sanat insanı insan kılan temel unsurlardan biridir. İlk bakışta, güzele ulaşmak yaşantımıza hoş şeyler katmak güdüsüdür bizi sanata yaklaştıran. Sanat bize ilham verir. Bizde merak heyecan ve öfke vb. gibi çeşitli duygular uyandırır. Bu nedenle sanatçıların toplum üzerinde insanları etkileme ve harekete geçirme gibi bir etki gücü vardır. Sanatçı bu gücünü toplumun gelişimi ve değişimi yararına kullanmakla sorumludur. Sanat felsefesi ve üslubu ile farkındalık yaratmalı ve dünyanın daha güzel ve yaşanası bir yer olması için sanatıyla yaşadığı topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Çürüyen bir toplumda, sanat doğru sözlüyse, çürümeyi de yansıtmak zorundadır. *Ernst Fischer
Sanat yapma pratiğinizde sizi besleyen ‘an’lar neler?
Sanat yapma pratiğimde öyle özel bir an yok. Bazen boş bir tuval üzerindeki belli belirsiz izleri takip ederek, bazen okuduğum bir şiir bir öykü bir roman veya bir haber, bazen izlediğim bir video bir film bana ilham vererek resim yapma isteği ve heyecanı uyandırıyor.
Yaşam deneyiminiz sanat pratiğinizi nasıl şekillendirdi ve etkiledi? Gelecekte üretim pratiğinize dahil etmeyi düşlediğiniz yeni bir malzeme, tema ya da yöntem var mı?
Çocukluğum küçük bir ilçede, yaz tatillerim ise çiftliğimizde geçti. Dolayısıyla sürekli doğanın içindeydim. Birçok şeyi bire bir gözlemleyerek ve deneyimleyerek öğrenme fırsatını buldum. Yanımda taşıdığım desen defterine sürekli çizimler yaparak. Hem gözlem hem de desen yeteneğimi geliştirme fırsatı buldum. Okul hayatımda resim öğretmenlerimin resim yeteneğimi fark etmeleri ve beni güzel sanatlar eğitimi almam yönünde yüreklendirmeleri sonucunda Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü kazandım ve Resim Ana Sanat Dalından 1992 yılında mezun oldum. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görsel sanatlar öğretmeni olarak Şanlı Urfa iline atandım. 33 yıl öğretmenlik hayatımla birlikte sanatsal çalışmalarıma devam ettim. Bugüne kadar 8 kişisel sergi açtım ve birçok karma resim sergilerine katıldım. Sanat eserini duvarda asılı bir obje olma durumundan çıkaran hayatın içine akan dolan ve alıcısına farklı boyut ve anlam etkileri sunan. Hareketli ve sıradışı parçalardan oluşan Happened tarzında çalıştığım puzzle tuval ve parça tuvallerden koltuklara akan ve koltuklarla bütünleşen ve oldukça ilgi gören çalışmalarım oldu.
Halen devam etmekte olduğum “Günümüzden Fabllar” serisi ve “Kaybolan Masumiyet” temalı yeni çalışmaların hazırlığı içindeyim.
Sanatınızda geliştirdiğiniz dilin oluşum aşamalarını dinlemek isteriz. Üslubunuzu belirleyen temel yaklaşımlar neler ve nasıl geliştirilebilir?
Temel plastik unsurların zengin anlatımıyla çalışmayı seviyorum. Tıpkı çok sesli bir orkestrayı yöneten orkestra şefinin heyecan ve coşkusunu hissederek. Desen doku ve renk tuşlarının cesurca ortaya çıktığı zamansız, eklektik ve sembolik serbest bir disiplinle üretiyorum eserlerimi. Aşamalı, üst üste binmiş renk doku ve desen katmanlarıyla üç boyutlu bir algı yaratarak masalsı, mistik bir o kadar da gerçekçi ve yaşanası hikayeler anlatıyor eserlerim.
Sanatımın bilimsel teorilerin yanı sıra deneysel bilgi ve tecrübelerden ve cesur denemelerle zengin ve özgün bir dil oluşturduğuna inanıyorum. Her çalışmam sonunu tam olarak kestiremediğim bir macera. İşte bu bilinmezlik ve yolda kazandığım tecrübeler bende tarifsiz duygular ve mutluluk uyandırıyor.
Deneysellik ve çok çalışarak yol almak sanatçının özgün sanat dilinin oluşmasında ve sanatının gelişmesinde çok önemlidir. Sanatçı ürettiği sürece ve üretebildiği kadar vardır.
Bir fikri 'bu artık esere dönüşmeli' dedirten o kıvılcım sizde nasıl oluşuyor?
Dilerseniz bu soruyu yaşadığım ve beni çok etkileyen bir durum tecrübesiyle açıklayayım. Zümrüd-ü Anka, diğer bir ismiyle Simurg figürü; küçük bir çocukken aile büyüklerinden dinlediğim masallar ve okuduğum Eflatun Cem Güney’in Türk Masalları kitabının etkisiyle gönlümde ve hayal dünyamda bir yer edinmişti. Doksanlı yıllarda içimden bu konuyla ilgili imgesel bir çalışma yapmak geldi içimden ve yaptım da. Bu resmi yaptıktan sonra bu konu üzerinde daha derinleşmek ve bilgi toplamak üzere internette araştırmaya koyuldum. Sonra Firdevsi’nin Şehname adlı eserinde anlatılan Simurg ve Zal hikayesinin bilmediğim halde benim yapmış olduğum eserle birebir örtüştüğünü hayretler içinde gördüm. Simurg felsefesini araştırdıktan ve içselleştirdikten sonra bunu durumu ilahi güç tarafından sunulmuş bir işaret olarak kabul ettim ve bu seride çalışmalara devam ederek masal ve masal kuşları serisini oluşturdum ve aynı isimle bir resim sergisi açtım. Kendime olan inancımı ve özgüvenimi tazelemek yeni ve taze bir şuurla yeniden doğmak amacıyla her seriye başlamadan bir veya bir kaç simurg temalı resimle başlarım işe...
Bir izleyiciyle karşılaşma anı sizin için ne ifade eder? Hiçbir izleyici görmeyecek olsa, yine de sanat yapar mıydınız? Neden?
Bir sanatçının mutlaka kendi iki gözü ve üçüncü göz dediğimiz gönül gözünden başka diğer kimselerin gözleriyle de eserlerine bakmaya ve o gözlerle eserlerini tartmaya mutlak ihtiyaç duyar. Sanatçılar yapıları gereği olarak kendi ürettiklerine karşı duygusal bir bağ oluştururlar ve olumsuz eleştirilere karşı aşırı savunmacı ve kırılgandırlar. Olumsuz eleştiri kabul etmez eserlerindeki kusurları görmek istemezler. Oysa doğruya giden yol yanlışı görüp onu düzeltmekten geçer. Aynı şekilde başka bir göz ve düşünceyle eserine bakmak yaptığın eserin anlam niceliğini de artırabilir. Senin hiç düşünmediğin veya farkına varmadığın bir perspektif bakış açısı ve fikir ortaya koyarak eserin anlamını başka bir boyuta taşıyıverir ve yüceltiverir bir izleyici. Başta da söylediğimiz gibi sanat toplum içindir. Sanatın üretim aşaması da tüketim aşaması da toplumdan uzakta olamaz. Aksi taktirde ne sanat ne de sanatçı asli hedefine ulaşamaz.
Sizden başka hiç kimse görmeyecekse sanat eseri üretmenin ne anlamı var. Sanatta birçok güzel şey gibi paylaştıkça çoğalır, anlam ve duygu zenginliğine ulaşır. Aksi taktirde mağaraların en ücra ve karanlık duvarlarına büyü ve tılsım amacıyla resimler çizen Paleolitik çağ insanlarının sanat görüşünden ne farkımız olurdu.
Sanatsal üretiminizde ileride hangi meseleleri merkeze almayı düşünüyorsunuz?
İnsan. İlk insan Adem ve Havva’nın yaratılışından itibaren insan oğlunun yeryüzü macerası ve meseleleri bitmez tükenmez bir kaynak benim için. Ne tuhaf değil mi insan kendi yarattığı meseleler içinde kendini çıkmaza sokup boğulabiliyor. Hatta bütün meselelerin odağı kendisi iken bunu göremiyor. Ya da bencil, narsist ve duyarsız yapısı itibarıyla görmezden gelebiliyor ve bir başka suçlu arayışına giriyor. Kendi ile birlikte etki alanının sınırları dahilinde kitleleri kaosa ve mutsuzluğa sürüklüyor. Oysa yaşam öyle basit, öyle kolay ve öyle güzel ki sevgiyle, barışla, hoşgörüyle, adilce ve kardeşçe yaşayarak sanatın birleştirici ve bütünleştirici dilini kullanarak cennet bir dünya kurabiliriz ya da yaşadığımız cenneti kurtarabiliriz. Benim ve bütün dünyanın meselesi bu olmalıdır düşüncesiyle yeni eserler üretmeye devam edeceğim...
Sanatla ve Sevgiyle Kalın.